Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6 | Sahil

@blanco_s

Evren: Selam

 

Hilal: Selam Evren

 

Evren: Dün gece yazacaktım ama uyuyakalmışım

 

Hilal: Aslında ben de dün gece sana yazacaktım şu sunum için ama ben de uyuyakalmışım

 

Evren: İkimizin de yazacak olması ve ikimizin de uyuyakalması tesadüf olamaz herhalde?

 

Evren: Farkında olmadan ruh eşimi mi buldum acaba?

 

Hilal: Ruh eşini bulmak bu kadar kolay değildir bence

 

Hilal: Ama yine de bu kadarı da tesadüf olamaz gibi :)

 

Evren: Seninle iyi anlaşabileceğimizi düşünüyorum

 

Evren: Enerjilerimiz tutuyor baksana

 

Hilal: Bence de iyi anlaşacağız ama bunu yapabilmemiz için birbirimizi tanımamız gerek

 

Evren: Haklısın soyadını bile bilmiyorum mesela

 

Hilal: Coşkun soyadım ama bahsettiğim şey bu değildi

 

Hilal: Ne zaman projeye başlayacağımızı mı sormak için yazmıştın?

 

Evren: Evet

 

Hilal: Müsaitsen bu cumartesi başlayabiliriz

 

Evren: Bana uyar güzellik

 

Evren: Adresini at seni evinden alayım

 

Hilal: Gerek yok Evren

 

Hilal: Mekanın konumunu sana atarım öğleden sonra buluşuruz

 

Evren: Sen nasıl istersen

 

Hilal: Görüşürüz

 

Evren: Görüşürüz

 

 

 

Evren'le olan konuşmadan çıkıp sesli nefesler alarak yürüyüş moduna geçtim. Sabah koşusu yapmak için sahile gelmiş ve denizin tuzlu kokusunu içime çekerek yeni yeni aydınlanmış havanın tadını çıkartmıştım. Dün gece, Serkan'la bir etkileşimi olan İdil'le konuştuktan sonra geçmiş bir pençe gibi boğazıma sarılmış ve beni uykumda bile rahat bırakmamıştı.

 

Normal hayatımda Serkan'ı düşündüğüm tek yer, Twitter'dı. O da nadir olurdu çünkü her attığım tweet onunla alakalı değildi. Erkeklerde gördüğüm sorunları yazıp duruyordum. Bu yazdıklarımın çoğunun Serkan'da da olması tabii ki benim suçum sayılmazdı.

 

Kulaklarıma dolan müzik sesi eşliğinde yorgun bedenimi biraz daha yavaşlattım. Dün gece uyuyakaldığım doğru olsa da bu çok kısa bir süreçti. Sonrasında uyanmış ve doğru düzgün uyuyamamıştım. Günün aydınlandığını gördüğüm gibi de kafamı dağıtmak adı altında sahile inmiştim.

 

Kafam dağılmış mıydı hiçbir fikrim yoktu ama temiz hava uykumu kesinlikle açmıştı. Artık eve dönüp şirkete gitmeden önce güzel bir duş almalı ve kahvaltı etmeliydim. Neyse ki evim sahilin iki sokak gerisindeydi.

 

Eve dönmek için geri döndüğümde hafif tempoda koşmaya başlamıştım. Sevdiğim bir şarkı zihnimin içinde dönerken ona eşlik etmeyi ve koşmayı seviyordum.

 

Hafif bir rüzgar saçlarımın arasında gezinirken gözlerimi kapatıp denizin kokusunu birkaç saniyeliğine içime çekip bedenimdeki bütün kötü hislerden ve kötü düşlerden kurtulup hafiflediğimi hissettim. Gözlerimi araladığımda dudaklarımda bir tebessüm vardı.

 

Ta ki karşımda gördüğüm ve hafif bir tempoyla bana doğru koşan tanıdık yüze kadar.

 

Dudaklarımdaki gülümseme donarken yıllık izinde olduğu için onu görmemeye alışan bedenim anında gerilmişti. Tam mutlu olduğumu hissettiğim o saniye karşıma çıkmasına gerek var mıydı gerçekten?

 

En sevdiğim şarkıyı durdurup sanki onu görmemişim gibi yanından geçip gitmeyi düşündüm ama Serkan'ın sesini duyunca gözlerimi ona çevirmek zorunda kalmıştım.

 

"Sabah yürüyüşü mü?"

 

Yok, gece yürüyüşü, diye içimden geçirsem de ona sert bakışlarımı yolladım. "Evet."

 

"Ben de şirket yüzünden erken uyanmaya alışmışım. Koşuya çıkayım dedim," dedi sanki sormuşum gibi ama sormamıştım. Merak da etmiyordum.

