Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Kız Kıza Sohbet...

@blowbreeze

Elimde iki kupa sıcak çikolatayla odanın zaten açık olan kapısından içeri girip kapıyı ayağımla kapattım. Elimdekilerden birini yattığım çekyatın karşısındaki çekyatta bağdaş kurup oturan Yaprak ablaya uzattım ve ben de yanına oturdum. Yatmadan önce kız kıza muhabbet, en sevdiğim...

"Sağ ol canısı, çok iyi geldi sıcak sıcak" diye girdi söze elindekinden bir yudum aldıktan sonra. Ardından devam etti "Ya o değil de, geldiğimizden beri düşünüyorum, sen nasıl ikna ettin babaannemi koltukların yerini değiştirmeye! Valla alem kızsın. Uğraşacak başka işin mi yoktu Allah aşkına!"

"Çok kolay olmadı tabi" dedim sırıtarak "Ah şu, insanların karşı koyamadığı sempatim yok mu, ikna ettim sonunda" dediğimde ikimizde gülümsememize mani olamamıştık.

"Ne bileyim, tekli koltuklar dururken peteğin önüne ikili koltuk koymak nedir! Fena mı oldu iki teklinin arasında kalan boşluktan azıcık sırtımızı dayayabiliyoruz peteğe." diye ekledim tüm ciddiyetimle. Bu petek mevzusu benim için önemliydi söylemiştim size. Uğruna mücadele edecek kadar... Şaka bir yana az uğraşmadım Mehpare teyzemi ikna etmeye ama sonunda kazanan sevgi oldu. Bana kıyamadı ve o hani bir milim dahi herhangi bir nesnenin yerinden oynamasına tahammülü olmayan kadın bu değişime göz yumdu. Öperim ben o gözlerden, canım ya.

Bu iznin bana olan sevgisinden olduğunu düşündüğüm için yüzümde oluşan sırıtmaya bakıp "Oo! Bakıyorum da babaannemle aranızdan su sızmıyor. Neredeyse kıskanacağım ilişkinizi" diyerek hafifçe dirseğiyle beni dürttü. Sonra daha ciddi bir ses tonuyla devam etti "Damla! Sen geldiğinden beri babaannemde oluşan değişim beni düşündürüyor, biz nerde yanlış yaptık! Biz nasıl bu hale geldik. Açıkçası zaman zaman geldiğimiz noktaya bakar ve halimize üzülürdüm ama hiç kendimde hata görmemiştim sanırım. Şimdi sana bakınca diyorum ki ben çok çabuk vaz geçmişim ondan, çok çabuk dönmüşüm sırtımı ona. Senin gibi savaşmamış, mücadele etmemişim. Ben çocukluğumun en güvenli sığınağını ufak bir sarsıntıda terk etmişim. O sarsılmıştı ve ben onda kalmayı başaramadım, ona tutunamadım... Ben ondan gittim, o benden..."

Üzgündü, gerçekten üzgün... Pişmanlık vardı sesinde biraz da hüzün... Nasıl üzülmezdi ki insan. Bahsetmişti çocukken onu ne kadar çok sevdiğinden. Çok sevdiğin bir insanın yüreğini, yanındayken kaybetmek çok zor olsa gerek, gözlerinin içine baka baka...

"Bazen bir şeylerin koptuğu noktayı bulmak çok zordur. Çünkü öyle bir anda kopmaz ki... Zaman içinde yaşananlar bir bir keser seni tutan bağları ve bir gün bir bakarsın kopup gitmişsin. Sen küçüktün ve o zamanlar bir yetişkinin kalbi nasıl onarılırdı bunu bilemezdin. Sen onu onaramadın, o da kendini... Ve bu yıkılmanıza sebep oldu. Tek suçlu sen değilsin yani" dedim teselli için elini tutarken. Geldiğimden beri onu yalnız bıraktıkları için hatalı olduklarını düşünsem de tek suçlu gerçekten Yaprak abla değildi. Hatta bir şeylerin kopmaya başladığı zamanda onlar ufacık bir çocuk olduğu için hiç suçlu değillerdi. Belki en çok Hakkı amca ve Seher yenge suçluydu ama Mehpare teyze de en az onlar kadar suçluydu. Hayatının ondan kopartılmasına karşı koymamıştı... Gerçi ben bile babam İstanbul'a göndermeyeceğini söylediğinde nasıl yıkılmıştım. Belki geçici bir durumdu ama o anlık da olsa yenilgimi kabul etmiş ve her şeyden vaz geçmiştim. O, kısa arayla sevdiği iki insanı kaybetmenin acısını yaşarken yaşadığı yerin de değişmesi sonucunda avuçlarından kayıp düşen hayatına nereden ve nasıl tutunabilirdi ki...

