@bloodcecilion
|
Selene, Ares'i emzirmeyi bırakıp. Kucağında sallamaya başladı. Selene, kucağında küçük Ares’i usulca sallarken, minik bebek mırıldanarak gözlerini yarı kapalı tutuyordu. Odaya ani bir hareketle giren Orpheus, soluk soluğaydı; sırtındaki torbayı dikkatlice yere koyup açarken, yüzünde hem yorgunluk hem de derin bir kararlılık vardı. “Bulabildiğim her şeyi getirdim,” dedi Orpheus, yumuşak bir sesle, karısının yanına oturarak. Torbanın içinden birkaç parça ekmek, su matarası ve örtüye sarılı birkaç tıbbi ot çıkardı. “Bir süre burada kalabiliriz, ama dikkatli olmalıyız. Her an hareket etmeye hazır olmalıyız, Selene.” Selene, gözlerini Ares’in huzurlu yüzünden ayırmadan başını salladı. “O, bu savaştan ve bu karanlıktan uzakta bir hayatı hak ediyor, Orpheus,” diye fısıldadı. Orpheus, elini Selene’nin omzuna koyarak hafifçe sıktı. “O günler gelecek,” dedi güven dolu bir tonla. “Ne olursa olsun, onu koruyacağız.” Odada, savaşın gürültüsünden uzak, yalnızca üç kişinin sessiz direnişi yankılanıyordu. Selene, kucağında Ares’in yarı açık gözlerine bakarken, oğlunun uykuyla savaşan minicik bakışları, ona bir an için her şeyi unutturdu. Ares’in gözlerindeki masumiyet ve saflık, savaşın acımasız yüzünden uzak, bambaşka bir dünyayı yansıtıyordu. Selene, içini kaplayan bu saf sevgiyle, minik oğlunun yüzünü dikkatle inceledi; yumuşak yanakları, hafifçe titreyen kirpikleri ve huzurlu nefesi, dünyanın en masum görüntüsünü sunuyordu. “Ne kadar masum ve güzel…” diye mırıldandı Selene, Ares’in yanaklarına hafifçe dokunarak. Onun bu küçücük direnişi bile, bir annenin yüreğini ısıtmak için yeterliydi. “Burası ne kadar karanlık ve tehlikeli olursa olsun, senin için bir ışık yakmaya devam edeceğim,” diye fısıldadı, minik bedenini sıkıca sararken. Orpheus, bu sahneyi izlerken derin bir nefes aldı. O an, dünyadaki her şeyden çok bu anı korumak istiyordu. “Ona, en güvenli dünyayı sunmak için elimden geleni yapacağım, Selene,” dedi, bir kararlılıkla karısının yanına biraz daha yaklaşıp ikisini de korurcasına kollarını açarak. Orpheus, Selene’yi ve Ares’i sıkıca kucaklayarak onlara güven verdi. Selene, kocasının sıcak kollarında huzur buldu; savaşın acımasızlığı bir anlığına bile olsa, bu kucakta kayboldu. Diğer odadan gelen ayak sesleri, onların korunaklı anını bozsa da, tehlikenin hâlâ yakında olduğunu hatırlatıyordu. Birden, Lazarus’un kararlı sesi duyuldu. “Hazırım, gidelim hadi.” Nefes nefeseydi; yanında başka birinin daha olduğu belliydi, fakat ses karanlıkta yalnızca bir gölge gibi yankılandı. Lazarus’un ayak sesleri uzaklaştı, ardından evin kapısının kapanma sesi geldi. Selene, Orpheus’a endişeyle baktı. “Yanında kim vardı, Orpheus? O kişi de bizimle mi gelecek?” diye fısıldadı. Orpheus, dudaklarını hafifçe bükerek Selene’ye güven veren bir bakış attı. “Lazarus’un güvendiği biriyse, endişelenecek bir şey yoktur. Hadi, şimdi hareket etmeliyiz.” Orpheus, Selene ve Ares’i dikkatlice ayağa kaldırarak onları kapıya doğru yönlendirdi. Lazarus’un önden açtığı yolda, dikkatli ve sessizce ilerlemeye başladılar. Lazarus, güven dolu bir ifadeyle konuştu. “Sizin için bir ev buldum,” dedi. “Etraf sakinken sizi bırakacağız. Dostum Hades size göz kulak olur, merak etmeyin.” Sözlerindeki kararlılık, onları güvenli bir yere ulaştırma arzusunun açık bir ifadesiydi. Orpheus, sırtındaki torbayı iyice omuzlayarak arabaya bindi, ardından eliyle Selene’ye uzanarak ona yardım etti. Selene, Ares’i kucağında sıkıca tutarak arabaya adımını attı; gözlerinde hem korku hem de bir parça umut vardı. Arabada yerlerini alırken, Lazarus da sürücü koltuğuna geçip dizginleri eline aldı. “Haris, eski bir dostumdur,” dedi, Orpheus’a dönüp güven verircesine. “Onun yanında güvende olacaksınız.” Atlar ileri doğru hızla yol alırken, gecenin karanlığı onların etrafını sardı. Selene, Ares’i dikkatle sararken, Orpheus elini onun elinin