 

"Anlıyorum," diye mırıldanıp kızarmış yüzünden bakışlarımı çektim. Açık tenli olduğu için biraz hızlı yürüse bile yüzü hemen kızarıyordu.

 

Serkan, onunla muhabbet etmek istemediğimi sonunda anlamış olacak ki elini ensesine götürüp ovuşturarak sesli bir nefes verdi. Ona bakmamaya çalışırken rüzgar yüzünden uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına ittirmiştim.

 

"Neyse ben seni tutmayayım." Bakışlarını benden kaçırıp benim yapacağım şeyi benden önce yaptı ve cevap vermemi beklemeden ilerlemeye koyuldu.

 

Şirketteki halini görmesem eğer alındığını düşünürdüm ama daha izine çıkmadan önce, çekimdeyken ona bakmamamı söylemiş biriydi. Şimdi alındığını nasıl düşünebilirdim acaba? Bence o da ne istediğini bilmeyen dengesizin tekiydi.

 

"Boş ver şunu Hilal," dedim kendi kendime ve şarkıyı tekrardan başlatıp ilerlemeye devam ettim. "Yakında onu hiç görmeyeceksin ne de olsa."

 

 

 

Serkan;

 

Yeteri kadar uzaklaştığımı düşündüğümde adımlarımı durdurup topuklarımın üzerinde döndüm ve Hilal'e baktım. Yavaş bir tempoyla, benim gittiğim yolun tam tersine doğru koşarken kaşlarım çatılmış ve havalanan kıvırcık saçlarını izlemeye başlamıştım.

 

Benimle alıp veremediği şey neydi? Şirkete girdiği ilk andan beri benden nefret ediyordu ve ben bunun nedenini bir türlü anlayamıyordum.

 

"Ulan ben ne ara kahve döktüm sana da sen benden nefret etmeye başladın?" diye kendi kendime konuşurken elimi sarı saçlarımın arasına daldırıp dağıttım. Ondaki nefretin tek nedeninin üzerine kahve dökmem olduğunu düşünmüyordum ama başka bir neden de bulamıyordum. Şirkette tanıştığım ve şirket dışında sadece şu an sahildeyken onu görmüş biriydim sonuçta.

 

"Benim adım Serkan'sa senin derdin neymiş çözeceğim," diye mırıldandım. Başıma ilk defa böyle bir şey geliyordu. Daha önce kimse benden bu kadar nefret etmemişti. Sevmeyenler olmuştu çünkü çok ve gevşek konuşurdum, ortamı eğlendirir, ilgiyi de üzerime çekerdim ama kimse de bütün hücreleriyle benden nefret etmemişti.

 

Hilal dışında, o istisnaydı ve ben nedenini bulmakta kararlıydım.

 

Kendimi ona sevdirmek gibi bir gayem yoktu sonuçta. Derdini anlasam yeterdi.

 

"Daldın gittin," diye bir ses duyduğumda irkilerek sesin geldiği yöne başımı çevirdim. Sarı saçlarını iki yandan güzel bir şekilde örmüş, yüzünde samimi bir tebessümle bana bakan kızı gözüm bir yerden ısırıyordu. Hafızam epey iyi olduğundan birkaç dakika içinde kim olduğunu çözebilirdim ama o benden önce davrandı ve konuştu.

 

"Bir anda bodoslama konuştum kusura bakma. Hatırlamazsın belki seninle beraber şirkete stajyer olarak girmiştim. Sonra da stajyerlerden sadece bir kişiyi aldılar işe." Buruk bir ifadeyle bana baktıktan sonra mavi gözlerini kocaman açıp elini dudaklarının üzerine götürdü. "Of çok konuştum değil mi? Kusura bakma ya. Zaten ne geliyorsa başına çok konuşmaktan geliyor. Neyse, ben gideyim."

 

Kaçmaya niyetliymiş gibi topuklarının üzerinde döndüğünde yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirdim ve daha birkaç adım atmışken konuştum. "Bende çok konuşmaya bağışıklık var ya. En yakın arkadaşım nefes bile almadan konuşur."

 

Kız anında bana döndü ve başını eğerek güldü. "Sahiden mi?"

 

"Sahiden," dedim ve nemli saçlarımı tekrar karıştırıp yüzünü biraz daha inceledim. "Seni hatırlıyorum. Hatta dur adını da hatırlamaya çalışacağım."

