Yeni Üyelik
9.
Bölüm

DİNMEYEN KARGAŞA - Fasıl VIII

@bloodcecilion

Cecilion, bu özel anın ortasında Lilith’in kendisine seslenmesiyle uyanmıştı. Lilith’in sesi, bu mahrem anın sakinliğini bozarak Cecilion’un gözlerini açmasına neden olmuştu. Alnından süzülen ıslaklıkla zoraki bir şekilde yutkundu. Bu anın kesilmesi, Cecilion’un içindeki yoğun duyguların ve arzusunun bir anda yerini karmaşıklığa bırakmasına neden olmuştu. Lilith’in sesi, hem Cecilion’un hem de Carmilla’nın arasındaki bu özel anın son bulmasına neden olmuş ve tüm yoğun duyguların aniden değişmesine yol açmıştı.

Cecilion, boğazının kuruduğunu hissedip, masanın üzerinde duran şarap şişesini kaptı ve bir dikişte bitirdi. Şarap, boğazında alev gibi yanarken, ter damlaları alnından süzülüyordu. İçindeki yoğun duyguları ve arzuları bir nebze olsun yatıştırmak için bu içkiyi içmişti; fakat bu çabası, aralarındaki anın verdiği etkileri hafifletmeye yetmemişti. Terlemiş ve içsel olarak hala kıvranıyor, yaşanan anın etkilerini üzerinde taşıyordu.

Cecilion, boğazındaki yanma hissini yatıştırmak için bir şişe daha alıp onu da bir çırpıda bitirdi. Şarap, onun içini biraz olsun ferahlatmaya yetti, fakat aynı zamanda içindeki gerilimi ve duygusal karmaşıklığı daha da derinleştirdi. Hızla içtiği bu içki, onu geçici olarak rahatlatmış gibi görünse de, yaşadığı anın etkilerini ve içsel mücadeleyi hafifletmeye yetmedi. Şarap şişeleri masanın üzerine devrilirken, Cecilion’un yüzündeki ifade, yaşadığı anın ağırlığını ve karmaşıklığını yansıtıyordu.

Lilith, Cecilion’un hızla içtiği şarapları dikkatle izlerken, masanın üzerindeki bir diğer şişeyi de boşaltmaya başlamıştı. Cecilion’un halini sorgulayan bakışları, onun içsel karmaşasını ve yaşadığı yoğun duyguları daha da belirgin hale getiriyordu. Şarap şişesi, Lilith’in ellerinde hızla tükenirken, Cecilion’un yüzündeki endişe ve yoğunluk, aralarındaki sessiz iletişimi ve durumu daha da belirginleştiriyordu. Lilith, Cecilion’un içsel mücadelesini görmeye devam ederken, şarabın etkisi altında, onun derinlerdeki çatışmalarını anlamaya çalışıyordu.

Cecilion, zihninde hâlâ yankılanan görüntüler ve nefeslerin etkisiyle, bulabildiği her şişeyi birbiri ardına boşalttı. Şarabın acı tadı, kafasındaki karmaşayı bastırmaya yetmiyordu. Her yudumda Carmilla'nın sıcak tenini, dokunuşlarını ve karşı konulmaz çekimini hissediyordu. Ancak, içindeki boşluğu doldurmak mümkün değildi. Aralarındaki bağ her ne kadar güçlü olsa da, vampir doğası ve açlığı onu bir girdap gibi karanlığa sürüklüyordu. Lilith'in sessizce izlediği bu kendinden geçiş, Cecilion’un çaresizliğini daha da açığa çıkarıyordu.

Şişeleri bitirdikçe, adeta kendi içindeki savaşın derinleştiğini hissediyordu.

Cecilion, nihayet şişeyi masanın üzerine bırakırken gözleri yarı baygın hale gelmişti. İçindeki yangın bir nebze olsun dinmiş gibi hissetti, ama bu sadece kısa süreli bir yanılsamaydı. İçki, gerçeği unutturamayacak kadar yetersizdi. Ceketini omuzlarından kaydırıp öfkeyle bir köşeye fırlattı, sonra gömleğinin koluyla ağzını silip kendini sert bir şekilde koltuğa bıraktı.

