Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Görünenden Başkası...

@blowbreeze

Bu sabah canım hiç de yataktan kalmak istemiyor. Normalde Pazar sabahı demez, Seher yenge kahvaltı hazırlamak için geldiğinde ona yardım etmek için erkenden kalkardım ama bugün canım yardım etmek de istemiyor.

İçerideki hazırlığa aldırış etmeden uyanık olduğum halde yatakta yatmaya devam ettim. Yattığım yerden boş bakışlarla tavanı seyrediyordum. Yalnız tavan da seyirlikti hani. Eski bir ev olduğu için sanırım, kartonpiyerleri çok ince desenlere sahipmiş, şuan fark ediyorum.

Ben anlamsızca yatmaya devam ederken saat epeyi ilerlemiş, Hakkı amcalar da gelmişti. Beni ortalarda göremeyen Yaprak abla odama hızlı bir giriş yapınca hazırlıksız yakalandığım için yani çok hızlı girdiğinden uyuyor taklidi yapamadığımdan gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakaldım. O halimi gören Yaprak abla koca bir kahkaha patlattı tabi. Gerçekten de komik göründüğüme eminim.

"Sen ne yapıyorsun öyle! Hem neden kalkmadın?" deyip üzerimden yorganı çekti. Ama gerçekten canım kalkmak istemiyordu. Bu isteksizliğimi açığa vurur şekilde baktım yüzüne.

Panikli bir sesle "Yoksa hasta mısın!" diyerek, elini alnıma götürüp ateşime bakmaya yeltendi. Elini savuştururken "İyiyim ben endişelenme, hasta falan değilim" deyince, rahat bir nefes aldı. "İyi bari hasta olma da" dedi. Canım ya!

"Peki neden kalkmadın, canın mı sıkkın?"

Gel de bu kızı sevme arkadaş.

Durduk yere endişelendirdiğim için duyduğum rahatsızlıkla, girdiğimi gereksiz tripten mecburi çıkış yaptım. Benim canım sıkkın diye milletin de canını sıkmaya gerek yoktu sonuçta.

"Yok bir şeyim, sadece kalkmak istemedim" deyip konuyu kapattım. Kalkıp hızlıca hazırlandım ve içeri geçtik.

Yemek esnasında Mehpare teyze bana bakıp duruyordu. Can sıkıntımın da etkisiyle neden baktığına bir anlam veremiyordum. Ama geometri dersinde konu olacak derecede köşeye sahip jetonum sonunda düşüvermişti. Hemen durumu toparladım ve sordum. "Ne oldu akşamki dizinin devamında?" bunu bekliyordu, resmen sormamı beklemiş kendiliğinden konuya da girememişti. Ya yerim ama... Ne kadar önemsemiş, ne kadar da ciddiye almıştı. Anne ve babası tarafından ilgi görmeyip televizyonla avutulan bir çocuğun dramı kadar acıtmıştı içimi gözlerindeki bakışlar. Öylesine hasret görünüyordu ki aynı dili konuşabileceği birisine...

"Sorma, kör olasıcalar hep en heyecanlı yerde bitiriyorlar" deyiverdi soru benim ağzımdan çıktığında hiç beklemeksizin. 'Ay kıyamam, meraklandın mı sen' demek istedimse de tuttum kendimi. Sululuğun lüzumu yoktu neticede... Hem ben öyle laubali bir şekilde karşılık verirsem anlamadan onu incitebilirdim, dalga geçtiğimi düşünebilirdi. Bu yüzden bu konuya son derece ciddi bir ifade eşliğinde katılım göstermeliydim.

