@bloodcecilion
|
Başını hafifçe eğip, kadına doğru nazik bir selam verdi. Bu basit hareket, içinde sıkışıp kalan duyguları biraz daha dışarı atmaya çalışıyordu. Ardından, ağır adımlarla salonun gürültüsünden ve parlak ışıklarından uzaklaşmaya başladı. Her adımı, salondan ne kadar uzaklaştığını hissettiriyordu. Gecenin neşesi, içinde hapsolmuş bir boşluk gibi büyüdü. Viego’nun ardında, salona geri dönen bakışlar ve mırıltılar vardı. Kimse onun içsel karmaşasını, yaşadığı kararsızlığı ve kaybolan anıları anlayamazdı. Kadınla yaptığı anlık etkileşim, onun dünyasında derin izler bırakmıştı. Ama bu gece, salondaki ışıklar, gölgelerin ve duyguların arasında kaybolan bir adamın peşinden gelmeyecek kadar yoğun ve karışıktı. Viego, köşeye çekilirken, sanki tüm salonun uğultusu ve neşesi yavaşça silinip gitmiş gibi hissetti. Artık o zarif ve parlak ortamdan uzakta, soğuk ve karanlık bir köşede yalnız kalmıştı. Kılıcını sıkıca kavrarken, uç kısmını neredeyse yerin soğuk taşlarına saplayacak kadar sert bir şekilde bastırdı. Rüzgarın, geceyi ve acısını taşıyan soğuk dokunuşu tenine değip geçti. Gözleri ise boşlukta, geçmişin silik anılarına dalarak sabitlenmişti. "Bir zamanlar çok güzeldik..." diye fısıldadı, sesi kendine bile yabancıydı. Bu sözler, içinde biriken bir hüzün ve özlemle yankılandı. Kulaklarında, onun zarif gülüşü hala çınlıyordu; ellerinin dokunuşu, bir zamanlar her şeyin anlamıydı. Viego, her anın içinde kaybolmuş gibi, kaybettiği her şeyi yeniden yaşamak istiyordu, ama bunun imkansız olduğunu biliyordu. Acıyla yutkunarak, derin bir iç çekti ve gözlerini kapadı. Kalbindeki acı, geçmişin izlerini taşırken, o eski ışık artık yoktu. "Yolumu aydınlatan yıldızdı. O olmadan... karanlık," dedi, sesi kısılmıştı. Ne kadar zorlasa da, karanlık, içinde bir engel gibi büyüyordu. Kalbindeki boşluk, her geçen saniyede daha da genişliyordu, derin bir yalnızlık içinde kayboluyordu. "Acıyor, kalbim... Çok acıyor." dedi, bir hıçkırık gibi. Bütün bu duyguların içinde, sadece acıyı hissedebiliyordu. Her geçen dakika, geçmişin gölgeleri onu daha da sarıyor, karanlık onu daha çok içine çekiyordu. Yalnızlık ve kaybolmuşluk, en derin yarasına dokunuyor, onu daha da kırıyordu. Viego, ruhundaki boşluğu hissederken, zaman bir an için durdu. Gözlerinin önünde, kaybettiği ışık, kaybolmuş umutlar ve ölü bir yıldızın hatırası gibi parlıyordu. Ama bu gece, o ışığın geri dönmeyeceğini biliyordu. Kulaklarını aniden bir kahkaha sardı. Zihninin derinliklerinde karanlık tarafından gelen bir kahkahaydı bu. "Zavallı Viego..." dedi zihnindeki ses. "O, Viego'yu öldürdü unuttun mu? O bizi öldürdü!" Zihnindeki sesler büyürken dişlerini nefretle sıktı. Karanlık tarafına karşı kulaklarını kapatmak istedi. Viego, soğuk rüzgarın içinde yalnızlığa gömülürken, aniden arkasından sarılan nazik, ama güçlü bir dokunuşla irkildi. Bir an için ne olduğunu anlamadan donakaldı, gözleri hala boşlukta sabitken. Ancak hemen