Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.BÖLÜM - YIKILIR

@blkzpriv

Hastalık üzerime iyice binmek üzereydi. Terliyor, üşüyordum. Derin bir uykuya ihtiyacım vardı. Ellerim buz kesmişti. Demirhan'ın asistanının başında bana dosya çıkarsın diye bekliyordum. Gözlerim kapanıyordu yer yer. Yüzüm sıcaktı.

"Sen işine bak ya, biraz uzun sürecek" diye savdı beni başından. Bir saattir dikiliyordum ve öğle vakti olmuştu. İnsanlar yemek arasına çıkarken fırsattan istifade bende iki kat aşağıya indim. Bu kat babamın zamanında yönetim katıydı. Üstte ki iki kat sonradan eklenmişti. Sonunda bir fırsat bulmuş babamın odasına gelebilmiştim. Artık adının yazdığı yazı orada değildi ama dokunabildikleri sadece bu olsa gerekti. Şifre kutusunun kapağını açıp şifreyi girdim. Kilidi açıldığında kapıyı açarak odaya bir adım attım ve her şey yerli yerindeydi. Dokuzuncu senesinde değişmeyen tek şey bütün zamanını geçirdiği bu odaydı. Kapıyı kapayıp şifreyi aktif ettim.

Bütün çocukluğumun geçtiği bu ahşap odada geçmişe gittim sanki. Hâlâ bildiğim gibiydi her şey. Masanın başına gittiğimde masanın üstünde ikimizin fotoğrafını gördüm çerçevede. Biz o çerçevede yıllardır yaşıyorduk ama şimdi o halimizden eser yoktu. Bir daha yan yana gelemeyiz mesela ve artık küçükte de değilim. Fotoğrafların kötü tarafında bu. O fotoğraflarda zaman hiç geçmiyordu. Dokuz yılda yaşadıklarımı bu çerçeveler bilmiyordu mesela.

Oda tozluydu ama çok değil. Muhtemelen kapısını kimse açamadığı için odaya dışarıdan toz girmiyordu. Ağırdı kokusu ama. Bunun için iki pencere açtım. Koltuğuna oturup yasladım.

Kendime sardım çoğu zaman babama sardığım kollarımı. Yerle gök arasında bir yerlere sıkışır insan. Hepte anne ve babasına sarılmak ister bu zamanlarda. Acılarını onların göğsünde yumuşatmak istemek en doğal hakkındır çünkü. Artık sarılacak kimse kalmadığında kendine sarılırsın ve anlarsın ki yalnızsın.

Ellerimden ayrıldı annem ve babam. Bugün başımı koyup ağlayacağım göğüsleri de yoktu. Çok ağlamak istiyordum. Öyle çok ki, bittiğinde her şey geçmiş, içimden kurtulmuş olsun istiyordum. Bazı zamanlar çok üzücüydü ve ben üzüldüğüm zamanların hüznünü atamadım bir yerlere.

Masanın üstüne kolumu koyarak başımı üstüne yatırdım. Çerçeveyi diğer elime aldığımda o ana ışınlanmak istedim. Benim sevgi dolu babamı annem hiç sevmedi. Babam da çabalamayı bıraktığında bütün sevgisini bana verdi. Onun sevgisini fazla fazla gördüm ama hiç doyamadım. İnsan böylesi bir sevgiye nasıl doyardı ki.

*

İyice kötüleşmiştim. Tir tir titriyordum. Herkes toplantıdaymış, izin alıp çıkamıyordum. Bir ara Demirhan'ın asistanı çıktı dışarıya. Hemen önüne geçti.

"Ayşegül Hanım, izin alabilir miyim?"

"Ne izini be? İşimiz var, çekil şuradan" deyip beni yana iterek geçip gitti. Elimi ağzıma yaklaştırıp bir nefes verdim. Nefesim çok sıcaktı. Başıma, yüzüme öyle bir ağırlık çöktü ki kulaklarım uğuldamaya başladı. Masaya tutundum.

