Yeni Üyelik
10.
Bölüm

ÖZEL BÖLÜM

@bloodcecilion

Cecilion, o son geceden sonra, her şeyi geride bırakmış gibi hissediyordu. Ancak içindeki derin özlem, Carmilla’ya duyduğu bağlılık, onu bir kez daha Carmilla'nın penceresinin önüne getirdi. Ay ışığı, her zamanki gibi odanın içine süzülüyor, Carmilla’yı huzurlu uykusunda aydınlatıyordu. Cecilion, penceresini sessizce açtı ve odanın içine usulca girdi.

O an, Carmilla'nın derin nefes alışverişleri, odanın tek sesi gibi geliyordu. Yüzünde tatlı bir huzur vardı; bu huzur, Cecilion'un yüreğinde derin bir yankı bıraktı. Ona bir kez daha dokunma arzusuyla ellerini uzattı ama sonra geri çekildi. Onu uyandırmak istemiyordu. Bu anın sessizliği, aralarındaki bağın derinliği gibiydi—kelimelerden arınmış ama anlam dolu.

Elinde, derin bir kırmızıya bürünmüş başka bir gül tutuyordu. Bu gül, onun Carmilla’ya olan sevgisinin ve bağlılığının simgesiydi. Daha önce bıraktığı gülün yanına, bu ikinci gülü de koydu. Bu bir veda değil, sadece aralarındaki sonsuz duyguların sessiz bir nişanesiydi.

Cecilion, ona son bir kez baktı. Onu ne kadar çok sevdiğini, onun yanında olmasa da hep onu düşündüğünü biliyordu. Ama aynı zamanda, bu aşkın ne kadar tehlikeli olduğunu da biliyordu. Sessizce, pencereden dışarı adım atarken, içindeki karanlıkla yüzleşmeye geri döndü. Yalnızlığı, onun kaçınılmaz kaderiydi.

Carmilla'nın odasından ayrılırken, Cecilion ay ışığının altında kayboldu. Bu gece, bir kez daha, yalnızlığın derinliklerine gömülmeye hazırdı. Ancak Carmilla’nın varlığı, kalbinde hep var olmaya devam edecekti—tıpkı bıraktığı o kırmızı gül gibi.

Cecilion, gökyüzünde süzülürken hafif bir rüzgar tenine çarptı. Aklı, istemsizce geçmişe, Carmilla’yla beraber uçtukları o ilk geceye kaydı. O an, Carmilla’nın heyecanı, korkuyla karışık masum sevinci, ilk kez kollarında hissedilen o hafif ürperti zihninde belirdi. Gökyüzünün derinliklerinde, onları sadece yıldızlar izlerken, Carmilla’nın kollarına sıkı sıkıya sarılması ve saçlarının rüzgarla savrulması hâlâ gözlerinin önündeydi.

O gece, Carmilla'nın gözlerindeki ışıltı, onun dünyasına bir alev gibi girmişti. Cecilion o zaman da Carmilla’yı koruma arzusuyla dolup taşmış, onu kendisine daha sıkı sarmıştı. O an, sonsuza dek onunla kalmayı dilediği ilk andı. Her ne kadar şimdi aralarına mesafe koyması gerektiğini bilse de, o geceyi asla unutamıyordu.

Yüzünde beliren buruk tebessüm, içindeki pişmanlık ve sevgiyle yoğrulmuştu. O an Carmilla'nın güven dolu bakışlarını ve kalbinin çırpınışlarını hatırlamak, onu derinden etkiliyordu. Ama şimdi, o anıları bir yana bırakmak, geçmişin büyüsünü korumak zorundaydı. Carmilla’nın mutluluğu, onun fedakarlığıyla mümkün olacaktı. Yıldızlarla dolu gökyüzünde süzülmeye devam ederken, kalbinde taşıdığı bu hatıra, ona hem güç hem de derin bir hüzün veriyordu.