ardından, vücudu sakinleşti ve yavaşça, bilinçsizce kendini amcası Vladimir'in kollarına bıraktı. Vladimir'in güçlü kolları, onu güvenle sardı. O an, her şeyden önce, içindeki acıyı bir nebze olsun unutmak için bir sığınak arayışında gibiydi. Bir an için, o sert ve karanlık adam, sanki bir çocuğa dönüşmüş gibi, sadece bir korumaya, bir güvenliğe ihtiyaç duyuyordu. Göğsünde hissettiği ağır yükü, elindeki kılıcı bir toz gibi kaybolmuş gibi, sadece o anın içine bırakmıştı. Gözlerinde biriken yaşlar, bir kayıptan daha fazlasını, belki de yıllardır süregelen derin bir hasreti taşırdu ama sesi çıkmıyordu. Vladimir, Viego'nun başını göğsüne yaslarken, onu dikkatle izledi. Bir an için o güçlü, karanlık adamın da acıya dayanamayacağını fark etti. Duygularını saklamakta zorlanan, kırılgan bir adam, bir zamanlar kaybettiği her şeyin ardından kendini kaybetmişti. Vladimir, amca olarak, belki de en iyi bildiği şekilde, karanlıkta kaybolan yeğenine sessizce teselli sunuyordu. "Endişelenme, Evlat," dedi Vladimir, sözlerinin derinliğinde, yaşadığı tüm acıyı bir nebze olsun anlamaya çalışan bir ton vardı. "Gözlerini açıp bakman gereken bir şey var. Kaybettiklerini geride bırakmalısın." Viego, Vladimir'in kollarında kalırken, bu sözler onu bir nebze olsun sakinleştirse de, içindeki boşluk ve acı, hala gitmemişti. Ama en azından, o an, amcasının kollarında bir anlık bir sığınak bulmuştu. "Annemi hiç görmedim..." diye fısıldadı, kelimeleri derin bir boşluğa düşerken. "Babam… beni hiç sevmedi. Hiç kimse beni onun kadar sevmedi." Sesindeki sızlama, tüm içindeki karanlık ve hüzünle birleşerek, geceye derin bir yankı bırakıyordu. Her kelime, kaybolmuş bir sevgiyi, eksik bir hayatı anlatıyordu. Yıllarca bastırılmış acı, şimdi amcasının güçlü kollarında dökülüyordu. Viego'nun dudaklarından dökülen kelimeler, acıyla yoğrulmuş, boğazından çıkarken zorla ve hıçkırıklarla kesiliyordu. Gözlerinde biriken yaşlar, geçmişin derin yaralarını açığa çıkarıyordu. Annesinin sıcaklığı, babasının sevgisizliği… O kadar uzun zamandır içini kemiren bu sorular, şimdi birdenbire büyük amcasının kollarında dökülüyordu. Vladimir, yeğeninin kalbindeki bu derin boşluğu hissetti. Gözleri, eski zamanların izleriyle dolu bir ifadeyle, sessizce onu izledi. Bu kadar acı, bu kadar kayıp… Ne kadar güçlü bir adam olursa olsun, insanın kalbi hala bu kadar kırılgandı. "Yine de seni seviyorum, Evlat," dedi Vladimir, sesindeki sertlik yerine yumuşak bir anlayışla. "Baban seni sevmedi, belki de sana ne kadar acı çektirdiğini fark etmedi ama… Ben seni seviyorum." Viego, amcasının bu sözleriyle biraz daha rahatlamış hissediyordu. Ama içinde, o kaybolmuş sevgiyi, bir zamanlar kaybettiği annesinin şefkatini ve babasının soğukluğunu bir arada taşıyan o boşluğu, hala hissediyordu. Bu sığınak, belki de kısa bir süreliğine ona huzur verse de, kaybolan geçmişin acısı hala içinde büyüyordu. "Neden amca? Neden?" diye sordu, bu sefer sesi daha