@blowbreeze
|
Aslında bu sabah dersim olmamasına rağmen sabahın körü diye tabir edilebilecek bir saat diliminde gözlerim tavanla buluşuverdi. Ne saadet ama! Dünün yorgunluğu sebebiyle gece konuştuklarımız her ne kadar zihnimi kurcalasa da yatar yatmaz uyumuştum lakin anlaşılan o ki bir nebze dinlenmişliğimden faydalanan düşüncelerim, sabahın zil zurna saatinde beynime hücum etmeye cüret etmiş ve uykum da sağ olsun bana doyum olmaz ben gideyim diyerek aramızdan ayrılmıştı. Şimdi düşüncelerim ve ben baş başa kalmıştık. Karşımdaki çekyatta derin bir uykunun kollarında mesut bir şekilde uyuyan Yaprak ablaya göz gezdirdikten sonra yeniden benim dert ortağım, biricik kartonpiyerlere çevirdim bakışlarımı. Onlar benim böylesi günlerdeki en büyük arkadaşımdı sonuçta. Ya ben hafta sonu gelsinler istesinler dedim de hafta sonuna şurada üç gün var. Ben nasıl halledeceğim onca işi. Öf! Bunun hazırlığı var, temizliği var en önemlisi Mehpare sulatanı ikna faslı var... Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Toprak beyimiz var tabi... Bu çocuğun ailesinden kaçışları, onların yüzüne bakmak istememesi. Bana ters ters mesajlar atması, ne yani hepsi içinde sıkışıp kaldığı duygusallığı sebebiyle miydi! Ne olursa olsun, yine de bana öyle ters konuşması mantıklı mıydı? Gerçi o benim kim olduğumu bilmiyordu ki... Ah Toprak! Çık aklımdan. Rahat bırak beni. Düş vicdanımın yakasından... ‘Sancak’ mıydı o zihnimde çalan? ‘Çık Aklımdan’ şarkısı mı yankılanıyordu beynimde? Ya o değil de Instagram'da bi dolansa mıydım ben. Daha mı kötü hissederim mesela KBD hesabıma giriş yapsam. Of! Çok mutsuz artı çok kararsızım... 'Aman ne kaybederim ki' diye düşünerek açtım Insta'yı. Önce kendi hesabımda bir dolandım ne var ne yok diye. Hem sabah sabah Mike'ı görmek iyi gelebilirdi. Geldi de... Timeline'ımda dolanmaya devam edince Toprak'ın dün akşam yaptığı paylaşıma rastlamak da kaçınılmaz olmuştu tabi. Ben de ufaktan böyle bir şey mi arıyordum ne! "Mevsim kış, aylardan Aralık olsa bile insanın içini Ağustos güneşi gibi ısıtan tebessümler varmış..." yazıp paylaşmıştı! Üstelik altına da "Siz tüm kapılarınızı kapatıp, kilit üstüne kilit vursanız da, karanlıklara hapis eden perdeler de çekseniz bir gün biri gelip öylece girer gönül kapınızdan içeri; kırar tüm kapıları, kilitleri, açar o ışığa engel olan perdeleri de hiçbir şey yapamadan öylece bakakalırsınız gökyüzünde parlayan güneşe..." yazmıştı! Şok mu geçiriyordum, mutlu mu olmuştum! Tekrar tekrar okudum. Emin olmak, özümsemek, iyice anlamak istiyordum. Defalarca okuduktan sonra telefonumu kalbime bastırdım. Yaprak ablayı uyandırmamaya gayret ederek sessizce yattığım yerde ayaklarımı çekyata vurarak sevinçle tepindim Mutluluk tüm bedenimi kuşatıyordu. Kimdi, ya da neydi bahsettiği bilmiyorum ama bence dün akşamdan etkilenerek yazmıştı. Ve sanırım azıcık da olsa benden bahsediyordu. Ben miydim o teklifsiz içeri dalan kişi? Bilmem belki değildi ama şuan mutluydum, hem de çok... Sonunda kalbinin kapıları açılmıştı. Şuan sevinç çığlıkları atmak geliyor içimden. Hatta