Yaşananlar hususunda herkes kendince haklıydı ama bence aynı zamanda herkes bir nebze hatalıydı... Suçu tek bir kişiye yüklemek ve günah keçisi aramak yanlıştı. Oturup kimin nerede ne yanlış yaptığını düşünmek, kimin ne ölçüde hatalı olduğunu konuşmak bir fayda vermezdi. Madem bulunulan halden memnun değillerdi o zaman değiştirmeye odaklanılmalıydı.

"Bazen işler kontrolümüzden çıkar ve ne çıktığı zamanı fark ederiz ne de geldiğimiz noktayı. Hayat sanki hep şuan yaşadığımız şekildeymiş gibi gelir bize. Sonra bazen şöyle bir bakınca geriye, o zaman görürüz verdiğimiz kayıpları... Bence fark edebilmek biz insanlara verilen bir lütuf... Fark ettiğimizde geçmişe takılıp, üzülüp dövünmek ise yaptığımız en büyük hata... Çünkü verilen kayıplara takılıp kalmak hiçbir şeyi değiştirmez, aksine kayıpların çoğalmasına sebep olur. Kayıplarının farkına varan bir insan için yapması gereken şey, geçmişin pişmanlığı içinde boğulmak değil de şimdiden sonrası için ne yapmalıyım diye düşünmek ve harekete geçmektir."

"Ya sen on dokuz yaşındaydın değil mi? Bu ne kızım kendinden büyük laflar ediyorsun. Psikoloji okuyorsun diye mi oluyor bunlar bilemedim ki. Yoksa karakterin bu olduğu için mi seçtin bu branşı!" elinin üstündeki elimi diğer eliyle tutarak "Teşekkür ederim canım!" diye ekledi gözlerimin içine bakıp gülümseyerek "Haklısın, sanırım hiçbir şey için geç değil. Ama nerden nasıl başlanır bilmiyorum" dedi iç çekerek.

"Bence o çok yalnız Yaprak abla. Siz varsınız ama bu yeterli değil ki. Ne bir arkadaşı, ne bir görüştüğü yok. Dışarı çıkmıyor, bir yere gitmiyor. Hiçbir gayesi yok. Sadece televizyon var hayatında."

"Haklısın canım. Aslında bu zamana kadar neden hayattan kendini bu kadar koparttı diye düşünüyordum. Sanki hatalı olan oymuş gibi. Ama hani geçen gün babaannenle görüştükleri o gün var ya... İşte o gün çok kötü oldum. İçim acıdı resmen. Hiçbir şey olmasa bir telefonla görüştüremez miydik onları bu zamana kadar! Bilmiyorum canım ya. Çok suçlu hissediyorum. Telefon etmeyi bile bilmeyen bir kadını alıp bilmediği bir şehirde eve hapsetmişiz resmen. Evi var, yediği içtiği önünde, biz yanındayız mutsuz olacak, sürekli söylenecek ne var derdim hep. İçim acıyor biliyor musun, onun bu denli sıkışıp kaldığını göremediğimiz için..."

"Evet, o günü ben de unutamıyorum. Geldiğimden beri hiç akıl edemedim onları görüştürmeyi diye ben de kendime yükleniyorum. O yüzden ne hissettiğini anlayabiliyorum sanırım. O günden sonra babaannemle her konuştuğumda onları görüştürüyorum ama. Zaten babaannem hemen Mehpare'yi ver diyor." diye girdim söze. "Sen onları konuşurken bir görsen, çocuk gibi oluyorlar. Öyle mutlu, öyle şen... Onların ortak bir mazisi var Yaprak abla! Senden benden önce beraber yaşadıkları, birlikte biriktirdikleri anıları var."