Koltuğa çökerken başı arkaya yaslandı, odanın soğuk havasında yalnızlığını iliklerine kadar hissediyordu. Derin bir iç çekişle, Carmilla’nın hayali tekrar gözlerinin önüne geldi. Bu kadar yakınken bir o kadar da uzakta olması onu kahrediyordu.

Cecilion, içindeki savaşı daha fazla görmezden gelemedi. Carmilla söz konusu olduğunda artık kendini düşünemez olmuştu. Onun güvenliği, onun mutluluğu, kendi hayatından bile daha değerli hale gelmişti. Kendi içindeki karanlık ve açlık onu ne kadar zorlar ve çekerse çeksin, Carmilla’nın hayatı tehlikedeyken kendi arzularını hiçe saymak zorundaydı.

Bütün planları, açlığı ve geçmişi bir yana, Carmilla için vereceği en büyük mücadele buydu. Kendisini feda etmek, onu korumak için her şeyi göze almak... Kendi ruhunun derinliklerinde, artık bu aşkın bir oyun ya da tutku değil, varoluşun anlamı olduğunu biliyordu.

Ancak Carmilla'yı korumak için, onu kendinden uzak tutması gerekebilirdi. Bu düşünce kalbini acıtsa da, onun canı tehlikedeyken Cecilion’un başka bir seçeneği yoktu.

(...)

Carmilla, güneşin ilk ışıklarıyla gözlerini araladığında odanın hafif ışıltısı ona huzur veriyordu. Gözleri hâlâ uykunun etkisindeydi, etrafına bakınırken dikkatini çeken bir şey oldu. Yatağının yanındaki sehpanın üzerinde, kırmızı bir gül…

Başta bunun gerçek olduğuna inanmak istemedi. Parmaklarını hafifçe uzatarak gülü eline aldı, parmak uçlarında hissettiği pürüzsüz dokusu ve taze kokusu her şeyin gerçek olduğunu doğruluyordu. Kalbi hızla atmaya başladı. Cecilion buradaydı… Onu hissedebiliyordu. Fakat neden gitmişti? Kafasındaki sorular birer birer belirirken, gülün zarif sapına dokunup düşüncelere daldı.

Bu kırmızı gül, bir veda mıydı? Yoksa bir söz mü? Carmilla, gülü avuçlarının arasında sıkıca tutarak kalbine yaklaştırdı. Parmaklarının arasından gelen dikenlerin hafif batışı bile ona hissettiği yoğun duyguları unutturamadı. Yavaşça başını çevirip pencereye baktı. Kapalıydı, ama Cecilion’un buraya gelmiş olduğu kesindi.

Carmilla’nın aklında bir sürü düşünce dolanırken, kalbinin hızla attığını hissedebiliyordu. "Neden gitmişti?" diye düşündü içinden. Bu gül bir veda mıydı, yoksa aralarındaki bağın simgesi mi? Bir süre pencereye boş boş bakarak, sessizce onun geri dönmesini diledi.

Küvetin dolduğunu fark ettiğinde çeşmeyi kapatıp derin bir nefes aldı. Ardından, kendini suyun içine yavaşça bıraktı. Soğuk su vücudunu sararken tüyleri ürperdi. Su, sanki onun ağırlığını ve düşüncelerini alıp götürecekmiş gibi görünüyordu, ama kafasındaki fırtınalar susmuyordu.

Suyun yüzeyinde yatarken gözlerini kapattı. Cecilion'un dokunuşlarını, onun karanlık ama bir o kadar da tutkulu varlığını hissediyordu. Kalbi hızla atıyordu, ama bu yalnızca ona duyduğu arzudan değil, aynı zamanda babasıyla karşılaşacakları tehlikeden de kaynaklanıyordu. Su, ona geçici bir huzur veriyordu, fakat düşünceleri hep Cecilion'la doluydu.

Onun varlığına karşı koyamayacağını biliyordu, ama aşklarının onları hangi karanlığa sürükleyeceğinden de korkuyordu.

