@blowbreeze
|
Günler, uyumak isteyenlerin saydığı çit üzerinden atlayan koyunlar gibi birbiri ardınca geçip gittiler. O gün yaşananlar benim için aydınlanamadan karanlığa karışıp gitti. Bu arada biz Mehpare teyzeyle muhabbeti bayağı koyulaştırdık. Çok hoş, çok tatlı bir diyalog oluştu aramızda. Ben her akşam onunla en az yarım saat oturup televizyon izliyor sonrasında ders çalışmam gerektiğini ama devamını çok merak ettiğimi söyleyerek odama çekiliyordum. Ertesi gün kahvaltıda büyük bir hevesle bana dizinin devamını anlatıyordu. Allah'ım, bir görseniz ne kadar tatlı oluyordu anlatırken. Hem böylece soframızdan muhabbet eksik olmuyor hem de şikayet eşliğinde değil ağız tadıyla yemek yiyordum. Aramızdaki muhabbet sadece bu kadarla kalmadı tabi, ben yeni bir metot daha geliştirdim. Ne mi yapıyordum? Temizlik ve yemek yaparken her şeyi tek tek tüm ayrıntısıyla soruyordum. O da bıkmadan, sıkılmadan itina ile cevaplıyordu. Sormuş olmam ona kendini değerli hissettiriyordu sanırım. Çünkü anladığım kadarıyla, aslında istediği değer görmek, görüşlerine ve fikirlerine saygı duyulması, tecrübelerine baş vurulmasıydı. Belki kaba bir tabir olacak ama o, insan yerine koyulmak istiyordu. Bazen söyledikleri gerçekten çok işime yarıyordu, yeni şeyler öğreniyordum. Bazense sorduğum halde onun dediği gibi yapmadığım oluyordu ama fark etmiyordu bile. Çünkü yeni yeni anlıyordum ki aslında şikayet etme sebebi yapılan işin yanlış veya çirkin olduğunu düşündüğünden dolayı değildi, o varlığını göstermek istiyordu. Belki fark edilmek... Hayatı televizyon izlemekten ibaret bir hal almış olan kadın, aslında hala daha gerçek dünyada yaşadığının farkına varılmasını istiyordu. Bu yüzden doğru şekilde yapılışını bildiğim bir şeyi bile hatta daha önce sormuş olsam dahi sormaktan erinmiyordum. Bilakis ben her sorduğumda onun yüzünde oluşan ifade beni çok ama çok mutlu ediyordu. Onunla yaşamak keyifli bir hal almaya başlamıştı. Bugün ise ilişkimizi bir tık daha ileri bir seviyeye taşıdım. Dün akşam yalvar yakar onu Mevlana böreği yapmaya ikna ettim. Gerçi bu yalancı yakarış modu beni bir hayli zorlamadı değil. İlk başta ısrar etmeye çok çekindiysem de sonuç galibiyetti ve çok mutluydum. Mevlana böreğini çok özlediğimi, Konya'dayken çok sık yediğimi ancak yapılışını bilmediğimi söyleyerek duygu sömürüsü de yapmıştım birazcık. Sonra da Seher yengeye, kahvaltıyı hazırlamak için erken gelmesine gerek olmadığını haber ettim. Sabah erkenden geçtik mutfağa. Çaktırmıyordu ama heyecanlı görünüyordu. Beraber kolları sıvadık, o direktif veriyor ben talimatlara birebir uyuyordum. Yufka açmasını bilmiyor değildim, yine de beceremiyor gibi yapmayı ihmal etmiyordum. Bir yandan da onu çok yormak istemediğim için bir iki kere gösterince hemen öğrenmiş gibi yapıyordum. "Öf! Mehpare teyzem ya! Senin yaptığın gibi yapamıyorum" dediğim zaman nasıl mutlu oluyordu, sevimli sevimli gülüyordu anlatamam. "Yapa yapa öğreneceksin güzel kızım!" Bu son cümle beni benden almıştı, dayanamayıp yanağına büyük bir şapırtı eşliğinde kocaman bir buse kondurdum. Sanırım ağzından ilk kez böyle hoş sözler duymuştum. "Deli kız!" deyip kıkırdayarak yanağını sildi. Bence rahatsız olmamış hatta hoşlanmıştı bile. Börekleri fırından çıkartıp beraber hazırladığımız mükellef sofranın tam ortasına yerleştirdim. Sonra şöyle hafiften geri çekilip muhteşem eserimizi seyrettim. Her şey tamamdı, geriye bir tek Hakkı amcaların gelmesi kalmıştı ki umarım börekler soğumadan gelirler diye düşünürken kapı çaldı. Doğrusu mükemmel zamanlama diye buna denirdi... Kapıyı açmak için hole çıkarken Mehpare teyzeye göz kırpıp "Hazır mısın Mehpare Sultan" dedim. İstenmeye gelinmiş gelin adayı gibi mahcup bir edayla tebessüm etti. E, bir nevi görücüye çıkmaktı bu, sonuçta özene bezene yaptığımız böreği beğeniye sunacaktık... Yaprak