üzerine koydu. “Dayan Selene, karanlık ne kadar derin olursa olsun, sabah bizim için doğacak,” diye fısıldadı. Arabada, sessizce birbirlerine dayanarak bu zorlu yolculuğa devam ettiler, dışarıda onları bekleyen tehlikelerden uzaklaşırken kalplerinde birbirlerine duydukları güvenle ilerlediler. Lazarus’un dediği gibi, çevre önceki günlere kıyasla sakinleşmişti. İki gün süren kısa bir dinlenme sonrası, nihayet tekrar yola koyulabilmişlerdi. Selene, Ares’in dinlenebildiğini görmenin huzuruyla biraz daha rahatlamıştı; Orpheus da Lazarus’un dostları tarafından sağlanan bu güvenli sığınakta biraz toparlanabilmişti. “Bu yolculuk bizi ne kadar yorarsa yorsun, onu koruyacağımızdan emin olmalıyız,” diye fısıldadı Orpheus, bakışlarını ufuk çizgisine dikerek. Selene, kucağında sessizce uyuyan Ares’in yüzüne sevgiyle bakarken, küçük oğlunun huzurlu nefesi ona güç veriyordu. Lazarus, önde yürüyen kararlı adımlarıyla ormanın içinden geçen patikada onları yönlendiriyordu. “Bir sonraki durakta, biraz daha dinlenip yolumuza devam edeceğiz,” dedi, arkasına dönüp Orpheus ve Selene’ye güven verici bir bakış atarak. “Sizleri güvende tutmak için buradayım. Az kaldı.” Ağaçların arasından ilerlerken, sessizliğin içindeki ormanın huzur veren kokusu, onları savaşın acımasız gerçeklerinden bir nebze de olsa uzaklaştırmıştı. Ancak her adımda, bu yolculuğun onları nereye götüreceği sorusu zihinlerinin bir köşesinde asılı duruyordu. Atlar hızla ilerlerken, ormanın derinliklerine doğru ilerledikçe çevre daha da sessizleşti. Ayın solgun ışığı ağaçların arasından süzülüyor, ince dalların arasından zemine düşen gölgeler, birer hayalet gibi titriyordu. Ormanın bu tenhalığında, arabadan gelen tekerlek sesleri ve atların düzenli soluk alışları, gecenin sessizliğinde yankılanıyordu. Selene, kucağında Ares’i sıkıca sararak gökyüzüne baktı. Loş ışıkta yıldızlar belli belirsiz görünüyordu; ay, onlara yalnızca biraz yol gösteriyordu. Gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı, umutsuzluğunu bastırmaya çalışıyordu. Orpheus, yanında Selene’nin elini sıkarak ona güven vermeye çalıştı. “Bu sessizlik, bizim için bir lütuf. Tehlikeden bir süre uzak kalmak bile büyük bir şans.” Lazarus, ön koltukta dizginleri sıkıca tutarak etrafı gözlemliyordu. “Ayın ışığı rehberimiz olacak,” diye mırıldandı, sanki göğe seslenircesine. “Bu yolun sonunda güvenli bir yer var. Sadece biraz daha sabır.” Yolculuk, ay ışığının rehberliğinde devam ederken, ormanın tenha ve gizemli atmosferi, içlerindeki endişeyi biraz olsun dindirmişti. Orpheus, Selene’yi rahatlatmak için arkasından sıkıca sarıldı; güçlü kollarını nazikçe etrafına doladı ve başını hafifçe eğip saçlarına derin, huzur veren öpücükler bıraktı. Selene, bu sıcak dokunuşların arasında, Orpheus’un nefesini ensesinde hissetti. Arabanın hafifçe sallanmasıyla birlikte, kucağında uyuyan Ares’i korumaya çalışırken, kendisini Orpheus’un güçlü kollarına bıraktı. Orpheus’un fısıltılı gülüşü, kulağını okşayan bir melodi gibi Selene’nin kalbine huzurla dokundu. Selene, gözlerini yavaşça yumup hafifçe gülümseyerek kocasına daha da yaslandı. Tüm tehlikelerden, savaştan ve kaçışın yarattığı tüm korkulardan uzak, bu anın içinde kalmak istiyordu. Orpheus, karısının sıcacık bedenini sarmalarken, onun huzurlu nefesleri yorgun yüreğine güç verdi. “Sana ve oğlumuza bir hayat borçluyum,” diye fısıldadı. “Bu savaşın sona erdiği gün, yeni bir başlangıcımız olacak.” Selene, bu sözü duyduğunda kalbinin derinliklerinde bir umut ışığı belirdi. Korkular ve endişeler arasında, Orpheus’un varlığı ona güvenin ve sevginin en saf halini hissettiriyordu. Orman derinleşip yol ilerledikçe, uzaklardan gelen kurt ulumaları gecenin sessizliğini delip geçti. Bu vahşi sesler, ormanın bilinmezliğini daha da yoğunlaştırırken, Orpheus'un dikkatini bir an bile dağıtmasına izin vermiyordu. Gözleri gökyüzünde, ayın solgun