fazla kırılganlıkla titreyerek. İçindeki boşluğu, amcasının kollarında biraz daha aralamak istiyordu. Yalnızca bu acı, bu keskin ve soğuk gerçeklik içinde nasıl devam edeceğini bilmiyordu. "Onu sana vermek istedim..." dedi, sesinde bir tür pişmanlık belirdi. "Mektubumu yanıtlasaydın... Şimdi kaderi ben de değiştiremem Evlat..." Vladimir’in sesi, her kelimeyle daha da derinleşen bir hüzün barındırıyordu. Her zaman güçlü, karanlık bir figür olarak bilinen adam, şimdi bir anlığına zaafını, kendi içindeki acıyı açığa çıkarıyordu. Viego’nun derin sorusuna yanıt verirken, yılların yükü birden omuzlarına çöküyordu. Vladimir'in gözleri, bir zamanlar yazdığı mektubun satırlarını, belki de kaybettiği bir şansı, belki de geleceği değiştirebilecek bir kararı hatırlayarak boşluğa kaydı. O an, geçmişte bir şeyler yapabilseydi, belki de Viego’nun kalbindeki bu boşluğu doldurabileceğini düşünüyordu. Ama her şey şimdi geride kalmıştı. Zaman geri alınamazdı. Viego, amcasının sözlerinin ağırlığını hissetti. Bu kadar uzun zamandır içindeki acıyı bastırmış ve kaybolmuş sevgileriyle yaşamışken, amcasının bu itirafı ona bir çıkmaz gibi geliyordu. İçindeki kırıklar, daha da derinleşmişti. "Benim için çok geç, amca," dedi Viego, gözlerini hala yere sabitleyerek, ama içindeki kırılganlığı da inkar edemez bir şekilde sesinde hissettirerek. "Beni savunacak birisi yok. Ve zaman çoktan geçti…" "Evlat, hiçbir şeyin geç olduğunu düşünme," dedi Vladimir, bu kez daha yumuşak bir tonla, ama yine de karanlık bir gerçeklikten kaçamayan bir sesle. "Geçmişin seni ezmesine izin verme. Yarın, geleceğin her zaman mümkündür." Vladimir, yeğenine yaklaşırken, soğukkanlılığı bir nebze olsun kırıldı. Amcasının bu acı sözleri, içindeki hisleri daha da karmaşıklaştırıyordu. Viego’yu savunmak, ona karşı durmak, ona daha fazla yakın olmak istemişti ama artık bu sözler, aralarındaki uçurumu daha da genişletiyordu. Viego, kelimeleri fısıldarken, kendini bir nebze olsun rahatlatmaya çalışıyordu. Her bir cümlesi, içindeki karanlık düşünceleri ve acıyı biraz daha derinleştiriyordu ama yine de bir umut kırıntısı bırakmak istiyordu. Viego, kelimeleri fısıldarken, kendini bir nebze olsun rahatlatmaya çalışıyordu. Her bir cümlesi, içindeki karanlık düşünceleri ve acıyı biraz daha derinleştiriyordu ama yine de bir umut kırıntısı bırakmak istiyordu. “Yakında bu uzun ve acımasız gece sona erecek. Ama henüz değil...” dedi, sözleri düşük bir tonda, kendini avutmaya çalışır bir şekilde. Söyledikçe, geceyi aydınlatan her küçük ışık, ona biraz daha uzaktı. İçindeki karanlık, hüzün ve kayıp, sanki hiçbir şeyin ona yardım edemeyecekmiş gibi büyüyordu. Ama yine de, zamanla her şeyin değişeceğine dair bir umut, derinlerde bir yerlerde var olmaya devam ediyordu. Bu karanlık gecenin bir gün sona ereceğini kabul etmek, belki de içindeki acıyı biraz olsun hafifletebilirdi. Fakat o an, bu gece sona ermeyecek gibi hissediyordu. Vladimir, yeğeninin