@blowbreeze
|
'Henüz 19 yaşında, pek de tanımadığınız 74'lük huysuz bir ihtiyarla yaşasaydınız nasıl hissederdiniz? Ben, küçüklüğümden beri insan psikolojisine ilgi duyan, psikolog olma hayalleri kuran ben... Çok istediğim psikolog olma arzum, Mehpare teyze ve sinir sistemi üzerinde henüz amatörce verdiğim mücadelenin bir neticesi olarak körelecek ya da aynı evi paylaşmanın zorlukları beni yıldıracak diye korkuyorum.' Sanırım ilk başlarda okulu bitirememem için önümde beni korkutan tek sebep buydu. Nereden bilebilirdim ki biletim masanın üzerinden bana bakarken ve otobüs saatim bu denli yaklaşmışken kafamın içinde cevaplayamadığım sorular yüzünden bana yol gösterecek bir mucizeye muhtaç olarak kararsızlığımda boğulacağımı. Okulu bırakmamla ilgili olası senaryolar kurarken, hiç tahmin edemeyeceğim bir yerden, kendimden darbe yiyeceğimi nasıl bilebilirdim ki... Neyden bahsettiğime dair hiçbir fikriniz olmadığının farkındayım. Durun o zaman ben size her şeyi en baştan ve biraz daha detayıyla anlatayım. Her şey üniversite tercihlerinin açıklandığı o gün başladı desem yerinde olur... O çok istediğim psikolog olma hayalime bir adım daha yaklaştığım, İstanbul'da bir üniversite kazandığımı öğrendiğim o gün... Hani derler ya, ayaklarım yere basmıyor, diye. Bende de durum tam olarak öyleydi. Fakat çok sevinmiş, havalara uçmuş olmalıyım ki inişim fazlasıyla sert oldu. Tabi ki babamın ilk tepkisinden bahsediyorum. "Sen tercihlere neden İstanbul yazdın ki? Biz seni nasıl gönderelim... İstanbul diyorsun kızım, koca şehir! Bilmeyiz, etmeyiz. Hırlısı var, hırsızı var! Her gün haberlerde neler duyuyoruz." Bunlar ve daha birçoğu... Babamın konuşmaya başlamasıyla dünyam sanki başıma yıkılmıştı. Uzayıp giden bu konuşmanın devamında söylediklerini duyabildiğimi zannetmiyorum. Canım acıyordu... Beni İstanbul'daki hırsızlardan korumak isteyen babam, tüm hayallerimi çalmıştı adeta. Babamın konuşması bitince sessiz ve tepkisiz bir şekilde odama geçtim. İstemsizce boşalan gözyaşlarımın yanağımda bıraktığı ıslaklıktan başka bütün hislerim yok olmuştu sanki. Beni koruma içgüdüsünü anlayabiliyor, sakin kafayla düşününce ona hak dahi veriyordum. Hatta belki de bu kadar çabuk pes edişim ve yeniden ayağa kalkacak gücü bulamayışım da tam olarak bu yüzden, içten içe onu haklı bulmamdan kaynaklanıyordu... Ama göndermeyecek dahi olsa en azından ilk söylediği sözler bunlar olmasaydı, ilk olarak bir tebrik etse ya da ne bileyim, duygularımı anlayarak yaklaşacak olsaydı belki de şu an içinde bulunduğum yıkım bu denli büyük olmazdı. Ona hak veriyor oluşum affetmeme yetmiyordu... Günlerce bu mevzu konuşuldu bizim evde. Ama ben dinlemedim... Sustum ve kendimi yeni geleceğime adapte etmeye çalıştım. Psikolog olma hayallerim o akşamki konuşmanın enkazı altında kalmıştı. Ve ben bundan sonra yeniden denemeyi düşünmüyordum. Evet, bence de psikolojiden bahseden biri olarak oradan bakınca çok çabuk pes etmişim gibi gözüküyor ama kızgındım, yeniden başlamak istemeyecek kadar da kırgın... Çünkü ben yapabileceğimin en iyisini yapmıştım. Hayallerimin bile ötesindeydi İstanbul'da bir üniversite kazanmak. Zirveden aşağıya düşmüş gibi hissediyordum kendimi. En iyiyi gördükten sonra şimdi kalkıp yeniden nereden ve nasıl başlayabilir, neyi hedefleyebilirdim ki? Biliyorum, çok aptalca ama pes etmiştim işte. Ya da belki geçici bir evreydi, yaşadığım şokun ilk tepkileriydi... Bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum. Kapatmıştım kapılarımı dünyaya ve kendime. Bu süreçte, uzun uzun televizyon izleyerek kafa dağıtmaya çalıştım. Ekran başında