Hint filmlerinde ansızın başlayan mutluluk dansları vardır ya işte onlar gibi kalkıp dans etmek istiyorum. Ben artık bu gazla hafta sonuna düğünü bile yetiştiririm... Yerimden kalkıp usulca Yaprak ablanın yattığı çekyatın dibine çömeldim. Biraz tereddüt etsem de yavaşça dürttüm. "Prensesim! Hadi kalk, sabah oldu." Sesimi duyunca yavaşça açıldı gözleri. Hafif araladığı gözleriyle yüzüme bakıp o güneş gibi gülümsemesiyle "Ne güzel seslendin sen öyle" dedi sol eliyle yüzünü gözünü ovuştururken. Eli henüz sol gözünün üstündeyken açık olan gözü duvardaki saate ilişince bir an bir duraksama yaşadı ve tekrar bana dönüp "Ablacığım! Sorması ayıp, biz neden bu saatte kalkıyoruz!" derken öyle sevimli görünüyordu ki. "Çok işimiz var da ondan" deyince ben, yüzünü buruşturdu. "Şu isteme meselesi" dedi memnuniyetsiz bir şekilde. "İyi de Damla, sen emin misin bunun iyi bir fikir olduğundan" "Ben eminim, sen de emin ol her şey çok güzel olacak. Ama hadi önce kalkalım" dedim onun bu isteksiz tavrına karşı ısrarcı bir şekilde. "Ya hadi tamam, buyursun gelsinler de hafta sonuna şurada bugünden sonra iki gün var. Nasıl yetiştirelim onca işi, haftaya gelsinler bari" "Bence nişan günü gelsinler Yaprak abla! Hem bir taşla iki kuş olur ne dersin! Şunun şurasında nişana ne kadar kaldı!" dedim göz devirerek. "Hem daha sonraya bırakırsak sizin hazırlıklar falan derken müsait olamazsınız. Hem malum benim de sınavlar başlıyor" diye ekledim gözlerimi kırpıştırırken biraz daha mazbut bir ifade takınarak. "Bilmiyorum Damla! Çok kararsızım, ayrıca tedirginim de. Dediğin gibi nişana ne kaldı. Ya nişan öncesi bir tatsızlık çıkarsa!" "Eğer benim bilmediğim ciddi bir sorununuz yoksa neden tatsızlık çıksın ki! Ya Mehpare teyze inat eder de nişana falan gelmezse. Sence de bu işi çözmemiz gerekmiyor mu?" "Belki de haklısın. Belki ben yersiz abartıyorum. Ay bilmiyorum." "Anlaştığımıza göre hemen iş başı yapalım. Benim öğlene kadar dersim yok. Önce güzel bir kahvaltı sofrası donatalım. Sonra ufak bir temizliğe girişiriz. Ne dersin?" "İyi hoş diyorsun da, önce babaannemle konuşmak lazım. Ortalık yerden ne temizliği derse. Biliyorsun pek hoşlanmaz rutinin dışına çıkılmasından" "Hım! O sıkıntı işte. Öyle hemen söyleyemem. Alıştıra alıştıra söylemem lazım. Bak o zaman ne yapalım biliyor musun? Temizlik faslı yarına kalsın. Benim yarın dersim yok zaten. Kahvaltıdan sonra sen diğer hazırlıklarla ilgilenirsin. Ben de akşam konuşurum. Hadi ama önce Yekta beyimizi bir ara da haber et" "Kızım benim nişanlım horoz mu, neden uyansın bu saatte!" deyince epeyi bir güldük doğrusu. Ben çok gaza geldiysem demek saatin kaç olduğunu unutmuşum. ~~~~~~~~~~~~~~~~~ Önce odamızı toplayıp geçtik mutfağa. Bayağı güzel bir sofra donattık. Kısa bir süre sonra uyanan Mehpare teyze televizyonun başına geçmeden direkt mutfağa geldi. Az biraz sesliydiysek demek. İçeri geldiğinde önce masaya baktı. Kapının direkt karşısında olduğu için doğal olarak tabi. Sonra bize baktı. Ama Yaprak ablaya bir bakışı vardı ki görülmeye değer... Uyandığında torununu karşısında