Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9 | Çay

@blanco_s

İki hafta dalından yere düşen bir yaprak parçasının hızında geçip gitmişti ve Serkan tekrar şirkete dönmüştü. Birkaç gün önce, İdil'le buluştuğumda onunla ettiğim sohbet, aklımın bana bir oyunu gibi gerçek dışıydı. O anı kanıtlayacak hiçbir şey olmadığından olsa gerek, hiç yaşanmamış gibi hissettim.

 

Benden özür dilemişti ama özrü benim için bir anlam teşkil etmiyordu. Samimiyeti de bana geçmemişti. O anlar gittiğinde geride kalan tek şey geçmişti.

 

"Güzellik." Evren, boynuna astığı fotoğraf makinesini iri elleriyle kavrayıp bir anda yüzüne yaklaştırdığında, bakışlarım ona döndüğünden şaşkın ördek yavrusu gibi kalakalmıştım. Fotoğrafımı çektiğini belli eden bir ses yankılandığında fotoğraf makinesini yüzünden uzaklaştırıp gülümsedi.

 

"Ne yapıyorsun Evren?"

 

"Kameraların önüne ne kadar yakıştığını sana göstermeye geldim," dedi ve masama yaslanıp bana doğru eğilerek fotoğraf makinesinin ekranını gösterdi.

 

Dudaklarım aralık, kaşlarım hafif çatık bir şekilde ona bakarken çektiği fotoğraf benim için hiç güzel değildi. "Sence olmuş mu bu fotoğraf?"

 

"Mükemmel oldu bence," dedi ve hafif dikleşerek bana baktı. "O mükemmel fikrini seninle gerçekleştirirsek kesin çok tutar. Hem şirkette uyumlu olabileceğim bir kadın yok. Bizim yaşlarımızda kimse yok sayılır. Gerçi, sen ve Serkan Bey buranın en gençlerisiniz."

 

Konuyu değiştirmek için boğazımı temizledim. "Sen kaç yaşındasın ki?"

 

Alt dudağını ısırıp bakışlarını yere çevirdi. "Otuz olacağım."

 

Önce Evren'in yüzüne baktım. Yeni yeni çıkan sakalları onu yaşına yaklaştırmış olsa da karşımdaki adamı asla otuz yaşında olarak hayal edememiştim. Evet, iriydi ve boylu posluydu ama en fazla yirmi yedi falan derdim.

 

"Hiç göstermiyorsun," dedim bana baksın diye lacivert kumaş pantolonunun üzerinden bacağını dürterken. Mavi gözleri bana döndüğünde gülümsedim. "Kadınlar yaşlarını söylemez genelde ama ben söyleyebilirim. Yirmi dört yaşındayım."

 

"Hiç göstermediğimi duymak beni rahatlattı. Otuz yaş sendromuna girmek üzereydim." Evren güldüğünde ben de ona eşlik ettim. Gülerken gözleri kısılıyordu ve bu epey şirindi.

 

Birkaç saniye güldükten sonra tekrar ciddileşmiştik. "Biliyorum seni sıkıyorum ama bence bu fikrini en iyi sen oynayabilirsin, Hilal. Hem sosyal medyada pek aktif olmayan birilerinin oynaması daha gerçekçi olur. Böylelikle pr için yapıldığı anlaşılmaz."

 

"Bilmiyorum, Evren. Bu sadece birkaç fotoğraf çekmelik bir iş değil. Önce hesapları büyültmek gerekiyor. İnsanların ilgisini çekmeliyiz ki reklamı doğru yapalım." Bu uzun süreli bir reklam çalışması olacaktı ve ben bunu yapabilir miyim bilmiyordum.

 

"Neden Serkan Beyle bu fikirlerinizi birleştirip daha güçlü bir şeyler yapmıyorsunuz? Tamam, senin fikrin gerçekten güzel ama uzun soluklu bir iş. Belki Serkan Bey daha hızlı yapılacak bir şeyler düşünüyordur."

 

Serkan'ı buradan postalamayı düşünen ben onunla asla fikirlerimi paylaşamazdım ama bunu Evren'e de söyleyemezdim.

 

"Bence ikimiz ayrı ayrı sunalım sunumlarımızı. Üst yönetim ne derse onu yaparız," dedim en kibar şekilde.