Cecilion uçuruma vardığında zihni anıların ağırlığıyla daha da karıştı. Carmilla'yı ilk gördüğü o gece, kalabalığın içinde parlayan tek kişiydi. Bakışlarının büyüsüyle gözleri onun üzerinde kilitlenmişti. Bir yabancıydı ama aynı zamanda bir yerlerden tanıdık gelen bir ruh gibi... O an, aralarında oluşan çekim her şeyi başlatmıştı.

İlk kez dokunduğu zamanı hatırladı, o narin tenin hafif ürpertisini... Dokunuşlarının ardındaki yoğunluğu ve anlamı. O gece, Carmilla'yı sadece izlemekle kalmamış, ona uzanmıştı. Kollarında bir kez hissettiğinde geri dönüş olmadığını biliyordu. Tüm dünyayı geride bırakıp, sadece ona odaklanmıştı.

Ve ilk öpücük... Onu ilk kez öptüğünde dünya durdu gibi hissetmişti. Dudaklarının buluştuğu an, her şeyin sonsuza dek değiştiğini fark etmişti. O öpücükte hem özlem hem de derin bir bağ vardı.

Bu düşünceler zihninde yankılanırken, kalbi daha da ağırlaştı. Uçurumun kenarında, karanlıkla çevriliydi, tıpkı içindeki çalkantı gibi. Carmilla'yla geçirdiği her an, şimdi ona hem bir teselli hem de acı veriyordu. Ama ona karşı duyduğu sevgiyi unutması imkansızdı.

Cecilion, zihninde canlanan anılarla yüzleşirken sanki içindeki canavarı çıplak bir şekilde bir aynadan izliyordu. Carmilla’nın yanında, onun dokunuşları ve bakışlarıyla, karanlık ve öfkeli ruhu değişim geçirmişti. O, kendini dünyadan soyutlamış, yalnız bir iblise dönüşen Cecilion'u, hiç kimsenin erişemeyeceği bir yerden çekip çıkarmıştı. Bu ölümsüz ruh, asla hissedemeyeceğini düşündüğü duygularla dolmuştu.

Carmilla’nın varlığı onu hem iyileştiriyor hem de mahvediyordu. Her şey, her an, her dokunuş—bir kurtuluştu ama aynı zamanda yıkıcıydı. Onun yanında kalbinin çarpışını hissetmişti; onun yanında insanlığın en derin duygularını deneyimlemişti: Sevmek, arzulamak, özlemek...

Kendi içindeki canavara bakarken, Carmilla’nın ona gösterdiği masumiyet ve saf sevgiyle nasıl yavaşça yumuşadığını fark etti. Ama bu yumuşama, onu daha da kırılgan yapmıştı. İçindeki karanlığı hiçbir şey tamamen silemezdi. Şimdi, sevginin ağırlığı ve onu kaybetme korkusuyla boğulurken, içinde hala derin bir savaş vardı.

Cecilion, bu aynadan kaçmak istiyordu, ama bir yandan da Carmilla’yla yaşadığı her anı, bir hatıradan ibaret olsa bile, kaybetmek istemiyordu. Onunla hissettiği bu duygular, yaşamının tek gerçekliği haline gelmişti.

Cecilion, zihninde birden o rüyayı hatırladı. Her şey o kadar gerçekçiydi ki, sanki bedeni hala o yoğun duyguların etkisi altındaydı. Rüya, sadece bir hayal olmasına rağmen, Carmilla'nın sıcak bedenini hissettiği, dudaklarının titreyerek tenine dokunduğu o anlar, gerçekte yaşadığı kadar netti.

Boynuna kadar terlemişti, her dokunuşunda ateşten bir dalga bedenine yayılmıştı. O anda içindeki arzuyu bastırmaya çalışsa da, rüyadaki o beden, o ıslaklık, tüm gerçekliğiyle üzerinde iz bırakmıştı. Boğazında o aynı susuzluk şimdi bile hissediliyordu. Yutkunmakta zorlanıyordu, sanki rüyanın bıraktığı iz hala bedeninde yankılanıyordu.

