Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4 | Tanışma

@blanco_s

Sıkıntılı bir nefes alıp elimdeki kağıtla yüzümü serinletmeye çalıştım ama hava çok sıcak olduğundan pek beceremedim. Güneş en tepedeydi ve yaz ayına yeni girmemize rağmen yakıyordu. Zaten esmer olan tenim, yaz sonuna kadar kömür karasına dönecekti herhalde.

 

Serkan'la olan bütün iletişimiz tam da beklediğim gibi bitmişti. Zaten beni hiçbir zaman görmeyen bir adamdı bu yüzden konuşmamamız pek umurumda olmuyordu. Bazen göz göze geliyorduk ama ona dik bakışlarımı atmaktan çekinmeyip önüme dönüyordum. O da artık bana gözlerini değdirmekten bile çekinir olmuştu. Böylesi benim için daha iyiydi. Hayat biraz daha katlanılır olmuştu.

 

Bir aydır şirket benim için daha katlanır bir yer olmuştu. Serkan'la hiç karşılaşmadığım her an benim için mükemmeldi. Keşke onu hiç görmesem ama bu mümkün değildi ne yazık ki.

 

En azından şimdilik.

 

Kıvırcık saçlarımı omuzlarımdan ittirdim ve boynumu açıkta bırakarak elimdeki kağıtları biraz daha hızlı salladım. Şu an şirketin ürettiği fotoğraf makineleri için deneme çekimi yapıyorduk ama öğlen saatlerine kaldığından herkes eriyordu. Çok yanlış bir saatte fotoğraf çekiyorduk.

 

"Bu böyle olmayacak," dedi Serkan. Beyaz teni sıcak yüzünden kıpkırmızı olmuştu ama dikkatimi çeken ilk yer burnunun ucuydu. En çok orası kızarırdı ve şimdi de orası kızarmıştı. Küçük bir çocuğa benziyordu. Takım elbise giydirilmiş, küçük bir çocuk.

 

"Bu sıcakta güzel fotoğraflar çıkmıyor zaten. Bence yakınlarda olan bir kafeye oturup dinlenelim ve akşamüstü çekime devam edelim." Serkan, terden ıslanmış saçlarını karıştırıp görevli olan ve yan yana dizilmiş bize baktı. Onu saymazsak üç kişiydik.

 

"Siz nasıl isterseniz," dedi yanımdaki kız ona gülümserken. Sanki bakışlarında farklı bir ima vardı. Tam olarak ne olduğunu bir bakışıyla anlayamasam da Serkan da sanki ona aynı şekilde bakıyordu. Belki de konuşuyorlardı ya da sevgililerdi.

 

Rahatsız hissederek onlara arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Beni ilgilendirmezdi. Serkan'ı ilk defa gözümün önünde başka biriyle bakışırken görmüyordum sonuçta. Hem ona nefretten başka bir şey hissetmediğim için umursamıyordum.

 

Elimdeki kağıtları sallaya sallaya ilerlerken kafamda çalan şarkıya eşlik edip bu anı hatta onunla alakalı bütün anları unutmaya çalışıyordum. Pek başarılı olamasam da en azından kafam dağılıyordu.

 

Kafam biraz fazla dağılmış olacak ki fotoğrafları çeken fotoğrafçı çocuğa çarpmıştım. Elindeki fotoğraf makinesini bırakmadan boştaki elini belime yerleştirip beni düşmekten kurtardı. Beni tutmasındansa fotoğraf makinesini tutmasını isterdim çünkü benden daha pahalıydı.

 

"Çok özür dilerim," dedim telaşla elindeki fotoğraf makinesine uzanırken. Bu, yeni çıkacak olan fotoğraf makinesiydi ve denemek için sınırlı sayıda üretilmişti. Biz yani pazarlama departmanın da elinde şu anlık bir tane vardı.

 

"Sorun yok. İkinizi de kurtarabilecek kadar elim var." Güldü ve fotoğraf makinesini boynuna asıp benden bir adım uzaklaştı. O ana kadar yüzüne hiç bakmadığım fotoğrafçı çocuğa bakışlarımı çevirdim. Açık kahverengi saçları, havanın sıcaklığından alnına dökülmüştü. Mavi gözleri, dolgun sayılabilecek dudakları ve keskin yüz hatlarına sahipti. Elmacık kemikleri çok belirgindi ve bu yüzünü daha çekici hale getirmişti.

 

Yakışıklı bir fotoğrafçıydı ve onu daha önce hiç şirkette görmemiştim. Belki de sadece fotoğraf çekmek için gelmişti, hiçbir fikrim yoktu.

