Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Verdik Gitti...

@blowbreeze

Dünkü temizlik faslından sonra pestili çıkmış biri olarak biraz daha uyumak istiyor olsam da kalkmam gerekiyor olduğu için adeta kendimi yataktan kazıyarak kaldırdım. Yılgın bakışlarımı odanın içerisinde birkaç tur gezdirerek ayıkma çabam çok sonuç vermese de bugün büyük gündü yani kalkmalıydım.

Çok mu yorgundum ne!

İstemeye istemeye de olsa kalkma zorunluluğum yetmiyor gibi bir de adeta kendimi sürükleyerek girdiğim tuvaletin kapısından dışarı tüm yorgunluğum ve pespaye görüntümle adım atar atmaz karşılaştığım bir çift göz şiddetle yerin dibine geçme arzusu uyandırmıştı içimde. Arkadaş, neden bir tuvaletin kapısı dış kapıya paralel olarak hole açılırdı ki!

Ben tuvaletten çıkarken hemen hemen aynı anda açmıştı Mehpare teyze dış kapıyı. Ve sürpriz! Toprak, elinde bir tepsi öylece bana bakıyordu.

Ben; saçının bir kısmı gece yatmadan önce başının üzerinde topladığı lastik tokada kalmayı başarmış geri kalanı ise omuzlarından aşağı özgürlüğüne kavuşmuş, üzerindeki tişörtün bir kısmı pijamasının içinde ve tuvalete girerken kıvırdığı pijama paçalarıyla harika bir görsel sunarken o, gözlerinden şiddetle fışkırmak isteği okunan kahkahasını yanaklarını içeri çekerek bastırıyordu. Kendi bulunduğum hal rezilliğime ayna tutarken onun yüzünde normalde görmediğim bu hareketlilik benim yüzümde de istemsizce tebessüm oluşmasına sebep olmuştu.

"Bunu annem gönderdi. Dolapta beklemesi gerekiyormuş sanırım" dedi Mehpare teyzeye uzattığı tepsiyi işaret ederken bana bakarak. "Ben arabadan birkaç bir şey daha getireceğim, kapıyı kapatmayın" diyerek merdivenlere yönelirken ben hala istemsizce rezilliğime gülüyordum.

Yaprak ablanın dünürlere kusursuz görünme çabasını eleştiren ben değilmişim gibi, şuan ne sebeple bu denli rezil olmuş hissediyorum bir fikrim yok doğrusu.

Ah! Ama şuanda gerçekten yok olmak istiyorum ya, çok utandım!

~~~~~~~~~~~~~~~

Hazırlıklar eksiksiz bir şekilde tamamlandı. Hepimizde bir heyecan vardı ama Mehpare teyze neredeyse Yaprak abladan bile heyecanlı görünüyordu. Açıkçası inat eder, trip atar diye bekliyordum ama o, beklediğimin aksine çok çabuk havaya girmişti. Hazırlıklar esnasında sürekli ona 'Sen daha iyi bilirsin bu işleri sence bir eksik gedik var mı?' diye sorarak onu konuya dahil etme gayretimiz de karşılık bulmuş, fikirlerini dile getirmekten geri durmamıştı.

Misafirlerimiz geldiğinde ufak bir tanışma ve sohbet muhabbet faslının ardından yemeğe geçilmişti. Yekta enişte; annesi, babası, kız ve erkek kardeşiyle birlikte gelmişti, anlayacağınız maaile buradaydılar.

Geldiklerinde Yaprak abla beni onlara taktim edince Yekta beyimiz kısık bir sesle "Yani bu gecenin organizatörü" demişti. İyi bir şey mi kötü bir şey mi demek istemişti tam anlayamasam da açıkçası ne düşündüğü çok da umurumda değildi. Mehpare teyzemin yüzündeki mutluluk her şeye değerdi ve bu sanırım benim koltuklarımı kabartmıştı. Hem olumsuz düşünse bile bir damat adayının yapması gerekenden farklı bir şey istememiştik ki ondan, doğrusu bu onun ayıbı olurdu. Gerçi sonra "Memnun oldum baldız" diye ekleyince olumsuz düşünmediği kanısına vardım. Hatta ve hatta 'Baldız' ifadesini kullanmış olması sebebiyle kanım ona ısınmıştı bile...

Mutfak evimize nispetle büyük olsa da yine de hep beraber yemek yeme olasılığımız yoktu. Masanın etrafında köşeli bir sedir, ondan boş kalan kısımlarda birkaç sandalye vardı ve en fazla sekiz kişi aynı anda yemek yiyebilirdi. Çok sıkışmaya gerek olmadığı için büyükler Yaprak ablam ve Yekta enişte de dahil yedi kişi mutfakta yerken biz de annesiyle güne giden bir çocuğun dramı gibi salondaki orta sehpaya biz gençler için hazırlanan sofranın etrafında yerimizi almıştık. Ben, Toprak, Yekta eniştenin kardeşleri Kayra ve Nevra yemeğimizi burada yiyecektik.

Yemek yeme şeklimizle bolca dalga geçtiğimiz, eğlenceli bir sohbetin içindeydik. Toprak'la zaten çocukluktan beri arkadaş olduklarından kaynaklı bir samimiyetleri bulunan Kayra ve Nevra sıcak kanlı bireyler oldukları için yeni tanışmış olmamıza rağmen kaynaşmak hususunda sıkıntı çekmemiştik. Aslına bakarsanız ailecek çok samimi insanlardı, daha ilk karşılaşmamızda hepsinden çok olumlu bir elektrik aldım.

Kayra hoş sohbet birisiydi doğrusu. Hangi konudan mevzu açılsa hepsi hakkında söyleyecek bir şeyleri vardı. Ayrıca Toprak'tan üç yaş büyük olmasına rağmen gayet iyi anlaşıyor gibi görünüyorlardı. Açıkçası onun birileriyle iyi anlaştığını, sohbet ettiğini görmek değişik hissettirmişti. Üstelik sadece Kayra'yla değil Nevra ile de arası fena görünmüyordu. Bu durum hafiften sinirimi bozmuyor desem yalan olurdu ya, neyse.

Nevra yaşına göre biraz daha çocuksu davranan, bir tık şımarık diye nitelendirebileceğimiz bir kızdı. Bizim Çisil'den iki yaş büyük olmasına rağmen ondan daha çocuksu davranıyordu. Tamam, benim kız kardeşim bazen yaşından çok fazla büyük davranıyor, kabul... Ama Nevra'nın benden bir yaş küçük olduğuna bakarsak yaşının altında davranıyor olduğu sonucuna yine de ulaşabiliriz.

Her şeye rağmen izlediğimiz dizilerden, dinlediğimiz şarkılardan bir ortak nokta yakalamış ve onunla da hoşça muhabbet etmiştik doğrusu. Hatta bir ara Mike'tan bile konuşmuştuk. Benim kadar hayran değilse de bazı dizilerini izlemişti. Biz tüm bunlardan konuşurken Kayra ve Toprak futbol muhabbetine sarmıştı. Laf arasında Toprak'ın Galatasaraylı olduğunu duyunca gülmemek için kendimi zor tuttum doğrusu. Hayır, komik olan Galatasaraylı olması değildi. Neden bir insana tuttuğu takımdan dolayı güleyim ki? Hem ben de Galatasaraylıyım. Gülme isteğini içimde uyandıran şey toplumumuzda bir erkek çocuğun babasıyla aynı takımı tutması nerdeyse bir kural haline gelmişken ve Toprak Beşiktaşlı bir ailenin çocuğuyken başka bir takım tutuyor olmasıydı. Tamam, bunda gülünecek ne var diye soracak olursanız tabi ki onun ters kişiliği derim. Neden sürekli olması gerekene aykırıydı ki! Hem zaten babasıyla arası süt liman değildi bir de takım mevzusundan dolayı gerildiklerini düşününce. Ya aslında böyle söyleyince bana da çok komik gelmedi bu durum, belki trajikomik...

