@blowbreeze
|
"Deli kız! Saat kaç oldu, alarmın kaç kez çaldı hala kalkmayacak mısın?" Mehpare teyzenin başucumda yaptığı bu konuşmayla açılan gözlerime maalesef beynim iştirak etmemişti, gece sabaha karşı uyumuş biri olarak edememişti demek daha doğru olurdu sanırım. Ne oluyordu, neden başımın tepesinde oturmuş bana bir şeyler söylüyordu. Boş gözlerle yüzüne bakmaya devam edince beynime sinyal gitmediğini anlamış olacak ki "Saat diyorum kızım, on buçuk oldu ya!" Duyduklarım karşısında Ali Atay'ın Mutlu ol yeter dizisinden bir repliğiyle karşılık verdim "Senin ağzın ne söylüyo!" Devamında panikle telefonuma baktım, saat gerçekten de 10:35'di. Ah Damla ah! Ne vardı gece sabaha kadar Toprak takıntın yüzünden uyumayacak. Of bu çocuk! Hep onun yüzünden. Şuan kime neye atar yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Yatağımdan fırlayıp elimi yüzümü yıkadım, apar topar üzerime bir şeyler geçirip, çantamı kaptığım gibi kendimi dışarı attım. Ben ayakkabılarımı giyerken arkamdan Mehpare teyze bana "Al deli kız, bunu yersin giderken yolda" diyerek bir poşet uzattı. O an tüm acelemi unutup onun gülen gözbebeklerine bakakaldım. Ne ara ne hazırlamıştı benim için bilmiyorum ama hazırlamıştı işte. Zaten şuan poşette ne olduğunun hiçbir önemi yoktu ki. Öylesine samimi ama bir o kadar da çekimserdi ki elindekini bana doğru uzatırken, onun yüreğini öpmek istedim o anda. Gözlerimin dolduğunu belli etmemek için bakışlarımı onun mahcup bakışlarından çekerek boynuna sarıldım. Ağlamamak için kendimi sıkarak tüm içtenliğimle kulağına "Çok ama çok teşekkür ederim" diye fısıldadım. Biliyorum bu teşekkür şuan yaşadığım duygular için yeterli bir tepki değil ama ancak o kadarını yapabilmiştim. Boynundan ayrıldığımda hiç yüzüne bakmadan elinden poşeti alıp merdivenlerden indim. Çünkü eğer yeniden göz göze gelirsek ağlayabilirdim. Çok duygulanmıştım. Duygulanmıştım çünkü geldiğimden beri onu kimse için bir şey yaparken görmemiştim. Sanki etrafındakiler yokmuş gibi kendi döngüsünde yaşayıp gidiyor gibiydi. Şimdi ise geç kalmamdan endişelenip beni uyandırmakla yetinmemiş bir de bana atıştırmalık hazırlamıştı. Otobüsün gelmesini beklerken bir yandan afiyetle bana hazırladığı ekmek arasını yiyor diğer yandan istemsizce süzülen yaşlarımı siliyordum. Evet, evet ben biraz fazla çabuk ağlıyorum kabul. Ama bence kim olsa böyle bir durumda duygulanırdı. Onun kendi bünyesine aykırı gibi duran bu hareketi benim için yapması beni duygulandırmıştı ama içime en çok da gözlerindeki bakış dokunmuştu. O çekimser, o ürkek... Öylesine büyük bir yalnızlığın içinde kaybetmişti ki özünü, öylesine derinlere gömmüştü ki sevdiği, değer verdiği kişiler için çarpan kalbini... İçimi acıtıyordu onun bu duygularını dışa vurmaktan çekinen, ürken hali. Neden bu denli korkardı ki bir insan kendi olmaktan... Neden pamuk gibi bir kalbe sahipken mızmız bir ihtiyarı oynardı ki... Biliyor musunuz, içim Mehpare teyzeye acımıştı hem de çok ama gözyaşlarım onun için akmıyordu sanırım. Gözyaşlarımın sebebi geldiğimden beri ilk kez kendimi evimde gibi hissetmemdi. Evet, onlar yabancı değildi, bana çok iyi davranıyorlardı, onların yanında mutluydum ama insanın kendi evi, kendi ailesi gibi olmuyordu yine de. Hem Mehpare teyzenin