"İyi misin?" dedi masada ki arkadaş. Başımı salladım hafifçe. Kendimi toplayıp kendi masama doğru gitmeye başladım. Güçten düştüm ve olduğum yere bilinçsiz bir şekilde yığılıp kaldım.

*

"Aaaa Deniz" diye bir ses inletti katı. Toplantı odasında bu ses duyulunca Demirhan hızla kalktı yerinden. Hızla odadan çıktığında orta yerde bir kalabalık gördü.

Asansörden çıkan İbrahim Aktaş da gördü kalabalığı. Demirhan aralarına girdi.

"Deniz Hanım" dediğinde İbrahim koştu üstlerine.

"Deniz" diyerek yanına çöktü. Yüzüne dokundu. Ateşinin olduğunu fark etti.

"Ne oldu burada?" diye sordu Demirhan.

"Deniz iyi değil galiba Demirhan Bey, izin istedi ama Ayşegül izin vermedi."

"Sizin yapacağınız işin ağzına sıçayım" diyerek Deniz'i kucağına aldı İbrahim. "Çekil çekil" diyerek asansöre giderken Demirhan onları takip ediyordu.

"Babama haber verin, bende gidiyorum."

Asansöre binip aşağıya indiler. Orhan, Deniz'i baygın görünce koşarak geldi.

"Ne oldi?"

"Arabamı getir Orhan" dedi İbrahim hızla giderken. Orhan önden gidip anahtarı alarak çıktı. Koşa koşa gidip arabayı park yerinden aldı. Arabayı getirdi ama inmedi. Demirhan kapıyı açtı. İbrahim, Deniz'le birlikte arkaya otururken Demirhan sağ koltuğa oturdu.

"Sür sür."

Kısa sürede acil servise geldiler. Deniz'i sedyeye yatırıp müşahede odasına aldılar. Deniz'i ayıltıp tetkikleri yapıldı. Koluna serum takıldı. Tansiyonu yüksekti, ateşi gibi.

 

*

Hastane odasında, koluma bir büyük torba serum takılı halde yatıyordum. Uykuyla uyanıklık arasındaydım. İzin verseler kendim gelecektim ama izin alamadım. Bayılınca getirmek zorunda kaldılar herhalde arkadaşlar. Kapı vurulup içeriye İbrahim ve Demirhan girdi.

"Deniz'um!" dediğinde tebessüm ettim.

"Sen nerden çiktun ula?" diyerek doğruldum biraz. İki yanıma dikildiler gardiyan gibi.

"İyi misiniz?" diye sordu Demirhan.

"İyiyim. Kusura bakmayın toplantınızı böldüm herhalde."

"Yok da, kötü olduğunuzu söyleseydiniz keşke."

İbrahim - "Neyse neyse, aç mısın sen? Yemek alayım sana."

"Olur İbo, öğle yemeğini atladım."

"İyi bip yedin. Geliyorum hemen."

İbrahim çıkıp giderken Demirhan duruyordu.

"Siz gidebilirsiniz Demirhan Bey, beklemenize gerek yok."

"Sonuçlar çıkınca giderim."

"Peki" diyerek kaydım yatağın içine. Pencerenin önünde gidip bana arkasını döndü. Arkada bağladığı ellerinin birinden tesbihi vardı. Başımı yana çevirip gözlerimi yumdum. En son ne zaman hastaneye yattım bilmiyordum. Ufak griplerde muayene olmaya gelirdim. Hepte tek başıma. Reşit değilken bile yalnız gelirdim. Doktorların anlayışlıydı da ilaç yazıyorlardı. Hiç parasız gittiğim eczaneler benden zaten para almadı. Bir şekilde yaşayıp gittim.

Bir keresinde kuzenlerim yüzünden amcamdan dayak yedim. Hep yerdim zaten de, bir kere çok dövdü. Ağzımdan burnumda kan gelmişti de hastaneye giderim diye beni odaya kilitlemişlerdi. Tam olarak annemin beni terk ettiği zamanlar işte. Şikayetçi olur muydum bilmiyordum ama onlar ceza alırdı. Beni de yurda yerleştirirlerdi. İlk defa bir hastanede yalnız değildim.