geçirdiğim uzun saatler boyunca maruz kaldığım gündüz kuşaklarında, insanlığın yeni bir yüzünü keşfetmeye dahi başlamıştım. Aslına bakarsanız, insan psikolojisini tanımak adına belki de faydaları vardı bu programların. Gündelik yaşantım içinde karşılaşamayacağım kadar çok ve çeşitli insan görüyordum oturduğum yerden. Analiz etmekle yetinmeyip empati kurmaya başlamasaydım iyiydi tabi. Ama maalesef, izlediğim programların da etkisiyle içinde bulunduğum ruh hali beni yeni geleceğime hazırlıyordu adeta. Üzerimde basma etek, başımın üstünde toplanılmış bir tülbent ve karnımda bir bebekle eşime yemek hazırlarken arz-ı endam ediyordum gözümün önünde. Ben bayağı bayağı kendimi olası izdivacıma kaptırmıştım. Hatta müstakbel kocamda bulunmasını isteyebileceğim kriterler belirliyordum. Mesela Mike Angelo'ya benzese hiç de fena olmazdı hani. Görsel kriterlerde çıtayı çok yüksek tutmuş olan ben, maddi anlamda alçak gönüllü davranıyor, iki gönül bir olunca samanlık seyran olur kafasında takılıyordum. Günler birbirinden ayırt edilemeyeceği kadar büyük bir benzerlik içerisinde akıp gidiyordu. Sıradan bir günün akşamında sofrayı kurmuş, babamın hararetle yaptığı telefon konuşmasını bitirip aramıza teşrifini bekliyorduk. Babam heyecanla geldi yanımıza. Sofraya oturduğunda anlatmak istediği bir konu olduğu her halinden belliydi. Sevinci sesine yansımış ve büyük bir coşkuyla "Bizim Hakkı'yla konuştum az önce" demişti. Hakkı kimdi, ya da neden sevinmeliydik bu görüşmeye, bilmiyordum. Açıkçası çok da umursadığımı zannetmiyorum. Babamın söyledikleriyle değil tabağımdaki yemeği kurcalamakla meşguldüm. Sanırım bizimkiler de çıkartamamıştı Hakkı'nın kim olduğunu ki babam açıklama yapma ihtiyacı hissederek "Hani Mehpare teyzem var ya, annemin amcasının kızı. İşte onun oğlu Hakkı yok mu bizim?" demişti. Babam, Hakkı amcayı tanıttığında beynimde şimşek gibi çakmıştı neden bu denli heyecan içerisinde olduğu. Bana kısmet çıkmıştı işte! Hakkı amcanın benim yaşlarımda bir oğlu vardı! O an kalbime bir sızı düştü, içime bir burukluk... Sonra bu duyguyla da baş etmek isteyen yanım çıktı ortaya, zihnimi oyalamak istercesine beni çocukluğuma götürdü. Çok fazla bir görüntü canlanmamıştı ona dair gözümün önünde. Hayal meyal, birkaç kare... Eskiden, küçük birer çocukken yazları ailecek memlekete gelirlerdi. Dedesinin vefatının ardından babaannesi yanlarına, İstanbul'a taşınınca da bir daha görüşmemiştik. Şöyle bir zihnimi yokladım da hatırladığım kadarıyla çocukken çirkin değildi. Acaba şimdilerde yakışıklı bir prense dönüşmüş müdür, diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Biliyorsunuz yakışıklılık en temel kriterim, olmazsa olmazımdı. Mike'a göz dikmiş bir insandım sonuçta. Ben kendi zihnimde hatıralarıma kısa bir yolculuğa çıkmışken, babam bakışlarını benim yüzüme çevirdi. İşte o an, çöpümü çattıklarına dair düşüncelerimde haksız olmadığım benim için kesinlik kazanmıştı. Konu gerçekten de benimle alakalıydı. Oysa ki tamamen benim kuruntum olmasını dilerdim... Babam bir müddet daha yüzümü süzdükten sonra "Damla! İstanbul'a gidiyorsun" diyerek patlattı bombayı. Nasıl da mutlu, nasıl da keyifli çıkmıştı sesi! Peki ben gerçekten de doğru mu duymuştum yoksa kendi kendime gelin güvey olan zihnimin bana bir oyunu muydu duyduklarım! Hislerimin elini çektiği bomboş bakışlarla baktım babamın yüzüne. Sadece ben değil annem ve kız kardeşim de babama kitlenmiş, ağzından çıkacak bir cümleye kenetlenmiş durumda bekliyorlardı. Demek kaderde İstanbul'a gelin olup gitmek de varmış! Okumak için gidemediğim şehre... Ufaktan bir içim