@bloodcecilion
|
Cecilion bir gece ansızın Carmilla'nın odasının balkonunda durdu ve sessizce pencereyi aralayıp içeri girdi. Cecilion, ay ışığının hafifçe aydınlattığı odada, Carmilla'nın masum yüzüne bakarak derin bir nefes aldı. Onu izlerken içindeki çelişki daha da büyüdü; onu korumak için uzak durmalıydı, ama kalbi her zaman ona dönmek istiyordu. Yaklaştıkça nefesinin hızlandığını hissetti. Carmilla’nın yumuşak nefesi, uykudaki huzuruyla odanın sessizliğini dolduruyordu. Sessizce yatağın kenarına oturdu, parmakları hafifçe onun ipek gibi saçlarına dokundu. "Bir süre uzak olmamız ikimiz için de iyi olacak..." dedi, neredeyse duyamayacağı bir fısıltıyla. Bu sözler, kendi ruhuna da acı bir yük gibi çökmüştü. Ona dokunmak, onu hissetmek istese de, bunu yapmanın Carmilla için ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Parmakları saçlarından ayrıldığında, içindeki boşluk daha da derinleşti. Yavaşça, yatağının yanındaki sehpanın üzerine zarif bir kırmızı gül bıraktı. Gül, Carmilla’ya olan sevgisini simgeliyordu—tutkulu, ama aynı zamanda ölümcül bir tehlikenin işaretiydi. Bu yasak aşk, tıpkı o gül gibi güzeldi; fakat dikenleri vardı, ve o dikenler ikisini de mahvedebilirdi. Cecilion bir an daha duraksadı, gözlerini Carmilla’nın yüzünde gezdirerek. Sonra, içinde kopan fırtınaya rağmen, geri çekildi. Pencereye yöneldi ve sessizce dışarı çıktı, bir gölge gibi kayboldu. Pencereyi kapatırken içindeki tüm duygularla savaşıyordu, ama Carmilla’nın güvenliği her şeyden önemliydi. Ay ışığı altında bir kez daha gökyüzüne yükseldi, içindeki karanlıkla baş başa kalmıştı. Kızıl gül ise Carmilla’nın uyanacağı sabahın habercisiydi—ve Cecilion’un sessiz vedasının kanıtıydı... Cecilion, balkondan ayrılırken içindeki ağırlığın bir süreliğine hafiflemesini umut ediyordu. Bu kısa veda, ikisi için de gerekliydi. Carmilla’yı korumak için onun yanında olamaması gerekiyordu. Kendini toparlaması, karanlık düşünceleriyle başa çıkabilmesi için bir süre inzivaya çekilmesi şarttı. "Bunu ikimiz için yapıyorum," diye mırıldandı kendi kendine, gecenin karanlığında sessizce kaybolurken. Her ne kadar kalbi Carmilla'ya yakın olmayı istese de, aklı onların iyiliği için bu ayrılığın zorunlu olduğunu biliyordu. Cecilion’un içinde büyüyen karanlık ve açlık, kontrol edilemez hale gelmişti ve onun için Carmilla’ya zarar vermektense uzak durmak en iyisiydi. Bir süreliğine kendi yalnızlığına ve karanlığına gömülmek zorundaydı. İkisi de bu zamana ihtiyaç duyuyordu—Carmilla, bu karanlık bağın tehlikelerinden uzak kalacak, Cecilion ise kendini toparlamaya çalışacaktı. Bu zorunlu ayrılık, onları güçlendirebilir ve bir araya geldiklerinde her şey daha net olabilirdi. Ancak Cecilion, bu vedanın ne kadar süreceğini bilmeden, kendini karanlık uçurumların derinliklerine bırakıyordu. Cecilion, gökyüzünde süzülürken zihni bulanıktı. Uçurumun karanlık derinliklerine, uzun zamandır terk ettiği köşke doğru yol alıyordu. Orası, karanlık sırlara ve terk edilmiş anılara ev sahipliği yapan bir yerdi—kendi geçmişinin yankılarıyla dolu. İhtiyacı olan yalnızlığı orada bulmayı umut ediyordu. Diğer Kan İblisleri’nin yanına dönecek, açlığını gidermeye ve kaotik zihnini