Biz bu konuşmayı yapmaya başladığımız andan itibaren Toprak beyimiz de dahil herkes bize kitlenmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bense hafiften kabarmaya başlamıştım hani. Mehpare teyze anlatıyor, ben sorular soruyordum tüm ciddiyetimle. Herkes şaşkınlıkla bir ona bir bana bakıyordu. Bahsi geçen diziyi Seher yenge de izliyormuş, bir müddet sonra muhabbetimize o da katıldı. Her zamanki rutininden uzaklaşan Pazar kahvaltımız keyifli bir hal almaya başlamıştı bile. Keyfim yerine gelmiş, egom da tavan yapmıştı hani. En çok da Toprak'ın yüzünde oluşan şaşkınlık beni mest etmişti. Evet, dün akşamdan beri ona sinirliydim ve şuan ona karşı zafer kazanmış gibi hissediyordum...

Yemek bitmişti, biz her zamanki gibi Yaprak ablayla birlikte bulaşıkları yıkıyorduk. Toprak beyimiz de telefonuyla çok uğraştığı için babaannesinden yediği rutin azarının akabinde mutfağa teşrif etmişti ki tam da o sırada Yaprak abla kıkırdayarak girdi konuya. "Sahi o deminki muhabbet de neyin nesi? Sen o diziyi gerçekten izliyor musun? Hayır, yanlış anlama seni eleştirmek değil maksadım ama ne bileyim sanki pek de gençlere hitap eden bir konusu yok, o yüzden şaşırdım biraz."

Neden bilmiyorum, arkam dönük olmasına rağmen bu konu açılınca Toprak'ın bize kulak kabarttığını hissettim. Bilmiyorum belki bana öyle gelmişti, ya da belki ben öyle olmasını istiyordum. Babaannesiyle iyi geçinmemden rahatsızlık duymasını istiyor olabilirdim... Kulağa saçma geliyor olabilir, kabul ediyorum. Ben onun son derece duyarsız ve sanki ben yokmuşumcasına davranmasından rahatsız oluyorum ve de bir şekilde onun da benden rahatsızlık duyması ona karşı yenilmemiş olduğumu hissettiriyor olabilir. Eğer dikkati bizim üzerimizde değilse bile fark etmesini sağlamak adına sesimi bir tık yükselterek ve çok önemli bir şeyden bahsedercesine bir ton yükleyerek cevap verdim "Hayır izlemiyorum. Hatta ilk kez dün akşam gördüm. Ama Mehpare teyze çok büyük bir merakla izlediği için ona eşlik etmek istedim"

"Sonra da dikkatini çekti ve sen de devamını anlatmasını istedin!" Gözlerini kısarak baktı sorduğu sorunun cevabını yüzümden okumak istiyor gibiydi.

"Şimdi şöyle ki; dizi kendisini izlettiriyor, ona diyecek bir lafım yok. Ama yine de devamını sormam ilgi alanıma girdiği için değil, az havamız değişsin diyeydi. Fena mı oldu, ağız tadıyla bir kahvaltı ettik." deyince, başını sallayarak beni onayladı.

"Canım ya! Babaannemle yaşamak zor değil mi? Aslında bazen sana üzülüyorum. Bazen de kendimi çok bencil hissediyorum. Çünkü sen burada, onun yanındasın diye içim rahat ediyor, onun yalnız kalmasından hoşlanmıyorum. Fakat onunla yaşamanın zor olduğunu da biliyorum. Kim bilir sana neler çektiriyordur."

Tebessüm ederek baktım yüzüne. "Sen şaka mısın! Tamam, bir çok yaşlı gibi onunda zor yönleri var, kabul ediyorum ama ben bir yurtta kalsaydım ya da birileriyle eve çıksaydım yine sorunlarım olabilirdi. Nasıl insanlarla karşılaşacak olduğumu bilemeyiz. Ben burada olmaktan dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum."

Söylediklerim saçma gelmiş olacak ki yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Şanslıyım tabi. Hiç bilmediğim, yabancısı olduğum bir şehirde tanıdığım, bildiğim, güvendiğim insanların yanındayım. Bundan daha büyük bir şans mı olur. Ne yapalım Mehpare sultan biraz huysuzsa, kim bilir biz yaşlanınca ne kadar huysuz olacağız. İnsan gençken en olumsuz yönü yaşlandıkça daha da artarak ortaya çıkarmış. Valla bu biraz beni düşündürmüyor değil." dedim biraz esprili bir ifadeyle.

