@blowbreeze
|
Karar verdim, bunlar anne kız aralıksız konuşabilme potansiyeline sahiplerdi. Yemek boyunca Yaprak abla hiç susmaksızın yaza doğru olacak olan düğününden, müstakbel nişanlısından, evlenmeye nasıl karar verdiklerinden, birkaç ay içerisinde yapılacak nişanlarından, daha sayamayacağım kadar çok şeyden bahsedip durdu. Yok, 'durdu' kelimesi yanlış oldu, durmadan konuştu desem daha doğru olur sanırım. Ne anlatmıştı, ben ne kadarını anlamıştım ya da ne kadarını hatırlıyordum hiçbir fikrim yok. Sayesinde kafamın içerisinde düğün alayı kurulmuş, zigey zigey diyerek halaya durmuşlardı bile. Anlayabiliyorum; düğünü olacağı için heyecanlı, içi içine sığmıyor ama benim şu an onun anlattıklarına odaklanmam zor. Çünkü ben bugün itibariyle yepyeni bir hayata başlıyorum. Yani benim de kendime göre heyecanlarım, endişelerim var. Şöyle bir etrafıma baktım da tek konuşan Yaprak abla değildi. Babam ve Hakkı amca da susmak bilmeyenlerdendi. Dün akşamdan beri bir türlü bitirememişlerdi araya giren yıllardan konuşmayı. Toprak ne mi yapmıştı? Ne yalan söyleyeyim, tam da ondan beklendiği üzere, kahvaltı ettiğimiz süre boyunca kendi ütopyasında takıldı. Buzların efendisi susup sadece telefonuyla ilgilendi. Havası kimeydi anlayabildiysem ne olayım! Bir afra bir tafra! Ergenlikten mi çıkamadın arkadaş! Yaşıtların çoluk çocuğa karıştı. Ay böyle söyleyince, buraya onunla evlendirilmek üzere getirileceğimi sandığım o anlar geldi aklıma. Acaba yakışıklı mıdır, diye ciddi ciddi düşünmüştüm bir de! Bir Mike kadar olmasa da yakışıklılığına söz edemem ama bu hal bu tavırlarla o iş biraz zor açıkçası. Gerçi onun da bana bayılmadığı aşikâr. Her ne kadar genel tavrı soğuk olsa da bana karşı da pek bir mesafeli. Aman sevsinler! Sofradaki bir diğer fert olan Mehpare teyzeye gelince, o beni biraz düşündürmeye başladı doğrusu. Yemek boyunca pek bir memnuniyetsizdi. Sürekli bir şeylerden yakındı durdu. Omletin tuz ayarına kadar sofradaki her şeyi eleştirmesi de cabası. En sonunda ise "Amma çok konuştun evladım! Bi sus artık." diyerek Yaprak ablaya çıkıştı. Sonra yetmedi, dönüp bir de Toprak'a fırça çekti "Yeter be yavrum! Big big big bir bırakmadın şu telefonu elinden. Hem zararlı hem lüzumsuz hem de edeptir yahu!" deyip içeri, televizyonun başına döndü. Hepimiz bozulmuş moralimizle arkasından bakakaldık. Herkesin yüzü düşmüş, ortalık bir anda buz kesmişti. Neyse ki Yaprak abla bitmeyen enerjisiyle ortamı harekete geçirdi. "Hadi ama, daha ne kadar oturacağız, gün gidiyor! Kalkıp gezelim artık" Bu gerçekten iyi bir fikirdi. Hızlıca mutfağı toparlayıp hazırlandık, artık çıkabilirdik. Ben kapının önünde ayakkabılarımı bağlarken herkes yavaş yavaş aşağı inmeye başlamıştı bile. Son olarak Toprak çıkıp kapıyı kapattı. Ben bir an panikle "Kapatma!" dedim. Bu kadar panikleyecek bir şey olmadığını biliyorum ama bazen öyle boş bir anınıza gelir de tepki verirsiniz ya, hah! Tam olarak öyle oldu işte. Benim yersiz telaşım onu şaşırtmış olacak ki gözlerini kısarak sorgular bir ifadeyle yüzüme bakarak "Neden?" diye sordu. "Mehpare teyze içerde" dedim, ondan daha şaşkın bir ifadeyle. Cevabımla birlikte gözlerindeki beni anlamaya çalışan ifade anında şekil değiştirerek alaycı bir bakışa evrildi ve aynı alay, gülüşüne de yansıyarak "E, ne olmuş yani?" dedi. O an ayak parmaklarımın ucundan başlayarak saç diplerime kadar tırmanan tuhaf bir his yayıldı tüm bedenime. Tavırları beni acayip