~~~~~~~~~~~~~~~~

Yemekler yenilmişti. Ben mutfağı toparlarken Yaprak ablam kahveleri hazırlıyordu. Büyükler salona geçince genç taife de benim odama geçmişti ama benim bu isteme merasimini kaçırmaya hiç niyetim olmadığı için mutfakta işim bitince salondaki gruba katılmayı planlıyordum.

Kahveler yudumlanırken Yekta eniştenin babası Sadık amca çok hoş bir giriş yaptı konuya "Biz bugün buraya aslında çok geç kaldığımız bir konuyu görüşmeye geldik efendim. Malumunuz yaklaşık on senelik bir dostluğumuz sebebiyle birbirimizi yakın görüp bu çok önemli faslı atlama gafletinde bulunduk. Şimdi sizin büyüklüğünüze sığınarak Mehpare anneciğim, bu hatayı düzeltmeye geldik" dedi ve istedi kızımızı.

Her ne kadar söz kesilmiş, nişana kısa bir süre kalmış olsa da sanki ilk gün ki gibi bir heyecan ve duygusallık vardı herkesin üzerinde. Hele Mehpare sultanın sesi titreyerek "Ben usulen verdik gitti desem de vermedik efendim! Evlat eşya değildir ki veresin... Hem siz onu alıp gitseniz de o hala bizim yavrumuz. Anlayacağınız o ki biz kızımızı vermiyoruz ama Rabbimin izniyle size emanet ediyoruz" dediği anda bizde kayışlar kopuverdi tabi. Hiçbirimiz böyle manidar bir konuşma beklemiyorduk.

Anladığım o ki Yaprak abla onun için çok kıymetliydi ve onun bu evlilik olaylarındaki tepkisi kıymetlisinin kıymetini anlatma hakkını elinden almalarınaydı...

Salonda oturacak yer olmadığı için ben hol kısmından izlemiştim onları. Salon alçıdan bir kemerle hole bağlı olduğu için aslında bu iki bölmeyi birbirinden ayıran tek şey Mehpare teyzemin televizyon izlerken sürekli oturduğu üçlü kanepeydi. Yani bulunduğum yerden içeriyi gayet net görebiliyordum. Anın duygusallığı sebebiyle dolan gözlerimi silerken arkamı döndüğümde Toprak'ın gözleri dolu bir şekilde benim odamın kapısından salona baktığını gördüm. Göz göze geldiğimizde önce başını çevirdi daha sonra karşısındaki banyo kapısından içeri girdi. Bu halini gizlemek istediği aşikardı.

Ayıp değildi ki ağlamak... Yanlış bir şey değildi ki duygulanmak... Neden bu kadar içine hapsetmişti ki duygularını. Erkek adam ağlamaz saçmalığına mı inanıyordu yoksa. Oysaki ağlamak en doğal ihtiyaçlardan birisiydi. Ağlamayan bir kalp katılaşırdı, sevmeye, sevilmeye kapatırdı kendini. Ağlamamak güçlü olmak değildi, erkek olmak hiç değil... Ağlamamak duygularından, onları açığa vurmaktan korkacak kadar aciz olmaktı. Duyguları yansıtmak cesaret isterdi çünkü...

İşte yine aynı labirentin içine düşmüştüm. Yine o ve iç dünyası beni kendi içine hapsetmişti.

 

 

 

 

 

Loading...
0%