Carmilla, suyun içinde yatarken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Cecilion'u bir kez daha görme arzusuyla içi titriyordu. Bu gece operada, onun sahnede olacağını biliyordu. Karanlık gözlerinin derinliğinde kaybolmayı, sadece bir kez daha göz göze gelmeyi ne kadar istediğini fark etti. Belki de son kez...

Bu düşünce kalbini sıkıştırdı. Her ne kadar tehlikeli bir oyun oynadıklarını bilse de, Cecilion'un ona olan etkisinden kaçamazdı. İkisini de bekleyen tehlikeleri bir anlığına unuttu; şu an, sadece onu görmek istiyordu. İçinde giderek büyüyen bu arzu, karanlık bir girdap gibi onu içine çekiyordu.

Küvetten çıktı, hızla kurulanıp geceye hazırlanmaya koyuldu. Bu gece operada Cecilion'u dinlerken onun gözlerine bakmak ve ne olursa olsun, ona bir kez daha yakın olabilmek için her şeyi göze alacaktı.

Carmilla, bu gece için özel olan siyah elbisesini dolabından çıkarıp ellerinin arasında nazikçe tuttu. Elbise, zarif ve sade bir tasarıma sahipti, sadece ince ve göz alıcı dantellerle süslenmişti. Gösterişten uzak, ama asil bir duruşu vardı. Yavaşça elbiseyi üzerine geçirirken kendini Cecilion'la buluşmaya hazırlanıyormuş gibi hissetti. Her hareketi bilinçli, her dokunuşu dikkatliydi.

Elbisenin ardından beyaz, zarif eldivenleri ellerine geçirdi. Neredeyse dirseğine kadar uzanan eldivenler, teniyle kontrast oluşturuyor, ona masum bir şıklık katıyordu. Aynada kendini son bir kez süzerken, gözlerinde kararlılık vardı. Cecilion’un sahnede ona bakarken göreceği şey, yalnızca bir izleyici değil, aralarındaki o derin bağın simgesiydi.

Bu gece, sahnede o varken, Carmilla kalabalığın içinde onun için parlayacaktı.

Carmilla, elbisesini tamamlamak için mücevher kutusundan kırmızı taşlı zarif bir kolye çıkardı. Kolyeyi boynuna takarken taşın parıltısı, teninin beyazlığıyla uyum içinde parladı. Sanki boynunda yanan küçük bir ateşti. Kolyenin zarifliği, elbisesinin sadeliğini kusursuzca tamamlıyor, ona asil bir hava katıyordu.

Takım olan kırmızı taşlı küpeleri de taktıktan sonra aynadaki yansımasına baktı. Kırmızı taşlar, siyah elbisenin içinde küçük ama göz alıcı bir detay olarak parlıyordu. Her iki küpe de aynı kolye gibi, sade ama derin bir anlam taşıyordu. Cecilion’un gözlerine baktığında, bu detayların fark edileceğini biliyordu.

Bu gece, sahnede sadece Cecilion’un performansını izlemekle kalmayacak; onun dikkatini ve kalbini de kazanmak için orada olacaktı.

(...)

Sr. Earl Ansaac, geniş çalışma odasında düşüncelere dalmış halde oturuyordu. Kulağına ulaşan dedikodular, soylu bir aileye mensup olan kızı Carmilla’nın, sıradan bir opera sanatçısıyla yakınlaştığını ima ediyordu. Bu düşünce, onun gururunu ve ailesinin itibarını zedeliyordu. Bir opera sanatçısı, hele ki geçmişi belirsiz bir adamla, böylesine derin bir bağ nasıl mümkün olabilirdi?

Gözlerini masanın üzerindeki belgelerden kaldırıp pencereden dışarı baktı. Kızının geleceğini tehlikeye atacak bir ilişkiye izin veremezdi. Ne kadar mütevazı ve etkileyici olursa olsun, Cecilion’un kim olduğunu bilmiyordu ve bilmediği bir adama kızını emanet etme düşüncesi onu öfkelendiriyordu. Ellerini masanın kenarına sıkıca bastırdı, parmakları beyazlaşana kadar gerildi.