"Tahmin edebiliyorum, o gün öylesine hasretle konuşmuşlardı ki birbirleriyle... Gözümün önüne geldikçe ağlayasım geliyor. Toprak dayanamayıp gitti düşün, canım ya! Bak mesela sen ve ben gibi. Birbirimizi hiç tanımadan büyüseydik şuan ilişkimiz böyle olmazdı belki de. Evet, maalesef onları biz kopardık birbirinden. Ne çok konuşacak şeyleri vardır değil mi?"

Evet anlamında başımı sallarken 'Toprak dayanamadı gitti' cümlesine takılmıştım. O gün öyle usulca o yüzden mi gitmişti. O yüzden mi anlamlandıramadığım bir şekilde içime dokunmuş, zihnimi kurcalamıştı onun gidişi... Şimdilerde Toprak'a dair herhangi bir şey duymak, düşünmek istemesem de "O gün Toprak neden gitti ki?" diye dayanamayıp sormuştum.

"Duygulandı. Toprak çok hassas bir çocuktur bakma sen öyle soğukkanlı durduğuna. Dayanamaz öyle şeylere."

Şaşırmıştım ve bu şaşkınlığım yüzümde ifadeye dönüşmüş olacak ki oda karanlık olmasına rağmen Yaprak abla anlamıştı. "Şaşırmanı anlıyorum, Toprak'ı tanımıyorsun, haklısın. Ya o salak, bir erkeğe göre fazlasıyla hassas da sorun şu ki hiç belli etmiyor. Çok fazla içine kapanık. O kadar ki annem ve babam bile, birçok kez ben bile anlayamıyorum onu. Gerçekten salak benim kardeşim. Sırf duygularını belli edemediği için yanlış anlaşılıp azar yiyor."

Yüzümdeki şaşkınlık ifadesi gittikçe büyüyordu. Al sana bir bilmediğim Toprak daha çıktı ortaya iyi mi! Peki ya gerçekten de Toprak ablasının söylediği gibi biriyse. Attığı tüm mesajlarda aslında kendisini yanlış ifade ediyorduysa. Acaba gerçekten ona yersiz ve haksız yere yüklenmiş olabilir miydim?

"Ama sen bir keresinde bir türlü büyüyememiş tipik bir atarlı ergen olduğunu söylemiştin!"

"Doğru demişim. Yirmi yaşında oldu, sence de bu içine kapanık tavrı bir tarafa bırakmalı değil mi? Daha ne kadar daha insanlar tarafından anlaşılmayı bekleyecek! Hem tamam, içine kapandın da neden duygularını yanlış yansıtıyorsun! Bir şeye üzüldü diyelim agresifleşiyor. O agresifleşince de babam sinirleniyor, çıktı mı bir tartışma. Bazen ben de çok sinirleniyorum onun bu hallerine ama babamdan azar yemesine de dayanamıyorum, kıyamıyorum ona, ne de olsa o benim küçük kardeşim. Kendini hiç ifade etmez mi bir insan. İnan bana onun duygularını anlamaya çalışmaktan yoruluyorum. Bak mesela evleneceğim için beni kıskanıyor, paylaşmak istemiyor beni, yani en azından yaptıklarına ben böyle bir açıklama getiriyorum. Bir görsen, Yekta'yı her gördüğünde ne saçma davranıyor, nasıl ters ters konuşuyor. Sonra da babamdan bir ton laf yiyor tabi." Gözlerini devirip iç çekerek devam etti "Hatırlıyor musun hani bir keresinde bu çarptı kapıları gitti?" hatırlayıp hatırlamadığımı anlamak istercesine yüzüme baktı.

Ne hatırlaması hiç unuttun mu diye sormalısın demek istedimse de çekindim ve sanki unutmuşum da yeni hatırlıyormuşum gibi "He, o günü diyorsun, hani Hakkı amca çok sinirlenmişti?"