içsel çatışmalarını fark etmişti. Bu acı, bir zamanlar kaybettiği birini, belki de kaybolan bir sevgiyi hatırlatan acıydı. Viego'nun fısıldadığı sözler, Vladimir’in de içindeki karanlıkla buluşmuştu. Kendi geçmişinde kaybettiği şeylerin ve pişmanlıklarının yankıları, ona daha derin bir empati sunuyordu. “Henüz dedi, sözleri düşük bir tonda, kendini avutmaya çalışır bir şekilde. Söyledikçe, geceyi aydınlatan her küçük ışık, ona biraz daha uzaktı. İçindeki karanlık, hüzün ve kayıp, sanki hiçbir şeyin ona yardım edemeyecekmiş gibi büyüyordu. Ama yine de, zamanla her şeyin değişeceğine dair bir umut, derinlerde bir yerlerde var olmaya devam ediyordu. Bu karanlık gecenin bir gün sona ereceğini kabul etmek, belki de içindeki acıyı biraz olsun hafifletebilirdi. Fakat o an, bu gece sona ermeyecek gibi hissediyordu. Vladimir, yeğeninin içsel çatışmalarını fark etmişti. Bu acı, bir zamanlar kaybettiği birini, belki de kaybolan bir sevgiyi hatırlatan acıydı. Viego'nun fısıldadığı sözler, Vladimir’in de içindeki karanlıkla buluşmuştu. Kendi geçmişinde kaybettiği şeylerin ve pişmanlıklarının yankıları, ona daha derin bir empati sunuyordu. “Henüz değil, ama bir gün…” dedi Vladimir, az da olsa umut barındıran bir şekilde. “Bir gün bu gece sona erecek, Evlat. Ve o zaman senin karanlıklarındaki ışığı bulmanı sağlayacak bir şey olacak.” Swain, kendine güven dolu adımlarla kızların arasından ayrıldığında, yüzünde elde ettiği zaferin gururuyla gözleri hemen Vladimir’i aramaya başladı. Sadık beyaz kuşu, omzuna konarak ona yol gösterircesine sessiz bir haberci gibi duruyordu. Kuşun varlığını fark edince, Vladimir'in dışarıda olduğunu anlamıştı. Soğukkanlı bir ciddiyetle ağır adımlarla kapıya yöneldi, gözleri keskin bir bakışla dışarıyı tarıyordu. Bir süre sonra, Vladimir’i uzakta, yeğeni Viego’yu kucaklarken buldu. Gözleri bir an için ikisinin üzerinde sabitlendi; içinden kısa bir nefes alıp verdi. Gözlerini hafifçe kapatıp açtı, adımlarını yavaşlattı. Bir yandan onların sağ salim olduğunu gördüğü için rahatlamıştı, ama diğer yandan bu ani kayboluşları onu içten içe kızdırmıştı. Birlikte geldikleri bu gecede, böylesine kalabalık ve dikkat çeken bir davette ansızın ortadan kaybolmaları, Swain’in beklemediği bir şeydi. Swain, birkaç adım ötede durdu, gözlerini Vladimir’e sabitleyip ifadesiz ama anlam yüklü bir bakış attı. Sanki sessizce, “Bir açıklaman var mı?” der gibi bakıyordu. Ancak, Vladimir ve Viego arasındaki bu anın derinliğini fark edince, sert bir şey söylemek yerine dudaklarında hafif bir kıvrılma belirdi. Aralarındaki bağın farkındaydı ve belki de bu geceye bir anlam katan şeylerden birinin tam da bu bağ olduğunu hissetti. “Umarım konuşmanız, baloya dönmek için yeterince uzun sürmüştür,” dedi sonunda, sesinde alaycı ama bir o kadar da samimi bir tonla. Gözlerini Viego’ya çevirip omuz silkerek ekledi, “Bize katılacak mısınız, Lord Viego, yoksa sizi bir süre daha mı yalnız