duvarlarını yıkmaya başlayana kadar o evde hafiften de olsa hatta hafiften biraz daha şiddetli olarak kendimi fazlalıkmış gibi hissediyordum. Ve ben o duvarları tamamen kıramasam da azıcık da olsa inceltmek için çok mücadele vermiştim. Fakat şimdi resmen o mücadelenin galibi olmuştum. Benim ikinci bir evim, bir ailem daha olmuştu... Bu tarif edilemez bir duyguydu... ~~~~~~~~~~~~~~~ Toprak'la yazışmak ruhumu yoruyordu. Onu anlamaya çalışmak, onu kırmadan muhabbet etmek için harcadığım çaba ve hayata, etrafındakilere karşı soğuk bakışı gerçekten beni yoruyordu. Ama bu kez bana sadece manen değil madden de zarar vermişti. O kadar geç vakte kadar uyumamış olmanın sabah ki dersime şuursuzluk olarak geri dönüş yapacağını göze almıştım almasına ama dersi kaçıracağımı hiç düşünmemiştim. Kaldı ki evden panikle çıktığım için telefonumu evde unutmam da cabası. Gün boyu telefonsuz kalmış olan ben, geri dönüşte Toprak yüzünden ödediğim başka bir bedelle daha burun buruna kalmıştım. Yağmur yağmaya başlamıştı ve ben tabi ki evden çıkarken hava durumunu kontrol edemediğim için yanıma şemsiye de almamıştım. Gerçi bu tamamen benim suçumdu çünkü havaların hali belli olmuyordu malum kışa giriş yapmıştık neden şemsiyem yanımda değildi ki! Ayrıca yaşadıklarım karşısında Toprak'ı günah keçisi yapmak şuursuzluktan başka bir şey de değil! Yağmurda ıslanıp sırılsıklam olmuş kendime acıyıp kıyak geçecek değildim, suçluydum kabul... Otobüsten indikten sonra gök delinmişçesine yağan yağmurun dinmesini bekledim bir müddet durakta. Ama şiddetle yağan yağmur sebebiyle tıkanan trafik yeterince geç kalmama sebep olmuştu. Şimdi bir de burada oyalansam epeyi bir geç kalacaktım eve, malum telefonumda yanımda değildi, haber edemezdim benim tatlış ihtiyara. Bugün olanlardan sonra ilişkimiz başka bir boyuta geçmişti ya, hani belki merak da ederdi beni. Ben de sırt çantamı önüme aldım, kendimi yağmura karşı çantama siper ettim, içindekiler ıslansın istemezdim sonuçta. Koşar adımlarla ilerledim eve giden yolda. Bu arada tamam Konya'da olmuyordu ama İstanbul'da da olmuyormuş o dizilerde gördüğümüz centilmen adamlar bugün onu iyice anlamış bulunmaktaydım. O kadar durakta ağladım bırakın ağlarken görünmeyeyim diye ceketini falan siper edecek biri, bir mendil uzatan dahi olmadı ya. Hadi ben ağlarken biraz sempatiden yoksun görünüyorum, kabul ama hiç olmazsa şu yağmurda ıslanan mağdur kıza bir şemsiye tutan olmaz mı ya! Şu hale bakın bayağı damlıyorum yani, ismiyle müsemma dedikleri bu olsaydı gerek. Ama tüm olumsuzluklara rağmen gidecek bir evinin olması ne kadar da büyük bir nimet. Dışarıda delice yağan yağmurda sığınabileceğin sıcak bir yuva... Kapını kapattığında hayatın tüm zorluklarını dışarda bırakabileceğin... Yanlarında kendini güvende hissedeceğin insanlara sahip olmak. Şanslıyım, gerçekten şanslı... Varsın etrafımda dizi erkekleri olmasındı, kapıda beni sırılsıklam gördüğünde endişeye kapılan biricik Mehpare teyzem vardı sonuçta. "Ah be yavrum! Bu halin ne böyle!" Onun bu endişeli ses tonu ve bakışları karşısında 'İşte yuvamdayım' hissiyatı kaplamıştı tüm bedenimi. Eğer bu kadar ıslak olmasam kocaman sarılmak isterdim ona ama sadece tatlış yanağına ufak bir buse kondurmakla yetindim. "Ah deli kız! Şemsiyen yok