 

Kız, bakışlarını yüzüme odaklarken kaşlarımı çatarak onu daha dikkatli incelemeye başladım. Fil hafızamın bir köşesinde, yüzüyle beraber eşleştirdiğim adı olmalıydı. Sanılanın aksine görsel hafızam daha yüksekti. Duyduğum sesleri ya da bana söylenenleri hatırlamazdım. Hatırlamamı sağlayan en önemli şey görseldi. Gördüğüm şeylerle sesleri ve denilenleri kodlayabiliyor ve böylelikle fil hafızalının teki oluyordum.

 

Karşımdaki kızı da birkaç saniye boyunca izlediğimde zihnimin bir köşesinde saklanan ismi, yüzüyle beraber ortaya çıktı. Gülümsememi genişletip hatırlamamın verdiği neşeyle başımı sağ omzuma yatırdım ve konuştum. "Kumsal'dı değil mi?"

 

Kızın dudakları aralandığında doğru bildiğim için gülümsemem sırıtmaya dönmüştü.

 

"Çok şaşkınım şu an," dedi ve saçının örgüsünü omzunun gerisine ittirdi. "Adımı hatırlayabileceğini düşünmemiştim."

 

"Fil hafızalı olduğumu söylerler." Güldüm ve dudaklarımı ıslatıp elimi enseme atarak ovuşturdum. "Muhtemelen sen adımı hatırlamıyorsundur."

 

"Benim hafızam seninki kadar iyi değil," dedi mahçup bir sesle.

 

"Serkan," diyerek ensemi ovuşturduğum elimi ona uzattığımda terli olduğu için kendime sövmek istemiştim ama Kumsal bunu umursamadan elini uzattı ve adını söylemiş olsam bile konuştu. "Kumsal."

 

"Tekrardan tanıştığıma memnun oldum."

 

"Ben de," dedi ve elimi usulca sıkıp elini çekti. "Şirkette sadece sen kaldın, değil mi?"

 

"Evet," dedim ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Bu işi gerçekten çok istiyordum bu yüzden diğer stajyerlerden daha da fazla çalışıp şirkette kalmıştım. Şimdiki amacım da çıkabileceğim en yüksek basamağa çıkmaktı. Bu şirket sadece işim değil her şeyimdi. Gecemi gündüz ederek ve hayatımdaki çoğu insanı iş uğruna kaybederek kazanmıştım bu yüzden her şeyim olmuştu.

 

"Senin adına sevindim. Bu işi istediğin belliydi."

 

"Sen iş bulabildin mi?"

 

Kumsal başını iki yana salladı. "Kimse yeni mezun olmuş ve tecrübesiz kişileri şirketinde istemez."

 

Onun adına üzülmüşken aklıma gelen şeyle duraksadım. "Hatırladığım kadarıyla sen de pazarlama okumuştun, değil mi?"

 

"Evet?" diye sordu Kumsal. Anlamadığı her halinden belliydi ama ben anlamıştım.

 

Yüzüme yeni bir gülümseme yerleştirdim . "Vaktin var mı? Sana bir iş teklifinde bulunacağım da."

 

Kumsal'a bakarken aklımdan geçen şeyle kendi kendime düşünmeye başladım. Bir süredir şirketin pazarlama departmanında işler pek iyi gitmiyordu. Reklamlar konusunda zarardaydık ama kimse bunun için bir şeyler yapmak istemiyordu. Hilal'e bir teklifle gitsem de ağzıma sıçıp teklifimi reddedip pazarlamayla uzaktan yakından alakası olmayan fotoğrafçı çocukla bir şeyler yapmaya karar vermişti. Ne kadar başarılı olurlardı bilmiyordum ama onlardan önce davranıp kendi fikrimi uygulamaya sokabilirdim. Böylelikle hem terfi şansımı yükseltir hem de aklımdaki fikri gerçekleştirirdim.

 

Kumsal karşıma tesadüfen değil hayatımı kurtarmaya çıkmıştı.

 

"İş teklifi mi?"

 

"Bir şeyler içerken her şeyden bahsedeceğim. Tabii vaktin varsa," dedim hızla ve saçımı düzeltip gülümsedim.

 

"Vaktim var. Ee nereye gidiyoruz?"

 

Güldüm. İşte şimdi işler güzelleşiyordu sanki. Hilal'in benimle ne derdi olduğunu da öğrenecektim ama ilk işim onlardan önce kendi planımı yönetime sunmaktı.

 

Farkında olmadan Kumsal da bana büyük bir yardım edecekti.

 

 

Hilal;

 

Cumartesi günü gelip çattığında Evren'e konumunu attığım sakin bir kafeye gelmiştim. Buraya pek kişi gelmezdi çünkü kalabalık sokaklardan birinde olmak yerine daha ücra bir köşeye yapılmıştı. Yine de belli başlı müşterileri olduğundan bir şekilde batmıyordu.