 

"Sen bilirsin. Serkan Bey ne düşünüyor bilmiyorum ama senin fikrinden daha iyi olması imkansız." Evren, yanağımdan makas aldığında yine şaşkınca ona baktım ve o da yine fotoğrafımı çekti. Bana göre korkunç olan kareler onun en güzel çektiği fotoğrafıymış gibi davranıyordu.

 

"Şapşalsın," dedim fotoğrafı silsin diye ona doğru uzanırken ama o yaslandığı yerden doğrulup ayaklandı. Aramızda epey bir boy farkı olduğundan bir dağa bakıyormuş gibi ona bakakalmıştım.

 

"Fotoğrafları silmek istiyorsan gel güzellik," dedi ve fotoğraf makinesini boynuna asıp omuz silkti.

 

"Sen gerçekten beni uyuz etmek için mi buradasın ya?" diye söylenip oturduğum yerden kalktığımda kendimi bir şirkette değil de kreşte gibi hissetmiştim. Utanmasam Evren'in peşinden koşacaktım.

 

Evren'in boynunda asılı fotoğraf makinesine uzandığımda kolunu omzuma atarak beni kendisine çekti. Ona kötü kötü baktığım an hiç beklenmedik bir şey oldu. Biri, masaya vurarak dikkatleri üzerine çektiğinde Evren'den hemen uzaklaşmıştım.

 

İşleriyle uğraşan pazarlama departmanındaki herkes bakışlarını sesin geldiği noktaya çevirdiğinde ben de onlara eşlik edip bakışlarımı çevirdim.

 

Serkan, üzerine eğrelti duran buz mavisi bir gömlek vardı. Serkan gömlek insanı değil de tişört insanıydı ama işyeri kurallarından gömlek giyiyordu.

 

O an bakışlarım yanındaki kızda takılı kaldı. Geçen gün kafede gördüğüm kızdı kendisi. Sarı saçları dümdüz bir şekilde omuzlarından göğsüne kadar geliyordu. Yüzünde samimi bir gülümseme varken elindeki küçük kutuyu fark ettim.

 

Burada çalışacaktı.

 

"Merhaba arkadaşlar. Size yeni iş arkadaşımızı tanıştırmak istedim. Kumsal, kendisi benim için önemli bir projede bize eşlik edecek." Serkan, bana yapılmayan bir şekilde Kumsal denen kızı tanıttığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben geldiğimde bırak tanıtılmayı masamı bile göstermemişlerdi ama şimdi bu kıza bütün ilgiyi veriyorlardı.

 

"İyi misin?" Evren'in fısıltısıyla ona dönüp gülümsedim.

 

"İyiyim, neden kötü olayım ki?"

 

"Ne bileyim sanki kızı tanıyormuşsun gibi bakıyordun da. Ve biraz kötüydü bakışların," dedi o da. Sorun kızda değildi aslında, yanındakindeydi.

 

"Hayır, tanımıyorum kızı. Sadece daha önce gelen kişileri de böyle tanıttılar mı merak ettim çünkü kimse beni tanıtmamıştı."

 

Evren samimi bir gülümsemeyle yüzüme baktı. "Serkan Bey departmana yeni soluk getiriyor bence çünkü ben de daha önce birilerini böyle tanıttıklarına şahit olmadım."

 

Serkan Bey şirkete yeni soluk değil de yeni sevgilisini getiriyordu bence. O yüzden bu şekilde tanıtıyor, cansız manken gibi sergiliyordu kızı.

 

Aptal Serkan.

 

Kıza yeteri kadar ilgi verildiği için işime geri döndüm ve kötüye giden grafiklerin analizlerini yapmaya devam ettim.

 

Evren de boş gezme vaktini doldurmuş olacak ki bana bir şey demeden fotoğraflarla uğraşmak için kendi masasına gitmişti. Bozulmuş sinirlerimi bir kenara bırakarak bütün odağımı grafiklere verirken bir sesle bütün odağım yok oldu.

 

"Merhaba, burası boş mu acaba?" Bakışlarımı kızın yüzüne çevirdiğimde, Serkan'ın cansız mankeniyle karşılaşmıştım. Aslında kızın bir suçu yoktu ama cansız manken kötü bir sıfat değildi bence çünkü güzeldi. Sarı saçları, mavi gözleri ve kendine has bir gülümsemesi vardı.

 

Zorla da olsa tebessüm edip yanımdaki boş masaya baktım. "Evet, boş."

