@bloodcecilion
|
Cecilion ve Carmilla, karanlığın içinde birbirlerine sessiz bir ahitle bağlanmışlardı. Aralarındaki tutku ve çekim ne kadar güçlü olursa olsun, artık bu yolun geri dönüşü yoktu. İkisi de bunun farkındaydı. Gece, gökyüzünde asılı duran ay ışığı gibi soğuktu, ama aralarındaki sözlerin sıcaklığı onları sarmıştı. Cecilion, Carmilla’nın elini son bir kez sıkıca tuttu. Gözlerinde hem keder hem de derin bir kararlılık vardı. “Bu, bizim sırrımız,” diye fısıldadı Cecilion, sesinde bir ağırlık vardı. “Sakın kimseye bahsetme. Eğer öğrenirlerse... her şey mahvolur.” Carmilla, onun gözlerinin derinliklerine baktı, karşı konulmaz bir karanlık ve gizemle doluydu. "Kimseye söylemeyeceğim," dedi, sesi titrek ama kararlıydı. “Ne olursa olsun, bu yükü birlikte taşıyacağız.” Cecilion, başını hafifçe eğdi, dudaklarını bir an için Carmilla'nın alnına bastırdı. İkisinin de kaderi artık birbirine bağlıydı. "Bu, bir sınav olacak," dedi, gözlerinde karanlık ve belirsiz bir ifade vardı. "Bu yolda karanlık bizi sınayacak, ama geri çekilmeyeceğiz." Carmilla, tüm korkularını ve endişelerini bir kenara bırakarak, derin bir nefes aldı. "Ne olursa olsun... yanındayım." Dudaklarından çıkan her kelime, sanki ikisini de daha derin bir bağla birbirine kenetliyordu. Cecilion, Carmilla'yı son kez yatak odasının balkonuna bıraktı, ardından arkasını dönerek derin bir nefes aldı. Gökyüzüne baktığında, karanlık bulutlar hızla yayılıyordu. O karanlık onun müttefikiydi, ama aynı zamanda en büyük düşmanıydı. Kanatlarını açarak havaya süzüldü. Rüzgar, yüzünü sertçe yaladı, ama bu onu durdurmaya yetmezdi. Aralarında kurdukları gizli ahit, onu bir an olsun tereddüt ettirmedi. Carmilla, balkonda durup gökyüzüne baktığında, Cecilion'un süzülen siluetini izledi. Kalbi göğsünde hızlıca atıyordu. Bu yolculuk, ikisini de bilinmeyen bir geleceğe sürüklüyordu. Gözlerini kapadı, içindeki kararlılık ve arzu, korkusunu bastırıyordu. Ama her ikisi de biliyordu: Karanlık onları sınayacaktı. Ve bu sınav, hayatlarını geri dönüşü olmayan bir yola sokacaktı. Cecilion, karanlık gece göğünde süzülürken, açlık içini kemiriyordu. Uçurum’un derinliklerine doğru uçtu, her kanat çırpışı onu biraz daha karanlığın özüne yaklaştırıyordu. İnsanların arasında yaşamak, onların basit hayatlarının bir parçasıymış gibi davranmak, her geçen gün onun için daha büyük bir yük haline geliyordu. İçindeki açlık artık dayanılmaz bir hal almıştı. Carmilla’ya duyduğu çekim bile bu vahşi arzuyu bastırmaya yetmiyordu. Uçurum’a vardığında, derin soluklarla etrafını süzdü. Bu yer, onun gibi karanlık ruhlar için bir sığınaktı, ama aynı zamanda bir lanetti. Yıllardır süregelen açlığı bastırmak için burada avlanır, içindeki boşluğu bir süreliğine doldururdu. Ancak son zamanlarda bu bile onu tatmin etmiyordu. İnsanların dünyasında uzun süre kalmak, onun içindeki karanlık yaratığı giderek daha da güçsüzleştiriyordu. Uçurum’un derinliklerinden yükselen soğuk, ıslak hava yüzüne çarptığında, içini saran açlığı