Carmilla'nın tenini okşarken duyduğu haz, dudaklarının arasında fısıldadığı "lütfen" kelimesi, onu deliliğin eşiğine sürüklemişti. O an sadece bir rüyaydı belki ama Cecilion'un ruhunda kalıcı bir iz bırakmıştı. Onun bedeni, arzularını hiç bu kadar açığa vurmamıştı. Ve şimdi, bu duygularla nasıl başa çıkacağını bilemez haldeydi. Hem ona yakın olmanın verdiği mutluluk hem de ona zarar vermekten duyduğu korku arasında sıkışmıştı.

Cecilion, o geceyi ve rüyayı ne kadar unutmak istese de, bedeninde bıraktığı o izler, duyguların yoğunluğunu her geçen gün daha da hissettiriyordu.

Cecilion’un sesi, boğazında düğümlenen acıyla neredeyse titriyordu. "Beni nasıl bir çıkmaza sürükledin?" diye mırıldandı, kelimeler dudaklarından bir fısıltı gibi dökülerek. Gözleri, içindeki derin çelişkinin ve hapsolmuş duygularının bir yansımasıydı. "Ne yaptın bana?" diye devam etti, gözyaşları engel olamadığı bir nehir gibi yanaklarından akarken.

Carmilla’nın sevgisi onu bir uçurumun eşiğine getirmişti; bir yanda ona duyduğu derin, büyüleyici aşk, diğer yanda onun hayatına zarar verme korkusu. Bu iki zıt duygu, içinde bir savaş başlatmıştı. Onun yanında huzuru bulmuştu, ama aynı zamanda kendi karanlığıyla onu mahvetmekten korkuyordu. İçindeki canavarın Carmilla’ya zarar vermesinden duyduğu dehşet, bu derin aşkın ağır bir bedeli gibiydi.

Cecilion, gözyaşları yanaklarından süzülürken, Carmilla’nın onun için ne anlama geldiğini ve ona olan bağlılığının bu kadar güçlü olmasını sorguluyordu. Ama her şeyin cevabı belliydi: Onsuz, bir hiçti. "Ne yaptın bana, Carmilla?" Sadece onun sevgisiyle var olabileceğini, ama o sevgiyi hak edip etmediğini bilmiyordu.

Cecilion’un zihninde o an yeniden canlanıyordu. Dünyanın geri kalanı yok olmuş gibiydi; yalnızca Carmilla ve kendisi vardı. Zaman durmuş, gerçeklik kaybolmuştu. Sadece ikisi, birbirlerine dokundukları o anın sıcaklığında hapsolmuşlardı.

Carmilla’nın yumuşak dokunuşları, her seferinde Cecilion’un içindeki karanlığı biraz daha eritiyordu. Her teması, her fısıldadığı sözcük, onu bu dünyadan uzaklaştırıyor, sadece onların olduğu o soyut, sıcak gerçekliğe götürüyordu. O anlar, Cecilion’un unutmaya çalıştığı tüm acıları, pişmanlıkları silip süpürüyordu, fakat aynı zamanda onu daha derin bir çıkmaza sürüklüyordu.

"Her şey bu kadar gerçekken nasıl uzak durabilirim?" diye düşündü içinden, acıyla iç geçirerek. Carmilla'nın ona verdiği huzur, dünyadaki hiçbir şeye benzemiyordu. Ama o huzur, her dokunuşun ardında bir tehlike taşıyordu.

Cecilion, ölü bir adamın soğuk toprağa teslim olduğu gibi uzandı, gözlerini karanlığa dikip zihninin derinliklerine çekildi. Her düşüncesinde, her nefesinde Carmilla vardı. Sanki zihninin her köşesi, onun izleriyle doluydu. Onun gülüşü, dokunuşu, bakışları… Hepsi birer yankı gibi zihninde dolanıyordu. Cecilion, bu düşüncelerin içinde kaybolmuştu, etrafındaki gerçeklik bulanıklaşmış, sadece Carmilla’nın yarattığı bir dünya kalmıştı.