sakinleştirmeye çalışacaktı. Köşkün devasa, siyah taş duvarları ortaya çıktığında içini derin bir ürperti kapladı. Burası, onu her seferinde içine çeken bir uçurum gibiydi. Cecilion, ağır adımlarla kapıdan içeri girdi. Köşkün karanlık ve tozlu havası, terk edilmişliğin izlerini taşıyordu. Yıllardır buraya adım atmamıştı, ama burası hâlâ onu tanıyordu. Bir zamanlar evim dediği bu yerin soğuk duvarları, kendi içindeki karanlığın bir yansıması gibiydi. Ancak, karanlığın içinde bir şey farklıydı. Havadaki garip bir enerji Cecilion’un dikkatini çekti. Odanın köşesinde, loş ışıkta gizlenmiş bir figür vardı. Karanlıkla bütünleşmiş gibi duran bu yabancı, Cecilion’un dikkatini çekti. Gözleri parıldayan bu yabancı, sanki köşkün bir parçasıymış gibi, derin bir sessizlikle orada duruyordu. "Sen kimsin?" diye sordu Cecilion, kaşlarını çatarak. Gözleri dikkatlice yabancıyı süzdü. Bu beklenmedik misafir, onun gitmesini beklediği türden biri değildi. Köşkte başka kimsenin olmaması gerekiyordu. Yabancı, gölgeler arasından bir adım öne çıktı, yavaş ve sakin bir hareketle. Siyah pelerini etrafında dalgalanıyor, gözleri karanlığın derinliklerinden Cecilion’u inceliyordu. Bir süre sessizlik oldu, ardından yabancı bir gülümseme ile konuştu: "Beni uzun zamandır bekliyordun, Cecilion. Zamanı geldi..." Bu sözler, Cecilion’un içindeki bütün huzursuzluğu tetiklemişti. Tanımadığı bu yüz ve anlam veremediği bu sözler, daha büyük bir tehlikenin habercisi gibiydi. Cecilion, bu beklenmedik karşılaşmanın yarattığı gerilimle adeta donar gibi oldu. Karşısındaki figür, insan ve iblis arasındaki sınırları aşan bir varlık gibiydi—beyaz, pürüzsüz teni, uzun gümüş gibi parlayan saçları ve o derin kırmızı gözler… Hepsi olağanüstü, ama bir o kadar da ürkütücüydü. Cecilion’un gözleri, yabancının kıyafetlerine ve aksesuarlara takıldı—soylu bir aileden gelmiş gibiydi, ancak gümüş pençeleri ve korkutucu aurası, bu varlığın sıradan olmadığını açıkça gösteriyordu. Cecilion, derin bir nefes aldı, kaşlarını çatarak onu süzmeye devam etti. Karşısındaki figür tehditkâr bir şekilde sakinliğini koruyor, hareketleri ölümcül bir denge ve zarafet içeriyordu. Beyaz saçlarını pençeleriyle arkaya toplarken, kulaklarındaki mavi taşlı küpeler hafif bir parıltıyla karanlıkta dikkat çekti. Her şey bu yabancının tehlikeli ve güçlü bir varlık olduğunu haykırıyordu. Yabancı, Cecilion’un kaşlarının çatılmasından rahatsız olmamış gibi soğukkanlı bir şekilde gülümsedi. Gözleri parıldadı, ve kırmızı bakışlarını Cecilion’a sabitledi. "Beni tanımıyor olabilirsin," dedi yabancı, sesi sakin ama tehditkâr bir tını taşıyordu. "Ama ben seni uzun zamandır izliyorum, Cecilion. Gözlerin bana kim olduğunu anlatıyor. Aynı karanlığa sahibiz." Cecilion, bu sözlerin derin anlamını kavramaya çalışırken, içindeki karanlığın yankılandığını hissetti. Bu yabancı, sadece bir tehdit değil, belki de onun karanlık tarafını bilen biri gibi görünüyordu. Ama neden? Ve nasıl? "Ne istiyorsun benden?" diye sordu, sesi karanlık ve sertti. Gözleri yabancının üzerine dikilmişti, fakat hala derin bir dikkatle onu süzüyordu. Kendi karanlığını bilmesine rağmen, Cecilion bu yabancının niyetini anlamak zorundaydı. Yabancı hafifçe