acımadı değildi hani. Ama tepki vermedim. Zaten günlerdir kendimi bu olası sona hazırlamıyor muydum! Gerçi bu kadar da çabuk gerçekleşeceğini düşünmemiştim hiç... Tepkisiz bir şekilde önüme dönüp yemeğimi yemeye devam ettim. Bu kez masadaki herkesin bakışları bana yönelmişti. Benden bir reaksiyon bekliyorlardı, bu aşikâr. Ben de bir tepki vermem gerektiğinin farkındaydım aslında hatta patlamaya hazır volkan misali içimde büyüyen bir öfke seli dışarı taşmak için diretse de yapamadım. Suskunluğum, kabullenmek gibi değil de belki onları muhatap almayarak cezalandırmanın bir yoluydu. Hakkımda biçtikleri rolün bu olması çok acımasızcaydı! Biliyorum, ben istemedikçe beni zorlayacak değillerdi. Yine de hayallerimi elimden alıp onun yerine şekerle avutulan bir çocuk misali böyle bir teklifle gelmeleri çok dokunmuştu işte. Dizginlediğim duygularım, vücudumdaki tüm kanı beynime hücum ettirerek beni öfke yoluyla ele geçirmek hususunda başarılı olamayınca bu kez de bir çıkış yolu olarak kendilerine göz pınarlarıma doğru bir rota belirlemişlerdi ama nafile! Oradan da çıkış verme niyetinde değildim. Kısa süreli sessizliğim ve tepkisizliğime anlam veremeyen babam, durumu sorgulamayışımdan yola çıkarak anlamadığım kanısıyla izahatta bulunma gereksinimi hissetmiş olacak ki "Kızım!" diyerek girdi söze. Başladığı konuşmasının devamında duyacaklarımdan o kadar emindim ki beynim bir tepki olarak sesine duyarsızlaşmıştı adeta, onu duymak, dinlemek dahi istemiyordum. Oysa ki meğer söyleyecekleri, duymayı düşündüklerinden çok daha başkaymış. Nereden bilebilirdim ki bana hayallerimi kocaman bir hediye paketiyle geri vereceğini! "Hakkı amcanla konuştum, İstanbul'da, Mehpare teyzemde kalacaksın. Bir an evvel hazırlan, kayıt tarihini kaçırmayalım" Bakışlarımı önümdeki tabaktan kaldırıp yüzüne çevirdim. Az önce sarf ettiği cümle beynimde yankılanmaya devam ederken bir yandan da duyduklarımın gerçek olup olmadığını anlamak için ifadelerini okumaya çabalıyordum. Duyduklarım doğruydu... Söylediklerinde ciddiydi... Tüm yaşananlar gerçekti... Sonunda olmuştu, gidiyordum... Ben hayallerimden vazgeçmiştim ama onlar benden vazgeçmemişti... Şimdi siz söyleyin, böyle bir durumda nasıl tepki verilir? Kendimi öylesine inandırmıştım ki okul falan yalan oldu diye, hatta olası bir evliliğe. Mesela kalkıp ben gitmiyorum, 'Evlenecem' falan diyormuşum. Tabi ki yapmadım ama durumu algılamam ve sevincimi dışa vurmam biraz zamanımı almadı değil. Canım babam! Aslında beni, hayallerimi önemsemiş, bunun gerçekleşmesi için çaba harcamıştı. Hiç fark ettirmeden, hissettirmeden benimle aynı kaygıları yaşamıştı... Biz insanlar böyleyiz işte! Söze birçok kere çok yanlış yerden başlıyor, duygularımızı ifade ederken yanlış cümleler kurabiliyoruz ve bu, ortaya aslında düşündüğümüzün tam aksine bir tablo çıkmasına sebep olabiliyor. Üstelik bir sözümüz, bir cümlemiz birçok kez muhatabımız üzerinde büyük etkilere sahipken... Zira bazen ufacık bir cümlemizle karşımızdakinin dünyasını yıkıp, umutlarını yok edebiliyorduk. Çünkü söz, kullanmasını bilen için en etkili silahtı... Oysaki bizler birçok kere bu silahı yanlış kullanıyor, bununla da kalmayıp hatayı kendimizin ifadelerinde değil, karşı tarafın algısında buluyorduk... İşte ben bu ve bunun gibi birçok sebepten dolayı psikolog olmak istiyorum... Önce kendimi tanımak daha sonra insanlara kendini tanıma hususunda yardımcı olmak için... Belki o zaman yanlış anlaşılmalardan ve kendimizi ifade etmekten aciz kalışımızdan doğan gerginlikler ortadan kalkar ve dünya daha yaşanılası bir yer haline gelebilir... |
0% |