"Haklısın ama yine de ne bileyim. Ben kendi babaannem olduğu halde onunla yaşamak düşüncesinden hoşlanmıyorum" dedi sonra daha ciddi bir ses tonuyla ekledi "Biliyor musun? Dedemin vefatının ardından onu alıp İstanbul'a geldiğimizde babam bizimle yaşamasını istiyordu. Babaannem istemedi, illaki kendi evim olsun diye diretti. Babam da yalnız kalmasına içi elvermese de onu kırmamak için bu evi tuttu. O zamanlar bizimle yaşamadığı, burada tek başına yaşayacağı için üzülmüştüm. Biz onu çocukken çok severdik. Bazen düşünüyorum, babaannem hep böyle huysuzdu da biz Konya'ya çok sık gelip onu görmediğimiz için mi anlamıyorduk. İstanbul'a geldiğinde onu daha çok görebileceğiz diye ne kadar sevinmiştik oysaki. Şimdi ise her ne kadar yalnızlığından hoşlanmasam da iyi ki bizimle yaşamak istemedi diye şükrediyorum. Sen şimdi buradasın ya içimde bir yerlerde ona karşı duyduğum vicdan rahat ediyor. İşte o yüzden kendimi bencil hissediyorum."

Yaprak abla henüz cümlelerini bitirmişti ki Toprak önce mutfak sonra dış kapıyı çarparak çıkıp gitti. Bu harekete anlam vermeyen biz konuştuğumuz konunun atmosferinden bir anda çıkmıştık. Şaşkın bir şekilde birbirimize baktığımız esnada Hakkı amca girdi içeri. Onu daha önce hiç böyle öfkeli görmemiştim.

"Ne oldu o zibidiye! Ne derdi var yine! Çarptı kapıları çıktı eşek herif!”

Gözlerinden alev saçıyor tabirinin şekil bulmuş hali gibiydi adeta. Neden bu kadar sinirlenmişti anlayabilmiş değildim doğrusu. Tamam Toprak’ın yaptığı hoş bir hareket değil, saygısızcaydı ama yine de bilemedim...

"Bilmiyorum baba! Her zamanki Toprak işte. Biz Damla ile sohbet ediyorduk, ne oldu biz de anlayamadık. Çekti gitti."

"Allah'ım bana sabır ver!" diyerek içeri gitti. Fakat hala söylenmeye devam ediyordu. "Ne demek kapıyı çarpmak! Nereye gidiyor o öyle! Akşam bir dönsün ben ona sorarım..." Saydırdı da saydırdı.

Gerçekten çok üzülmüştüm. Ne olduğunu anlayamadan bir aile geriliminin içinde yer almıştım ve bu bayağı çirkin bir durumdu. İnsanoğlunun içinde saklı tutuğu ama öfkenin gelmesiyle inisiyatifini kaybederek yenik düştüğü o çirkin yüzüyle karşılaşmak eğer o ailenin bir üyesi değilseniz sizi normalden daha çok etkiliyordu. Bu ailevi bir mevzuydu ve benim yanımda cereyan etmemeliydi. Biliyordum, kimse toz pembe bir hayat yaşamıyor, herkesin sorunları var ama yine de bu naif, tatlı insanların gözlerindeki öfkeye şahit olmak en son isteyeceğim şey dahi değildi. Bu kadar özel bir durumun içerisinde bulunmaktan son derece rahatsızlık duymuştum. Ve eminim ki Yaprak abla da bundan pek hoşnut değildi. Şuan nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum. Sadece sustum.

"Bıktım bunların sürekli didişmesinden. Sanki Toprak benim çocuğum, sanki ben mesulüm onun hareketlerinden. Ne derdi varsa gitsin oğluyla halletsin. Eserikli oğlu yüzünden ikide bir moralimi bozmalarından usandım. Şu Toprak'ın da hiç bitmeyen ergen triplerinden çok bunaldım" diyerek elindeki elbezini tezgaha fırlatıp geçip oturdu.