ışığında kurtların gölgeleri belirsizce seçilebiliyordu. Bir yandan yorgunluktan uyuyakalan Selene'yi koluyla sımsıkı sarmalarken, diğer eliyle yayı yavaşça kendine çekti. Her ne kadar yol sessiz gibi görünse de, ormanın içinde saklanan tehlikeler hakkında içindeki ses onu uyarıyordu. Orpheus, kalbinin derinliklerinde, ailesini her ne pahasına olursa olsun koruma güdüsüyle tetikteydi. Selene’nin derin ve huzurlu nefesi Orpheus’a güç veriyordu, ancak gözleri her an tetikte ve elleri hazırlıklıydı. Çevresindeki her hışırtıya, her gölgeye dikkatle bakarken, ay ışığı altında yalnızca karısının ve oğlunun huzurunu düşünerek kendine söz verdi: Onları hiçbir yaratığa, hiçbir tehlikeye kurban etmeyecekti. Bu orman, yalnızca kurtlardan ibaret değildi; burada, gecenin karanlığında sinsice dolaşan çok daha vahşi yaratıklar da vardı. Dolunayın altında avlanmak için yüzeye çıkan kurtadamlar ve vampirler, ormanın gölgelerine karışmış halde pusuya yatmışlardı. Ayın ışığı, bu kadim yaratıkların doğasında bir çağrı gibi yankılanır, onları yeryüzüne davet ederdi. Orpheus, dolunayın yukarıda belirmesiyle birlikte tehlikenin daha da büyüdüğünü hissetti. Karısını ve oğlunu koruma içgüdüsü, damarlarında yankılanan bir uyarı gibiydi. Kurt ulumaları her ne kadar ürkütücü olsa da, onları gölgelerde izleyen gözlerin varlığı çok daha tehlikeliydi. Kurtadamların pençelerinin sesi, vampirlerin soğuk nefesleri... Ormanın derinliklerinde yankılanıyor; gecenin içindeki bu avcılar, koku ve sesleriyle avlarının izini sürüyordu. Orpheus, yayı elinde sıkıca tutarken zihninde tek bir düşünce vardı: Ailesini bu karanlık ve ölümcül dünyadan canlı çıkarmak. Bir anda karanlık bir gölge hızla üzerlerinden geçip kaybolduğunda, atlar kişneyerek korkuyla yoldan saptı. Lazarus, dizginleri sıkıca kavrayarak onları tekrar yola sokmaya çalışıyor, arabayı devirmemek için tüm gücünü harcıyordu. Ancak gölge, bu sefer arabanın peşine düşmüş bir kurt olarak tekrar belirmişti; keskin dişleri ve gözlerindeki vahşi parıltıyla arkadan hızla yaklaşıyordu. Orpheus, Selene’yi korumak için elini yayına götürse de, hızla hareket eden arabada düzgün bir atış yapmak imkansızdı. Lazarus atları kontrol altına alıp hızla kurttan uzaklaşmaya çalışırken, yaratık en sonunda arabaya yeterince yaklaştı. Orpheus ve Selene'nin üzerine atlamak üzereydi ki, karanlık bir gölge, ışık kadar hızlı bir şekilde kurtun üzerine atladı. Gümüş pençeleriyle kurtun şah damarını delip geçen gölge, onu yere çivilemişti. Kurt acı içinde uluyarak yere düştü ve kıvrandı. Bu gölge, Lazarus’un yanındaki bir dostunun gönderdiği koruyucu bir yaratık olabilir miydi, yoksa daha büyük bir güç mü onlara göz kulak oluyordu? Orpheus, derin bir nefes alarak Selene’ye daha sıkı sarıldı; Selene ise korkuyla başını çevirdiğinde kurtun hareketsiz kaldığını gördü. Karanlık, onlar için bir tehdit olmaktan çıkıp sanki koruyucu bir perdeye dönüşmüştü. Gölge, yere çivilediği yaratığın dönüşüm geçirdiğini fark ettiğinde, pençelerini daha da sıkıca geçirdi. Kurtun bedeni dehşet verici bir şekilde şekil değiştirmeye başlamış, bir kurtadam silueti belirginleşmişti. Kasları genişledi, dişleri uzadı, ve vahşi bir canavara dönüştü; ama gölge, hiç tereddüt etmeden bu yeni bedeni sıkıca pençeleriyle kavrayarak dişlerini boynuna sapladı. Keskin dişler, kurtadamın kaslı boynunu derinlemesine deldi, koyu kan damlaları gövdesinden sızarak toprağa aktı. Kurtadam çırpınıp gölgeyi üzerinden atmaya çalışsa da, bu karanlık yaratık sarsılmaz bir güçle onu dizginliyordu. Karanlık, gölgeyi bir zırh gibi sarmış, onu durdurulamaz kılmıştı. Orpheus, bu dehşet sahnesini nefessiz bir dikkatle izlerken, gölgenin onları koruyan bir güç olduğuna dair içindeki his güçlenmişti. Gölge, kurtadamın gücüne ve öfkeli çırpınışlarına rağmen boynunu sıkıca kavrayarak, yaratığı yere serdi ve ormanın içine karışarak gözden kayboldu. |
0% |