İbrahim çocukluk arkadaşımdır benim. Benden biraz büyük ama biz babalarıyla şirkete gelip giden çocuklardık. Hepte kavga ederdik ha. Delinin önde gideniydi, çocukken bile. Ben küçüğüm, oyun oynamak istiyorum diye benimle kavga ediyordu ya. Manyak.

Biraz sonra bana nohut pilav alıp gelmişti. Pilavı çok seviyorum. Neden? Çünkü yengem yaptığında bana yedirmiyordu kuzenlerim. Evde yiyemedim ama dışarıda sadece pilav yerim.

"Sağ ol İbişko!"

"Afiyet olsun canım."

Sandalye çekip oturdu yanıma. Masayı önüme çekmişti hemen önce. İştahla yedim o pilavı. Elinden bir şey aldığım insanlar tatlı olunca, yediğim içtiğim her şeyin tadı oluyordu. Yengemin yemeklerini yiyemem mesela, midem almaz.

"Ne güzel yiyorsun ya, kendime de mi alsaydım acaba?" dedi. Ben böyle ağzımı doldura doldura yerim, tadını çıkararak. Hepte iştahım yanımda olan herkesi acıktırır. Çatalı ona uzattım. Ben kaşıkla yerken, o çatalla yedi. Birlikte yedik o pilavı. Ayran bir taneydi, birlikte içtik.

" Olandan haberin var mı? "

"Ne oldu?"

"Tufan'ı işten atmış patronu, tırım tırım iş arıyor. Bulamıyor da." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Ben bir şeyler duymamak için kimseyle konuşmuyordum neredeyse ama elbette bir şeyler olacaktı. Bu memlekette başıma gelen şeyler gözler önündeyse babamın dostları seferber olur biliyordum.

" Konuşmak istemiyorum İbo. "

" Bana geldi yüzsüz, tutmasalar yediydim kızım onu."

"Boş ver ya."

"Birinin elinde kalacak ama." Omuz silktim yine. "Sende ki şu umursuzluk yok mu? Yemin ederim gözünden düşmek istemem yani."

"Sen benim gözümden düşer misin ya sersem? Seni özlemişim İbo."

"Çok fazla daldık hayata ya. İyileşince yine yalakalık yaparız."

"Yaparız valla. Buse'nin açtığı kafeye gittin mi hiç?"

"Yok."

"Kaçırmazsın normalde."

"Yengen biraz sıkı bir hatun."

"Kıskanç yani."

"Ah evet. Nefes aldırmıyor zilli. Bu akşam onu yemeğe çıkaracağım bak, yarın akşam da ailesiyle bize yemeğe gelecekler. Düğüne bir şey kalmadı. Aslında sana refakat ediyorum deyip planı iptal edebilirim."

"Yok yok, ben uyurum zaten git sen. Çıkarım bile belki."

"Emin misin?"

"Eminim İbo."

"Sonuçlar bir çıksın da, bakarız."

"Kesene bereket canım arkadaşım, doydum."

"Afiyet, şifa olsun."

Doktor ve hemşire girdi odaya. Hemşire serumu değiştirmeye başladı.

"Deniz Hanım, zatürre başlangıcı saptadık. Birkaç gün tedavi altında kalacaksınız."

"Hadi be!" dedim kendime hayret ederek. Sonunda bunu da becermişim aferin bana.

"Plan iptal" diyerek telefonuna davranan İbo'yu durdurdum.

"Hayır hayır. Git valla. Hastanedeyim zaten, gece gelirsin."

"Aklım sende kalır benim ya. Buse'ye haber vereyim gelsin yanına."

"Allah Allah İbo, çocuk muyum ben. Hemşireler var zaten. Bir şey olmaz burada bana. Telaş ettirme şimdi onu, bir de hiç onu dinleyemem. Beni de haşlıyor."