derecede gıcık etti doğrusu! Sebebini bilmediğim bir uyarıcı frekans adeta tüm sinir hücrelerime dokunarak harekete geçirmiş, anlamsız bir öfke beni hakimiyetine almıştı. Hiddetle kaşlarımı çatarak, alçak ama ikaz edici bir tınıyla "O gelmeyecek mi?" diye sordum. Cevap yine aynı alaycı gülüş eşliğinde gelmeseydi iyiydi ama o yine aynı tavrı takınmak suretiyle benim sinir sistemimi allak bullak ederek "O gelmez. Ayrıca gelecek olsa bile kapı yeniden açılabiliyor" deyip hızlıca merdivenlerden indi. Aman lütfettiniz beyefendi! Sizi benimle muhatap etmek suretiyle zora soktuk, konuşturarak zahmet verdik, yorduk doğrusu, demek istediysem de diyemedim... Arkasında öylece kalıverdim. Ona fazlasıyla gıcık olmuştum, bir o kadar da kızmıştım ama sanırım en çok da yaşlı bir kadını arkada bırakmak sıkmıştı canımı. Neden gelmezdi ki? Hem teklif etmişler miydi? Öylece onu evde bırakıp gitmişti herkes. Kısa bir süre daha kapının önünde kalakaldım. Beni harekete geçiren, babamdan gelen çağrı oldu ve içim acıyarak da olsa aşağıya indim. Aslında onun neden gelmediğini sormak istedim ama bu durum kimsenin umurundaymış gibi görünmüyordu, ya da bu sürekli tekrarlandığı için onlar alışmıştı. Bilmiyorum ve daha ilk günden aile meselelerine karışmak da istemiyorum... En iyisi susmaktı, ben de sustum... Mehpare teyzeyi arkamızda bırakmış olmanın burukluğunu içimde bir yerlerde hissetsem de yine de çok güzel bir gündü. Gün boyu birçok yeri gezip dolaştık. İlk önce Eyüp'e gittik. Eyüp Sultan Hz.lerini ziyaret ettikten sonra yol üstündeki diğer kabirleri ziyaret ederek Pierre Loti tepesine çıktık. Manzara gerçekten çok güzeldi. Burada çaylarımızı içtikten sonra teleferikle indik aşağıya. Çok eğleniyordum doğrusu. Aşağıda ufak turistik bir çarşı vardı. Birbirinden güzel hediyelik eşyaların olduğu renkli bir çarşı... Seher yengenin tüm ikna çabalarına rağmen Toprak sıkıldığı için bu aşamada bizden ayrılmıştı. Aslına bakarsanız bence gitmesi çok da iyi oldu, suratsız suratsız yanımızda dolanıp bizim de neşemizi kaçırıyordu. Ama benim gücüme giden bizimle dolaşmaması değil zira tercih hakkı var, fakat babama veda etmeden gitmesi gerçekten beni incitti. Sonuçta babam akşam Konya'ya dönecekti. En azından bi 'Allah'a ısmarladık' diyemez miydi? Nezaketen de olsa 'Yolunuz açık olsun' demek çok mu zordu! Henüz çok tanıma fırsatım olmadıysa da bu çocuk bende çok da hoş izlenimler bırakmadı doğrusu. Umarım burada kaldığım zaman boyunca beni çok uyuz etmez. Çok fazla karşılaşmamayı temenni ediyorum. Gerçi babaannesinin evinde kalırken bu söylediğim nasıl mümkün olacak onu da bilmiyorum ya. Neyse ki bu küçük, güzel çarşıda dolanmak tüm öfkemi alıp götürdü. Öyle sevimli, öyle güzel hediyelikler vardı ki. Babam bizimkilere götürmek için ufak tefek bir şeyler aldı. Tabi ben de kendim için... Bir sonraki durağımız MiniaTürk oldu. Buraya bayıldım, gerçekten çok keyifli bir yerdi. Son olarak da Eminönü'nde küçük bir balıkçıda denize karşı akşam yemeği yedik. Ardından da babamı otogara bıraktık. Kabul ediyorum, bu güzel güne bir gölge gibi düştü bu veda. İçimde bir sızı vardı. Küçük bir çocuk gibi hissediyordum kendimi babamın bulunduğu otobüsün ardından el sallarken... Otobüs uzaklaştıkça küçüldükçe küçülüyordum sanki. Bu koca şehir daha da bir büyümüş gibiydi. Otobüs gidiyor, şehir büyüyor ve ben küçülüyordum... İnkâr etmiyorum, biraz da ağladım... Beni eve bıraktıklarında arabadan