bırakmalıyız?” Swain, soğuk ama sadık gözleriyle onların yanında beklerken, Vladimir ve Viego’yu koruma içgüdüsü, her zamanki gibi sessizce ama güçlü bir şekilde oradaydı. Vladimir, Viego’nun içinde bulunduğu hüzünden yavaş yavaş toparlandığını hissettiğinde, ona son bir şefkatli bakış atarak ağır hareketlerle kollarını indirdi. Viego’yu nazikçe bırakıp derin bir nefes aldı ve ardından gözlerini Swain’e çevirdi. Swain’le aralarında sessiz bir anlaşma, kelimelere dökülmeyen bir diyalog vardı; gözleriyle Swain’e bakarken, yüzünde anlam dolu, neredeyse dostça bir ifade belirdi. Swain, Vladimir’in bakışlarını yakalayınca, derin bir nefes alarak başını hafifçe eğdi. Onların böylesine güçlü ve karmaşık duygular içinde kaybolduğu anı görmezden gelecek, bu zayıflık anlarını başka kimseye belli etmeyecekti. Vladimir’in yüzündeki ifade, ona güveniyordu; Swain bunu anladı ve içten bir bağlılıkla karşılık verdi. Swain, kendilerine bir düzen vermeleri gerektiğini hatırlatırcasına, Vladimir’e göz ucuyla salona dönmeleri için bir işaret yaparken alçak sesle, “Dostum, bu gece bizi daha fazla izleyen gözler olacak gibi görünüyor,” dedi. Tonunda hem uyarı hem de mizahi bir dokunuş vardı. Vladimir bu uyarıyı anladı, yüzünde beliren hafif bir gülümsemeyle Swain’e karşılık verdi. Aralarında kelimesiz bir güven bağı oluşmuştu; gecenin geri kalanında, yan yana olduklarında bile sessizlikle anlaştıkları bu anı unutmayacaklardı. Vladimir ve Swain, Viego’nun yeniden toparlanması için ona zaman vererek, yan yana salona doğru yürümeye başladılar. "Dansın nasıl geçti Canım?" dedi Vladimir, Swain'e karşı samimi ve hafifçe sırtan bir ifadeyle. "Eski anıların mı canlandı yoksa." kulağına eğilerek sessizce devam etti "LeBlanc'ı bile cezbeden Swain..." Swain, Vladimir’in sözlerini duyunca hafifçe sırıttı, kaşlarını alaycı bir şekilde kaldırarak ona döndü. Vladimir’in samimi ve şakacı tavrına karşılık, ifadesinde hem kibirli bir gurur hem de biraz mahcup bir hava vardı. “Ah, Vladimir…” dedi, sesi hafif bir dalga geçme tonuyla. “Bazı şeyler asla eskimez. Şu asil kadınlar hâlâ avuçlarımın içinde gibi hissettiriyor.” Ancak Vladimir’in kulağına eğilip LeBlanc’ın adını fısıldamasıyla, Swain’in ifadesi bir an ciddileşti; o anın etkisiyle hafifçe duraksadı. “LeBlanc…” diye tekrarladı Swain, gözleri kısa bir süre geçmişe dalmış gibiydi. Vladimir’in bu ismi, eski anıların derin sularında yeniden yüzeye çıkmasına neden olmuştu. Yine de kendini hızlıca toparladı, ifadesine eski özgüvenli ve alaycı bakışı geri geldi. Göz ucuyla Vladimir’e bakarak hafifçe gülümsedi, “LeBlanc da dahil, birçok kişi avuçlarımda olabilir ama o, Vladimir… o asla tam anlamıyla boyun eğmedi.” dedi, tonu hem övgü dolu hem de meydan okurcasınaydı. Sonra başını hafifçe eğip Vladimir’e baktı, samimi ama biraz da gizemli bir gülümsemeyle, “Peki ya sen, dostum? Bu gece seni cezbeden bir bakış, bir yüz var mı?” diye ekledi, alaycı bir merakla. "O biraz