"Üüfff. Tamam ben geleceğim ama dinlen. Uyu hatta ben gelene kadar."

"Tamam."

"Telefonun?"

"Şirkette herhalde."

"Ben getirmelerini söylerim" dedi Demirhan sessizliğini bozarak.

"Üstüne başına bir şeyler almak lazım" dedi İbo. "Kaç gün kalacağın belli değil."

"Sorun değil."

"Ben yengeni alıyorum, alışveriş yapıp geliyorum."

"İbo!"

"Sus."

"Selo'yu arasana, o gelsin."

"A doğru...çalışıyor kızım o."

"Bana ne oğlum izin ver."

"İyi iyi tamam." Selo sabah çarşıda ki çocuktu. İbo'nun gemilerine mühendislik yapıyordu. "Selo, ne yapıyorsun şu an?"

"Artvin'deyim patron."

"Hadi ya, tamam."

"Bir şey mi oldu?"

"Yok yok sıkıntı yok. Kolay gelsin..." Telefonu kapattı. "Artvin'deymiş o. "

"Tamam sorun değil İbo. Ben kalabilirim ya, git artık."

"Allah Allah -"

"Ben kalırım" dedi Demirhan. Kafalarımız aynı anda ona döndü. "Bir işim yok, kalırım."

"Hay yaşa, tamam. Seninle iş yapacağım Demirhan, söyle sözleşmeleri hazırlasınlar. Toplantıya gerek yok."

"Eyvallah."

Yalnız kalabilirdim aslında, ihtiyacım yoktu yanımda birinin kalmasına. Belki de ihtiyacım yok sanıyordum. Hiç yataklı hasta olmadım da, ondan herhalde. Yemeğimi yemiştim ve artık kesintisiz bir şekilde uyuyabilirdim. Belli ki uyuyarak atlatacağız.

 

*

Gürhan Bey diğer karısının evine gelmişti. Kulağında telefon Demirhan'ı arıyordu. Kızları karşıladı hemen babasını. En küçükleri henüz sekiz yaşında erkekti. Kızların büyüyü, Hamide on dokuz, diğeri Zeynep on yedi yaşındaydı.

"Hoş buldum yavrum... Alo Demirhan, nerdesin sen bugündür?"

"İşlerim vardı baba, bir şey mi oldu?"

"Civarda ne kadar inşaat işiyle uğraşan varsa arıyor sabahtan beri. Ne oldu bu insanlara?"

"Deniz Şanlı'nın ortağımız olduğunu duymuşlar."

"Sadece duymuşlar mı?"

"Sadece duymuşlar."

"İşe bak sen. İyi uzaktan aldığımız malzemeleri artık almayız, kâra geçeriz."

"Zaten öyle olur."

"Bir sakinsin sen, hayırdır?"

"Yoo, bir görüşemedeyim ondan."

"Çay içer misin baba? " diyen kız sesini duyunca sinirlenerek kapattı telefonu babasının yüzüne. Yine oraya gitmişti, yine soluğu orada almıştı. Demirhan babasının ikinci eşi olduğunu öğrendiğinden beri babasıyla arası hep gergindi. Bir erkek çocuğu olduğu için ve annesine düşkün olduğundan. Henüz on yaşındaydı çünkü büyük kız kardeşi Hamide doğduğunda. Çok sevdiği babasını artık sevmiyor gibiydi. İki karısı olması onu rahatsız etmiyorsa bile Demirhan'ın cinlerin tepesinden gezdiriyordu her gün.

Sağ elinde ki tesbihi sallarken yarı karanlık odada, Deniz'in başında bekliyordu. Sesli soluk alıyor, yer yer öksürerek öteye beriye dönüyordu.

Gözlerini üstünde tuttu ve bu sabaha kadar devam etti. Deniz deliksiz olmasa da uyumuştu. Gözlerini açtığında kapıda aynı zamanda açıldı. İçeriye Buse girdi usulca. Göz göze gelince anaç bir edayla yüzünü astı.