 

"Harika," dedi ve kutusunu masaya bırakıp sandalyeye attı kendisini. "Ben Kumsal."

 

"Hilal," dedim sadece.

 

"Tanıştığıma memnun oldum," dedi neşeli bir tavırla ve kutusundaki eşyaları masasına çıkartmaya başladı. Yüzündeki tebessümü silinmeden masasını yerleştirirken onu izlemeyi kesmem gerektiğini düşünüp önümdeki grafiklere döndüm.

 

Serkan yetmiyormuş gibi bir de onun sevgilisi dibimde bitmişti. Hayat benimle dalga geçiyordu sanırım.

 

"Hangi grafikleri inceliyorsun?" diye merakla sorduğunda bakışlarımı ekrandan çekip meraklı mavi gözlerine çevirdim.

 

"Bu ayın reklam getirilerine bakıyorum. Aylık rapor için gerekli de."

 

"İşler pek iyiye gitmiyor sanırım. Serkan anlattı, reklamlardan beklenilen satışlar gerçekleşmiyormuş. Neyse ki bir şeyler düşünmüş de sosyal medya hesaplarına geçeceğiz." Kumsal aralıksız konuştuğunda kaşlarımı çatmamak için kendimi tuttum. Belki ondan bilgi alabilirdim.

 

"Nasıl bir şeyler düşünüyor Serkan Bey? Sunumu hazır mı?"

 

"Daha üstünde çalışıyor ama bence güzel bir fikir. Yakında öğrenirsin."

 

Ah, zeki biriydi ve bana Serkan'ın ne yaptığını söylemiyordu.

 

Hiçbir şey demeden grafiklere tekrardan döndüm. Gerçekten başka yer mi yoktu acaba? Neyse, kız tatlı biri olabilirdi bu yüzden dünyanın sonu gelmiş gibi davranmayacaktım.

 

Yani davranmamaya çalışacaktım. Herkes Serkan değildi yani, değil mi?

 

 

Bir saati aşkın süredir grafikleri incelediğim için bu yaz sıcağında dilim damağım kurumuştu. Birkaç dakikalık içecek molası vermem gerektiğini düşünerek yerimden kalktığımda bakışlarım hemen yanımda, masasını düzenlemeyi bitirmiş ve saçlarını dağınık bir topuz yapıp önündeki belgeleri inceleyen Kumsal'a kaydı.

 

Bütün dikkati belgelerdeyken bile çok güzel bir kadındı.

 

Ona sırf Serkan yüzünden kötü davranmam adil olmazdı bu yüzden bütün düşüncelerimi bir kenara atıp konuştum. "Kumsal ben içecek bir şeyler almaya gidiyorum. Sen de bir şeyler ister misin?"

 

Kumsal, bakışlarını bana çevirip samimi bir tebessümle gülümsedi. "Çok iyi olur gerçekten. Teşekkür ederim."

 

"Ne demek," dedim ben de tebessüm edip. "İstediğin bir şey var mı?"

 

"Çay olursa çok güzel olur. Şeker almana gerek yok. İstersen ben de sana eşlik edebilirim." Önündeki belgelere bakınca yarım bırakması pek mantıklı gelmemişti bu yüzden kibarca reddettim onu.

 

"Sen işine devam et, ben çayları alıp geliyorum."

 

İtiraz etmesine izin vermeden yanından ayrıldığımda oturmaktan uyuşan bacaklarım yürüdüğüm için adeta bayram ediyordu. Yürümeyi severdim hatta masa başında oturmaktan daha çok severdim ama işler böyle ilerlemiyordu ne yazık ki.

 

Küçük mutfağımıza gelip elektrikli çaydanlıktan iki kupaya çay koyarken şarkı mırıldanmaya başladım. Enerjim biraz düşüktü ama yükselecekti. Çay iyi gelecekti umarım.

 

İki kupayı da elime alıp bütün dikkatimi kupalara verdiğim saniye birinin bir anda karşıma çıkmasıyla sağ elimdeki kupanın üzerindeki açık mavi gömleğe dökülmesi bir oldu.

 

"Yandım!" diye bağırdı telaşla karnına değen gömleği üzerinden götürmeye çalışırken. Dehşetle Serkan'ın yüzüne bakarken diğer elimdeki çay neyse ki dökülmemişti bu yüzden onu hızla tezgaha bırakıp yanan Serkan'a geri döndüm.

