@blowbreeze
|
Ertesi sabah uyandığımda yaptığım ilk şey telefonuma bakmak oldu. Tahmin ettiğim gibi Toprak'tan mesaj gelmişti. Büyük bir heyecanla açtım okuduğumda yüzüme tokat gibi çarpacak mesajı. "Söylediklerinle gerçekten aydınlanma yaşamamı mı bekliyorsun sayın iyilik perisi! Kendinizi peri masallarına çok kaptırdınız sanırım. Öyle senin zannettiğin gibi bir insanın hayatı tek bir sözünle değişmez. Kaldı ki Sofestaiyye taifesinden de değilim, yani varlığımın da diğer mevcudatın varlığının da farkındayım. Oradan bakınca aldığım nefesin farkında olmayacak bir 'Amip' gibi falan mı görünüyorum merak ettim doğrusu!" yazmıştı. Ben ne bekliyordum o ne yazmıştı. Ne kadar masumca, ne kadar iyi niyetle yaklaşmıştım oysaki. An itibariyle sinirden gözlerimden alevler püskürüyor olsa da sakinliğimi koruyup uzlaşıcı olmaya çalışarak yazdım cevabımı. "Ben hakaret içerikli bir şeyler yazdığımı düşünmüyorum hatta kırıcı olmadan düzgün bir dille yazmak için özen gösteriyorum. Nedense sürekli kavga eğiliminde cevaplar veren sensin. Sen demedin mi 'Etrafımdakilere etkim yok' falan, şimdi ne demeye bana, sen gereksiz bir asalaksın demişim gibi muamele yapıyorsun asıl ben merak ettim!" Tabi ki cevap vermedi. Verip vermemesi umurumda mıydı bilmiyorum açıkçası. Neden uğraşıyordum ki bu çocuk için, neden ona yardım etmek istiyordum? Ya da yardım edebileceğim birisi olduğu düşüncesine neden kapılmıştım, bilmiyorum ama eğer BuleDream'da yaptığı en son paylaşımını görmüş olmasaydım onunla daha fazla ilgilenmenin yersiz olduğu düşüncesi galip gelmeye başlamıştı içimde ona karşı oluşan duyarlılığa. Grup Seksendört'ün şarkısından bir alıntı paylaşmıştı. “Kendime yalan söyledim. Yalnızım bunu ben istedim...” Ah şu hesap! Gerçekten kafamı karıştırıyor. Bu paylaşımı gördükten kısa bir zaman sonra yeniden telefonu elime aldım. Ona yeniden mesaj atmak hususunda tereddütlüydüm. Belki de BlueDream'deki Toprak'a inanmaktan vazgeçmeliydim. Belki de o hesap da diğer birçok hesap gibi yalandı, sahteydi... Ben gerçek olduğuna inanmak istedim belki de... Birçok kez vazgeçmeme rağmen son birkaç söz söylemek ve bu konuşmayı ben noktalamak istediğim için yazmaya karar verdim. "Madem varlığının farkındasın o zaman sorumluluğunu da al. Etrafındakiler yokmuş gibi kendi dünyana kapanıp kalmak sorumsuzluktur. Madem varsın o zaman etrafındakilerin varlığını yok sayamazsın, madem saymıyorsun o zaman kalk ve harekete geç! Kusura bakma ama yaptığın çok ergence" yazdım, evet tam olarak böyle yazdım. İnceldiği yerden kopsun, artık onu alttan almayacağım. Kavga istiyorsa kavga! Hadi bakalım! Telefonumu çekyatın diğer ucuna fırlattım. Daha uzağa atamazdım sonuçta. Sinirliydim bu yüzden artık onun için bir şeyler yapma fikrini bir kenara bırakıp sadece Mehpare teyzeme odaklanacaktım. Allah kahretmesin ki onun için yapacağım her şey otomatikman Toprak için de yapılmış olacak, neticede Mehpare teyzemin torunu! Şu işe bak, ağız tadıyla tavır bile alamıyorum! ~~~~~~~~~~~~~~~ Birkaç gün sonra Toprak beyimizden mesaj geldiğinde hem şaşırdım hem de salak gibi heyecanlandım. Evet, tam bir salak gibi heyecanlandım. Halbuki kavga edeceğimiz kesindi. Ben