Bu dünya, huzur ve azap arasında gidip gelen bir rüya gibiydi. Ona olan tutkusunu, özlemini derinleştirirken aynı zamanda onu derin bir boşluğa çekiyordu. Kendini bu düşüncelerden kurtaramaz haldeydi, ne kadar kaçmak istese de, Carmilla’nın siluetinden asla uzaklaşamıyordu.

“Bu sonsuzluk... beni yok edecek,” diye fısıldadı kendi kendine, soğuk toprağın üzerinde donmuş gibi yatan bedenine rağmen içindeki fırtınanın dinmek bilmeyen şiddetini hissederek.

Cecilion, Carmilla’nın dokunuşunu hissettiğinde gözlerini hızla açtı, kalbinin deli gibi attığını fark etti. Nefesi kesik kesikti, zihni ise gerçeklik ile hayal arasında sıkışmış gibiydi. Kafayı yeme noktasına gelmişti. Bu duygu seli ve arzulardan oluşan karmaşa artık dayanılmaz hale gelmişti.

Kafasında yankılanan sesler, Carmilla’nın hayali dokunuşları… Her şey içindeki karanlığı besliyordu, onu kontrolsüz bir hale sürüklüyordu. Derin bir iç çekti, titreyen ellerini yüzüne götürdü ve saçlarının arasına gömerek kendini sakinleştirmeye çalıştı. Ama Carmilla’nın gölgesi her yerdeydi. Onu her köşede, her an hissediyordu.

“Kurtulmalıyım… Bu düşüncelerden… Bu karmaşadan…” diye mırıldandı kendine, boğazındaki düğümü çözmeye çalışarak. Ama Carmilla’nın silueti peşini bırakmıyordu, o kadar derin bir bağ kurmuşlardı ki, uzaklaşmak, unutmak imkânsız görünüyordu.

Bir an için her şey dondu. Kendi zihninin içinde kaybolmuş, Carmilla’ya olan takıntısından kurtulmanın yollarını düşünmeye çalışıyordu, ama ne yaparsa yapsın, her adımda daha da dibe çekiliyordu.

"Sana söylemiştim evlat... O fani seni dibe çekiyor."

Cecilion, Vladimir’in iğneleyici sesi kulağına dolduğunda, bir anlık dehşetle irkilip ellerini sıkıca kulaklarına bastırdı.

"Hayır!" diye inledi. "Bu doğru değil... O beni yok etmiyor, o beni tamamlıyor!" Ama zihninde Vladimir’in yankısı daha da güçleniyordu, her kelimesi zehirli bir gerçek gibi içini kemiriyordu.

“Onunla olmaya devam edersen sadece çürümeye mahkûm olacaksın. Fani aşkı seni bitirecek, evlat,” diye sürdürdü Vladimir, her zamanki kültürlü ve soğukkanlı tonuyla. "Sonsuz güce sahip olabilecekken, bir hiç uğruna kendini tüketiyorsun."

Cecilion çaresizlikle kafasını salladı, sesin etkisinden kurtulmak için. İçindeki karmaşa ve acı, Vladimir’in sözleriyle birleşip onu daha da kırılgan hale getiriyordu. "Sus..." diye mırıldandı, sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü. "O benim ışığım… Onsuz hiçim."

Ancak Vladimir’in sesi, karanlıkta yankılanan bir kabus gibi devam etti. "Fani bir ruhun sıcaklığı mı? Bu seni sonsuz bir acıya sürükler. Bana katıl, ve gerçek gücü bul. Kan denizlerinde özgürce yüzebilir, hiçbir şey için acı çekmek zorunda kalmazsın."

Cecilion’un nefesi hızlandı, zihni ve kalbi arasındaki savaş onu yutmaya başlıyordu. Gerçekten de, Carmilla ile olan bağ, onu huzura mı yoksa uçuruma mı sürüklüyordu?