"Canım!" dediği anda ise Deniz duygusal bir boşanma yaşadı. Doğrulup kollarını açtığında yanına oturdu Buse. Sımsıkı sarıldılar. Buse, Deniz evlenirken sert çıkışmıştı, istemiyordu çünkü. Aynı şekilde boşanırken de aynı şey olunca Deniz bir süre gözünden uzak olayım, siniri yatışsın istemişti. Yoksa Buse hiç kötülüğünü istemez. O beş para etmez ailesinin her dediğini yaptığı için kızıyordu en çok.

Demirhan deri ceketini alarak usulca çıktı odadan. Gün içinde kontrol amaçlı yine gelecekti. Geceleri çok seviyordu Demirhan. Çünkü gece olunca her şey durulurdu. Gündüzün işi hiç bitmiyordu.

*

Bitkin ve durgun bir sabahtı o sabah. Tufan koltukta uyumuştu. Bir şeylerin değiştiğini anlıyordu ama konduramıyordu. Yasemin duvarlar örüyordu. Hiç konuşmuyorlardı neredeyse. Biraz zeytin, biraz peynir, iki yumurtadan oluşan kahvaltı masasına baktı yanından geçerken. Hiç bu kadar bile düşmedi hayatı boyunca. Hep çalışan, ekmeğini kazanan bir adam olmuştu. Yakında bunu bile bulamayacaklardı. Yasemin çaylarla girdi salona.

"Günaydın" dedi asık yüzüyle.

"Günaydın." Soğuk bir günaydınla yanından geçip gitti. Banyoya girip elini yüzünü yıkadı. Canı çok sıkkındı. Mutsuzluğu deneyimliyordu. Annesini özlüyordu. Bu mesafeler, gidecek yerinin olmadığı hissi boğazına basıyordu. Doğru mu yaptım demek diline gelip gelip gidiyordu.

Evin kapısı çaldı. Yasemin gidip kapıyı açtı ve karşısında postacı vardı.

"Buyurun."

"Yasemin Altın?"

"Benim."

"Bu size." Ona bir mahkeme celbi uzattı. Kağıdı açığı içini okumaya başladığında dünyası başına yıkıldı. Eski eşi velayet davası açmıştı.

"Olamaz, olamaz ya" diyerek odaya koşup telefonunu aldı ama fatura ödenmediği arama yapamıyordu. Hattın kapandığını haber veren mesajı okudu. "Kahretsin."

"Ne oldu?"

"Bilal velayet davası açmış."

Tufan o an hiçbir anlamadı. Dönüp salona giderken onun bu ruhsuz haline şaşıran Yasemin peşine düştü.

"Velayet davası açmış diyorum Tufan."

"Duydum."

"Ee, ne yapmayı önerirsin?"

"Sen bilirsin."

Yasemin bir anda parladı.

"Tufan sen ne yapıyorsun ya? Ne yapıyoruz biz? Hayatımız mahvoldu farkında mısın? O küçük kız yüzünden iş bulamıyoruz, kendimize bakamıyoruz. Nereye kadar böyle gidecek? Aç kalacağız, memlekette içecek bir damla su bulamayacağız, niçin? Sırf sen şartları eşitleyeceğim deyip o pasaklıyla evlendiğin için. Düzenim bozuldu ya, işim yok, param yok, kızım yok Tufan. Kızım yok. "

" Son derece farkındayım Yasemin "diye o da geri yükseldi. Bir anlığına yükselip, sonrasında duruldular. Birer köşeye oturup kara kara düşünmeye başladılar. Şu an her şey ya yıkılır, ya da yıkılırdı.

Ok gibi sözler etmenin kimseye hiçbir yararı olmazdı.

" Konuş onunla Tufan. Bize hayatımızı geri versin. Seni seviyorum ama böyle giderse yollarımızı ayırmak zorunda kalacağız."

 

 

 

 

Loading...
0%