görmek miydi onu mutlu eden ya da torununun elinden hazırlanmış bir kahvaltı mı... Gözlerindeki bakış yaşadığı duyguyu kendisinin bile tanımlayamadığının dışa vuruşuydu sanki. Onun o halini saatlerce seyredebilirdim doğrusu... Yanına gidip yanağına son zamanlarda ondan yüz bularak neredeyse alışkanlık haline getirdiğim şapırtılı öpücüğümden kondurdum. O da her zaman ki gibi elinin tersiyle yanağını silerken bana "Deli kız!" demişti tabi. Eğlenceli geçen bir kahvaltının ardından ben çantamı hazırlarken Yaprak abla biraz sıkıntılı bir yüz ifadesiyle yanıma geldi. "Damla! Yekta bu Pazar da önümüzdeki Pazar günü de müsait değil. Geriye iki hafta sonu kalıyor ki birinde zaten nişanlık provamız var. Son haftaya da bırakmak saçma olur. Ne yapsak, biz bu işten vaz mı geçsek." dedi. Mutsuz olmuştu. Canım ya, o da heveslenmişti besbelli çaktırmasa da. Ben onun üzülmesine göz yumar mıyım? Yummam tabi! "Ne vazgeçmesi kızım ya! Sen Yekta enişteden haber ver. Bu Cumartesi müsait mi değil mi? Onlara uyuyorsa bize her türlü uyar." "Emin misin, bak sonra rezil olmayalım. Hazırlanmak için sadece yarın var." dedi. Gelin kaprisine mi girmişti o şuan bayağı bayağı. Allah'ım! Çok saçma. On senedir birbirlerini tanıyorlae sonuçta ve bir aile olmak üzereler. Neden rezil olacakmışız ki! Aile dediğin birbirinin yanındayken en doğal olduğun kimseler değil midir? Düşüncelerimden sıyrılıp cevap verdim. Şuan bunları sorgulamanın veya konuşmanın bir anlamı yoktu. Her gelin kız gibi o da karşı tarafı en güzel şekilde ağırlamak istiyordu. Uzanıp elini tuttum, gözlerinin içine baktım. "Endişelenme olur mu! Beraber hallederiz. Sen dediğim gibi yap. Bugün git, kıyafetini falan ayarla, sizinkilerle konuş. Yarın temizliğe girişiriz, cumartesi günü de yiyecekleri hallederiz. İstersen yine Konya menüsüyle donatırız. Ne dersin?" "Yemekler için bir şey diyemem. Bakarız, düşünürüz. İyi olur gerçi fakat yine de anneme de bir danışırız. Ama benim asıl diyeceğim, sen çok mu tatlısın ne!" diyerek sarıldı bana sonra kulağıma "Çok teşekkür ederim" diye fısıldadı. ~~~~~~~~~~~~~~~ Bu akşam Mehpare sultan dizi izlerken yanında her zamankinden daha uzun kaldım. Karın ağrım belliydi... Ah Damla, ah! Ne vardı özet bitmeden gelseydim. Şimdi tüm konuşmayı reklam arasına sıkıştırmalıyım. Gerçi onlar reklam arasına dizi sığdırabiliyor da ben bu konuşmayı mı sığdıramayacağım diyerek kendime telkin veriyor olsam da konuşacağım konunun ehemmiyeti sebebiyle bir hayli gergindim. Ve sonunda beklenen reklam geldi. Kaç tane izleyici şuan benimle aynı duyguyu paylaşıyordur bilemedim ama... "Mehpare’m teyzem! Azıcık, ufacık ama mühim bir şey konuşabilir miyiz?" diye girdim söze. O, meraklı gözlerle beni dinlerken ben, duygularını hedef alarak başladım konuşmaya "Biliyor musun Yaprak ablam çok üzgün" dedim. Tepkisini kontrol etmek için susup yüzüne baktım. Merak içinde bakıyordu bana. "Dün gece bizde kaldı ya" deyince yine durakladım ama bu kez durma sebebim 'bizde' ifadesinin içimde oluşturduğu hoş duyguydu. Artık burası için 'bizim' ifadesi