zor işte..." dedi Swain, küçümser gibi bir bakış atarak. "Ama biz bize yeteriz ha?" dedi fısıltıyla, Vladimir'in sözüyle onu kışkırtırcasına. Vladimir, Swain’in küçümser bakışlarını gördüğünde dudaklarında ince bir gülümseme belirdi, gözlerinde ise çapkınca bir parıltı vardı. Swain’in kışkırtıcı sözlerine alaycı bir ifadeyle karşılık vererek omuz silkti, ancak gözlerinden zekice bir kinaye okunuyordu. “Biz bize yeteriz, öyle mi?” diye fısıldadı, yüzünde hafif bir sırıtışla. Swain’in ona meydan okurcasına göz kırpmasından hoşlanmış gibiydi. “Ama yine de şunu unutma, dostum… Bizim gibiler için asıl mesele sadece birlikte olmak değil, birlikte güç toplamaktır.” Vladimir, Swain’in gururlu ve kibirli duruşunu izlerken, dostunun alaycı özgüvenine duyduğu hayranlığı saklamıyordu. Bir an ikisi de birbirlerinin gözlerine baktı; o anda yalnızca sözsüz bir anlaşma değil, aynı zamanda kırılmaz bir bağ da ortaya çıkmıştı. Sonra Vladimir, hafif bir kahkahayla Swain’e sokulup alçak bir sesle, “Eğer birimiz yoldan çıkacak olursa…” dedi, gözleri yine meydan okurcasına parıldıyordu, “diğerinin onu oraya kadar götüreceğinden eminim.” Bu sözlerle Vladimir’in yüzüne samimi bir ifade yayıldı; çünkü onun için Swain’le kurduğu dostluk, tüm bu tehlikeli oyunun en güvenilir köprüsüydü. "Mmm, Aziz DOSTUM Vladimir benimle flört mü ediyor yoksa? Hoşlanıyor musun benden yoksa?" dedi Swain, alaycı ve gururlu tavrını bir an bile yüzünden silmeden. "Senden bir sebepten dolayı hoşlanmam mümkün Canım..." kulağına eğilip sessiz ve cezbedici bir tonda: "Damarlarında dolaşan sıcak, taze ve lezzetli Noxus kanın..." Swain'in yüzündeki ifade biraz ciddileşirken, Vladimir hafif bir gülümsemeyle geri çekilip gözlerini Swain'in donuk haline dikti. Swain, Vladimir’in alaycı ve bir o kadar da baştan çıkarıcı sözleri karşısında kısa bir an için duraksadı. Yüzündeki gururlu ve alaycı ifade, Vladimir’in kan dolu fısıltılarının etkisiyle hafifçe ciddileşti. Vladimir’in gözlerindeki o soğukkanlı, ama parlayan karanlık, Swain’in düşüncelerinde bir çatlak bırakmış gibiydi. Vladimir’in kendine çekilip gözlerini üzerine dikmesiyle Swain, derin bir nefes aldı ve keskin bir gülümseme ile karşılık verdi. Gözleri parladı, dudaklarında alaycı bir kıvrım belirdi. “Senin gibi bir yılanın… böylesine asil bir kana sahip birini nasıl cezbedebildiğini gerçekten merak ediyorum,” dedi, sesinde o alışılmış kibirli ton vardı, ama bir yandan da Vladimir’e meydan okurcasına, kendi sınırlarını test ediyordu. “Ancak kanımın tadını almak istersen… bunu hak etmen gerekecek, sevgili dostum.” Vladimir’in gözlerinde hafif bir ateş parıltısı belirdi, sözlerin alaycılığının ötesinde bir şeyin içinde yattığını sezdi. İkisi arasında sözsüz bir gerilim dalgası yayıldı; hem meydan okuyucu hem de cazibeyle harmanlanmış bu sessiz rekabet, ikisinin arasındaki o derin bağı bir kez daha pekiştiriyordu. Earl Ansaac’ın yüzünde derin bir gölge belirdi; sanki