@bloodcecilion
|
Carmilla, şatonun kasvetli ve tüyler ürperten atmosferiyle sarsılmıştı. Soğuk rüzgar, taş duvarların arasından uğuldarken içindeki huzursuzluk daha da büyüdü. Sıkıca Cecilion'a sarıldı, onun vücudunun sıcaklığını hissedebilmek için. Cecilion’un yanında olmak, bu dehşet verici mekânın korkutucu havasını bir nebze olsun hafifletiyordu. “Burası mı... senin evin?” diye fısıldadı Carmilla, gözleri karanlık duvarlarda dolanırken. Gözlerinin önüne onunla yaşadığı anılar ve bu karanlık şato iç içe geçti, huzur ve korku arasında gidip geliyordu. Cecilion hafifçe başını eğip, onun saçlarının arasında dudaklarını gezdirdi. "Evet," diye yanıtladı sessizce, sesi bir hüzün notası taşıyordu. "Ama artık bir zamanlar olduğu gibi değil. Burası, benim lanetimle beraber çürüdü." Carmilla, bu sözleri duyduğunda içindeki ürperti biraz daha derinleşti. Ancak Cecilion’un yanında olmanın verdiği güçle, bu karanlığa adım atmaya hazır olduğunu hissetti. "Seninle her yerde olurum," diye mırıldandı, gözlerini onun üzerine dikerek. Cecilion’un sesi, şatonun kasvetli havasının içinde yankılandı, kelimeleri geçmişin nostaljik dokusunu taşıyordu. “Biliyor musun?” dedi, sakin ama derin bir tonda. Ardından, hafif bir tebessümle devam etti: “İyi bir tadilattan sonra harika bir yere dönüşür. Buranın eski halini görmeliydin... Göz alıcıydı.” Carmilla, Cecilion’un yüzüne bakarak hafifçe gülümsedi. “Seninle her şey yeniden güzel olabilir,” diye fısıldadı. Onun içindeki karanlığa rağmen, Carmilla Cecilion'un yanında olduğu sürece her şeyin üstesinden gelebileceğine inanıyordu. "Eğer istersen, birlikte eski günlerine döndürebiliriz burayı," dedi, gözlerinde bir parça umutla. Cecilion, Carmilla’nın yüzüne baktığında gözlerindeki ışıltıyı gördü. Yıllardır içinde taşıdığı acı ve pişmanlık dolu yük, onun bu sıcak ve güven verici bakışıyla bir anlığına hafifledi. "Belki de," diye mırıldandı. "Belki de seninle her şey mümkün olabilir." Cecilion, Carmilla’yı kucağına aldı ve ağır adımlarla şatonun içine doğru ilerledi, tıpkı yeni evli bir çift gibi. Her adımı, karanlık geçmişlerinden arındıkları, ama aynı zamanda bilinmez bir geleceğe doğru yol aldıkları yeni bir hayata attıkları bir adım gibiydi. Şatonun eski, taş duvarları arasında yankılanan sessizlik, onların bu yeni başlangıcını kutsarcasına derin ve ağır bir huzurla doluydu. Carmilla, Cecilion’un kollarında güvende hissetti. Soğuk ve ürpertici duvarların arasında, Cecilion’un sıcaklığı onu sarmalarken, içinde garip bir huzur ve kabullenme vardı. İkisinin de derinlerinde taşıdığı karanlık, artık bir engel değil, onları birbirine bağlayan bir bağ olmuştu. Birlikte bu karanlığın içinde kaybolarak yeni bir yaşam kurmaya hazırdılar. Cecilion, merdivenlerden her adım attığında ahşap basamakların gıcırdayan sesi, şatonun yıllardır kullanılmadığını anımsatıyordu. Yüksek tavanlardan yankılanan bu sesler, onları daha derin bir sessizliğe sürüklüyordu. Karanlık duvarlar boyunca ilerlerken, Carmilla’nın kalbi hızla atıyordu. Cecilion'un güçlü kollarında taşınırken gözleri odalara kısa bakışlar atıyordu; sanki geçmişin anılarıyla dolu bir labirentin içindeydiler. Cecilion, büyük ahşap kapının önünde durdu, derin bir nefes aldı