kullanabiliyordum. Ben bayağı bayağı buralı olmuştum... Benim susmamdan fırsat bulut araya girdi "E, ne olmuş?" "Şöyle ki akşam biraz dertleştik. İçim çok buruk dedi. Hiç, bir genç kızı ailenin en büyüğünden istemeden evlilik olur mu, dedi" her bir cümlemi tamamladığım da gözüne bakıp söylediklerimin üzerindeki etkisini ölçmeye çalışıyordum. "Valla o böyle söyleyince ben en çok sen böyle bir şeye nasıl oldu da müsaade ettin ona şaşırdım doğrusu. Sen geleneklerinden bu kadar mı koptun! Babaannem asla müsaade etmez üstüne üstük beni de babamı da reddederdi." Ben lafımı bitirir bitirmez "Değil mi ya! Ah kızım, ah! Ben geleneklerimden koptuğumdan değil de artık büyüklere saygı kalmamış. Ne bir sordular ne bir danıştılar. Şimdi mi gelmiş akılları başlarına! Akılsız başın ağrısını ayaklar çeker derler, şimdi çeksinler..." diyerek ekrana döndü yeniden. Böyle yaparak konuşma benim için bitmiş demektir dediği aşikar ama ben bu işten hele de bu raddeden sonra dönemezdim. "Hata etmişler, ben asla onaylamıyorum ama sen de zaten sana sorsalar da 'hayır' demezdin ki. Sonuçta yıllardır tanıdığınız, güvendiğiniz insanlar. Onlar da buna güvenip sormamışlardır belki. Hem şimdi onlar bir hata etti diye sana yakışır mı böyle davranmak. Torunun sahipsiz mi senin." "Ya kızım! Demezdim belki. Ben tanımıyorum çok, Hakkı'm bilir derdim. Ama sen de dedin ya, evlenirken arkanda büyüklerinin varlığı destektir kızım. Bir kara kaşa, kara göze aldanıp evlenir de insan çok zordur evlilik. Ama o damat efendi de ailesi de görse biz öyle kolay vermeyiz kızımızı, bize değerlidir diye, öyle sahipsiz gibi ezmezler kızımızı. Şimdi belki eskisi gibi değil ama yine de zordur kızım evlilik. Hem edeptendir, saygıdandır büyüklere sormak." Ne güzel söylemişti. Derdim büyüklük taslamak değil, derdim evladımın arkasında olduğumu, yalnız olmadığını göstermek demişti. "Ah be Mehpare teyzem, çok haklısın. İşte Yaprak abla da çok üzgün. Yapmış bir çocukluk, gençliğine ver" "Ben Yaprak'ı hiç de üzgün görmüyom. Pek bir mutlu evlenecek diye. Susmadan anlatıyo ya! Neyin üzgünlüğü bu şimdi! Hem ne zamandır böyle şeylere önem veriyomuşlar? Hadi istemediler, bir el öptürmeye bile getirmediler damadı. İki güne kalmaz bir şeysi, geçer." Reklamlar bitmek üzereydi, ekranın altına dakika çıkmıştı bile. Vaktim çok kısıtlıydı. "Valla çok üzgün" diyerek bir atak daha yapmıştım. "E, ne yapam kızım üzgünse. Olan olmuş" "Hiçbir şey için geç değil. Evet, bir hatadır olmuş. Sen yap büyüklüğünü. Gelsin istesinler bu hafta sonu!" "Kızım! Geldiler de gelme mi dedik. İstediler de vermedik mi!" Bitmişti reklam, dönmüştü yeniden diziye ama ben almıştım alacağımı. Bir de bir yanak alayım, tamamdır. Kocaman öptüm yanağından "Anlaştık o zaman. Ben haber edeyim, Cumartesi akşam yemeğe gelsinler" dedim ve cevabını beklemeden odama geçtim. Kapımı kapatıp, kendimi çekyatıma bıraktım. Üzerimden tonlarca yük kalkmıştı resmen. Hem düşündüğüm kadar zor olmamıştı da. Yaprak ablaya da haber ettim mi bitmişti bugünlük her şey. (Sevgili okuyucu! Desteğini eksik etme lütfen ☘️)
|
0% |