“Bu dedikodular tamamen saçmalık olmalı,” diye mırıldandı kendi kendine, fakat içten içe duyduğu şüphe zihnini kemiriyordu.

Earl Ansaac, durumu daha fazla görmezden gelemezdi. Kızını korumak ve aile onurunu sürdürmek için harekete geçmeliydi. Bu sanatçının kim olduğunu öğrenip, gerekirse onu Carmilla’dan tamamen uzaklaştıracaktı.

Sr. Earl Ansaac kararını vermişti. Bu gece, Cecilion’un son gösterisi olacaktı. Her şeyin biteceği an yaklaşıyordu. Opera binasının mühürlenmesi için güçlü bir bahane bulmalıydı, çünkü böyle bir karar keyfi alınamazdı. Şehrin itibarına gölge düşürecek herhangi bir skandal veya güvenlik tehdidi yaratmak istemiyordu. Kızının adına layık bir gerekçe bulmak zorundaydı; aksi takdirde dedikodular sadece büyürdü.

Earl Ansaac'ın zihninde bir plan şekillenmeye başlamıştı. Belki de operada yangın güvenliğinin yeterli olmadığına dair bir rapor uydurulabilirdi, ya da Cecilion’un yabancı kimliği üzerine bir şüphe düşürebilirdi. Onu sürgün etmek, hem kamuoyu gözünde haklı bir adım olurdu hem de kızı Carmilla’yı bu tehlikeli yakınlaşmadan uzak tutardı.

Gösteriden sonra, Cecilion’la bizzat görüşüp onu şehrin sınırlarının dışına göndermek zorundaydı. Kibar bir üslupla, onun yeteneklerine olan hayranlığını dile getirecek, ama ardından kendi ailesinin iyiliği için böyle bir kararı aldığını belirtecekti.

O gece, Earl Ansaac, operaya gidip her şeyi gözlemleyecek ve kararını uygulamak için hazır olacaktı. Kızının geleceğini tehlikeye atmak istemiyordu. Ne pahasına olursa olsun, Cecilion’un şehirde kalmasını engellemeliydi.

Gece tüm ihtişamıyla çökmüştü. Avalor’un göz kamaştıran opera salonu, son bir kez Cecilion’un büyüleyici sesiyle dolup taşacaktı. Sahneye çıkmadan önce, içini tuhaf bir huzursuzluk kaplamıştı. Bu gece sadece bir veda değil, aynı zamanda içindeki derin bir sevdanın son yankısı olacaktı. Carmilla için bestelediği şarkılar, onun varlığına adanmış her bir nota, bu son performansta hayat bulacaktı.

Cecilion, sahne arkasında ağır adımlarla yürürken, içindeki karanlığı bastırmaya çalıştı. Carmilla’nın gözlerinde gördüğü o saf ışık, onun hayatındaki en kıymetli şey olmuştu. Ama bir Kan İblisi olarak, onun yanındaki varlığı tehlikelerle doluydu. Onu korumak için geri çekilmek zorundaydı, ne kadar acı verici olsa da.

Sahneye adım attığında, yüzünde maske gibi duran o sakin ifade yerini almıştı. Dinleyiciler büyülenmiş bir şekilde ona bakarken, Carmilla’nın salonun bir köşesinde oturduğunu hissedebiliyordu. Siyah elbisesi, zarif dantelleri ve kırmızı taşlı kolyesiyle ışıl ışıl parlıyordu. Cecilion’un gözleri bir anlığına onun gözleriyle buluştu. Sanki sadece ikisi vardı o an salonda. O bakışta her şey vardı: Arzu, özlem, ve kaçınılmaz veda.

Piyanonun ilk notaları havada yankılanmaya başladığında, Cecilion derin bir nefes aldı. Parmakları tuşlara dokunurken, yüreğinden kopan melodiler birer birer dile geliyordu. Her nota, Carmilla’ya fısıldadığı birer veda gibiydi. Karanlıkların içindeki yalnızlığını ve bu aşkı gizli tutmanın zorunluluğunu dile getiriyordu. Her kelime, Carmilla'nın ruhuna dokunacak, ona veda edecekti.