güldü, sesindeki alaycı tını odada yankılandı. "Zamanı gelince anlayacaksın. Kaderimiz zaten yazıldı... Ama önce, senin ne kadar güçlü olduğunu görmem gerek." "Adın ne?" diye sordu Cecilion, bir anlık merakına yenilerek. "Siyah Gül'ün kurucularından Vladimir'i nasıl bilmezsin?" sesi, kültürlü ve ağırdı. Cecilion'un bakışları aniden detinleşti. Ani bir dehşet belirdi. "Siyah Gül mü? Onun bir efsaneden ibaret olduğunu sanıyordum." Vladimir hafif bir gülümsemeyle başını eğdi, kırmızı gözleri Cecilion'u sabit bir şekilde izliyordu. "Efsaneler, gerçeklerin üzerini örtmek için uydurulmuş masallardır," dedi, sesi her kelimeyi tartarak ve vurgulayarak. "Siyah Gül varlığını sürdürmeye devam ediyor, gölgelerin arasında ve perde arkasında. Bizler sadece efsanelerde kalmadık, Cecilion. Gerçekliğin karanlık dokusuna işlemiş durumdayız." Cecilion'un yüzüne gölgeler düşerken içindeki merak, hızla bir tür alarma dönüştü. Siyah Gül, hep yasak bir bilgi, karanlık bir güç olarak anlatılmıştı. Tarihte kaybolduğu düşünülen, büyücüler ve iblislerin en karanlık ittifaklarından biri. Ama şimdi, bir efsanenin etten ve kemikten vücut bulmuş hali karşısındaydı. "Neden buradasın?" diye sordu Cecilion, sesindeki gerginlik gittikçe belirginleşiyordu. "Benden ne istiyorsun?" Vladimir'in gülümsemesi daha da genişledi, adeta Cecilion'un tedirginliğinden zevk alıyor gibiydi. "Ne istediğim basit," dedi soğukkanlılıkla. "Karanlıkta gizlenen gücünü keşfetmen. Bizimle yürümen. Siyah Gül'ün bir parçası olman. Kanınızdaki karanlık, zaten ait olduğunuz yeri size gösterecek." Cecilion, Vladimir'in bu cazip ama zehirli teklifi karşısında içindeki karanlığın kıpırdadığını hissetti. Fakat Siyah Gül'e katılmak, onu bambaşka bir yola sürüklerdi. Kendi sırları vardı, kendi mücadeleleri… Carmilla vardı. Ama şimdi, bu zamansız güç ona bir kapı aralıyordu. Gözlerini Vladimir'e dikti, zihninde hızla geçen düşünceleri durdurmaya çalışarak. "Beni karanlığa sürüklemek mi istiyorsun?" dedi Cecilion, alaycı bir tonda. "Zaten orada yaşıyorum. Ama bana hiçbir şey vaat etmeden... neden senin tarafında olayım?" Vladimir hafif bir kahkaha attı. "Güç, Cecilion. Hakiki güç... Karşında duran senin gibi birini efsanelere taşıyabilir. İkimizin kanında yatan karanlık, bize bu dünyada eşsiz bir yer sunacak." Cecilion, bu cazip fakat tehlikeli sözlerin etkisini hissetti. Ama bir karar vermek için acele etmeyecekti. "Sana avlanmak zorunda kalmadan kan denizlerinde yüzmeyi teklif etsem? Açlığını bastırmak zorunda kalmazsın. Sadece ikimiz bile aşılmaz bir ittifak oluruz." Cecilion’un gözlerinde bir anlık tereddüt belirdi. Vladimir'in sözleri, açlığının en derin köklerine dokunmuştu. Karanlıkta sonsuz bir güç... Avlanmadan, gizlenmeden yaşamayı vaad ediyordu. Kulağa neredeyse büyüleyici geliyordu. "Kan denizlerinde yüzmek mi?" diye mırıldandı Cecilion, Vladimir'in gözlerine derin bir bakış fırlatarak. "Seninle yan yana... Karşılığında ne isteyeceksin?" Vladimir'in dudaklarında yine o zehirli gülümseme belirdi. "Sadece sadakat," dedi alaycı bir tonda. "Siyah Gül’e bağlılık. Bizi birlikte kimse durduramaz, Cecilion. Dünya önümüzde diz çökecek. Açlık senin için yalnızca bir anı olacak, güçlerin