 

"Beni boş ver de fotoğraf makinesine bir şey olsaydı gerçekten vicdanım sızlardı," dedim yüzündeki bakışlarını boynunda asılı duran fotoğraf makinesine çevirirken. "Bu bir servet benim için."

 

Tekrar güldü. Sesi güzeldi ve gülerken daha güzel çıkıyordu sanki. "Daha piyasaya fiyatı belirlenmedi sanırım."

 

"Bu pahalı olmadığı anlamına gelmiyor. Sonuçta aşırı değişik özellikleri var," dedim ve iç çektim. Fotoğraf çekmeyi severdim ama bu fotoğraf makinesini alabilecek parayı kazanabilmem için muhtemelen birkaç ay boyunca hiç para harcamadan birikim yapmam lazımdı.

 

"O özellikleri burada, herkesin içinde belli etmen iyi oldu. Artık üzerime akbabalar bile gelebilir." Yapay bir kızgınlıkla fotoğraf makinesini kavrarken gülümsedim ve boğazımı temizledim.

 

"Bunu düşünememiştim bak. Neyse ki çok sesli konuşmuyorum."

 

"Neyse ki," dedi ve dudaklarını ıslatıp gülümsedi. "Ben Evren."

 

"Hilal," dedim başka bir şey demeden. İkimiz de birbirimize birkaç saniye boyunca gülümsedik. Tam laf açmak için dudaklarını aralıyordu ki geçmişimden gelen bir ses ikimizin arasına girdi.

 

"Evren fotoğraf makinesinin erimesini istemiyorsan acil ilerideki kafeye gidiyorsun yoksa eski işin olacak bu iş." Serkan söylene söylene yanımıza geldi ve daha adını yeni öğrendiğim Evren'e bir baş işaretiyle, Evren'in ilerlemesini sağladı.

 

"Kafede görüşürüz Hilal."

 

Arkasından gülümseyen bir ifadeyle bakmaya devam ettim.

 

"Hilal Hanım eğer erimek istemiyorsanız kafeye gelmenizi rica edeceğim." Serkan yüzünde yapmacık bir ifadeyle yanıma geldi ve ellerini pantolonunun cebine yerleştirdi bu sıcakta. "Tabii sen kesin ben söyledim diye gelmezsin ama yapacak bir şey yok valla."

 

"Geliyorum Serkan Bey," dedim ve gözlerimi devirerek ilerlemeye başladım. O da peşimden geldi ama başka bir şey konuşmadık. Bence bu konuşma bize bir ay yeterdi.

 

Onunla konuşmaya çalıştığım zamanlardan onu görmek istemediğim zamanlara geçmiştik ve bunu tek fark eden bendim. Eskiden olsa üzüntüden kendimi harap ederdim ama artık nefretten başka hiçbir şey hissetmiyordum.

 

Belki de kötü biri değildi ama bu bana kötü davranmadığı anlamına gelmiyordu.

 

Bugün yeteri kadar Serkan'ı düşündüğümü fark edip kendimi toplayarak bizim ekibimizin olduğu masaya ilerledim ve boş bir sandalyeye geçip oturdum. Dışarısının felaket sıcak olduğunu kafeye girdiğim an klimadan gelen serinlikle fark etmiştim. Bütün saç diplerim yanıyordu sanki. Esmer tenime güneş kremi sürmemiş olsaydım muhtemelen daha da esmerleşecektim.

 

"Sosyal medya hesapları için de fotoğraf çekecek miyiz?" diye ortaya bir soru attığımda herkes yeni yeni kendine geliyormuş gibiydi.

 

"Sosyal medya hesaplarımız henüz aktif olarak kullanılmıyor." Serkan, üzerindeki beyaz gömleğin kollarını kıvırırken konuşmuştu. "Böyle bir amaçları da yok."

 

"Fotoğraf makinesini daha çok genç kesim kullanıyor ama," dedim ve masanın üzerine bırakılmış fotoğraf makinesini dikkatle elime aldım. "Asıl kitle televizyon izlemiyor ya da reklam panolarına bakmıyor. Bizim aktif olarak sosyal medya hesabı kullanmamız gerekiyor."

 

"Sen ne anlarsın ki?" Serkan'la flörtleşen kız bana baktı. "Sonuçta yeni geldin ve şirketin düzeni belli. Baştaki kişiler eminim bunu düşünerek hareket ediyorlardır. Senin fikrine kimsenin ihtiyacı yok."