Ben hala ne yapacağına karar verememiş bir halde öylece ayakta dikiliyordum.

"Kusura bakma Damla! Biz de böyle bir aileyiz işte. Böyle bir anda karışır ortalık. Çok sevgili kardeşim eksik olmasın bir numaralı mikser zaten. Senin de canını sıktık" dedi yüzüne her zamanki neşe saçan kocaman gülümsemesini yerleştirerek. O neşeli, sevgi dolu, dünya üzerindeki en önemli şey kendi düğünüymüş gibi davranan kızın tebessümünün arkasında saklanan başka duygular olduğunu görünce her şeyin görünenden ibaret olmadığı gerçeği sert bir tokat gibi çarpmıştı yüzüme bir kez daha.

Yanındaki sandalyeye oturdum "Ne kusuru canım. Sen gel de bizim evi gör. Kimin evinde olmuyordur ki böyle şeyler." dedim. Tamam kabul ediyorum, teselli etmek hususunda kendimi geliştirmeliyim.

"Ben olmuyor demiyorum da senin yanında olmasına da gerek yoktu yani. Neyse boş ver." diyerek konuyu kapatınca ben de daha fazla üstelemedim. Aklımda birçok soru eşliğinde konunun kapanıp gitmesine göz yumdum. Sonuçta bu, ailevi bir mevzuydu ve ben sırf merakım yüzünden bu konuya müdahil olmamalıydım.

Kahvaltıda az biraz ağzımızın tadının yerine gelmesinin acısı mıydı bu sonraki tatsızlık bilemedim doğrusu.

Benim okuldan arkadaşlara sözüm vardı, sinemaya gidecek, biraz takılacaktık bugün. Bu sebeple yaşanan bu tatsızlığı kendi içimde irdelemeyi, sorgulamayı bir kenara bırakıp ayrıldım evden. Akşama kadar da dönmedim. Ben eve geldiğimde Hakkı amca ve Seher yenge, Mehpare teyzeyle birlikte dizi seyrediyorlardı. Selam verip usulca odama geçtim. Açıkçası onlarla takılacak modda değildim. Pazar akşamları takip ettikleri dizi iç şişiyordu ve zaten bugün yeterince içim şişmişti, ayrıca bir şeyler izleme limitimi doldurduğumu hissediyordum. İzlenilen şey ilgimi çekmediğine göre herkesin ekrana kilitlendiği bir ortamda beraber takılmanın çok da bir anlamı yoktu sonuçta.

Odama geçip kendimi konfor abidesi çekyatın üzerine bıraktığım anda, evden ayrılmadan önce ötelediğim sorular beynime hücum etmeye başlamıştı. Yaz sıcağında avizenin etrafında halka oluşturup anlamsızca dönüp duran sinekler gibi dönüyordu aynı sorular zihnimde.

Neden öfkeyle gitmişti Toprak? Neden Hakkı amca bu kadar sinirlenmişti? Bu çocuk benden hoşlanmıyor, benim yanımda böyle davranıyor diye düşünüyordum. Olanlara bakılırsa yanılmışım. Yaprak ablanın söylediklerinden anladığım kadarıyla Toprak hep sorun çıkartıyor, normalde de tuhaf davranışlar sergiliyor ve bu tarz gerginliklere sebep veriyordu. Sanırım babasıyla da sık sık tartışıyorlardı. Neden Toprak böyle birisiydi?

Gerçi ailesinin yüzüne bakmamak için sanal dünyada takılan birinden de daha farklı bir davranış beklemek çok da doğru olmaz.

Of! Of of!

Sahi! Mehpare teyzeye olan sevgileri neden bitmişti?