daha da derinleştirdi. Dudakları arasından hırıltılı bir nefes çıktı. Kendi içinde bir canavarla savaşıyordu. Bu, sadece bedensel bir açlık değildi, ruhunu tüketen bir boşluktu. Onu kontrol altında tutmak artık zorlaşıyordu ve her geçen gün, içindeki bu karanlık yaratık biraz daha özgürleşmek için çırpınıyordu. Kendi kendine fısıldadı, sesi soğuk ve çaresizdi. “Ne kadar daha dayanabilirim?” Bu sözlerle, pençeleriyle bir kaya parçasını kavrayıp durdu. Gözleri, Uçurum’un dibindeki karanlığı delip geçiyordu. İnsanların dünyasında sahte bir maske takmak, onun gibi bir varlık için her geçen gün daha büyük bir mücadeleye dönüşüyordu. Açlığını bastırmak artık imkânsız gibiydi. Kollarını iki yana açtı, göğsüne dolan vahşi rüzgarla birlikte derin bir nefes aldı. Artık bu açlıkla başa çıkmak zorundaydı. İnsanlar arasındaki yaşamı sürdürmek istiyorsa, en azından bir süreliğine bile olsa, bu canavarı beslemeliydi. Ancak ne kadar sürerse sürsün, bu açlık onu hep bir adım daha karanlığın derinliklerine çekiyordu. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Ama burada, Uçurum’da, bir süreliğine bile olsa kendini serbest bırakabilirdi. Cecilion, derin bir nefes aldı ve bir an için insan görünümünü terk ederek, illüzyonuna büründü. Bedenini saran karanlık, onu adeta yeniden şekillendirdi. Uzun süredir aç bir kurt gibi hissettiği için, illüzyonu da buna uygun hale geldi; güçlü pençelere, vahşi gözlere ve keskin dişlere sahip devasa bir yaratık olarak Uçurum’un derinliklerine doğru sürüklendi. İllüzyon, onun içsel açlığını ve av arzusunu yansıtıyordu. Gözleri avını ararken, her adımı yankılanan bir vahşetle doluydu. Artık sadece bir kurt değil, Uçurum’un derinliklerinde gezinen açlık dolu bir gölgeydi. Hiçbir şey yememiş gibi hissettiği günlerin hıncını alırcasına, yeraltının karanlık köşelerine dalarak avının izini sürdü. Karanlık orman boyunca süzülerek ilerledi. Her köşe, her gölge potansiyel bir av demekti. Hışırtılar, dalların çıtırtısı, yerde gezinen hayvanların zayıf nefes alışları onu daha da keskinleştirdi. Uçurum’da yaşayan diğer varlıklar da açtı, ancak Cecilion’un açlığı bambaşkaydı—daha derin, daha yırtıcı. Gözleri, karanlıkta avını ararken, avcı içgüdüleriyle dolup taşıyordu. Ay ışığı seyrek ağaçların arasından süzüldü, gölgeler daha da derinleşti. Kurt suretinde olmanın verdiği avantajla, sessizce bir yaratığın kokusunu aldı. Yere daha yakın eğildi, adımlarını daha da dikkatli atmaya başladı. İleriye doğru ani bir atılışla hızlandı, pençeleri toprağı kazırken vücudu hızla ilerledi. Ağzından çıkan buhar gibi nefesi, soğuk havada yayıldı. Her geçen saniye, içindeki açlık biraz daha büyüyordu. Ama avını yakalamak üzereydi. Bu açlık, onun gücünü geri getirecek, onu bir süreliğine bile olsa bastıracaktı. Yine de bu av, içindeki karanlığın sadece yüzeyini doyurabilecekti—ama Cecilion, başka şansı olmadığını biliyordu. Cecilion’un pençeleri ceylanın narin bedenini sıkıca kavradı. Açlığı o kadar güçlüydü ki, ne gördüğüne ne de duyduğuna aldırmıyordu. Dişleri ceylanın şah damarına yaklaşmıştı ki, birden avının bedeninde bir değişim başladı. Ceylanın ince derisi ve kürkü, hafifçe titreyerek yerini insan derisine bıraktı. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü; avı zarif bir kıza dönüşmüştü. Ama Cecilion’un açlığı mantığını bastırıyordu. Kurt suretinde olmanın vahşi içgüdüleriyle dolup taşmıştı. Önünde diz çökmüş, ona korkuyla bakan bu kızın çaresizliği, içindeki avcının daha da güçlenmesine neden oldu. Bir an için şaşkın bakışlar içinde kilitlenip kaldı, ama sonra o vahşi arzu geri döndü. Gözlerinde yanan açlık ve karanlık, avın insana dönüşmesine aldırış etmiyordu. Artık her şeyin önüne geçen tek bir şey vardı: beslenmek. Ceylanın yerine geçen bu genç kızın titrek nefesini ve korkuyla dolu gözlerini görmezden gelmeliydi. Elleri hâlâ onu yere bastırmış, bedeni sımsıkı kilitlenmişti. Kızın sesi, fısıltı halinde titredi. "Lütfen..." Bu yalvarış, Cecilion’un kulağında sadece uzak bir yankı gibi geldi. İçindeki karanlık varlık, durmak istemiyordu. Dudakları hafifçe gerildi, dişlerini ortaya çıkararak kızın narin boynuna yaklaştı. Aralarında yalnızca birkaç nefeslik mesafe kalmıştı, ama kurtun aç gözleri hiç tereddüt etmiyordu. Bu anda, içinde beliren bir düşünce, onun zihninde yankılandı. Duracak mısın? Bu, kim olduğunu hatırladığın an mı olacak, yoksa gerçek benliğine teslim mi olacaksın? Ama kurt durmak bilmiyordu. Tek bir hamlede, dişleri kızın sıcak tenine değecekti... Cecilion'un dişleri kızın narin boynuna yaklaştıkça, içindeki vahşi açlık giderek daha da yoğunlaştı. Gözleri yavaş yavaş kırmızı bir parıltı kazanıyor, avcının heyecanı bedenine doluyordu. Ancak tam o anda, kızın fısıltı dolu, titrek sesi yine kulaklarına çalındı. "Lütfen... beni bırak." Bu sözler, Cecilion’un zihninde yankılandı, onu anlık da olsa duraksattı. Gözlerinin önüne Carmilla'nın yüzü geldi, onun sıcaklığı, cesareti ve inatçılığı… İçinde yankılanan çatışma, avının canını almakla aralarındaki o ince bağın sınırında duran bu zarif kıza kıymak arasında gidip geliyordu. Ama kurt durmak bilmiyordu. Cecilion'un bedeninde vahşi arzunun kontrolü ele geçirdiği o karanlık an, dişleri kızın boynuna değmek üzereyken, bir anlığına titredi. Kurt, içinde boğulmaya başladığı karanlıkta yüzeye çıkmaya çalışan bir hatırlamayla savaşıyordu. Ama açlığı o kadar büyüktü ki, farkına bile varmadan dişleri narin teni sıyırmaya başladı. Tam o anda, kızın gözlerinden bir parıltı yükseldi. Sanki ruhunun derinliklerinden gelen bir ışık, Cecilion’un vahşi benliğini birkaç saniyeliğine geri püskürttü. Cecilion, nefes nefese durdu, dişlerini geri çekti. Kalbi hızla atıyordu, kanının içinde dolaşan açlık hâlâ baskındı, ama bir şeyler onu durdurmuştu. Geri çekildiğinde, kızın bedeninde hala yaşamın titrek izleri vardı. Gözleri, dehşet ve minnetle ona baktı, ama sesi çıkmadı. Cecilion'un karanlık gözleri, kendi ellerine baktı, tüyleri kabarmış vahşi pençelere dönüştüğünü görüyordu. Ama onun