Cecilion, Vladimir’in sesiyle içsel bir savaş verirken, derin bir nefes aldı ve titreyen sesiyle, “Sevdiğim için sonsuza kadar yaşamaktansa ölürüm,” dedi. Bu sözler, onun yüreğindeki derin bağlılığın ve fedakarlığın bir yansımasıydı.

Vladimir’in sesi, bir anlığına duraksadı, ardından sarkastik bir tonda cevap verdi: “Öyleyse kendi seçimini yapmışsın. Ama unutma, sevgin seni sarmalayan karanlıkta kaybolmana neden olacak.”

Cecilion, Vladimir’in varlığının ardında kalan sessizlikte, gözlerini kapadı ve kendini yalnızlıkla baş başa buldu. O an, içindeki karanlıkla yüzleşmek ve kendi kararının sonuçlarını kabullenmek zorundaydı.

Cecilion, içindeki karanlıkla yüzleşmeye kararlı bir şekilde ayağa kalktı. Dünya, onun canavarı kadar acımasızdı, ancak bu karanlık dünyanın içinde bile aşkın ve aşıkların varlığına inanç besliyordu. Belki de bu zorlu yolculuk, ona hem kendini hem de aşkın gerçek doğasını keşfetme fırsatı verecekti.

Sahip olduğu karanlık güçler ve derin duygular arasında bir denge kurarak, kendi yolunu bulmaya ve içsel çatışmalarıyla yüzleşmeye karar verdi. Dünya ne kadar acımasız olursa olsun, kendi seçimleriyle şekillenecekti; ve bu seçimler, onun gerçek kimliğini ortaya koyacaktı.

Cecilion, odanın karanlığında adım adım ilerleyerek yatağın yanına geldi. Yatakta yatan bedeni dikkatlice inceledi; tanıdık bir huzur ve dinginlik vardı bu bedende. İçindeki karanlık, geçmişin yankıları ve acılarıyla karışırken, Cecilion bu kez duygularını kontrol altında tutmak istiyordu.

Yavaşça ve sessizce yaklaşıp bedeni rahatsız etmeden, derin bir nefes aldı. Karanlıkta, her şeyin gölgeler arasında kaybolduğu bir anda, kendini açığa çıkarmadan, sadece içsel çatışmalarını çözmeye çalışıyordu. Bu seferki yaklaşımı daha dikkatli ve dengeliydi. Karanlıkta kendini bulma ve belki de bir anlamda huzuru yakalama çabasındaydı.

Cecilion, bedeni gözlerinin önünde, derin düşünceler ve pişmanlıklarla dolu bir zihinle, onunla iletişim kurmanın bir yolunu arıyordu. Karanlıkta, zihninde geçenlerle, Carmilla'nın ruhuna ulaşabileceğini umuyordu. Rüyalar ve düşünceler, belki de onunla yeniden bağlantı kurmanın bir yoluydu.

Bu şekilde, belki içindeki pişmanlığı ve acıyı biraz olsun yatıştırabilir, onunla paylaşamadığı duyguları ifade edebilirdi. Ancak, gücünün bu içsel yolculuk için yeterli olup olmadığını bilmesi zor. Yine de, bu çabasıyla, içsel bir huzur ve belki de bir kapanış arayışında olduğunu hissediyordu. Bu gece, karanlıkta, belki de içsel bir barışa ulaşmanın yolunu bulabilirdi.

Cecilion, karanlık odanın sessizliğinde Carmilla'nın ruhuna ulaşmaya çalışarak, "Carmilla'm... Beni duyabiliyor musun?" diye fısıldadı. Karanlık, onun sözlerini yutarken, kalbinde umudu yeşerten bir yanıt arıyordu. Zihnindeki bu derin iletişim arayışı, belki de onun varlığını hissedip ona bir yanıt verebileceği umudunu taşıyordu. Bu sessiz anlarda, içsel dünyasında Carmilla'nın yanıtını duyma umudunu koruyordu.