 

Kulağıma dolan klasik müzik sesiyle beraber tabletimi çıkarttım ve şirketin grafiklerini incelerken Evren'in gelmesini bekledim. Evren'den aldığım son mesaj on dakika kadar önceydi. Trafik olduğu için biraz geç kalacağını söylemişti.

 

Dudağımın üzerinde gezdirdiğim kalemin silgisini ısırmamak için kendi kendime direnirken kalbimin orta yerine dolan huzursuzlukla başımı tabletin ekranından çekip kapıya çevirdim. Hislerim genelde beni yanıltmazdı bu yüzden neden bir anda huzursuz olduğumu bulmam gerekiyordu.

 

Cevap, o kadar da uzakta değildi. Geçmişimin en yarası, kafenin kapısını açmıştı. Yüzünü görmesem de civciv sarısı saçları, tanıdık bedeni onu tanımam için yeterdi.

 

Dudaklarımın arasına aldığım kalemimi çektim ve sıkı sıkıya tutup bakışlarımı ondan çekmeye çalıştım çünkü ona bir daha bakmayacağımı söylemiştim. Bunu istemiyordu, ben de istemiyordum ama lanet olası gözlerim ona bakıyordu işte.

 

"Hilal, Hilal farkında mısın daldın gittin yine yarana," diye kendi kendime mırıldanıp gözlerimi tekrardan tabletimin ekranına çevirdim ama bakışım sadece birkaç saniye sürmüştü.

 

Serkan'ın açtığı kapıdan içeri giren sarışın ve bütün dişlerini göstererek gülümseyen kızı fark ettiğimde sıkı sıkıya tuttuğum kalem, bir anda elimden masaya düşmüş, oradan da yere yuvarlanmıştı.

 

"Aptal Hilal," dedim kendime kızarak ve bakışlarımı hemen onlardan çekip yerdeki kalemimi almak için eğildim.

 

Aptaldan da aptaldım.

 

Kalemi masanın altından aldığım an kendimi yine geçmişimdeki bir anıyı hatırlarken bulmuştum.

 

 

"Bu aşkı içime gömsem daha mantıklı. Zaten beni seveceği de yok. Bırak sevmeyi, görmüyor bile Ayşenur. İnsan görmediği birine aşık olur mu?"

 

Ayşenur'a umutsuz vaka olduğumu kısaca özetlerken o derin bir nefes alıp sandalyesinde tamamen bana döndü.

 

"Tamam ilkinde seni duymadı, ikincisinde de bilirsin, erkekler futbol oynarken hele ki gol kaçırmışken gergin olurlar. Konu sen değilsin, Hilal. Zamanlama yanlıştı."

 

"İşte sorun burada," dedim oflayarak. "Doğru zaman ne zaman Ayşenur? Ben öyle bir zaman göremiyorum."

 

Ayşenur da yanaklarını şişirirken bakışlarımı kantinin içinde gezdirdim. Bahar geldiği için herkes bahçedeydi. Biz ve birkaç kişi dışındaki herkes baharın tadını çıkartıyordu. Ben de bunu yapmak istiyordum ama olmayan aşk hayatım için üzülmekle meşguldüm.

 

"Ben görüyorum. Bak, Serkan kantine girdi. Gidip onunla konuşmalısın."

 

"Ne konuşacağım? Geçen hafta beni azarlamasını mı?!" Sinirle söylendim ve kıvırcık saçlarımı hırsla yüzümden çektim.

 

"Hayır tabii ki. Neden ona artık saçlarını düzleştirmediğini söylemiyorsun? Hatta senin sayende düzleştirmeyi kestim de diyebilirsin."

 

"Ama onun sayesinde düzleştirmeyi kesmedim ki," dedim hızla. Yanlış anlaşılmamak için hemen eklemede bulundum. "Düzleştiricim bozulmuştu."

 

"Neyse ne işte," dedi Ayşenur umursamaz bir ifadeyle. "Ne olduğu önemli değil. Konuşmak için bir bahane işte bu."

 

Gergince nefes alıp masanın üzerindeki kalemimi elime aldım ve parmaklarımın arasında gezdirmeye başladım. Aslında burada oturmuş bir sonraki ders için yapmamız gereken ama bizim son ana bıraktığımız ödevimizi yapıyorduk. Konu ne ara Serkan'a gelmişti ben bile anlamamıştım.