abla mutfağa girdiğinde tam da ondan beklenecek şekilde desibeli yüksek bir ıslık çaldı. "Vay be! Sofraya gel! Sabah sabah fırın mı soydun kız" Onun bu heyecanı yüksek tepkisine karşılık ben de cici kız tavrımı takınarak cevap verdim "Canım Mevlana böreği çekti, sağ olsun Mehpare teyzem de beni kırmadı" deyip kollarımı arkadan Mehpare teyzenin boynuna dolayarak yanağımı yanağına dayadım. Ona karşı yakınlaşmaktan çok tedirginlik duysam da her yaptığım hareket hoşuna gidiyordu besbelli. O tatlış, yumuşak yanaklarından bir kez daha öpesim vardı ama herkesin içinde sululuk etmek istemedim. "Ah be yavrum!" diye söze girdi Seher yenge. "Nasıl da hiç düşünemedik! Sen özledin tabi memleket yemeklerini." Seher yenge o kadar ciddiye almıştı ki durumu, kaş yaparken göz çıkarmışım gibi hissetmedim değil hani. Onu, çok önemli olmadığına ikna edene kadar göbeğim çatlamıştı resmen. "O değil de gerçekten babaannem mi yaptı bu börekleri?" diyerek konuyu dağıtmasaydı Yaprak abla, sanırım gün boyu gündemimiz benim memleket hasretim olacaktı. "Beraber yaptık, ben onu yormaya kıyamadım, hem yardım ettim hem de yapılışını öğrenmiş oldum" dedim sırıtarak. "E, ne bekliyoruz. Annemin eli çok lezzetlidir. Soğumadan otursak ya!" deyince Hakkı amca, hep beraber sofraya geçtik. Tüm bunlar yaşanırken Toprak'ın bana öyle bir bakışı vardı ki ciğerim sökülüyor gibi hissettim. Sanırım başarmıştım, babaannesiyle olan yakın ilişkim sebebiyle onu kıskandırmıştım. Aslına bakarsanız ben onun yüzünde bu yenilgiyi gördüğümde mutlu olacağımı zannetmiştim ama durum hiç de beklediğim gibi olmadı. Çünkü gözlerindeki bakış sadece kıskançlığı ifade etmiyordu; başka bir acı, başka bir hüzün vardı sanki isimlendiremediğim ve bu içime oturmuştu... Bazen sıkışıp kaldığımız hayatımız içerisinde tek ihtiyacımız küçük bir dokunuş olabiliyor. Evet kabul ediyorum tek bir dokunuşla dünyayı değiştiremeyiz. Çünkü bizler ölümlüyüz, doğaüstü güçlere ya da sihirli bir değneğe falan sahip değiliz. Ama yine de bazen ufacık bir dokunuşla bir başkasının hayatında büyük değişimlere sebep olabiliyoruz. Tam da şuanda olduğu gibi. Ben belki çok büyük bir şey yapmadım, altı üstü bir börek belki ama kahvaltı soframızda oluşan şu neşeli ortama ve herkesin yüzündeki tebessüme baktığımda gerçekten büyük bir şey başarmış gibi hissediyorum kendimi. Mevzu tabi ki de börek yemek değil zira Seher yenge de her Pazar, kahvaltı için özenli bir masa hazırlıyordu. Mevzu ortam oluşturmaktı ve ben bugün bunu başardığımı düşünüyorum. Hele aldığı övgüler karşısında Mehpare teyzenin yüzünde oluşan şımarık küçük çocuk ifadesi gerçekten görülmeye değerdi... Çok mutlu ve huzurluydum olmasına ama tadımı kaçıran bir durum vardı ki bir türlü anlamlandıramıyordum. Ne mi? Tabii ki Toprak! Ne zaman onun bulunduğu tarafa dönsem yüzümdeki tebessüm boğazımda düğümleniyordu. Ama bu kez her zamankinden daha başka bir sebeple canımı sıkıyordu. Neyi var bilmiyorum fakat yüzünde bir acı, gözlerinde kırgınlık var gibi bakıyor, her zamanki gibi telefonuyla da uğraşmıyordu. Onu sanırım ilk kez telefonundan bu kadar uzak görüyordum. Gözlerimi dikmiş, etrafımdaki olanlardan soyutlanmış bir şekilde onun bu tanımlayamadığım tuhaf duruşuna bakıyordum. Bir insan neden içinde bulunduğu ortama uyum sağlamazdı ki? Neden herkes mutluyken, gülümserken o somurtup oturur! Halbuki ortama salıverse kendisini, bir müddet sonra yerleşmez miydi ortamın neşesi tebessüm olup yanaklarına... Öf! Gerçekten öf! Ona söylüyordum ama kendim de onun mutsuzluğuna takılıp kopmuştum ortamdaki huzurdan. "Ne oldu kız! Börek yapmak için çok mu erken kalktın da yoruldun, neden ayrıldın aramızdan?" diyerek kolumu dürtünce Yaprak abla, yeniden dönüş yapmış bulunmaktaydım reel dünyaya. "Bilmem, dalmışım" diyerek konuyu dağıtıp masayı toplamaya kalktım.
|
0% |