Cecilion'un yalvaran sesi, karanlık odanın derinliklerinde yankılanırken, sessizlik her şeyi sarhoş etti. Birkaç an bekledikten sonra, yavaşça ve titrek bir şekilde Carmilla'nın sesini duydu. Karanlık ve sessizlikte, bu ince fısıldayan ses, Cecilion'un kalbine bir umut ışığı gibi dokundu.

"Buradayım... Cecilion... Seni duyuyorum," diye mırıldandı Carmilla'nın sesi, sanki uzaklardan gelen bir yankı gibi ama aynı zamanda derinden içsel bir bağ kurarak. Bu yanıt, Cecilion'un içindeki boşluğu biraz da olsa doldurdu ve ona, bu sessiz geceyi paylaşmanın bir yolunu sundu.

Carmilla, Cecilion'un sıcak nefesini boynunda hissettiğinde, derin bir huzur ve rahatlama hissetti. Sanki onun varlığı, her şeyin geçici bir uyku anında bile olsa, bir parçasıydı. Karanlıkta, onun varlığını hissedebilmek, ona derin bir güven verdi.

"Evet... Seni hissediyorum," diye yanıtladı, sesinde sarsılmaz bir kararlılık vardı. Cecilion'un varlığı, ona kendini daha güçlü ve daha bağlı hissettirdi. Bu sessizlik içinde, aralarındaki bağın hala güçlü ve derin olduğunu hissetti.

Cecilion’un dudakları boynuna dokunduğunda, Carmilla'nın içi titredi. O sıcaklık, her şeyin ötesinde bir anlam taşıyordu. Gözlerini sıkıca kapadı, derin bir nefes aldı ve kalbinde yankılanan bu sözlerin her birini hissetti.

"Seni seviyorum," dedi Cecilion, duygularını ifade edebilmenin verdiği rahatlama ile. Bu kelimeler, geceye, karanlığa ve belki de sonsuza kadar sürecek bir özlemle karışmıştı. Carmilla, bu aşkın ve bağlılığın, aralarındaki tüm mesafeleri ve zorlukları aştığını biliyordu.

Cecilion'un sesi, içinde biriken kederin derinliğiyle doluydu. "Beni affet aşkım... Seni yeterince mutlu edemedim," diye fısıldadı. Dudakları titrerken, gözlerinde beliren yaşlar karanlık odaya süzüldü. Kendi içindeki yıkımla savaşıyordu; aşkı, Carmilla’yı korumak için verdiği mücadele, acımasız bir çıkmaza dönüşmüştü.

Carmilla'nın yüzüne bakarken, ona dokunmanın huzurunu hissediyordu ama aynı zamanda yüreğinde derin bir pişmanlık vardı. “Keşke seni daha çok koruyabilseydim… Daha fazla yanımda tutabilseydim,” diye düşündü içinden.

Cecilion, ellerini Carmilla'nın ipeksi saçlarına doladı, dokunuşu bu kez daha kararlı ve tutkuyla doluydu. Çekincelerden arınmış, tamamen ona ait olmayı dileyen bir adam gibi. Dudaklarını onun dudaklarına uzun uzun değdirdi, aralarındaki mesafe tamamen silinmişti. İçinde yankılanan o bitmeyen acı ve pişmanlıkla, Carmilla'nın ellerini alıp kendi göğsüne, kalbinin tam üstüne bastırdı.

"Sadece seni istedim," dedi, sesindeki keder her sözcüğe işlenmişti. "Bu kalp seninle can buldu, sensiz bir hiç..." Kalbi onun ellerinin altında, sanki her an parçalanacakmış gibi atıyordu.

"Bu dünyada kalbinden başka güvenli yer yok, Carmilla..." diye fısıldadı Cecilion, sesi titreyerek. Sözcükler boğazına düğümlenirken derin bir nefes aldı, gözleri doldu. Kalbinin altında yatan bütün korkular, kayıplar, yalnızlık bu cümleye sığmış gibiydi.

Carmilla'nın varlığı, onun son sığınağıydı. Gözlerini kapatıp bu anın sonsuz olmasını diledi. Titreyen elleriyle onun ellerini daha sıkı tuttu, sanki kaybolmasından korkarcasına. "Sensiz karanlık, sensiz boşluk..."