 

Parmaklarımın arasında döndürdüğüm kalemim elimden kayıp ben tutamadan masaya çarpmış ve oradan da yere yuvarlanmıştı. Oflayarak masanın altına düşen kalemimi almak için eğildiğimde huzursuzluk hissi bütün vücudumu ele geçirmişti.

 

Neden böyle hissettiğimin cevabını bulmak için kalemimi yerden aldığım gibi doğruldum ve varlığını hissettiğim, sadece konuşurken gördüğüm, benimle bir kere normal konuşmuş o çocuğa, Serkan'a baktım.

 

Kalbim de gözlerim de bu huzursuzluğun nedeninin o olduğunu biliyordu da bir anda ona bakmıştım. Kıvırcık lülelerimin arasından onu gördüğümde gülüşünü duymasam da hissettim. Sıkıntının kaynağını anlamak için iyice ona odaklandığımda sarışın bir kızın ona doğru koşarak sarıldığını görmüştüm.

 

Serkan, kollarını kızın ince beline sarıp kızı kendi bedenine yaslarken kantinde çok az kişi olduğumuz için gülüşlerinin sesleri kulaklarıma doluyordu.

 

Asla unutamayacağım, acı dolu bir şarkının en kalp kıran sözleri gibiydi.

 

"Hilal," diye mırıldandı Ayşenur. Bakışlarımı onlardan çekip önümdeki defterime odaklanmaya çalıştım.

 

"Bir şey deme," dedim hızla. "Belki de sevgilisi olduğu için beni görmezden gelmiştir."

 

"Hilal..."

 

"Sevgilisi olması onun suçu değil sonuçta. Boş ver zaten yağmurda gördüğüm birine aşık olmam da çok saçma. Bir insan nasıl bir kere konuştuğu bir çocuğa aşık olur ki? Ah, dur bence bu aşk değil." Gözlerimi kapatıp kendine birkaç saniye verdim. Ağlamayacaktım. "Aşk acıtmamalı. Şu an canım yanıyorsa ona aşık olmadığım anlamına gelmeli. Sadece hoş bulduğum bir çocuk, o kadar."

 

"Sevgilisi mi değil mi bilmiyoruz bile," dedi bana teselli vermek istermişçesine.

 

"Daha önce Serkan'ı hiç bir kızla sarılırken gördün mü?" diye sordum ben de. Sustu çünkü cevap belliydi, görmemişti. Ben görmüştüm aslında. Bu okulda olmayan kızıl saçlı bir kızdı, onunla kol kola yürürken görmüştüm ama abi kardeş gibi görünüyorlardı. Onun dışında Serkan'ı ilk defa bir kızla bu kadar samimi görüyordum.

 

Ona kızmamıştım hatta onu anlamıştım. Kimse sevgilisi varken başka birine ümit vermemeliydi. Belki de o yüzden beni görmüyordu. Bunu anlayabilir ve onu rahat bırakabilirdim. Evet, rahat bırakacaktım.

 

Onu rahat bırakmak, sandığımdan daha zor olacaktı.

 

 

"Hilal?"

 

İrkilerek kalemimdeki bakışlarımı sesin geldiği tarafa çevirdiğimde Evren'in yeni yeni sakallarının çıktığı yüzüyle karşılaşmıştım.

 

"Sen ne zaman geldin?"

 

"Şimdi geldim. Sana seslendim ama beni duymadın. Serkan Bey ileride oturuyor, selam vermeye gidecektim. Gelecek misin?"

 

Karnıma yumruk yemiş gibi hissettim. Belki de kahve dökülmüş gibi. Hızla başımı iki yana sallarken kalemin ucunu masaya vurup çenemle tableti işaret ettim.

 

"Sen selam ver, benim işim var."

 

"Bir gün Serkan Beyle çok iyi anlaşacaksın ve o gün geldiğinde sana bu günleri hatırlatacağım," dedi ve bana göz kırpıp Serkan ve sarışın kızın oturduğu masaya doğru ilerledi.

 

Üzgünüm Evren, o gün hiçbir zaman gelmeyecekti çünkü Serkan yakında bu şirketten ve hayatımdan sonsuza kadar gidecekti.

 

Telefonumu hızla elime alıp Twitter'a girdim ve alt dudağımı dişleyerek yeni bir Tweet attım.

 

@tcerkeklerikapatilsin: Bugün, geçmişteki benle aynı şeyi yaşadım ama geçmişteki benden daha güçlüyüm bu yüzden sorunu ortadan kaldıracağım :)

 

592 Yanıt 9.032 Retweet 17.739 Beğeni

 

@idilozer: Umarım ortadan kaldırmak derken aklımdan geçen şeyi yapmayacaksındır...

 

 

Loading...
0%