ve odanın kapısını iterek açtı. Yatak odasına girdiğinde, yıllardır dokunulmamış bir yatağın karşısında durdu. Karanlıkta kalan oda, uzun bir zamandır bu anı bekler gibiydi. Onu özenle yatağa bıraktı, ardından yanına oturdu. Carmilla’yı dikkatle süzerken, bu anın ağırlığı ikisini de sarmalamıştı. "Biraz dinlen hadi, bu gece çok yoruldun." dedi Cecilion, sakin ve derin bir tonla. Cecilion'un sözleri, Carmilla'nın içinde bir huzur dalgası yarattı. Gözlerini yavaşça kapatarak yatağa uzandı, yumuşak kadife çarşaflar tenine değdiğinde, uzun bir zamandır böyle bir rahatlığı hissetmediğini fark etti. Şatonun soğuk duvarları arasında, Cecilion'un sıcak ve güven verici varlığı onun için bir sığınak olmuştu. Cecilion, yatağın kenarında oturmaya devam ederken, Carmilla'ya bakmayı sürdürdü. Onu koruyacağına ve yanında olacağına dair içsel bir yemin etti, ancak kalbindeki karanlık gölgelerden de kaçamayacağının farkındaydı. “Rüyalarında bile seninle olacağım…” diye fısıldadı kendi kendine. Cecilion, usulca aksesuarlarını ve çizmelerini çıkardıktan sonra, bembeyaz elinin üzerine nazik bir öpücük bıraktı. Ardından fısıldadı, "Şimdi daha rahat mısın?" Carmilla, gözlerini kapatarak başını hafifçe salladı ve yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi. "Evet," dedi, sesi yorgun ama huzurlu bir şekilde. "Sana güveniyorum. Her şey çok güzel olacak." Cecilion, bir süre sessizce yanındaydı, onun huzurlu uykuya geçişini izleyerek. Odanın derin karanlığı içinde, bir umut ışığı gibi parlayan tek şey, aralarındaki güçlü bağ ve paylaştıkları derin sevgiydi. Cecilion, Carmilla uyuduktan sonra sessizce kalktı ve yatak odasının yanındaki karanlık odaya geçti. İçeri girdiğinde, odanın derin karanlığında sadece ay ışığının sağladığı hafif bir aydınlık vardı. Odanın köşelerinde eski, tozlu kitaplar ve büyü araçları duruyordu. Cecilion, eski çalışmalarını gözden geçirmeye başladı. Yıllar içinde biriktirdiği büyülerin notları, eski parşömenler ve eski dönemlere ait büyü el kitaplarıyla dolu rafları inceledi. O an, geçmişteki bilgilerin ne kadar önemli olduğunu ve Carmilla'ya olan bağlılığını güçlendirecek olan büyüleri nasıl yeniden canlandırabileceğini düşündü. Bu çalışma, Carmilla’nın yeni yaşamında ona yardımcı olacak ve onları karşılaşacakları karanlık tehditlere karşı koruyacak güçleri geliştirmek içindi. Cecilion'un zihninde aniden bir dehşet belirdi. Eski karanlık günlerin gölgeleri ve üzerindeki lanetin yankıları yeniden uyanmıştı. Ellerini başına sıkıştırarak, içindeki kaosun ve karanlığın etkisiyle mücadele etmeye çalıştı. Gözleri, geçmişin dehşetini ve yaşadığı derin travmaları yansıtan bir hüzünle dolmuştu. Gölgeler ve lanet, onu adeta kuşatıyordu. İçindeki bu karanlık, tüm yaptıklarının ve kurduğu hayatın üzerine bir tehdit gibi çökmüş gibiydi. Bu içsel savaş, Carmilla'nın yeni hayatına olan bağlılığını ve koruma isteğini daha da artırıyordu. Cecilion, geçmişin karanlık izlerini temizlemek ve kendini bu yeni hayatı için daha güçlü bir şekilde hazırlamak zorundaydı. Cecilion, odanın dört bir yanından yankılanan kahkahalarla dehşete düştü. O an odanın içindeki atmosfer, eski lanetlerin ve karanlık güçlerin yeniden uyanmış olduğunu açıkça