"Evet. İşte mesela o gün bence biz babaannemden, eski günlerden konuşuyorduk ya ondan etkilenip gitti. Yani emin değilim tabi ama" diyerek dudak büktü. "Garip çocuk işte. Sonra akşam evde ne azarlar yedi bir bilsen. Babam sevmez öyle şeyleri."

Yaprak abla tüm bunları söylerken kalbim ezilir gibi oldu. Gerçekten de o gün o yüzden gitmiş olabilirdi, aynı gün BlueDream hesabından yaptığı paylaşım şuan anlam kazanmıştı benim için. O paylaşımda sanki birine sırtını döndüğünü ifade ediyordu. Babaannesinin bu halinin sebebinin kendileri olduğunun farkındaydı belki de ve bu yüzden Yaprak ablanın ondan şikayetlenmesine kızmıştı da öyle yazmıştı. Ne demişti "Biz dünyalılar hep sırtımızdan bıçaklandığımızı anlatan özlü sözler söyler dururuz. Sırtımızdaki o yaralar sırtımızı dayadıklarımızın değil menfaatimiz bittiğinde sırtımızı döndüklerimizin bize tutunmak için verdiği mücadelenin izi olmasın..." Of ya! Kıyamam, aslında ne kadar da derin bir mana içeriyormuş. Ya, ne kadar da içerlenmiş. Onu geçtim geçenlerde yazdığı ve benim çok sinirlendiğim "Açıkçası kendi mutsuzluğunda hem hal olan bir yüzü seyretmeyi o kişinin göz pınarlarında yaş olmaya tercih ederim" yorumu da bu olayı mı anlatıyordu acaba. Babaannesini belki onun iyiliği için Konya'dan getirip bu yalnızlığa mahkum ettikleri için...

Öyle içim acıyordu ki anlatamam, canım yanıyordu resmen... Ya çocuğun bu hususta yarası varken ben gözünün içine baka baka sırnaştım Mehpare teyzeye. O değil onu kıskandırmaktan keyif aldım. O gün bile bile deştim o eski konuları. Canını yakmakla kalmadım bir de azar işitmesine sebep oldum. Ben ne ara böyle bir insan oldum ya!

"Bu küçükken de böyleydi, ufacık şeylere üzülürdü." diye söze girince Yaprak abla, irkilerek vicdan muhasebemden bir nebze uzaklaştım.

"...Tabi o zamanlar agresif değildi, içine atar, kimseye bir şey belli etmezdi. Sonra ben onu köşelerde ağlarken bulurdum."

Yaprak abla böyle söyleyince onu memlekette en son gördüğüm günden bir anı canlandı gözümde. Mehmet dayının cenazesiydi, küçücüktük... O, bizim evin yakınlarında bir taşın üstüne oturmuş başını dizlerine kapamış ağlıyordu. İçim az acımış gibi o kare de gelince gözümün önüne sızlayan burun direğimin göz pınarlarıma verdiği komutu zorla bastırarak ağlamamayı başardım.

Neden o yaşta bir çocuk babasının dayısı öldü diye ağlardı ki... Kim bilir dedesinin cenazesinde ne kadar daha kötü olmuştur. Okulda olduğum için o cenazeye beni götürmemişti annem.

Kız kıza biraz takılır, sohbet muhabbet sabahlarız diye düşünerek büyük bir hevesle giriştiğim bu misafircilik oyunu elimde patlamış, aşırı dozda duygusallıktan drama doğru bir yol almıştı resmen.

Yaprak ablanın, Yekta enişteden gelen 'İyi geceler' mesajıyla bir anda havası değişirken ben hala aynı buhranın içinde boğulmakla meşguldüm.

Tekrardan aynı konuya dönüp onun gülüşünü soldurmak istemediğim için az önceki muhabbetten ruhu yorulan ben yeni konulara yelken açmayı murat ederek sordum her ne kadar az önceki konunun etkisinden sıyrılamamış olsam da.

"Sahi, Mehpare teyze ne düşünüyor Yekta beyimiz hakkında, seviyor mu damadını?"

"Şey, babaannem onu pek tanımıyor" dedi buruk bir sesle.