inmeden önce onlara bu güzel gün için teşekkür ettim. Ben arabadan inince Yaprak abla apartmanın kapısına kadar bana eşlik etti. Ve sonra "Damlacığım, canım! Bak biz dolaylı yoldan da olsa kuzen sayılırız. Benim hiç kız kuzenim yok, e malum kız kardeşim de yok. Yalnız bir kızım anlayacağın. Senin burada olman benim için büyük mutluluk. Ben seni kendime çok yakın hissediyorum. Lütfen sen de beni yabancı görme. Bir derdin, bir ihtiyacın, paylaşmak istediğin iyi veya kötü herhangi bir şeyin olursa çekinme olur mu?" dedi. Onun bu tatlı ve düşünceli konuşması zaten duygusal olan ruh halim üzerinde ciddi bir etki oluşturdu. Bir anda gözyaşlarım boşalmaya başladı. O bir adım daha ileri giderek bana sarılınca bende kayış temelli koptu tabi, gözyaşlarım hıçkırıklarıma karıştı... Bir müddet omuzunda ağladıktan sonra artık bu kadar çocuk olmanın yeteceğini düşünerek kendimi topladım ve onun tüm samimiyetine karşılık ben de tüm içtenliğimle teşekkür ettim. Ben içeri girene kadar gitmeyip beklemişlerdi. Allah'ım! Gerçekten kendimi çok ama çok şanslı hissediyorum. Ne kadar tatlı insanlara denk geldim ben böyle. Duygu karmaşası yaşıyorum resmen, az önce ağlıyordum şimdi ise sevinçle merdivenleri çıkıyorum... Kapıya vardığımda duygularım yeniden değişime uğradı. Derin bir yalnızlık hissi çöktü üzerime. Belki aramızda pek bir diyalog olmadığı için henüz ısınamadığım Mehpare teyzeye karşı içimde var olan yabancılık hissi zorluyordu beni. Bu ev yerine sanırım Çınar ailesinin evinde kalmayı yeğlerdim. Gerçi orada da Toprak gıcığı kaçırırdı ya huzurumu. İçim sıkıla sıkıla çaldım zili. Mehpare teyze kapıyı açtığında selam verdim, başıyla selamımı alıp televizyonun başına döndü. En azından aramızda bir selam alışverişinin olmuş olması ilişkimizde bir ilerleme olarak görülebilirdi sanırım. Bununla teselli olmalı mıydım? Bütün gün yaptıklarımızı anlatmak istedim, hem belki böylelikle ona karşı bir adım atmış olabilirim diye düşünerek yanına oturdum. Ama nafile, ekrandaki diziye kitlenmiş, izliyordu. Babaannemi düşündüm istemsizce. Çünkü babaannem böyle bir geziyi hayatta kaçırmazdı, hadi kaçırdı diyelim döndüğümüzde her birimizi ayrı ayrı sorguya çekerdi. Tip olarak benziyor olsalar da ikisi sanırım karakter olarak çok farklılardı. Daha fazla onunla oturmamın bir anlamı olmadığını düşündüm. Varlığımın farkında değilmiş gibiyse de yokluğumu bildirmek istedim ve odama geçerken iyi geceler diledim. Mutluyum çünkü bana karşılık vermişti. Bu anın tarihini atmalı mıyım? Odama geçtiğimde o yalnızlık kat be kat büyüyerek sarmaladı beni. Televizyonun sesi de olmasa ev ölüm sessizliğindeydi adeta. Belki yabancısı olduğum bir şehirde çok fazla tanımadığım bir yaşlıyla aynı evi paylaşmanın etkisiydi, bilmiyorum ama ürpertici bir hava vardı doğrusu. Ailem gözümde tütüyordu şimdiden. Gurbeti tüm hücrelerimle hissediyordum. Şu an bu ruh hali içinde anneme telefon edecek olsam, kuşkusuz yeniden ağlamaya başlardım ki bu annemi endişelendirmekten başka bir sonuca götürmezdi. Aklımı dağıtmak için zihnimi başka bir şeyle meşgul etmeliydim. Bu dürtüyle telefonumun galerisini açıp, gün boyu çektiğim fotoğraflara baktım. Evet, UFO görmüş masum köylünün İstanbul görmüş versiyonu olarak her gittiğimiz yerde defalarca fotoğraf çekinmiştim. Ve en iyisi, şimdi bu kareler içinden beğendiklerimi seçip, Instagram'da paylaşmakla meşgul olmaktı. Keyfim yerine gelmeye başladı bile... |
0% |