gösteriyordu. Karanlıkta gölgeler şekil almaya başladı ve lanetli iblislerin ruhları, sanki canlıymış gibi etrafını kuşatmaya başladı. Kahkahalar, Cecilion’ın zihinlerinde yankılanan korkularla birleşerek, derin bir kaygı yaratıyordu. Eski anılar ve karanlık güçler bir araya gelmişti. Cecilion, bu lanetli varlıklarla yüzleşmek zorunda olduğunu biliyordu. Üzerindeki soğuk ter, içindeki kaosu artırıyordu. Derin bir nefes alarak, kendini toplayıp bu karanlık varlıklarla başa çıkmanın bir yolunu bulmaya çalıştı. Cecilion ellerini yüzüne kapattığında, içindeki kaosun ve karanlığın yoğunluğunu hissetti. Gözlerini açtığında, gözlerinin derinliklerinde beliren yoğun karanlık, içindeki canavarın uyanışını simgeliyordu. Karanlık, gözlerinde bir ateş gibi yanıyordu, tüm kontrolünü kaybetmiş gibi görünüyordu. O an, Cecilion’un ruhu iki zıt kutup arasında gidip geliyordu: bir yanda yeni bir başlangıç için umut ve sevgi, diğer yanda içindeki karanlık ve yıkıcı güçler. Karanlık odanın içine yayılan bu yoğun enerji, Cecilion’un artık hangi yöne yöneleceğini belirleyecekti. İçindeki canavarı bastırmak için elinden geleni yapmaya karar verdi. Ancak, bu mücadelede ne kadar başarılı olacağı belirsizdi. Cecilion ellerini kaldırarak fısıldayarak eski büyülerini ve ritüellerini hatırlamaya çalıştı. Sözleri karanlıkta yankılanırken, ellerinden çıkan enerjiler gölgeleri itmeye ve ruhları uzaklaştırmaya başladı. Hava, enerjiyle dolu bir titreşimle doldu. Gölgeler ve lanetli ruhlar, Cecilion'un gücünün etkisiyle titredi ve çekilmeye başladı. Fısıldadığı sözler, bir zamanlar ustalaştığı büyülerin yankılarıydı, onları itmeye ve etkisiz hale getirmeye yeterliydi. Ancak, her bir ruh ve gölge geri dönmeye, Cecilion’un içindeki karanlık güçle oynamaya çalışıyordu. Cecilion, içindeki karanlığın tamamen ortaya çıkmasını engellemek için büyü yapmayı sürdürdü, ama aynı zamanda bu karanlığı kontrol altında tutmak için büyük bir mücadele veriyordu. Cecilion, gözlerinde beliren dehşet ve hırsla, gölgeleri bir araya toplayıp onları yoğun bir enerjiyle püskürttü. Her hareketinde, içindeki karanlık güçlerin etkisiyle bir denge kurmaya çalışıyordu. Enerji dalgaları etrafını sardı, gölgeler bu güçlü etkiyle titredi ve geri çekilmeye başladı. Gölgeler bir araya toplandığında, Cecilion onları daha da yoğunlaştırarak savurdu. Odanın karanlığı, onun karanlık enerjisiyle çalkalandı, her bir hareketi gölgeleri ve lanetli ruhları etkisiz hale getirdi. Cecilion’un karanlık gözleri, büyü gücünün zirveye ulaştığını ve tüm gölgelerin etkisini kaybettiğini gösteriyordu. Nihayet, gölgeler ve lanetli ruhlar çekilmek zorunda kaldı, ancak Cecilion’un gözlerindeki karanlık, hala derinlerde bir yerlerde gizlenmişti. İçsel savaşının izleri, onun yüzündeki yorgunlukla birleşmişti. Cecilion, zihnindeki kaos ve kasvetle başa çıkmakta zorlanırken, öfkesini dışa vurmak için bir sandalye aldı ve pencereye doğru fırlattı. Sandalye, hava dağılmadan pencerenin camlarına çarptı ve kırılarak aşağıya düştü. Camların parçalara ayrılması, odanın karanlığına uyum sağlayan Cecilion'un gerginliğini ve öfkesini dışa vuruyordu. Sandalyenin düşüşüyle birlikte odayı daha da karanlık bir sessizlik kapladı. Cecilion, derin bir nefes