"Beni her zerrenle hapset, Carmilla..." diye mırıldandı Cecilion, sesi neredeyse duyulmaz bir fısıltıya dönüşerek. Kendini, kadının sıcak koynuna saklarken içindeki boşluk biraz olsun hafifledi. Her şeyden kaçmak, sadece onun yanında olmak, onunla sonsuz bir huzura kavuşmak istiyordu.

Carmilla'nın tenine dokunduğunda, dünya dışarıda kaybolmuş gibiydi. İçinde yankılanan kaos, onun kalbinin ritmiyle yavaşça yerini sakin bir fırtınaya bıraktı. Cecilion, kendini tamamen bırakmıştı. Bu anın bir daha gelmeyeceğini bilerek, her zerresini ona adıyordu.

"Batıyorum aşkım... Kayboluyorum ve ışığım çok karanlık," diye fısıldadı Cecilion, sesi hüzün ve umutsuzlukla boğulmuştu. "Gölgeler bedenimi tırmalıyor sanki." Gözleri kapanırken, dünyası karanlığa gömülüyordu. Kalbinde hissettiği yoğun acı, zihninde yankılanan düşüncelerle birleşiyor, sanki gölgeler onu pençelerine çekiyordu.

Carmilla'nın varlığı ise son umuduydu, kaybolan ruhunun son sığınağı. Kendisini ona tamamen teslim ederken, her nefesi, her dokunuşu, Cecilion’un ruhunda parlayan tek ışık gibiydi. Ama bu ışık bile karanlıkta boğuluyordu.

"Seni alıp bu gaddar dünyadan uzaklaştırmak istiyorum," diye fısıldadı Cecilion, elleriyle Carmilla'nın saçlarını okşarken, acısı her kelimeye sinmişti. "Ama korkarım bu bizi daha mutlu ve özgür yapmayacak, aşkım."

Kendi karanlık dünyasında boğulurken, onu bu dünyadan çekip almak istiyordu, ama biliyordu ki, onların kaderi başka türlü yazılmıştı. Sevdikçe daha da derinleşen bu yasak aşk, her ikisini de özgürlüğe değil, daha da büyük bir çıkmaza sürüklüyordu.

"Neyi yanlış yaptım bilmiyorum..." diye fısıldadı Cecilion, sanki sessizliğin içinde kaybolacak bir sır gibi. Göğsünde sıkışan pişmanlık ve karanlık onu boğarcasına ağırlaştı. "Sana her şeyimi verdim, ama yine de yetmedi. Seni bu dünyadan koruyamadım, mutlu edemedim."

Carmilla'ya sarıldıkça, aralarındaki bağın hem güçlendiğini hem de kırıldığını hissediyordu. Zihninde bir kez daha o ilk an, o ilk bakış, o ilk dokunuş canlandı. O anlarda her şey mükemmel görünüyordu, fakat şimdi... "Neden seni kaybetmekten bu kadar korkuyorum?"

"Bana son bir şey söyle aşkım. Bana dayanmam için bir güç ver," diye yalvardı Cecilion, sesi çaresizlikle titriyordu. Carmilla’nın hareketsiz bedenine sarılırken, sanki o an her şey durmuş gibiydi. Zihninde yankılanan düşünceler ve kalbindeki acı onu boğuyordu. Gözlerini kapatıp onun sesini duymayı bekledi, ama sadece derin bir sessizlik vardı.

"Ne olur," dedi, neredeyse fısıldayarak, "Bir tek kelime, bir işaret… Seni sonsuza dek kaybetmek istemiyorum." Dudakları Carmilla'nın alnına dokundu, ama karşılık alamadığı her saniye daha da karanlığa gömüldüğünü hissetti.