Carmilla, Cecilion'un bu içten melodilerini dinlerken kalbi sıkışıyordu. Şarkıların kendisi için yazıldığını, onunla paylaştığı mahremiyetin yankılandığını biliyordu. Her bir notada onun kalbini hissedebiliyordu, ama farkındaydı ki bu sondu. Dudakları titreyerek şarkılara eşlik ederken gözleri doldu. Cecilion, aralarındaki bu gizli aşkı en saf haliyle veda notalarında dile getiriyordu.

Cecilion, şarkının son notalarını çalarken, kalbi ağırlaşıyordu. Ne olursa olsun, Carmilla'nın mutluluğu her şeyden önce geliyordu. Ve bu yüzden bir yabancı gibi ondan uzaklaşacaktı.

Cecilion, şarkının sonuna yaklaşıyordu. Gözyaşlarını içindeki derin acıya gömmeye çalışırken, yüzünde o masum ifadeyi koruyarak sahnedeki yerini aldı. Performansının her anı, Carmilla'ya olan derin duygularını ifade ediyordu; her nota, her melodi, onun için bir veda hediyesiydi.

Cecilion’un parmakları tuşlara dokundukça, melodilerin derinliği ve duygusallığı daha da yoğunlaşmıştı. Her bir nota, onun içsel mücadelelerini ve sevgisini açığa çıkarıyordu. Gözleri, Carmilla’yı arıyor, ancak yalnızca uzaklığa odaklanıyordu. İçindeki duygusal yoğunluğu kontrol etmeye çalışırken, yüzündeki maskenin ardında gizlediği acıyı gizlemeye uğraşıyordu.

Sonunda performans sona erdiğinde, salonda derin bir sessizlik oldu. Cecilion, son bir kez derin bir nefes aldı, başını eğdi ve sahneden çekildi. Gözleri dolmuştu ama gözyaşlarını dökmeden kendini toparlamıştı. Bu son veda, onun tüm duygularını ve özlemini Carmilla’ya adadığı bir anıydı. Şimdi geriye sadece uzaklaşmak ve onu korumak için verdiği sözlere sadık kalmak kalmıştı.

Arkasına dönüp baktığında, Carmilla’nın gözlerinde beliren umut ve keder karışımını görmek zorundaydı. Bu son gecede, Cecilion’un içsel savaşını ve derin duygularını en iyi şekilde ifade ettiği performans, ikisi için de unutulmaz bir anı olarak kalacaktı. Artık yolları ayrılacak, ama bu gece yaşananlar, her ikisinin de kalplerinde ebedi bir iz bırakacaktı.

Cecilion, performansın ardından karanlık salonun köşesine çekildiğinde, derin bir yalnızlık hissetti. Alkışlar yavaşça kesilmiş, salonun sessizliği, içinde taşıdığı boşluğu ve kaybı daha da belirgin hale getirmişti. Bu gece, sevdiği kadına veda ederken, içindeki kederin ve yalnızlığın ağırlığı her geçen dakika daha da artıyordu.

Gökyüzündeki yıldızlar gibi, salonun karanlığı da Cecilion'un içsel boşluğunu yansıtıyordu. Her bir nota, her bir melodi, onun derin ve karmaşık duygularını dile getirmişti; ancak şimdi, performansın bitmesiyle birlikte, geriye yalnızca sessizlik kalmıştı.

Cecilion, yavaş adımlarla sahneden ayrıldı, içindeki boşluk ve kayıpla baş başa kalmayı sürdürdü. Artık yalnızdı ve kalbinin derinliklerinde, geçmişte bıraktığı anıların yankıları arasında kaybolmuştu. Sahnenin karanlığı, onun içsel karanlığını ve acısını daha da derinleştiriyordu. Bu son performans, onun için bir dönüm noktasıydı; hem veda hem de yeni bir başlangıçtı, ama şimdi sadece hüzün ve derin bir kayıptan başka bir şey hissetmiyordu.