ise sınır tanımayacak." Cecilion'un zihni hızla çalışıyordu. Vladimir'in teklifi, vaad ettiği güç ve rahatlık, kanındaki karanlığı cezbediyordu. Ama bu anlaşmanın gölgelediği tehlikeler, onu derin bir uyarı veriyordu. "Ama Carmilla... Kendi yolum..." diye düşündü içinden. Onunla geçirdiği zamanlar, verdiği ahit, bu tür bir karanlığa adım atmayı imkânsız kılabilirdi. "Karanlıkta yaşayanlar için her zaman bir bedel vardır," dedi Cecilion, gözlerinde bir isyan kıvılcımı belirirken. "Ve bedeli senin kadar iyi bilirim. Bana sunduğun güç ne olursa olsun, özgürlüğümü kaybetmek istemem. Ama senin teklifin... kayıtsız kalınacak türden değil." Vladimir bir adım daha yaklaştı, kırmızı gözleri Cecilion'un ruhunu delip geçiyormuş gibi görünüyordu. "Özgürlük... Güçle birleştiğinde gerçek olur," dedi sinsi bir ses tonuyla. "Sen zaten karanlığa aitsin, Cecilion. Siyah Gül sadece sana ait olanı sunuyor." Cecilion derin bir nefes aldı. Bu teklifi kabul etmek onu sonsuz bir karanlığa hapsedecekti. Ancak reddetmek, Vladimir gibi biriyle karşı karşıya kalmak anlamına da gelirdi. İçindeki karanlık ile ruhunun derinliklerindeki son parıltı arasında sıkışıp kalmıştı. Cecilion'un sesi titredi, derin bir fısıltıyla çıktı dudaklarından. "O ne olacak?" dedi, gözleri boşluğa bakarken sanki Carmilla'nın hayalini görüyormuş gibi. "Ben onunla huzurumu buldum. O olmadan bir hiçim..." Vladimir, Cecilion'un tereddüdünü fark ettiğinde, soğuk bir gülümsemeyle başını hafifçe yana eğdi. "Ah, o mu? Şu küçük insan... Senin için bir ağırlık olmaktan başka ne olabilir ki?" Kırmızı gözleri, küçümseyici bir şekilde parladı. "İnsanlar zayıftır, gelip geçicidir. Onlar seni aşağı çeker, gücünü zayıflatır. Oysa ki gerçek güç, bağlardan arınmış olmayı gerektirir." Cecilion, Vladimir'in sözlerini duymuyormuş gibi, içindeki fırtınaya yenik düşmüş halde başını eğdi. Carmilla'nın yüzü zihninde netleşti. O gözlerde huzur, sevgi, bir çıkış yolu görmüştü. Onunla geçirdiği her an, karanlığını bir nebze olsun hafifletmişti. "Onsuz..." dedi, sesi derin bir kırılma noktasına ulaşmış gibi. "Bir hiçim..." Tam o sırada, bir şey onu harekete geçirdi. Düşündüğünden daha hızlı, ruhunu ele geçiren bir görüntüyle karşılaştı: Carmilla, özlerinin arasında belirip onu izliyordu. Kendi karanlığına hapsolmuş, bir adım daha atarsa Carmilla'yı sonsuza dek kaybedeceğini hissetti. Hiçti, onsuz bir hiç... Vladimir, Cecilion’un içinde büyüyen bu duygusal çalkantıya küçümseyici bir kahkaha attı. "Karanlıkta aşk arayanlar daima yanılır," dedi, sert ve küçümseyici bir sesle. "Aşk bir lüks, senin gibi güçlü biri için sadece bir engel." Cecilion, derin bir nefes alarak başını kaldırdı. Vladimir'in soğuk gözlerine dikti bakışlarını. Kendi içindeki karanlıkla savaşıyordu ama Carmilla'nın görüntüsü ona güç veriyordu. "Belki de haklısın," dedi, sessizce ama kararlı. "Ama o benim ışığım. Karanlığın içinde tek umut parçam." Ve o anda, Cecilion içindeki derin bir gücün kıpırdandığını hissetti. Carmilla'ya olan bağlılığı, onu Vladimir'in sunduğu karanlığa teslim olmaktan alıkoyuyordu. Vladimir, sakin ama tehditkâr bir tınıyla konuşmasına devam etti. "Fikrini değiştirdiğinde beni nerede bulacağını