onu o kadar alttan alırken bile ters konuşuyordu şimdi mi düzgün konuşacaktı. "Diyene bak! Asıl senin yaptığın tam ergence. Ne biliyorsun ki benim hayatımla ilgili? Ayrıca kim olduğunu zannediyorsun da burnunu sokup duruyorsun! Senin uğraşacak başka kimsen yok mu? Eminin etrafta senin tavsiyelerinle hayatını değiştirmeye hazır milyonlarca insan vardır, git onlarla oyna. Zannediyorum ki sen hala daha hayatı tanıyamamış bir bebeksin. Hangi ütopyada yaşıyorsan buradan oraya sesleniyorum! Dünya senin zannettiğin gibi bir yer değil. Öyle insanlar bulutların üzerinde, ayağı yerden kesilmiş bir şekilde dolaşmıyor. Toz pembe değil mesela burada etraf. Pembe panjurlu evlerde yaşamıyoruz... Hangi masal alemindensin bilmiyorum ama burada hikayeler 'Gökten üç elma düşmüş, sonsuza dek mutlu yaşamışlar' cümleleriyle bitmiyor. Burada insanların hikayeleri 'İyi bilirdik' denilerek bitiyor. Burası dünya... Burada insanın canı yanıyor.... " İlk cümleleri okurken tahmin ettiğim gibi bir cevap olduğu için kendimi sakinleştirmek adına derin derin aldığım nefesim son cümlelere geldiğimde kesildi. Gözyaşlarım istemsizce terk etti göz pınarlarımı. Kalbimde inceden bir sızı baş gösterdi. Darmaduman olmuştum. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Kara bir delik gibiydi Toprak... Ne yapsam da kayıtsız kalmayı başaramadığım, her seferinde beni içine çeken koca kara bir delik... "Seninle tartışmaya gücüm yok. Dahası zaten maksadım seninle ağız dalaşı yapmak değil. Seni anlamaya çalışacak gücüm kalmadı. Ben seni anlayıp seni incitmeden muhabbet etmek istedim ama görüyorum ki nafile! Burada bırakalım gitsin. Son bir şey söylemek istiyorum. Dünya denilen yerde bir tek sen yaşamıyorsun, bir tek canı yanan da sen değilsin. İnsanlar her şeye, tüm acılara, yaşanmışlıklara rağmen hala gülebiliyor; mutlu olmak için çaba sarf ediyor... 'Ben sadece mutluluğa şans ver' demek istemiştim. Ama haklısın, ben seni tanımıyorum, ne yaşadığını bilemem. Sana hayatında başarılar" yazıp gönderdim yorgun ruhum ve akan gözyaşlarım eşliğinde. Hem gerçekten de halkıydı, ben onu tanımıyordum. Bir insanı sadece cismen tanımak, tanımak değildi ve ben onun ruhunu tanımıyordum... Bu gidişle de asla tanıyamayacaktım. Canım acıyordu. Kalbim sanki parçalara ayrılmıştı. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Ona inandığım için kendime mi kızıyordum, o yüzden miydi bu kırgınlık. Ya da ona yardım edebileceğime çok mu inandırmıştım kendimi. Hala vazgeçmek istemeyişim mi acıtıyordu bu kadar canımı. Yoksa 'Burada insanın canı yanıyor' diyerek ifade ettiği acısı mı yakıyordu içimi... Cevapsızdı sorularım... Odamdan çıkıp salona geçtim. Yalnız kalmak istemiyordum. Mehpare teyzemin yanına oturdum. Pür dikkat izlediği diziyi bölerek sordum "Dizine yatsam avutur musun beni?" Şaşkınlıkla baktı yüzüme, ne demek istediğimi anlayamamıştı ama ıslak kirpiklerimi görünce "Ne oldu yavrum!" diye sordu panikle. Öylesine duygusaldım ki 'Yavrum' sözü içime işledi sanki. Zor bela dizginlediğim gözyaşlarım yeniden kendilerini serbest bıraktılar. Telaşlanmasını istemediğim için "Ben babaannemi özledim. Dizine yatabilir miyim?" dedim zar zor