 

"Sadece öneride bulundum," dedim kıza bakarak. Onunla kişisel bir sorunum olmasa da sinirimi bozmuştu. "Hem arada değişim gereklidir. Şirketlerin ayakta durmasını sağlar. Zamana ayak uydurup daha az maliyetle daha çok satış yapabiliriz."

 

"Bu yılın planında böyle bir şey yok." Kız, inatla klasik düzeni savunurken az önce tanıştığım Evren konuştu.

 

"Ama yılın ikinci yarısını değiştirip sosyal medya uzmanlarıyla anlaşabiliriz. Daha az maliyetle daha fazla kazanmak varken neden klasik reklamcılığa devam edelim ki?"

 

Sonunda birinin beni anladığını fark edip Evren'e gülümsediğimde o da bana tebessüm etti.

 

Serkan boğazını temizleyip herkesin ona bakmasını sağladığında mecburen bakışlarımı onun tanıdık yüzüne çevirdim. Lisedekinden biraz daha büyümüş yüzü, hiç lisedeki Serkan'a benzemiyordu çünkü epey ciddiydi. Benim gördüğüm Serkan'ı burada göremiyordum. Yıllar sadece bana değil ona da etki etmişti anlaşılan.

 

"Bu fikrinizi sunum hazırlayarak bir sonraki toplantıda sunarsanız eminim ki yönetim kurulundan bir cevap alırsınız Hilal Hanım. Biz de çalışanız sonuçta."

 

"Teşekkür ederim Serkan Bey. Bunu kesinlikle yapacağım," dedim ve gelen limonatamdan büyük bir yudum aldım.

 

"İstersen yardımcı olabilirim. Ben de sosyal medyayla ilgileniyorum." Evren bana ithafen konuştuğunda onu reddetmedim çünkü birinin yardımına ihtiyacım olabilirdi.

 

"Güzel olur aslında. Zaten bu grupta beni destekleyen tek kişisin."

 

"Ben de sosyal medya hesabımızı aktif kullanma taraftarıyım," diyerek lafa atladı Serkan. "Bunun hakkında bir projem vardı hatırlarsanız Hilal Hanım. Hatta size bana yardım etmenizi teklif etmiştim."

 

Yüzüne öylece bakıp konuştum. "Ben de kabul etmemiştim."

 

"Evet, siz de kabul etmemiştiniz. Eğer sunuma yardım isterseniz ben de edebilirim."

 

Ondan herhangi bir şey istemediğim için teklifini sert bir dille reddettim. "Üzgünüm Serkan Bey, az önce sunum için olan kadromuz doldu."

 

Serkan'ın ciddi yüzü giderek betonlaşırken ona bakmayı kesip bütün odağımı limonataya verdim. Bazı insanlar, hele ki liseden olan arkadaşlarım sırf Serkan'la iletişim halinde olmak için bu işte kalmak istediğimi söylüyorlar, asıl amacımın içimde hâlâ varlığını sürdürdüklerini iddia ettikleri hislerimi ona göstermek olduğumu iddia ediyorlardı. Ben ise Serkan'la konuşmayı bırak aynı alanda olmaya tahammül edemiyor, işimi hızlıca yapıp ondan uzaklaşmak istiyordum. İçimde ona karşı olan tek his, nefretti ve ben nefretimi büyütüp sonunda onu buradan defedecektim.

 

O, neden ondan nefret ettiğimi anlamadan buradan çekip gidecekti.

 

Sonuçta Serkan'a çekip gitmek koymazdı ya da görmemek...

 

 

Yüzümdeki aptal sırıtışın nedenini bilmiyordum. Önümdeki test kitabıma bakıp sırıtmak hiç normal değildi ama dudaklarım bana ihanet edip iki yana kıvrılıp duruyordu.

 

Sorulara odaklanmak yerine aklımda dönüp dolaşan çocuğu düşünüyordum. Saçlarım hakkında öneride bulunmuş, arkadaşının seslenmesiyle gitmişti ama ben sanki ona odaklanmışım gibi her yerde onunla karşılaşmaya başlamıştım.

 

Önce okulun merdivenlerinde başlamıştı rastlamamız, sonrasında okul dışında görmeye başlamıştım. Yol, market, kafe, kırtasiye..

 

Onu her gördüğümde daha fazla düşünmeye başlıyordum ve bu elimde değildi. Sanki onunla karşılaşmak zorundaymışım gibi günde en az bir kere onu görüyordum ama o ben fark etmiyordu. Ben de onun yanına gidip konuşmaya çekiniyordum. Yanına gitsem bile ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

Uzaktan uzağa karşılaşmamızın sonucunda kalbimde ona ait bir odacık oluştu istemsizce. Elimde olsa hislerime sahip çıkar, ona bir şeyler hissetmekten kaçınırdım ama ne yazık ki elimde değildi ve Serkan denilen çocuk da tam hislerime layık biriydi.