Cecilion, dudaklarını Carmilla'nınkiler üzerine kapattı, sanki orada bir an daha kalabilirse her şey düzelecekmiş gibi. Nefesi onun teninde titredi, derin bir ihtiyaçla, bir daha asla kopmamak istercesine. Dudaklarını ondan ayırmaya cesaret edemiyordu, sanki bırakırsa sonsuza dek kaybolacaklardı. Aralarındaki sessizlik yankılandı, Cecilion’un kalbinde giderek büyüyen bir boşluğu doldurmak istercesine daha da yaklaştı.

"Gitmene izin veremem..." diye mırıldandı dudaklarının arasından, sesi yorgun ama bir o kadar da çaresizdi. Ona tutunmak, bir parça daha onun sıcaklığını hissetmek istiyordu; ama her geçen an, aralarındaki boşluğun daha da büyüdüğünü hissediyordu.

"Senin olamadım..." dedi Cecilion, sesi boğuk ve acı doluydu. İçindeki buhran o kadar büyüktü ki, her şey üzerine kapanıyormuş gibi hissediyordu. Delirmenin eşiğindeydi, gözleri karardı, dudakları titredi. İçindeki öfke ve pişmanlıkla delice bir arzu yükseldi, üstündeki kıyafetleri yırtıp atmak istedi, bu kısıtlanmışlıktan kurtulmak, kendini tamamen çıplak ve savunmasız bırakmak.

Parmakları göğsündeki kumaşı sıktı, bir anlık çılgınlıkla parçalara ayırmak üzereydi. Fakat o an Carmilla’nın varlığı, o derin sessizlikte bile, onu durdurdu. Kıpırdamadan yatıyordu, ancak onun sıcaklığını hâlâ hissetti. Kendini kontrol etmek için derin bir nefes aldı, acısını ve hüsranını içine bastırarak, Carmilla’yı incitmekten korktu.

(...)

Raziel, karanlık gecenin içinden süzülerek yerde hareketsiz yatan adama doğru adımlarını yavaşça attı. Soğuk rüzgar, adamın üzerine serili ince sis tabakasını hafifçe sallıyordu. Raziel, kaşlarını çatıp bu esrarengiz sahneyi inceledi.

Adamın teni, ölü bir bedenin soğukluğu gibi buz kesmişti. Raziel, birkaç adım daha yaklaştı ve eğilerek adamın yüzüne baktı. Cecilion'du bu; ama tanıdığı güçlü ve karizmatik adamdan eser yoktu. Gözleri kapalı, soluk teni gecenin karanlığında daha da solgun görünüyordu. Raziel, derin bir nefes alarak sessizce mırıldandı:

"Cecilion… Ne hale geldin böyle?"

Raziel, Cecilion'u kucaklayıp yere sağlam bir basışla kanatlarını açtı. Geniş, siyah tüylerle kaplı kanatları, gecenin içinde bir gölge gibi süzüldü. Adamın hafif bedeni, her nefes alışında biraz daha ağırlaşıyor gibiydi; ama Raziel, onu sıkıca kavrayarak hızla ormanın derinliklerine doğru süzüldü.

Gece karanlığına karışan ağaçların arasından geçerken, ormanın uğultusu kulaklarında yankılanıyordu. Daha önce böyle bir sahneye tanık olmamıştı—Cecilion, bir zamanlar korkusuz ve gururlu bir varlık, şimdi ise yitirilmiş bir ruh gibi cansızdı. Raziel’in zihninde sorular dönüyordu: "Ne oldu sana, Cecilion? Seni bu hale getiren neydi?"

Evine vardığında, ışıklar sönük ve sessizdi. Raziel, Cecilion'u dikkatlice taşırken bir an tereddüt etti. İçinde bir tedirginlik vardı; Cecilion'un bu durumdan nasıl kurtulabileceğini bilmiyordu. Sessizce içeri girdi ve onu yatağa yatırdı. Kanatlarını kapatıp, derin bir nefes alarak Cecilion’un solgun yüzüne baktı.

"Kurtaracağım seni... Ne pahasına olursa olsun," dedi kendi kendine.

 

Loading...
0%