aldı, ellerini başının üstüne koyarak bir süre sessiz kaldı. İçsel çatışmasıyla mücadele ederken, Carmilla'nın huzurlu uykusu ve şatonun karanlık atmosferi arasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Cecilion, hızla artan nefesiyle odada bulduğu boş saksıları pencereden bir bir fırlatmaya başladı. Saksılar, camları kırarak ve içindeki toprakları da savurarak aşağıya düştü. Odanın içi, toprak ve cam parçalarıyla dolarken, Cecilion’un öfkesi ve umutsuzluğu odanın dört bir yanını kapladı. Her fırlatışta, Cecilion’un yüzündeki gerginlik ve öfke daha da belirginleşti. Karanlık, kontrolünü kaybetmiş bir güç gibi üstüne çökerek, Cecilion’u kendi içsel canavarıyla yüzleşmeye zorladı. Odadaki kaos, onun içsel çatışmasını ve karanlık tarafının büyüklüğünü yansıtıyordu. Cecilion, saksıları fırlattıktan sonra, öfkesini daha da derinleştiren bir susuzlukla şarap şişelerine yöneldi. Şarapları büyük bir hızla boşaltırken, boşalan şişeleri kırık pencereye doğru savurdu. Camlar, odanın içinde gürültülü bir şekilde patladı ve şaraplar, zemin boyunca akarak yerleri ıslattı. Her hareketinde, Cecilion’un gözleri karanlık bir çılgınlıkla parlıyor, içsel kaosu fiziksel bir yıkıma dönüştürüyordu. Şişeler ve cam kırıkları, onun öfkesinin ve umutsuzluğunun birer sembolü haline geldi. Odanın içi, yoğun bir kargaşa ve dağılmış şaraplar ile dolarken, Cecilion’un ruhu karanlık bir boşlukta savruluyordu. Cecilion, son şişeyi de hızla içip boşalttıktan sonra yere devrildi. Şarap, yüzünden gömleğine kadar akmış, kırmızı lekeler tüm bedenine yayılmıştı. Boş şişeyi de hırsla fırlatıp odanın duvarına çarptı, şişe büyük bir patırtıyla parçalara ayrıldı. Yerde yatarken nefesi kesik kesik çıkıyor, bedeninin kontrolsüz titremeleri zihnindeki kargaşayı yansıtıyordu. Zihni, içindeki karanlık canavarla savaşıyordu; gölgeler, korkular, ve geçmişin ağırlığı altında ezilmiş, kendi çaresizliğine yenik düşmüştü. Göğsünde derin bir acı hissediyor, tüm bu yıkımın içinde Carmilla’nın yokluğu, onun ruhunda derin bir boşluk açıyordu. Carmilla, kapıyı araladığında karşılaştığı manzara onu derin bir şokun içine çekti. Cecilion, şarap lekeleriyle kaplanmış, yerde harap halde yatıyordu. Odada kırık şişeler, savrulmuş eşyalar ve parçalanmış camların yankısı hâlâ duyuluyordu. Gözlerinde hiçbir ışık, yüzünde eski sıcaklık kalmamıştı. Elleriyle ağzını kapatıp nefesini tutarak geri adım attı. Kalbi sıkışıyor, bu gördüğünün gerçek olmadığını düşünmek istiyordu. Ama Cecilion’un kırık hali, Carmilla’nın içindeki her bir parçayı paramparça ediyordu. O, tanıdığı ve sevdiği adam olmaktan çıkmış gibiydi; karanlığın gölgeleri onu tamamen yutmuştu. Sessizce, gözyaşları içinde odanın eşiğinde dururken "Cecilion... Ne oldu sana?" diye fısıldadı, sesi titrek ve çaresizdi. Carmilla, gözlerini Cecilion'un kanla karışmış ellerine dikti. Onu kaldırmak için uzanmak istedi ama elleri titriyordu. Cecilion’un bir zamanlar güçlü olan elleri şimdi boş ve ağır görünüyordu; o kadar çaresiz ve güçsüzdü ki, ona yardım etmek bile imkansız geliyordu. Gözleri yaşlarla dolarken, içinde yükselen umutsuzlukla hareketsiz kaldı. Ne yapacağını bilemiyordu. Bir adım daha atıp titreyen sesiyle "Cecilion... beni duyabiliyor