 

"Çocukla konuşsana sen," diyordu arkadaşım Ayşenur. Onun için söylemesi kolaydı ama hislerim büyüdükçe konuşma yeteneğim giderek azalıyordu sanki.

 

"Ne diyeceğim ki çocuğa? Saçlarımı düzleştirmeyi bıraktım ama senin yüzünden değil, düzleştiricim bozuldu, mu diyeyim?" diye soruyordum ben de arkadaşıma. O da saçmalamamamı söylüyor ve selam versem de beni hatırlayacağını, sadece bir adım atmam gerektiğini vurgulayıp duruyordu.

 

Önümdeki test kitabımı kapatıp uzun düşüncelerimi de kapattım. Bugün o dediğini yapacaktım. En fazla ne kaybedebilirdim ki?

 

Uzun teneffüste olduğumuz için oturduğum yerden kalkıp saçlarımı dikkatle düzelttim ve derin nefes alarak kantine ilerledim. Normalde bir arkadaşıyla kantinde otururlardı. Bir anda yanlarına gidip selam veremezdim ama eğer kantine bir şeyler almak için kalkarsa selam verebilirdim.

 

Kantine geldiğimde şansıma o kız yanında değildi. Telefonuna bakarak yürüyordu bu da tam olarak doğru zamanı seçtiğimin göstergesiydi.

 

Hadi Hilal, bir cesaret gidip ona selam ver!

 

Hızlanan kalbimin üzerine elimi bastırmak istesem de kendimi tutup kantine doğru ilerleyen Serkan'ın yanına gittim minik adımlarla.

 

Elindeki telefona bakarak yürüdüğü için beni fark etmemişti ama ona seslendiğim an kesin bana bakardı bu yüzden bütün cesaretimi kullanarak konuştum. "Selam."

 

Bir kelime, iki hece, beş harf dudaklarımdan çıkarken hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım.

 

Kalbim bütün gücüyle atarken Serkan telefonunu kulağına götürdü ve gözlerini bana çevirmeden yanımdan geçti.

 

"Kızım hiç açmayacaksın sandım. Özledim seni harbiden ya."

 

Telefonuyla konuşarak geçip gittiğinde kantinin ortasında, sırtına bakarak kalakalmıştım.

 

Telefonla ilgilendiği için beni görmemiş hatta duymamış olabilirdi. Sonuçta bütün odağı telefonundaydı ama yine de kalbimin ortadan ikiye ayrıldığını hissetmiştim. Böyle olacağını düşünmemiştim. Sadece selamıma karşılık verebilirdi ama duymamış da olabilirdi.

 

Serkan'ın sırtından bakışlarımı çekip boştaki masaya ilerledim ve oturdum. Evet, kesin beni duymamıştı yoksa Serkan herkesle konuşan bir çocuktu.

 

Oysa ki sesimin yüksek çıktığından emindim. Acaba bana mı öyle gelmişti? Acaba sadece zihnimde mi konuşmuştum? Belki de sesim çok kötü çıkmıştı. Hepsi olabilirdi.

 

Kötü düşünmemek için kendime bahaneler ürettim ve sonucunda sesimin çok kısık çıktığına kanaat getirdim. Yoksa Serkan'ın selamıma karşılık vermemesi mümkün değildi. Sorun kesinlikte benim sesimdeydi.

 

Gergin bir şekilde ellerimle oynarken Serkan'ın bana doğru geldiğini fark edince kalbim tekrardan hızlanmaya başladı.

 

Belki de telefonu çaldığı için cevap verememiş, şimdi yanıma geliyordu. Evet, buna da tamamdım.

 

"Sandalye boş mu?" diye sordu dağınık saçlarını boştaki eliyle dağıtırken. Diğer elinde telefon vardı ve hâlâ birisiyle konuşuyordu.

 

"Boş," dedim sadece. O da yüzüme bile bakmadan sandalyeyi çekti ve yanımdaki masaya oturup sırtını bana dönerek konuşmaya devam etti. Telefondaki her kimse hem gülüyor hem de neşeyle bir şeyler anlatıyordu.

 

Neden benim yanıma oturacağını düşünmüştüm ki? Bu çok salakçaydı. Sırf bir kere konuştuk diye benimle oturmazdı ki.

 

"Aptal," diye mırıldandım kendime. Yine de Serkan'a kızamıyordum çünkü kesin beni duymamıştı. Eh, sandalyenin boş olup olmadığını sorması da çok normaldi.