yılların ağırlığı, geçmişin hayaletleriyle birlikte omuzlarına yeniden çökmüştü. Elinde tuttuğu şarap kadehini yavaşça dudaklarına götürdü ve gözlerini dans eden çiftten bir an bile ayırmadı. Noxus şarabının sertliği, bir anlığına ona geçmişin acı tadını hatırlatmış gibiydi. Karşısında dönüp duran figürler, yalnızca iki dans eden soylu değil, kendi kanından ve sürgüne yolladığı adamdı. Carmilla’nın zarif hareketleri, ona kaybettiği kızı anımsatırken, Cecilion’un güçlü, vakur duruşu ise uzun zaman önce elinden kaçırdığı o yetenekli, başına buyruk opera sanatçısını hatırlatıyordu. Bir zamanlar onu korkusuzca karşısına alan adam, şimdi kızını kollayarak onu adeta yeniden karşısına çıkmış gibi görünüyordu. Earl Ansaac’ın gözleri kısılırken, şarap kadehini bir an sıkıca kavradı. Kendini sakinleştirmeye çalışarak içinden fırtınalar koparan hislerini dizginlemeye çabaladı. Bir yandan kızının yaşadığına inanmak istiyor, bir yandan da ihanetin acı anıları zihnini sarsıyordu. Yıllardır unutmaya çalıştığı bu hüzün ve pişmanlık, şimdi kadehindeki şarabın her yudumunda ona geri dönüyordu. Kendi kendine fısıldadı: "Geçmişin gölgeleri… asla tam olarak yok olmaz." Gözleri valsin ritmiyle ahenk içinde hareket eden Carmilla ve Cecilion’da sabitlenirken, Ansaac’ın içinde sessiz bir hesaplaşma, gölgelerde bekleyen eski bir duygunun ağırlığı vardı. Bu an, onun için bir dönüm noktası olabilirdi – ya geçmişle barışacak ya da içindeki gölge, onu bir kez daha karanlığa sürükleyecekti. Salonun her köşesinde yankılanan hareketli müzik, atmosferi daha da alevlendirmişti. Cecilion ve Carmilla’nın dansı, artık zarif adımlarla başlayan o valsin ötesine geçmiş; tutku, ihtiras ve gizemle dolup taşan bir gösteriye dönüşmüştü. Cecilion’un güçlü kollarında zarifçe dönen Carmilla, adeta sahneye aitmiş gibi büyüleyici bir zarafetle hareket ediyordu. Aralarındaki her bakış, her dokunuş, onları izleyenlerin nefesini tutmasına neden oluyor, seyirciler arasında fısıldaşmalar çoğalıyordu. “Kim bu adam?” diye bir soylu sessizce mırıldandı, gözlerini çiftin üzerinden ayırmadan. “Carmilla ile bu kadar yakın olması… doğrusu şaşırtıcı,” diye ekledi yanındaki, dudağında belli belirsiz bir kıskançlık ifadesiyle. Fısıltılar gitgide artarken, Earl Ansaac’ın dudakları ince bir çizgi halini aldı. Yumrukları, istemsizce sıkılmıştı; içinde kaynayan öfkeyi bastırmaya çalışırken bile, parmakları kasılmış bir haldeydi. Gözlerini devirdi, onları görmezden gelmeye çalıştıysa da, içindeki öfke balyoz gibi kalbine vuruyordu. Bir yanda soğukkanlı görünümünü korumak için mücadele ederken, diğer yanda, kaybettiğini sandığı kızının böyle başına buyruk bir adamla dans etmesine duyduğu öfke, giderek artıyordu. Bir süre daha seyretmek zorunda kaldı; çünkü tüm gözler Carmilla ve Cecilion’un üzerindeydi. Bu adamın kızı üzerindeki etkisi, her ne kadar reddetmek istese de, göz ardı edilemeyecek kadar güçlüydü. Ansaac’ın bakışları, bir an