biliyorsun," dedi, gözlerini Cecilion’dan ayırmadan. "Uçurum… her zaman açık. Bu fırsatı kaçırma derim. Halihazırda, şu aptal gölgeler seni tekrar rahatsız etmeye başlamadan önce…" Cecilion, Vladimir'in sözlerinin altındaki ince tehdidi sezdi. Gölgeler… ona musallat olan, geçmişin karanlık hatıraları gibi peşini bırakmayan, onu sürekli karanlığa çekmeye çalışan varlıklar. Bir an durdu, Vladimir’in soğukkanlı tavrına karşı kaybetmemek için kendini zorladı. Ama zihninde yankılanan tek şey Carmilla’ydı. "Senin karanlığınla beslenmeyi reddediyorum," dedi Cecilion, derin bir nefes alarak. "Ben kendi yolumu bulacağım." Vladimir'in gülümsemesi bir anlığına silindi, ama kısa sürede geri geldi. "Ne kadar dramatiksin," dedi alaycı bir şekilde. "İstediğin kadar diren, göreceğiz kimin haklı olduğunu. Ama unutma, Cecilion… Karanlık, seni eninde sonunda yutacak. O kıza tutunmaya çalışsan da karanlık hep kazanır." Son sözlerini bırakarak Vladimir, ağır adımlarla gölgelerin arasında kayboldu. Karanlıkta yankılanan tek şey onun soğuk sesi oldu. Cecilion, derin bir iç çekerek arkasına yaslandı. Vladimir’in sözleri bir süre yankılandı zihninde, ama sonra Carmilla’nın yüzünü düşündü. O olmadan hiçbir şeydi, ve bu karanlığın içinde bir anlam bulmak için onu kaybetmemeliydi. Gökyüzüne baktı, derin bir yalnızlık içinde, ama kalbinde bir kararın tohumları filizlenmeye başlamıştı. Karanlık onu yutmaya çalışsa da, Carmilla için savaşacaktı. Cecilion derin bir nefes aldı, göğsüne dolan soğuk havayı hissederek. Kanatlarını yavaşça açtı; geceyi delen geniş, karanlık kanatlar… Havayı yararak gökyüzüne yükselirken, Uçurum'dan gelen soğuk rüzgâr yüzüne çarptı. Düşünceleri hâlâ Vladimir ve onun karanlık teklifiyle doluydu, ama o şimdi başka bir karanlığın, kendi türünün yanına gitmek zorundaydı. Kan İblisleri, onu bekliyordu. Gökyüzünde hızla süzülürken yıldızlar bulanık çizgilere dönüşüyordu. Gece soğuk ve sessizdi, ama Cecilion'un içinde fırtınalar kopuyordu. Düşüncelerindeki kaos dinmiyordu. Carmilla’yı korumak için ne kadar ileri gitmesi gerekecekti? Vladimir’in karanlık teklifi, onu arzuladığı huzurdan daha da uzaklaştıracak gibiydi. Uçurum’un derinliklerine vardığında, Kan İblislerinin toplandığı yer karanlık bir sisle kaplanmıştı. Kırmızı gözler, gölgelerin arasından tek tek belirmeye başladı. Cecilion, yavaşça yere indi ve etrafına bakındı. Hepsi oradaydı—sadık takipçileri, iblis kardeşleri. "Geç kalıyorsun, Cecilion," diye fısıldadı gölgelerden biri, karanlığın içinden süzülen bir ses. Cecilion, sessizce etrafına bakıp adım attı. Artık geri dönüş yoktu. Kendi türüyle ve karanlıkla yüzleşmek zorundaydı. Ama içindeki savaş hâlâ bitmemişti. Karanlık ona bir kez daha ne istediğini soracaktı. "Bir dahakine daha erken gelmelisin, Cecilion," dedi Lilith, Raziel'in soğuk sesini yumuşatarak, adeta bir tercüman gibi. Cecilion, gözlerini kısarak etrafına baktı, gözlerinin altındaki yorgunluk izlerini saklamaya çalışarak. "Biraz yorgunum," diye mırıldandı, sesindeki soğukluk yerini bastırılmış bir çaresizliğe bırakarak. "Bu yüzden dinlenmeye ihtiyacım vardı." Lilith, Cecilion'a şüpheyle bakıyordu. "Yorgunluktan daha fazlası var, değil mi?" dedi, kaşlarını