"Ama sen yıllardır ailecek tanışıyor olduğunuzu söylemiştin! Hakkı amcayla iş ortağılar dememiş miydin?"

"Ya evet, tanışıyoruz ama babaannemi biliyorsun. Evden çıkmaz, bir yere gitmez. Bir iki kere görmüştür onları herhalde şu on yıl içinde"

"Öncesinde tanımıyordu tamam, anlıyorum ama siz sözlendiniz, yakında nişanlanacaksınız hala mı tanımıyor! Nasıl yani" bayağı bir şaşkındım şuan.

"Biz yıllardır birbirini tanıyan bir aile olarak zaten çok bir dünürcülük olaylarına girmedik. O yüzden de bir araya gelmediler hiç"

"Hiç derken?" dedim şokla. Gözlerimi devirip devam ettim. "İsteme faslını geçiyorum, Hakkı amcadan istediler, tamam. Gerçi beni babaannem torunluktan reddederdi böyle bir durumda ya neyse. Söz kesilirken de mi görmediler birbirlerini!" gerçekten çok ama çok şaşırmıştım.

"Kız isteme olmadı zaten. Evlenmeye karar verdiğimizi ailelerinize açıkladıktan sonra birkaç kez ailecek görüştük ve sonra bir yemek tertipleyip sözü kestik ama benim babaannem bu yemeğe katılmadı! Katılmamakla kalmadı bir sürü triplere girdi. O kadar gerildik ki anlatamam." İç çekti, bayağı içerlemişti bu duruma ses tonundan belli oluyordu. "Ben gerçekten ona çok kırgınım Damla. Az önce ona acıyordum, üzülüyordum ya, vaz geçtim..." dedi omuz silkerek. Küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu.

Havamız değişsin diye açtığım muhabbet de fos çıkmış, kızın canını sıkmıştım... Biz bu gece neden doğru dürüst muhabbet edemiyorduk! Neyden konu açsak elimizde patlıyordu.

Aslında bu düğün mevzusu ne zaman açılsa Mehpare teyzede bir memnuniyetsizlik seziyordum da bu tavrını onun genel tavrına yoruyor üstüne gitmiyordum. Ama besbelli işin içinde başka bir şeyler vardı.

"Yaptığını onaylamıyorum ama belki o da Toprak gibi seni paylaşamıyordur." dedim gözlerinin içine bakarak biraz ortamı yumuşatmak adına.

"Yapma Allah aşkına Damla! Çocuk mu o? Tamam, insanlar yaşlandıkça çocuklaşıyor ama yine de mantıklı değil yaptığı"

Canım benim, çok incinmiş... Bu işi düzeltmenin bir yolu olmalıydı ki sanırım biliyordum.

"Yaprak abla, kızma ama biz Türk’üz, Konyalıyız. Ne demek isteme faslı olmadı! Belki de buna bozuldu Mehpare teyze. Valla benim babaannem beni Konya'dan sürerdi böyle bir durumda. O yine insaflı davranmış"

"Bilmem, belki... Ama yine de bu onu affetmem için yeterli bir sebep değil." dedi sinirle başını kaşıyıp konuyu geçiştirdi "Bilmiyorum, boş ver. Düşünmek istemiyorum zaten. Bu konu canımı sıkıyor."

Onun mutsuz yüzüne bakıp nasılını, olurunu düşünmeden atladım lafa

"O zaman hazırlıklar başlasın" dedim ve şaşkın yüz ifadesine aldırış etmeden ekledim "Bu hafta sonu isteme töreni var"

Tepki vermemişti, hala şaşkın bir şekilde yüzüme bakıyordu.

"O Yekta beye söyle, öyle bizden kızımızı kolay alamaz. Gelecek, seni Mehpare sultandan isteyecek. Hem sen Mehpare teyzeyle arayı düzeltmek istemiyor muydun, al sana fırsat" dedim göz kırparak.

Yaprak ablanın yüzünde sevinç ve şaşkınlık gelip gidiyordu. Büyük oynamıştım kabul ama ben Damla Saygın'sam bu işi halledecektim...

 

 

Loading...
0%