çıkan sesimle. "Yat yavrum, yat" dedi. Etkilenmişti halimden besbelli ama üstelemedi, bir şey sormadı. Zaten çok konuşkan da değildi ya. Dizine bıraktım başımı ondan cevap gelir gelmez. Kalbimin anlam veremediğim çırpınışı bir nebze de olsa sükûna ermiş gibiydi lakin dizini birhayli ıslattım... ~~~~~~~~~~~~~~~~ Birkaç gün boyunca zihnimde Eşref Ziya'nın 'Kimse yok mu' parçasından "Esen yeller gibi, coşkun pınarlar gibiydim. Hoyrat rüzgarlara ümitlerimi ekmiştim. Geride kaldılar şimdi" dizeleri yankılandı. Saçma sapan bir depresyon modundaydım. Ruhum çekilmiş gibi dolanıyordum etrafta. Bu, kendime yakıştıramadığım ama yakıştıramadığım kadar da anlamlandıramadığım ruh halinden biran evvel sıyrılmam gerektiğini biliyordum. Lakin ne yaşadığım duygusal çöküntüyle, ne kendimle ne de Toprak'la yüzleşecek gücü kendimde hissetmediğim için durumu sorgulamaktan ve Toprak'la karşılaşmaktan itina ile kaçıyordum. Öyle ki en son yazdığım mesajdan sonra KBD hesabımdan çıkış yapmıştım. Dünkü Pazar kahvaltısından kaçmak için işim var diyerek sevgili karga kardeşlerden önce kalkıp dışarı çıkmış ve tüm günü dışarıda geçirmiştim. Tüm bu saçmalıkları neden yapıyor olduğum sorusu her aklıma gelişinde dikkatimi başka bir şeye vererek konuyu dağıtıyordum. Derse kaç kişinin katıldığını saymak, kantin sırasında kimlerin ne alacak olduğunu tahmin etmeye çalışmak gibi çok mantıklı uğraşlarla meşgul oluyordum mesela. Ama ne kadar kaçarsan kaç istemediğin ot misali Insatgaram'da timeline'ımda çıktı beyimiz karşıma. Ben şahsi hesabımdan takip ediyordum ya BlueDream'ı. Paylaşım yapısı tutmuş. Hayır neden itina ile kaçarken bu hesabı takipten çıkmadığıma mı yoksa bu kaçma saçmalığına mı öfkelenmiştim bu kadar bilmiyorum. "Yeniden canının yanacağını bile bile gerçekten şans vermeli mi insan sevmeye, sevilmeye, mutluluk denilen kandırmacaya... Tüm bu duygulara kapıyı açıp içeri buyur etmek canını eskisinden daha çok yakmaya davetiye değil mi" yazarak paylaşmıştı. Yeniden istemsizce düşünce sahama giriş yapması sinirlerimi bozuyordu. Okulun kantininde kahvemi yudumlarken karşıma çıkan bu paylaşım sebebiyle zaten toparlayamadığım ruhsal dengem yeniden altüst olmuştu. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama "Yürümeyi öğrenmek için ilk adımını atan bir çocuk düştüğü için bir daha denemekten korkacak olsa dünyada insanlar, acısına rağmen yerden kalkıp yürümeye cesaret edenler ve ilerleyen yaşına rağmen emeklemeye devam eden korkaklar olarak ikiye ayrılırdı. Şükür ki her çocuk yeniden deneyecek kadar cesur..." diye yazarak yorum olarak gönderdim. Tabi ki cevap vermedi. Zaten şuana kadar kişisel hesabımdan yazdığım hiçbir yoruma cevap atmadı ki... Bu cevap atmayışı zaten ona karşı karışık olan duygularımı hat safhada körükleyerek kendime gelmemi sağladı. Umursanmıyordum, resmen onun tarafından yok sayılıyordum! Yazdığım yorumu dahi görmezden gelecek kadar yoktum onun dünyasında. Peki ben geri zekalı mıyım da onun yüzünden günlerdir bir melankoli içinde boğuluyorum? Biran evvel toparlanma kararı aldım ve hışımla kahvemi alıp başıma diktim. Ah işte onu yapmasam iyiydi. Dilim haşlandı resmen. ~~~~~~~~~~~~~~~ Toparlamıştım, hem de bayağı hızlı bir şekilde. Hatta o kadar ki onun bende bıraktığı tek etki damağımdan yanık sebebiyle sarkan ufacık bir deri parçasıydı. O da zaten hızlıca iyileşti. Onu görmekten kaçtığım için kendime öfkeliydim ve bunun üzerine gitmeliydim. Bu sebeple, onların kopan aile bağlarını bir nebze de olsa güçlendirmek için zaten uzun zamandır yapmak istediğim bir planı eyleme geçirme kararı aldım. Bir taşla iki kuş anlayacağınız. Derslerimin az olduğu bir hafta içi akşamı onları yemeğe davet ettim. Güzel bir Konya sofrası donattık Mehpare teyzemin ve tabi ki internetin yardımlarıyla. Etli Ekmek'ten Arabaşı Çorbasına, Papara'dan Höşmerime kadar tam bir Konya sofrası... Öyle güzel, öyle mutlu bir yemek oldu ki anlatamam. Hele bir de Mehpare sultanın aldığı iltifatlar karşısında için için şımarması yok mu... Görseniz yemeklerden çok onu yemek isterdiniz. Herkesin yüzü gülüyordu çok şükür. Belki inanmayacaksınız zira ben gördüğüm halde inanmakta zorlandım ama Toprak'ın yüzünde bile mutlu bir ifade vardı. Geldiğimden beri onu ilk kez böyle görüyordum. Ve elimde olmadan gözlerim ona takılıyordu. Sonra aklıma yazıştıklarımız geliyor ve yüzüm yeniden düşüyordu. Ama yine de bu mutlu ve huzurlu ortamı bozmak istemediğim ve de bu yaşadığım hali kabullenemediğim için tekrar tekrar yüzüme bir tebessüm yerleştirmeyi ihmal etmiyordum. Sıklıkla dalan bakışlarımın yüzünde sabitlendiğinin farkına ise gözlerimiz buluştuğunda varıyordum. Hadi kendimi anladım da o neden bana bakıyor orasını anlamış değilim! "Ne iyi, ne güzel oldu ya. Özlemişim de güzel memleketimin yemeklerini" dedi Hakkı amca "Damlacığım sağ olsun. Valla sayende memleket özlemimizi giderdik. Tabi öncesinde bir özlemimiz olduğunun farkında değildik ama olsun" diyerek babasına katıldı Yaprak abla. "Bak da az örnek al istersen, boş boş konuşacağına. Evlenince ne yedireceksin zavallı damadıma bilmem." diye sitem edince Seher yenge, Yaprak abla tarihi gafını yapıverdi. "Sahi anne ya. Bu Damla tam gelin alınmalık kız." Kısa bir süre sessizlik oldu. Sanırım kurduğu cümlenin gittiği yeri kendi de ancak söyledikten sonra idrak etmişti. "Yani tam evlenecek kız, maşaAllah pek mahir" diyerek durumu toparlamaya çalışsa da zaten yerinde tutmak için çabaladığım bir gram neşem de kaçıp gitti. Dahası Toprak beyin yüzünde zaten pek bir yabancı duran mutlumsu ifade yerini aslına bıraktı. Ve bu durum beni tahmin ettiğinizden çok daha öfkelendirdi. Hayır, ona ne oluyor beni ona layık görmüşler, beğenmiyor! O değil de babam buraya geleceğimi ilk söylediğinde beni bu zibidiye verecekler zannettiğim aklıma gelince bi gülme isteği oluşmadı değil hani. ~~~~~~~~~~~~~~~~ Yemek bitmiş, bulaşıklar yıkanmış, kahveler içilmişti. Benim tüm ruhsal gelgitlerime rağmen güzel bir akşam olmuştu. Keyfim yerindeydi. Bu Toprak meselesini çok fazla abartmaya gerek yoktu sonuçta. Yemek sonrasında Yaprak ablaya "Bu akşam burada kalmak istemez misin?" diye sorduğumda büyük bir mutlulukla kabul etti. Karşılıklı çekyatları açtık ve yatmadan önce içimiz ısınsın diye sıcak çikolata hazırladım. Hem bu arada biraz da sohbet etmek hiç fena olmazdı. Az biraz havam değişirdi.
|
0% |