muydu be yavrum? Bir yere sığınsaydın bari. Hastalanmasan!" Beni düşünüyordu, benim için üzülüyordu resmen. İçimden sevinç naraları atasım vardı. Banyoya doğru ilerlerken onun sözlerine karşılık yüzümü ona dönüp kocaman bir gülümseme eşliğinde "Hastalansam ne olur ki, sen bana bakarsın ne de olsa" diyerek göz kırptım. Sahi bakardı değil mi? Güzel, sıcak bir duşun ardından kendime gelmiş sayılırdım. Islak kıyafetlerimin suyunu sıkıp kurumaları için zor bela peteklerin üzerine astım. Zor bela diyorum çünkü evde ne kadar petek varsa önlerine çekyat ve koltuk yerleştirilmişti. Nasıl bir dizayn anlayışı demeyeceğim, sonuçta burası takıntılı bir yaşlı eviydi ama soğuk kış günlerinde o güzelim peteklere yaslanma duygusundan mahrum kalmak hiç de adil değildi doğrusu. Neyse ki ben peteğin önündeki çekyatta yatıyordum ve çekyat açıldığında peteğe yaslanabiliyordum. Ve odama geçince ilk iş çekyatımı açılır pozisyona getirip, peteğe yaslanıp ısınacaktım. Yemekten sonra dizi izlerken Mehpare teyzeye eşlik etmeyip yorgun olduğumu söyleyerek odama geçtim. Açıkçası tek sebebim yorgunluk değildi gün boyu telefonumdan uzak kalmıştım sonuçta. Çekyatımı açıp sırtımı peteğe dayadım ve aldım telefonumu elime. Bir sürü mesaj ve cevapsız aramam vardı. Annemler çok meraklanmış olmalıydı. Hızlıca aramalarına geri dönüş yaptım. Ben annemlerle görüşürken Mehpare teyze elinde bir su bardağıyla içeri girdi. Bardağı oturduğum çekyatın koluna bırakıp "Sıcak sıcak iç bunu, içini ısıtsın." dedi. Kokusundan anladığım kadarıyla bana ıhlamur kaynatmıştı. Siz söyleyin şimdi, onu yemez misiniz? Ben yerdim hem de nasıl ama yemedim. Uslu bir kız tepkisi verdim, bulunduğum çekyatın kenarına bardağı bırakınca elini tuttum ve öptüm. Kabaran ağlama hislerimi bastırıp ıhlamurdan bir yudum alarak "Anne! Burada bana Mehpare teyzem öyle güzel bakıyor ki sanırım Konya'ya dönmekte zorlanacağım" dedim. Mutlu olmuştu, gözlerinin içi gülmüştü... Mütebessim bir sima ile selam söylememi isteyerek odadan ayrıldı. Gerçekten burada onunla beraber yaşasam bundan memnun olur muydu acaba? Telefon konuşmam bittiğinde içimde büyük bir huzurla çekyata uzandım. Geçirdiğim bu iğrenç günü düşündüm istemsizce. İnanır mısınız, böylesi bir günü düşünürken yüzümde kocaman bir gülümseme oluşabilmişti. Evet, bugün cidden ama cidden çok zor ve kötü bir gündü ama tüm olumsuzluklara rağmen Mehpare teyzemin güzel yüreğini hissetmiş olmam bu günün güzel hatıralarımın arasında yer almasına sebep olmuştu sanırım. Telefonumu yeniden elime aldığımda gün boyu sosyal platformlardan gelmiş olan bildirimlerle ilgilenmeye koyuldum. Instagram'ı açtığımda hiç de görmeyi planlamadığım bir bildirim görünce kalbimin heyecanla çarpmasına engel olamadım. Küçük Bir Dokunuş hesabımda Dm'den bildirim görünüyordu ve ben bu hesapta Topraktan başka kimseyle yazışmamıştım. Mesaj bölümünü heyecanla açtım. "Etrafındaki insanlara faydası olabilecek bir insan olduğumu zannetmiyorum, dahası onların da benden medet umduğunu sanmam... Bu yüzden söylediğin gibi bir incinme ya da beklenti olduğunu düşünmüyorum." yazmıştı hem de dün gece ben mesaj attıktan kısa bir süre sonra... Hemen cevap vermeyince konuşmayı yarıda bıraktı diye düşünmüş ve çok fazla uykum olduğu için başımı