için Cecilion’un üzerine kilitlendi. Onun kendinden emin duruşu, Carmilla’ya olan tutkulu ilgisi, Earl Ansaac’a hem meydan okuyormuş gibi görünüyor hem de geçmişin yaralarını daha da derinleştiriyordu. O an, Ansaac’ın içinden bir fırtına koparken, aklında tek bir soru vardı: "Carmilla bu adam için neleri feda etmeye hazır?" "Birinin kazanı kaynamaya başlamış gibi görünüyor Swain." dedi Vladimir fısıltıyla, gözlerini Ansaac'tan ayırmadan. "Bizim Kont ve Kontes'imiz işi başarmış." Swain, Vladimir'in fısıltısıyla hafif bir gülümseme belirtti, bakışlarını Ansaac’a çevirerek başıyla onayladı. "Ateşin kıvılcımları gözlerinden bile okunuyor," diye alaycı bir tonla mırıldandı. "Sanki eski yaralar bu gece tazelenmek için can atıyor." Vladimir, gözlerini Ansaac'ın sıkılı yumruğundan ayırmadan Swain'e dönerek fısıldadı, "Kıymetli Earl'ümüzü biraz daha kışkırtmak mı gerek dersin? Bizim Kont ve Kontes’in etkisi, görünüşe göre, henüz zirveye ulaşmadı." Swain hafif bir kahkaha atıp, "Bırak da biraz daha kendileri oynasın," dedi. "Ama gerekirse, işin içine biraz daha... dokunuş katabiliriz." Bu sırada Vladimir’in yüzünde derin ve sinsice bir gülümseme belirirken, dans eden kalabalık ve fısıltılar arasındaki gerginlik adeta havada asılı kalmış gibiydi. Cecilion ve Carmilla'nın etkisi, büyüleyici danslarının ardında hâlâ yankılanıyor, gecenin atmosferine dokunan her şey, onları seyreden herkesin kalbine gizli bir huzursuzluk katıyordu. Cecilion ve Carmilla, gecenin tadını çıkarırken ve aniden gizlice buluşup birlikte vakit geçirdikleri zamanı hatırlıyordu. Birileri için de bazı yaralar tazeleniyordu. "Bazen karı koca olduğumuza inanamıyorum... Ama seninle olduğum için çok mutluyum." dedi Carmilla, fısıltıyla. Kendini huzurla Cecilion'un kollarına bıraktı. Ansaac sessizce arkalarından bakarken içten içe Cecilion'u oracıkta öldürmek istiyordu. Diğer tarafı da uzun zaman sonra kızını ilk defa bu kadar mutlu gördüğü için onu bu düşünceden uzaklaştırıyordu. Cecilion, Carmilla'nın zarif sözleriyle biraz daha yakınlaştı. Elini, Carmilla'nın beline koyarak onu sararken, gözlerinde derin bir huzur vardı. "Bunu gerçekten hak ettin," dedi, yüzünde hafif bir gülümseme belirerek. "Seninle olmak, her şeyin değerini yeniden anlamama sebep oldu." Ansaac, onların yakınlaşmasını izlerken hissettiği öfke, adeta yakıcı bir ateş gibi kalbini sarmıştı. Cecilion’a olan nefretini sabırlı bir şekilde içinde tutmaya çalıştı, ancak o mutlu tablonun arkasındaki gerçek, içinde büyük bir boşluk yaratıyordu. Kızının mutluluğunu görmek, ona huzur veren tek şeydi; ama Cecilion’un varlığı, kalbindeki eski yaraları açmak için yeterliydi. İçindeki öfkeyi bastırmaya çalıştı, ama gözleri Carmilla’nın mutlu haliyle parıldarken, ona olan nefretini de gizlemek giderek zorlaşıyordu. “Bir gün,” diye düşündü, “bu geceyi unutturacak bir an gelecek. Ama şu anda, hiçbir şey bana onun acı çekmesini izlemek kadar zevk vermiyor.” |
0% |