Cecilion, sahnenin karanlığında yalnızca sessizliği dinlerken, arkadan gelen bir hareketin farkına vardı. Kalbi hızla çarpmaya başladı; gözleri gerilerek etrafı taradı. Carmilla’nın onu takip ettiğini fark etti. Kalbinde, onu bu gece son kez görmek için sabırsızlanan bir beklentiyle karışık bir korku vardı.

Cecilion, arkasında beliren silueti fark ederken, derin bir nefes aldı. O an, göz göze gelme düşüncesiyle başa çıkmak zorundaydı; çünkü bu, hem son veda hem de kalbini parçalayacak bir an olacaktı.

Carmilla'nın adımlarının yankıları karanlıkta belirginleştiğinde, Cecilion kendini kontrol etmekte zorlandı. Gözlerini kapattı ve içinde bir boşluk hissiyle, kalbinin çırpınışlarını dinlemeye başladı. Carmilla’nın varlığı, son bir kez daha bu geceyi hatırlatıyor, onu geçmişin anılarına ve geleceğin belirsizliğine sürüklüyordu.

Kendini dönüp onunla yüzleşmeye hazırlarken, içindeki duyguların karmaşıklığına ve yoğunluğuna teslim olmaktan başka bir şey yapamayacağını fark etti. Bu an, hem geçmişin hem de geleceğin birleşim noktasıydı; ve Cecilion, Carmilla’nın ona ne söyleyeceğini ve bu veda anının nasıl şekilleneceğini merakla bekliyordu.

"Cecilion..." diye başladı fısıltıyla karışık heyecanla. "Bu gece harikaydın, her zamanki gibi." Cecilion'un gözlerinde sessiz bir hayalin şekillendiği anda, etrafında hiçbir şeyin kalmadığını, sadece kendi içsel kaosunun yankılarını duyabildi. Sahne, önündeki boşluğa, sessizliğe ve yalnızlığa bürünmüştü. Gökyüzü kapalıydı, yıldızlar görünmüyordu; her şey karanlığa gömülmüş, zaman durmuş gibiydi.

Bir hayal sahnesinde, müzik ve dansın seslerinin hiçbiri duyulmuyordu. Sadece Cecilion’un içindeki derin boşluk ve karanlık, sessiz bir melodiyi yankılıyordu. Dans eden figürler, her hareketlerinde acı ve özlemi yansıtır gibi, ancak sadece görünmez bir seyirci için varmış gibi görünüyorlardı. Her adım, her dönüş, Cecilion’un içsel boşluğunu ve kaybolmuşluğunu daha da belirgin hale getiriyordu.

Cecilion, hayalindeki bu sessiz dansı izlerken, kalbinin derinliklerinden gelen bir acı ile baş başa kaldı. Gözleri kapalı, yalnızca kendi iç dünyasının ve kaybolmuşluk duygusunun yankılarıyla çevriliydi. İçindeki kaos, her geçen an biraz daha büyüyordu, ona yalnızlık ve belirsizlikten başka bir şey sunmuyordu.

Gözlerini açmaya cesaret edemedi; çünkü her şeyin çok sessiz ve karanlık olduğunu biliyordu. Hayalindeki dans, gerçeklikten uzak, yalnızca kendine ait bir yıkım ve sessizlik gösterisi gibiydi. Ve bu sessizlik, içindeki boşluğu daha da derinleştiriyordu, ona kendi kırılmış kalbiyle yüzleşmekten başka bir şey bırakmıyordu.

Cecilion, Carmilla’nın sessizliğin ortasında yankılanan sözlerini duyduğunda, içindeki düğüm daha da sıkılaştı. Kalbi, sözlerinin ardında yatan duyguların ağırlığını taşıyamayacak gibi atıyordu. Dudaklarını aralamaya cesaret edemedi; çünkü her bir kelime, onun için ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyordu.