musun?" diye fısıldadı. Ama karşısındaki adam sanki onu duyamayacak kadar derin bir karanlığın içine gömülmüştü. Her şey karanlıkla kaplanıyor, Cecilion'un içindeki boşluk giderek büyüyordu. Cecilion'un sesi karanlığın içinden boğuk ve sarhoş bir yankı gibi geldi. "Carmilla'm, seni uyandırdım mı? Benden çok kötü bir koca olur..." Dudakları hafifçe bükülmüş, acıyla gülümsemeye çalışıyordu ama gözlerindeki kaos ve keder her şeyi gölgede bırakıyordu. İçindeki canavarla boğuşan adam, kendini artık kontrol edemez hale gelmişti. Carmilla, gözyaşlarını zorla geri itip bir adım daha yaklaştı. "Hayır, Cecilion... Sen kötü biri değilsin. Sen sadece... kayboldun." Sesi yumuşak ama titrek bir tondaydı. Ona dokunmak, onu bu cehennemden çekip çıkarmak istiyordu, ama ne kadar yaklaşsa da Cecilion’un çevresindeki duvarlar daha da kalınlaşıyor gibiydi. Cecilion, ellerini saçlarının arasına götürerek başını eğdi. "Ben... seni hak etmiyorum, Carmilla." Cecilion, başını önüne eğmiş, sesi daha da boğuk ve sessiz çıkıyordu. "En mutlu gününde bile seni hayal kırıklığına uğrattım..." İçindeki derin suçluluk ve pişmanlık, kelimelere dökülerek odanın kasvetli havasına karışıyordu. Carmilla, ağır adımlarla ona yaklaşıp diz çöktü. Gözlerinde hüzün ve anlayış vardı. “Cecilion… Seninle olmak, her anın en büyük hediyesi oldu bana. Hayal kırıklığına uğramadım, sadece seni kaybetmekten korkuyorum.” Parmaklarını nazikçe Cecilion'un yüzüne dokundurarak, onu karanlığından çekip çıkarmak istercesine bakıyordu. Cecilion, gözlerinde yaşlarla ona bakarken, bir an için onun sıcaklığını hissetti. Fakat içindeki karanlık, geçmişin gölgeleri, onu sürekli geri çekiyordu. "Beni kurtaramazsın, Carmilla... İçimdeki karanlık çok derin." "Bu karanlık ikimizi de mahveder..." diye fısıldadı Cecilion, sesi titriyor, derin bir çaresizlik yankılanıyordu. Sanki her kelimesi biraz daha kayboluyordu. O karanlığın içinde boğulmak üzereyken, Carmilla’nın elleri, sanki onu o dipsiz çukurdan çekip çıkarabilecek tek bağ gibi tenine değdi. Carmilla, derin bir nefes aldı, içindeki korkuyu bastırmaya çalışarak, “Eğer seninle bu karanlıkta kaybolacaksam bile… Varsın öyle olsun. Ama yalnız kaybolmayacaksın, Cecilion. Bunu unutma,” dedi, sesi kararlıydı, içindeki sevgiyle yankılanıyordu. Cecilion’un yüzüne bakarken, gözlerinde yanan ateşi, karanlığı dize getirmeye yetecek gibi duruyordu. Cecilion, derin bir hıçkırıkla gözlerini kapattı. “Carmilla... Korkuyorum. Seni de bu karanlıkta kaybetmekten korkuyorum. Beni affedebilir misin?" Cecilion’un gözleri yaşlarla dolmuştu, gözyaşları süzülürken derin bir acı içinde yutkunmaya çalıştı ama boğazı düğümlenmişti. Kelimeler boğazında takılıyor, hissettiği yoğun suçluluk ve pişmanlık her nefesini ağırlaştırıyordu. Carmilla, onun bu halini izlerken, kalbinin en derininde bir sızı hissetti. Yavaşça ona yaklaştı ve elini yüzüne koyarak, gözyaşlarını sildi. Gözlerinin içine bakarak fısıldadı, "Cecilion... Seninle her karanlığa razıyım. Beni bırakma. Çünkü ben seni hiçbir zaman bırakmayacağım." Cecilion, bu sözleri duyduğunda gözlerini kapattı, gözyaşları daha da yoğunlaştı. Boğazındaki düğüm çözülmedi ama bir anlığına, Carmilla'nın dokunuşunda bir huzur hissetti. |
0% |