 

"Sen önüne bakmak nedir bilmez misin ya? Daha kaç kere yakacaksın beni!"

 

"Asıl sen önüne bakmıyorsun. Yandım diyorum kızım yandım!" Serkan, gömleğini sallarken ne yapabileceğimi bilemeyerek ıslak karın kaslarına baktım. Gömleği ne kadar sallasa da kasları görünüyordu.

 

"Alacaklı gibi koşturarak gezersen işte böyle yanarsın. Bu bir ay içinde ikinci çarpışmamız!" Serkan, acıyla yüzünü buruşturup eliyle yanan bölgeyi serinletmeye çalıştığında ona yardım etmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

O, üzerime kahve döktüğünde iyi olup olmadığımı bile sormamıştı. Eh, benim de onu görmezden gelip çay içmem karma olurdu.

 

Yine de endişeliydim ve aptal çocuk hâlâ lavaboya gitmeyi akıl edememişti. Aptal olduğunu daha da belli edercesine ıslak ve buharlar çıkan gömleğini sallayıp duruyordu.

 

"Sen aptal mısın?" diye yükseldim bir anda. Kızarmış yüzünü bana çevirirken kaşlarını çattı.

 

"Senin yüzünden yanmışken neden aptal oluyorum? Yaktın kızım beni ve yardım bile etmiyorsun!"

 

Kaşlarım çatıldı ve dudaklarım istemsizce aralandı. "Pardon da nasıl yardım edecekmişim? Soyayım istersen seni?"

 

"Soymak... soyunmak." Serkan'ın aptal beyni çalışmaya başlamış olmalıydı ya da daha da aptallaşmış olabilirdi, emin olamadım.

 

"Ne diyorsun pis sapık?" dedim kaşlarımı biraz daha çatarak. Serkan sınırlarımı her zaman zorluyordu. Şu an da kaşlarımı çatabildiğimden daha da çok çatmıştım.

 

"Arabamda yedek gömlek var. Onu getir."

 

"Pardon da oradan bakınca senin uşağın gibi mi görünüyorum acaba? Git kendin al be. Hem suçlusun hem güçlü." Tezgaha kalçamı yerleştirip kollarımı göğsümde birleştirerek umursamazca ona baktım. Gittikçe daha mı kızarıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?

 

Sinirden patlardı inşallah.

 

"Elinde iki kupa varken önüne bakmayarak giden sensin." Bütün suçu üzerime attı. "Bu yüzden gidip sen alacaksın. Arabamın içinde siyah bir poşette."

 

Pantolonunun cebinden arabasının anahtarını çıkartıp bana attığında reflekslerim yüzünden rahat duruşumu bozup anahtarı kapmıştım ne yazık ki.

 

"Hiçbir yere gitmiyorum. Ben yandığımda paşa paşa gidip üstümü sildim ve senden izin istedim. Sen de çabuk ol diye bana bilmişlik tasladın. Ne yaparsan yap." Anahtarı ona geri attığımda yanmış birine göre iyi bir şekilde tek eliyle anahtarı tuttu.

 

"İyi, gömleğimi almıyorsan sen de bunu yıkarsın o zaman." Birkaç düğmesi açık gömleğinin kalan düğmelerini hızlıca söküp üzerinden çıkartırken karşısında kalakalmıştım.

 

Serkan'ın tatilden yeni döndüğünü belli edercesine hafifçe bronzlaşmış teni gözlerimin önünde belirdi bir anda. Çok iri biri değildi ama kasları epey belirgindi ve bu gözardı edilemeyecek kadar dikkat çekiyordu. Sıcak çay yüzünden karın kasları kızarmıştı.

 

Adonis kasını gördüğüm an yanaklarımın ısındığını ve sanki sıcak çayın benim kalbime döküldüğünü hissettim. Daha önce lisedeyken onu üstsüz birkaç kere görmüştüm ama o zamanlar hiç bu kadar yakınımda değildi. Çok uzaktandı ve dikkatimi çekmeyecek kadar ondan utanıyordum.

 

Gözlerimi çıplak üst vücudundan çekip başka bir yere bakmaya çalıştığımda Serkan bir anda bana doğru adımladı ve benim kalbim bunu beklemediği için garip bir çırpınışla atmaya başladı.