yastığa koyar koymaz uyumuştum. Evet biliyorum, daha fazla uyanık kalmaya gücüm yoktu. Ve yine biliyorum ki zaten bu konuşma yüzünden yeterince kötü bir gün geçirdim ama yine de bu mesajı gördüğümde keşke cevap atmasından umudumu kesmeyip bekleseydim diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Eğer bu mesajı vaktinde görseydim bu diyalog devam edebilirdi. Devam etmeliydi de çünkü bence yardıma ihtiyacı vardı. Sıkışıp kalmıştı kendi yalnızlığında. Yudumladığım ıhlamur ve dayandığım petek bedenimi ısıtırken okuduğum cümleler içimi buz kestirmişti. Yine aynı şey olmuştu, boğulmuştum Toprak'ın serin sularında... Kendini hapsettiği yalnızlığı ruhumu üşütmüştü. Onunla ilgili bir çok karakter analizi yapmıştım bu zamana kadar, defalarca birbirine zıt çıkarımlarda bulunmuştum. Belki de onunla kurduğum her diyalogda, her bir araya geldiğimizde farklı bir yönüyle karşılaşmış olmam yüzünden tam olarak net bir karakter oluşmamıştı zihnimde. Bugün de bambaşka bir yönünü keşfetmiştim ve sanırım bu, bu zamana kadarkiler içende en çok canımı yakan olmuştu. İçimi en çok acıtan... O çok yalnızdı... Kendisinin bile kendinden koptuğu bir yalnızlık içindeydi... 'Sanmak, Zannetmek ve Düşünmek' diye bitirdiği cümleleriyle inandırmıştı kendini yalnız olduğuna... Neden kendisinden bu kadar ümitsizdi? Neden etrafındaki insanlara sevgi vermekten ve almaktan kaçıyordu? Neden etrafında ona kol kanat olacak bir ailesi varken bu denli yalnızlığa mahkum etmişti kendini? Neden onlara ve sevgilerine kapatmıştı kapılarını? Neden, neden, neden... Bu sorular bir silsile şeklinde uzayıp gidiyordu beynimde... Ben onun babaannesinin sevgisinden beslenerek kendimi bu evin bir ferdi olarak görüyor, onun ailesinin varlığından aldığım destekle yalnızlığımdan sıyrılıyor, gurbetimi unutuyorken o nasıl olurda bu kadar kimsesiz hissederdi... Bu hiç de adil değildi... Bir an kendimi çok bencil hissettim. Geldiğimden beri Mehpare teyzeyle iyi geçinmenin buradaki hayatımı kolaylaştıracağını düşünüp bir takım yollara başvurmuştum. Bütün bunları yaparken Mehpare teyzenin mutlu olmasından ben de mutlu olmuştum. Ama şöyle bir bakınca bunları hep kendi rahatım için yapmışım gibi hissettim. Aslında tam olarak öyle olmadığını bilsem de yine de bu kez sadece onlar için bir şey yapmam gerektiğini hissediyordum. Öncelikle Toprak'a buradan cevap yazarak başlamalıydım. "Eğer yaratıldıysak bunun muhakkak bir sebebi vardır. Kimse şu dünyaya boşluk doldurmak için gönderilmedi. Dünyanın bir kontenjanı yoktu ki... Eğer var edildiysen yer tutuyorsun, nefes alıyorsan oksijen tüketiyorsundur. Yani şu alemde kimse etkisiz ve vasıfsız eleman değildir. Eğer varsan olumlu ya da olumsuz ama sen bir şekilde etrafındakilerin zihninde, kalbinde yer ediniyorsun. Nasıl olurda kendini her şeyden soyutlar ve yok sayarsın. Sen varsın ve bir gülüşün, bir bakışın, en ufacık bir hareketin ya da sözün önem teşkil ediyor. Lütfen başını kaldır ve sana bakan gözlere sen de bak, seni hisseden kalpleri sen de hisset." Yazarak gönderdim. Ama görmedi. Belki müsait değildi, belki şuan yazışmak istemiyordu madem dün gece cevap atmıştı elbet bu mesaja da dönerdi.
(Hikayeme uğrayan kıymetli yolcu! Lütfen bana buradaki varlığını hissettirir misin ☘️) |
0% |