derinliklerinde bir savaş daha vardı—insanlığı ile içindeki karanlık yaratık arasındaki bitmek bilmeyen kavga. Bir adım geri attı, pençeleri toprağı kazıdı. Kızın gözleri bir an için onun insan yüzüne baktı, sanki kurt maskesinin ardında kim olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi. Ve o anda, Cecilion, geri dönüşü olmayan bir kararın eşiğinde olduğunu anladı. Onu öldürmeyecek miydi? İçindeki ses soruyordu, ama aynı zamanda onu daha fazla uzaklaştırıyordu. Bir anlık tereddütten sonra, kurt suretindeki Cecilion derin bir hırlamayla geri çekildi. Kanatlarını hızla açtı ve gökyüzüne doğru süzülmeye başladı, karanlığın içine doğru kaybolurken, arkasında hala yaşayan ama korkuyla titreyen kızı bıraktı. Cecilion, havada süzülürken göğsünde büyüyen açlığı bastırmak için hırsla dişlerini sıktı. O narin kızın ruhundaki ışık onu durdurmuştu ama bu, açlığını bastırmaya yetmeyecekti. Karanlıkla bütünleşen varlığı, bir kez daha beslenmek zorundaydı. İnsani tarafı, avını bırakmasını sağlamıştı belki, ama kurt içgüdüleri daha fazlasını istiyordu—ve şimdi daha tehlikeliydi. Daha güçsüz birini bulmalıydı. Daha önemsiz... Ona karşı koyamayacak kadar zayıf bir can. Avının kanını emse bile iz bırakmayacak, onu durduracak bir ışık barındırmayacak bir kurban... Cecilion, gözleriyle aşağıdaki karanlık ormanı taradı. Gölgeler arasındaki en ufak bir hareket, dikkatini çekmeye yeterdi. Soğuk bir rüzgar tenine değdiğinde, tekrar kurt suretine büründü. Daha basit, daha kolay bir hedef arıyordu. Gözleri bir anda bir harekete odaklandı. Ormanın derinliklerinde, çaresizce dolaşan bir insan... Kaybolmuş ve muhtemelen korkmuş bir adam. Çaresizlik kokusu havada asılıydı, Cecilion’un açlığını daha da körüklüyordu. Kendini yere bırakarak avına doğru hızla süzüldü. Pençeleri sessizce toprağı sıyırdı, kurt formunda adımlarını hızlandırdı. Gözleri artık tamamen karanlık bir parıltıyla doluydu—ne merhamet ne de tereddüt vardı içinde. Bu kez durmayacaktı. Adamın arkasına yaklaştığında, dişleri hırlayarak açığa çıktı. Tek bir hamlede onu yere yatırdı. Avının zayıf nefesiyle birlikte Cecilion, onun çaresiz bedenini altına alıp tam boynuna yaklaştı. Adam, korkuyla titriyordu, ama bu sefer Cecilion durmayacaktı. Dudakları adamın damarlarına kapanırken, kanın sıcaklığı tüm bedenine yayıldı. İçindeki açlık kısa süreliğine yatışmıştı. Ama Cecilion, her bir damla kanın onun karanlık benliğine daha da derinlemesine nüfuz ettiğini hissediyordu. O an, bir kez daha kim olduğunun farkına vardı—bir kurt, bir avcı... ve kimseye merhamet göstermeyen bir yaratık. Kan içindeki karanlık, onun güçsüz benliğini bir kez daha ele geçirmişti. Cecilion gökyüzüne tekrar süzülmeden önce avının son nefesini hissederek derin bir nefes aldı. İçindeki açlık kısmen de olsa bastırılmıştı. Fakat, bu sadece geçici bir rahatlamaydı. O, her şeyden önce bir vampirdi, bir Kan İblisi. Kan, onun varoluşunun merkezinde duruyordu ve bu açlığı dindirmeden kendine hâkim olamazdı. Açlığını kontrol altında