 

Bakışlarımı çıplak üst bedenine değdirmemeye çalışarak yüzüne çevirdiğimde hâlâ kızarık duran yanaklarını fark ettim. Alnında birikmiş ter damlaları yüzünden altın sarısı saç tutamlarının bazıları alnına yapışmıştı.

 

"Al yıka bunu," dedi ve gömleğini elime tutuşturup yakınlığını bozmadan tezgahtan bir şeye uzandı.

 

Daha önce Serkan'la hiç bu kadar yakın bir temasa geçmediğim için bütün bedenim taşlaşmış gibi hissediyordum. Serkan, minik bir su şişesini açıp avucuna biraz su döktü ve kızaran karın kaslarının üzerinde avucunu gezdirdi.

 

Yutkundum ve elimdeki gömleği sıkı sıkıya tutarken kalçamı tezgahtan çektim. Buna bir son vermem lazımdı.

 

"Anahtarı ver ve lavaboya git. İnsanlar seni bu halde görmesin. Rezil olman umurumda değil ama şirket dedikoduları hiç çekilmez."

 

Serkan, yanmış olmasına rağmen sırıttığında ona doğru adımladım ve göğsüne gömleğini atıp bana uzattığı anahtarı kaptığım gibi mutfak kısmından çıktım.

 

Çığlık atmak istiyordum. Gerçekten şu an çığlık atmam lazımdı.

 

O an öyle bir kafam yanmıştı ki arabası hakkında hiçbir şey sormamıştım. Şimdi kapalı otoparkta elimde anahtarıyla arabasını bulmak zorundaydım!

 

Oflayarak otoparka indim ve birçok arabanın park edili olduğu otoparkta elimi yumruk yaptım. "Seni öldüreceğim! Senden gerçekten nefret ediyorum!"

 

Elimdeki anahtarın tuşuna basıp sesi dinlerken neyse ki iyi duyma yeteneğim olduğundan arabayı birkaç denemede bulmuştum.

 

"Nerede şu aptal poşet?" diye kendi kendime söylenip arka koltuğa baktığımda burada olmadığını görüp kapıyı kapattım ve bagaja baktım.

 

Siyah poşeti alıp içinde yeni alınmış beyaz gömlekle karşılaşınca derin nefes aldım ve bagaj kapısını kapatıp arabayı kilitlediğim gibi yukarı çıktım.

 

Erkekler tuvaletinin önüne geldiğimde bir anda dalmamın pek mantıklı olmadığını bildiğimden kapıyı tıklattım ve seslendim. "Serkan benim, Hilal."

 

"Gel içeride benden başka kimse yok."

 

Kapıyı açıp başımı uzatabileceğim kadar bir aralık bıraktım ve Serkan'a kısa bir bakış attıktan sonra başımı oradan çekip sol elimdeki poşeti o aralıktan uzattım.

 

Serkan, kapıyı tamamen açıp kolumdan tuttuğu gibi beni içeri çektiğinde gözlerim fal taşı gibi kocaman açılmıştı. Kapıyı kapatıp bir elini kapıya yasladığında sırtımı kapıya yaslamak istesem de kendimi tuttum. Bunu yapmayacak, dimdik duracaktım karşısında.

 

"Beni neden buraya soktuğunu sorabilir miyim acaba?" dedim dik bakışlarımı kesmeden. Onun hareketleri tamamen yalandı ve ben ondan etkilenmeyecektim.

 

"Bak, görüyor musun yandım ve muhtemelen bir süre izi geçmeyecek." Serkan, karın kaslarını işaret ettiğinde alayla gülüp yüzümü sabit tutarak gözlerimi yüzüne çevirdim. Aramızda biraz da olsa boy farkı vardı.

 

"Sen de beni yaktın ve iz bıraktın. Ben karşına geçip ağladım mı acaba?"

 

Bu hem mecaz hem de gerçek anlamda kullanılabilecek bir şeydi.

 

"Özür diledim ama."

 

"O an dilemen gereken özrü birkaç hafta sonra dileyince hiçbir anlamı kalmıyor, Serkan." Kolunun altından eğilerek geçip kapıyı hızla açtım ve çıkmadan önce ona dönmeden konuştum. "Neyse ki ben senin kadar umursamaz değilim de sana yardım ettim. Rica ederim."

 

Erkekler tuvaletinden ayrılıp kapıyı hızla kapattım.

 

Umarım biraz olsun ona dokunmuş olurdu bu dediklerim.

 

 

Loading...
0%