 

Bütün cesaretim paramparça olmuşken onunla nasıl konuşacaktım hiçbir fikrim yoktu.

 

Yine içimden bir his bir gün beni göreceğini söylüyordu.

 

O gün bugün değildi ama daha lisenin bitmesine çok vardı. Elbet beni görecekti.

 

 

Geçmiş yeniden şimdiki zamana karışırken Serkan'a dalıp giden gözlerimi, Serkan'ın da bana bakmasıyla çekmek zorunda kalmıştım. Huzursuzca yerimde kıpırdanırken kaşlarımın daha da çatıldığını ve gözlerimin yandığını hissettim.

 

Dişlerimi sıkarak saçlarımı kulağımın arkasına ittirdim ve konuşulan konuyu anlamaya çalıştım ama pek beceremedim. Serkan'ın yüzünü gördükçe ister istemez geçmişi hatırlıyor ve ondan biraz daha nefret etmeye başlıyordum. Keşke ben de onu hiç tanımayacak kadar unutabilseydim ama unutmamıştım.

 

Oturduğum yerden kalktığımda bana seslendi. "Nereye?"

 

"Lavaboya Serkan Bey," dedim gözlerimi ona değdirmeden giderken. Bir anda onun da ayaklandığını ve peşimden geldiğini hissettim ama arkama dönüp de bakmadım. O da lavaboya gidebilirdi sonuçta.

 

"Hilal," diye seslendiğinde kaşlarım yeniden istemsizce çatılmıştı. Adımı söylemesine hâlâ alışamamıştım bu yüzden ister istemez ürpermiştim.

 

Serkan'a döndüğümde hemen birkaç adım gerimde olduğu için yüzünü net bir şekilde görebiliyordum. Normalde güleç bir insandı ama ben o yanını hiç görmediğim için karşımdaki beton suratı bana normal geliyordu. Yüzünde ne hissettiğini asla belli etmeyen bir düzlük vardı. Dudakları düz bir çizgi halindeydi, muhtemelen benimle konuşurken sesi de dümdüz olacaktı.

 

"Bir şey mi isteyeceksiniz Serkan Bey?"

 

"Az önce neden bana uzun süre baktın?" Serkan, bir adım daha yaklaştığında sesini alçaltmıştı. "Bakışlarını fark ettim, Hilal."

 

"Bir şey düşünüyordum. Sizinle alakalı değil," dedim hızlıca. Bunu sormasını beklemediğim için aşırı rahatsız hissetmiştim. "Rahatsız hissettirdiysem kusura bakmayın, Serkan Bey."

 

Bir tepki verdi ve biçimli sarı kaşları çatıldı. "Tamam, sen öyle diyorsan öyle olsun ama bir daha yüzüme bakarak bir şeyler düşünmesen sevinirim. Yanlış anlaşılıyor."

 

Gözlerimi devirip saçlarımı düzeltirken duyacağını bilerek sesli konuştum. "Şu an kafenin görünen bir kısmında benimle konuşmanız asla yanlış anlaşılmıyor herhalde."

 

Dudakları aralandı ve kaşları biraz daha çatıldı. Diyecek çok şeyi vardı muhtemelen ama sustu ve yutkundu.

 

"Ben de öyle düşünmüştüm. Tekrar kusura bakmayın, bir daha düşüncelere dalarken asla size bakmam." Gülümsedim ve arkamı dönüp lavaboya doğru bir adım attım ama son bir şey söylemek için durmadan edememiştim. "Hatta size hiç bakmam, gereksiz."

 

Arkamda ne halde kaldı hiçbir fikrim yoktu. Lavaboya girdim ve arkamdan kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım.

 

Gözlerimi kapatırken derin bir nefes almadan edememiştim. Evet, yüzüne bakmadan da yaşayabilirdim. Sonuçta yıllardır görmüyordum onu ve gayet de yaşayabiliyordum. Şu an duygu karmaşasının içinde olmamın tek nedeni onu yıllar sonra görmemdi.

 

Neyse ki o buradan gidecekti ve ben tekrar o yüzünü görmeyecektim.

 

Telefonumu cebimden çıkartıp Twitter'a girdim.

 

@tcerkeklerikapatilsin: Erkekler, onların yüzüne bakmamızı bile hak etmiyor kızlar. Bilginize.

 

1.492 Retweet 492 Yorum 23.539 Beğeni

 

idilozer: Ve mesaj atmamızı da hak etmiyorlar... Ehliyet Hocası olmayı da hak etmiyorlar!!!

 

 

Loading...
0%