Carmilla, yavaşça yaklaşarak Cecilion’un gözlerinin içine baktı. Gözlerinde bir parıltı, dudaklarında ise hafif bir gülümseme vardı. “Sana söylemek istediğim bir şey var,” dedi, sesindeki titreme kendisinin bile fark edemeyeceği kadar hafifti. “Gözlerindeki hüzün ve derinlik... Hepsi bana ait. Sana olan hislerim sadece bu geceyle sınırlı değil. Gerçekten seviyorum seni.”

Cecilion, Carmilla’nın bu sözlerini duyduğunda, kalbinin içinde patlayan bir alevi hissetti. Onunla geçirdiği her an, karşısındaki kadının sadeliği ve sıcaklığı, gözlerini bu anın gerçekliğine kapalı tutmaya zorladı. “Carmilla…” dedi, sesi zayıf ve titrek. “Bu gece benim için... her şeyin sonu. Seni korumak için buradayım, ama seni bırakmam gerekiyor.”

Carmilla, Cecilion’un bu sözlerine karşılık olarak gözlerini hafifçe kapattı ve derin bir nefes aldı. “Eğer sana ihtiyacım varsa, seni bulacağım,” dedi yumuşak bir sesle. “Bunu unutmamalısın.”

Sahnenin loş ışıkları altında, Cecilion ve Carmilla arasında sessiz bir an paylaşıldı. Her ikisi de birbirinin gözlerinde, kalplerinin en derin köşelerine ulaşan bir anlayış ve sevgi bulmuştu. Cecilion, son bir kez, Carmilla’nın bu anın güzelliğiyle dolu gözlerine bakarak, içindeki duyguların ağırlığıyla yüzleşmeye çalıştı. Ve sonra, derin bir nefes alarak, gözlerini kapattı.

Cecilion ve Carmilla, sessiz danslarının devamında birbirlerinin derinliklerine daha da yakınlaştılar. Dans, kelimelerden yoksun, yalnızca iki ruhun birbirine dokunuşlarıyla ifade edilen bir hikaye halini aldı. Her hareket, her adım, bir anlam ve bir his taşıyordu, ancak bu anlamlar ve hisler sadece onların arasında paylaşılıyordu.

Cecilion, Carmilla’nın gözlerine baktığında, ona duyduğu derin özlemi ve sevgiyi ifade eden bir sessizlikle karşılaştı. Kalpleri, birbiriyle uyumlu bir ritim içinde çarpıyordu; bu ritim, aralarındaki bağı daha da kuvvetlendiriyordu. İçindeki karanlık, Carmilla'nın varlığıyla biraz olsun aydınlanmış gibi hissetti, ama bu aydınlık geçici ve belirsizdi.

Dans, zamanın ve mekânın sınırlarını aşarak, onları yalnızca birbirlerine ve içsel dünyalarına çeken bir deneyim haline geldi. Her adımda, her dönüşte, bir parça daha yakınlaşıyorlardı; ancak aynı zamanda, bu yakınlaşmanın acı verici bir sonu olduğunu da hissediyorlardı.

Carmilla, Cecilion’un kollarında kendini güven içinde hissetti; ancak bu güven, aniden çözülebilecek bir ip gibi, her an kırılabilecek bir duyguydu. Cecilion, Carmilla’nın sıcaklığını ve varlığını hissederken, aynı zamanda kaybolmuş ve çaresiz hissetti. Son dansları, sadece bir veda değil, aynı zamanda yaşadıkları anların ve hissettikleri duyguların bir özeti gibiydi.

Dansın sonunda, Cecilion ve Carmilla birbirlerine son bir kez sarıldılar. Bu sarılma, her şeyin sona erdiğini, her şeyin bir noktada tamamlandığını gösteren bir işaret gibiydi. Karanlık, her şeyi içine alırken, bu son anı paylaşıyorlardı.

Ve sonunda, sessiz bir şekilde birbirlerinden ayrıldılar, sadece hafif bir dokunuş ve sessiz bir bakışla veda ettiler. İçlerinde, yaşadıkları anların ve hissettikleri duyguların ağırlığını taşıyarak, yalnızlık ve belirsizliğin içinde kayboldular.

Loading...
0%