çatarak. "Bir şey seni rahatsız ediyor. Ve yalnızca fiziksel değil. O kız, Carmilla…" Cecilion’un ifadesi aniden sertleşti. "Ondan uzak dur, Lilith," dedi, sesinde bir uyarı gizliydi. "Bu meseleye karışmanı istemem." Lilith alaycı bir gülümsemeyle başını hafifçe yana eğdi. "Senin neyin mesele olup neyin olmadığını bilmen gerek, Cecilion. Eğer bu kız, Vladimir’in teklifini reddetmene neden olacaksa, o zaman hepimizi tehlikeye atıyorsun." Cecilion, Lilith’in üzerine doğru bir adım attı, karanlık bir güç dalgası etrafında hissediliyordu. "Carmilla'yı bu konuşmaların dışında tutacaksınız," dedi, sesindeki tehdit alenen hissediliyordu. "Kimse ona dokunmayacak." Lilith’in yüzündeki gülümseme silindi ve bir an için sessizlik çöktü. Lilith, Cecilion’un karanlık gücünü hissettiğinde, bir anlığına tedirgin oldu. Ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyordu, bu yüzden onun gazabına uğramak istemiyordu. Gözlerini yavaşça yere indirdi, gerginliği azaltmak için sesi yumuşadı. "Elbette, Cecilion," dedi, dudaklarının kenarında zoraki bir gülümseme belirerek. "Onun için endişelenme. Hiç kimse dokunmayacak." Cecilion’un gözleri Lilith’e odaklandı, ama bir süre daha suskun kaldı. Derin bir nefes aldıktan sonra, sakinleşmiş gibi görünse de etrafındaki karanlık enerjinin etkisi hâlâ hissediliyordu. "İyi," dedi sonunda, sesindeki soğukluk hâlâ etkisini yitirmemişti. "Sana güveniyorum. Vladimir'in teklifini düşünmeye devam edeceğim ama şimdilik işler farklı olacak." Lilith başını hafifçe salladı, bu konuyu daha fazla zorlamanın tehlikeli olacağını biliyordu. "Beklediğimiz cevap bu," dedi usulca, içten içe rahatlayarak. Cecilion ise ona fazla dikkat etmeden uzaklaştı, gözlerini tekrar boşluğa, düşüncelerine dikti. Kendini kontrol altında tutmaya çalışsa da, içindeki kargaşa bir türlü dinmiyordu. Carmilla, Vladimir, açlığı... Her şey giderek içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Cecilion, gözlerini kapattığında zihninin derinliklerinde hiç beklemediği bir sahne belirdi. O anda her şey silindi; kan, gölgeler, Vladimir'in teklifleri... Karanlık odada bir başına, sadece Carmilla'nın varlığı kalmıştı. Teninin sıcaklığı, nefesinin hafif ritmi, ince bir titreme yayıldı vücuduna. İçinde bir heyecan, yıllardır bastırdığı bir arzunun usulca uyanışı vardı. Yatağın loş ışığında Carmilla, onun kolları arasında yatıyordu. Sessizce nefes alıp veriyordu, teni onun tenine değiyor, her dokunuş sanki ateş gibi yanıyordu. Cecilion, daha önce böyle bir yakınlığa cesaret edememişti, ama şimdi her şey çok gerçekti. Parmakları yavaşça onun beline dokundu, sanki bu anı uzatmak istiyormuş gibi hareketleri temkinliydi. Carmilla'nın teni o kadar sıcak ve gerçekti ki Cecilion, bunun bir rüya olduğunu kabullenmek istemiyordu. "Sonsuza kadar burada kalmak... Mümkün mü?" diye düşündü. İçindeki kaos ve karanlık aniden huzurla dolmuştu. Her şeyden kaçabildiği, sadece ikisinin olduğu bu anın içinde kaybolmak istiyordu. Carmilla, hafifçe kımıldandı ve başını Cecilion’un omzuna yasladı. Onun bu küçük hareketi, Cecilion’un içindeki derin arzuyu daha da büyüttü. Kendini ona daha çok bastırdı, sanki bu anın sonsuza kadar sürmesini istiyormuş gibi. |
0% |