Neden önemliydi ki bu sorular ve cevapları, ben de bilmiyorum. Bu konunun, sebebini bilmediğim bir şekilde ilgi alanımın sınırlarında dolaşıyor olmasından ise son derece rahatsızlık duyuyorum. Sonuçta bu onların özeline dalmak olurdu ki bunu hiç mi hiç istemiyorum. Ayrıca onun için üzülmüş, endişelenmiş olmayı da mantıksız buluyorum. Bu çok saçma olur doğrusu, çocuk neredeyse benim adımı bilmiyor. Tamam bu abartı oldu, kabul ediyorum ama yine de onu düşünmeyi kendime yediremiyorum işte. Ona karşı hassasiyetimin oluşmasından dolayı kendime olan özgüvenimin hala yerle bir olmaması, bu ilginin DNA'ma kodlanılmış psikolog olamaya aday genlerimden kaynaklandığına dair olan inancımdı.

Düşüncelerimden arınmak, dikkatimi başka bir yöne odaklamak için Instagram'da dolanmaya karar verdim. Hem bir iki Mike fotosu like'lar, gözüm gönlüm açılırdı.

Bir müddet Insta'da dolandıktan sonra Mike'ın yeni bir gönderisinin olmaması üzerine yaşadığım hayal kırıklığının da etkisiyle istemsizce kendimi Toprak'ın BlueDream hesabında buldum.

"Biz dünyalılar, hep sırtımızdan bıçaklandığımızı anlatan özlü sözler söyler dururuz. Sırtımızdaki o yaralar, sırtımızı dayadıklarımızın değil menfaatimiz bittiğinde sırtımızı döndüklerimizin bize tutunmak için verdiği mücadelenin izi olmasın..."

Defalarca aynı yazıyı okudum durdum. Daha önce benim gönderime yaptığı 'Bu neyin kafası' yorumunu yapmamak için kendimi zor tuttum ve anlamak için kafa patlattım.

Bugün yaptığı bir paylaşımdı bu. Ne anlatmak istemişti, bugün olanlarla bir ilgisi var mıydı? Çözememiştim bir türlü. Yalnız bayağı derindi yazdıkları...

Bugün sinirle evden çıktığında acaba bir gönül meselesi mi diye düşünmüştüm. Bu paylaşımı görünce ise sanki mesele biraz daha derinmiş gibime geldi. Bir ihanet söz konusuydu sanki... Kafamı karıştıran asıl mesele ise sanki o, ihanete uğrayan değil de ihanet edendi... Zihnimi bu meseleden uzaklaştırmak için elime aldığım telefonum, beni büsbütün konunun içine çekiyordu. Zira bu gönderiye yorum atmak üzereydim.

Yazdım yazdım sildim. En sonunda "Yani diyorsun ki; aynı şeyleri yaptığımız halde yaptıklarımızı görmez ancak bize yapılanların mevzusunu yaparız bencilce..." yazıp gönderdim. Bu yorumu kendi şahsi hesabımdan gönderdim. Neden onun söylediklerini tefsir eder gibi bir yorum bıraktım tam emin değilim. Sanırım onu anladığımı fark ettirmek istedim. Tabi eğer söylemek istediğini doğru anlayabildiysem. Acaba başka bir şey demek istedi de ben yanlış mı anlamıştım. Ay! Rezillik. Keşke göndermese miydim o yorumu. Gerçi çok da önemli değil, zaten bana karşılık vermedi. Görmediğini zannetmiyorum, ben olduğum için olabilir diye düşünüyorum. Keşke diğer hesabımdan yazsaydım. Şimdiden sonra diğer hesabımı devreye soksam kendimi ele verebilirdim. Bilmem, belki ben yakalanmaktan fazla mı korkuyorum ama işte aynı anda iki hesabımın da bu sayfayı bulması şüpheli geliyor.

Bir cevap alamayan ben mutsuzdum.

Yarın erkenden dersim vardı ve en iyisi kendimi güzel bir uykunun kollarına bırakmaktı...

 

 

Loading...
0%