tutamadığı her an, karanlık tarafı daha da güçleniyordu. Ne kadar inkar etmeye çalışsa da, içindeki canavar her geçen gün büyüyordu. İnsanların arasında yaşamak, onlardan biri gibi görünmek onun laneti olmuştu. Oysa gerçek doğası, kontrol altına alınamaz bir şeydi; kanla beslenmek zorundaydı. Her seferinde daha da tehlikeli olma riskiyle karşı karşıya kalıyordu. Durmalı, kendini doyurmalı, diye düşündü. Yoksa bu sefer... dönüşü olmayan bir yola girecekti. Yere inip gölgelerin arasında yürümeye başladı. İçinde her an patlamaya hazır bir volkan gibi hissettiği açlığı daha da bastırmaya çalıştı. Ama kontrol edemediği o karanlık, sürekli zihninde yankılanıyordu. Her an bir başka kurban arıyordu, bir başka av... Eğer hemen kanla beslenmezse, önüne çıkan herkese saldıracak hale gelebilirdi. Ay ışığı ormanın derinliklerini aydınlatırken, Cecilion bir an durdu ve gökyüzüne baktı. Gölgeler arasında bir figür gördü. Bu sefer daha dikkatli olmalıydı. Kendi içindeki savaşı kazanmak için en azından şu anlık açlığını tamamen doyurması gerekiyordu. Kendini dizginleyemezse, yalnızca o değil, çevresindekiler de mahvolacaktı. Bir adım daha atıp yaklaşırken gözleri bir av daha buldu. Bu sefer titremiyordu, tereddüt etmiyordu. Kan... diye fısıldadı içinden. Beni tamamlayacak tek şey bu. Ellerini uzatıp avını hızla yakaladı. Kanın sıcaklığı bir kez daha tüm bedenini sarmaya başladığında, gözleri karanlık bir parıltıyla doldu. Tek bir yudum, tek bir damla, onu daha güçlü, daha kararlı yapacaktı. Fakat içindeki o savaş henüz bitmemişti. Bu kaçış sonsuza dek süremezdi... (...) Carmilla, yatakta sırtüstü uzanmış, tavana bakarken parmak uçlarını hafifçe yastığının kenarına sürtüyordu. Loş Ay ışığı, odasına ince bir perde gibi süzülüp tüm karanlığına rağmen bir huzur bırakıyordu. Ama Carmilla’nın içindeki huzursuzluk bundan çok daha derindi. Gözlerini kapattığında, Cecilion’un karanlık gözleri her ayrıntısıyla zihninde canlanıyordu—derin, gizemli ve ona karşı koyamayacak kadar güçlüydüler. Kalbi, onunla geçirdiği anları hatırladıkça hızlanıyordu. Cecilion’un soğuk ve mesafeli tavrı bile içindeki o çekimi yok edememişti. Tam tersine, sanki ona karşı daha da derin bir arzu hissetmesine neden olmuştu. Gözleri kapalıyken, onu yine yanında hissetti. O gece dudaklarına kapanan, ama ruhuna dokunmaktan çekinen adamı... Soğuk bir maskenin ardında sakladığı içsel fırtınalarıyla dolu olan o karanlık adamı. Neden böylesine çekiliyordu ona? Kendi içindeki bu duygu ona hem yasak hem de imkansız geliyordu, ama her an, her nefeste onu daha çok arzuluyordu. Sanki Cecilion’un gölgesi bile yanında, tenine değen bir rüzgar gibi varlığını hissettiriyordu. Birkaç saat önce onu balkonda bırakıp gitmişti, ama şimdi odasında, her nefesinde onun varlığını duyuyormuş gibiydi. Kendi karanlığına çekilen adam, sanki bir parçasını da yanında götürmüştü. Carmilla, derin bir iç çekişle gözlerini açtı. Tavana bakarken parmakları arasında hissettiği soğuk, Cecilion’un varlığı gibiydi. O soğukluk, aslında ona ait bir sıcaklığa dönüşüyordu zihninde. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. İçindeki arzuyu reddedemezdi. Cecilion'u bulmak zorundaydı. Carmilla'nın içinde yankılanan bu düşünce, derin bir korkuyla harmanlanmıştı. Babası, şüphesiz ki bu ilişkiyi asla kabul etmezdi. Onun sert ve otoriter yapısı, özellikle soylu bir ailenin kızı olarak Carmilla’nın toplum kurallarına uymasını gerektiriyordu. Cecilion gibi gizemli ve tehlikeli bir adam, bu kuralların tamamen dışında, yasak bir sınırdaydı. Carmilla’nın babası, aralarındaki bu bağı öğrendiğinde durmayacaktı. Kızı için geleceği çoktan planlanmıştı: Güçlü ve zengin biriyle evlenmesi gerekiyordu, soyunun devamını sağlayacak politik bir evlilik. Fakat Cecilion, tüm bu beklentileri yerle bir ediyordu. Onunla olan bu yasak bağ, sadece bir skandal değil, aynı zamanda Carmilla'nın hayatını altüst edebilirdi. Ama Carmilla, kalbinin sesini bastıramıyordu. Cecilion... O adam onun için bir tutku haline gelmişti. Onun karanlıkla sarmalanmış ruhunu gördüğünde, aralarındaki çekim daha da derinleşmişti. İkisi de yalnız ve birbirine mahkum gibiydi. Fakat bu aşk, ne kadar mahrem ve masum olursa olsun, ortaya çıkarsa herkesin hayatını paramparça edebilirdi. “Bunu kimse bilmemeli,” diye fısıldadı kendi kendine, yastığa başını daha da gömerken. Cecilion için dayanmak zorundaydı. Babası, bu ilişkiyi öğrenirse asla izin vermezdi. Hatta Cecilion’u yok etmek için her şeyi göze alırdı. Carmilla’nın gözleri bu düşünceyle büyüdü. O, Cecilion’u kaybetmeyi göze alamazdı. İkisi arasındaki bu yasak aşk, gizli kalmalıydı. Kimse bilmemeliydi... Hiç kimse. İçindeki bu karmaşık duygularla ellerini sıkıca yumdu. Aşkı, tehlikeli bir sır olmuştu. Babası fark etmeden, Cecilion'la aralarındaki bu bağı korumak için her şeyi yapacaktı. Carmilla, derin bir nefes alarak gözlerini yavaşça yumdu. Cecilion’un karanlık gözleri zihninde canlanıyordu; onun dokunuşunu, soğuk ve gizemli varlığını tüm benliğiyle hissediyordu. Şimdiden onu özlemişti—her anını, her nefesini. Ama bu özlem onu bitirmek yerine, içindeki aşkı daha da büyütüyordu. Cecilion… Ona fısıldayan iç sesi, aralarındaki bağı güçlendiren bir yankı gibiydi. Kalbindeki bu özlem, her geçen saniyede daha da derinleşirken, onunla tekrar buluşacakları ânı beklemek zorundaydı. Aşkları yasak, tehlikeli ve her an patlayabilecek bir sır gibiydi, ama Carmilla tüm risklere rağmen bu sevgiden vazgeçmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu. Yastığa daha da gömülerek, Cecilion’un hayaline sarılır gibi yaptı. Zihninde onunla buluştu, o gece balkonda dudaklarında hissettiği soğuk öpücüğü hatırlayarak derin bir iç çekti. O ânı bir daha yaşayabilmek için sabırla bekleyecekti. Geceler uzadıkça özlemi büyüyecek, ama aşkları da güçlenecekti. Cecilion için sabredecek, onunla tekrar buluşacakları o anı sessizce özleyecekti. Carmilla’nın kalbi her atışında onun için çarparken, içindeki bu yakıcı özlemle birlikte uykuya dalmıştı. |
0% |