Yeni Üyelik
3.
Bölüm

zehirli sarkaç

@blueisarchive

 

 

DİLFİRUZ'u nasıl buluyorsunuz yorumları alalım bakalım???

 

 

3.Bölüme hoşgeldinizzz🍃

 

 

Uzun bölümü'mü tercih edersiniz yoksa ortalama olan mı?

 

Bölüm bölüm ayarlıyorum, böylelikle kafamda tam olarak oturuyor kurgum. Ama uzunca bölümler isterseniz deneyebilirim. Bu bölümü o yüzden denemek istedim ortalama değil de daha uzun yazmak istedim.

 

 

Yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın lütfen 🥺

 

🍃

 

 

Bölüm şarkıları ;

 

 

Kubilay aka, gamzendeki çukur

 

 

Dedüblüman, sen bilmezsin

 

 

Deniz tekin, sezenler olmuş

 

 

Erdal güney, saklımdasın

 

 

Dedüblüman, firuze

 

 

Cem Adrian ft. Mark eliyahu, kül

 

... 


 

 

Bu Kitap güçlü olan kadınlara... Tüm zorluğa rağmen yaşamaya çalışan kızlara... Bu kitap kadın olmanın zorluğuyla karşılaşan Tüm kadınlara ithafen yazılmıştır.

 

 

 

 

UYARI BU BÖLÜMDE ŞİDDET ,KAN,PSİKOLOJİK KISACA (+18)BİR BÖLÜMDÜR KANDAN VS ETKİLENECEK OKUMASIN RİCA EDİYORUM.

 

 

!!!!!TA**Z VS.BULUNMAKTA !!!!!!


🍂
 

 

Şanovaoğlu Ailesi, her zaman ki gibi sessiz sakin akşam yemeklerini yiyorlardı. Babası İdris Şanovaoğlu masa'nın en ucunda, yanında fahriye, fahriye'nin karşısında annesi vardı. abisi , yengesi ve çocukları kendilerine ait bir eve taşınmış ayda birkaç kez buraya geliyorlardı.

 

Abisi henüz fahriye'nin evleneceği konusunu bilmiyordu. Bilse çoktan tavuklar yumurtlamadan damlardı buraya. Fahriye bir yandan çorbasını içerken bir yandan da içinden "inşallah başıma bir boklar örülmez baba inşallah" diye söylendi. İdris Şanovaoğlu yemeğini bitirmiş başını tabağından kaldırarak kızına bakmıştı. Fahriye bu bakışı anlamış sandalyesini hafif geriye iterek kalkmıştı.

 

Aile genetiği uzun olduğundan yengesi ona garip bakışlar atıyordu.İçlerinde en kısa denebilecek boy'a o sahipti.

 

 

1.67'di.

 

 

Abisi Alparslan şanovaoğluydu.

 

30 yaşında 2 kız çocuğu vardı.

 

Abisiyle pek konuşmazdı fahriye selam sabah hariç.

Küçükken böyle görmüş, böyle alışmışlardı. Soğuktular birbirlerine karşı. Yengesi desen... Adı filizdi, o da 26 yaşındaydı. koyu sarı saçları, kehribar gözleri, küçük, ince dudakları ve her insan gibi ortalama bir buruna sahipti. Fahriye abisinin kopyasıydı, onu bu şekilde tanımlamak daha doğru olurdu.

Babası fahriye'ye bakıp sofradakiler için "Elinize sağlık hanım"daha sonra fahriye'ye bakarak" gızım eccük benimle gel hele sen "dedi. İkili masadan kalkarken annesi arkasından bakakalmıştı.

 

Dışarıda ki masaya geçerlerken babası fahriye'ye bakıp" biliyorsun değil mi feriğim, seni tehlikeli hiçbir şeyin önüne atmam. Amma yapmak zorundayız işimiz, yaşamımız hayatımız buna bağlı biliyorsun Piraye."

 

Fahriye derin bir nefes alarak burun kemerini sıktı.

" bilirim baba, bilirim."

 

" peki, senin için nelere katlandığımı bilir misin? "diye sordu fısıltı gibi çıktığı için sesi, fahriye anlamamıştı.

Babasına bakarak" Ne? "diye sordu. Babası ona cevaben ağzının içinden" "heeeçç" diye ağzının içinde gevelendi.

"BABA!" diye yükseldi.

 

"NE!" dedi babası aynı ses tonu ile.

"Andur galsun böle iş" gözlerini kapatıp, başını sandalye'ye yaslayarak.

 

"bilirim, kızım bilirim" dedi babası.

 

 

"Ah baba Ah! Başıma ne işler açtın hemi " diye sinirle söylendi. Tam o sırada fahriye'nin telefonu çaldı. Arayan limanda çalışan faruktu.

"Söyle faruk" zaten yeterince gerilmişti. "Sen ne diyorsun lan!" dedi sakin kalmak haramdı ona. "NE! ULAN, ULAN ORAYA GELMEYEYİM DİYE DUA ETSİNLER YOKSA AHTIM OLSUN ONLARI DENİZE GÖMERİM" gözleri mümkünmüş gibi daha da kızardı. "KAPAT ŞU TELEFONU GÖTÜNE SOKMAYAYIM ŞİMDİ! GELİYORUM HEMEN!"

 

Fahriye babasına dahi bakmadan limana gitti.

 

İdris Şanovaoğlu "gızım zati, deluydu iyce delu ettiler, ah demir ah! Allah sana sabır versin ula" dedi gülerek.

Fahriye acele ile limana geldiğinde arabasını bile park edemeden hızlıca faruk'un yanına gitti. Faruk ablasını görünce "Abla, Abla gözünü seveyim sakin ol" dedi kolları ile fahriye'yi tutmaya çalışırken. Fahriye'nin şuan sakinliğe değil deliliğe ihtiyacı vardı. Fahriye gitmiş yerine deli yürek gelmişti.

 

"SİKERİM SAKİNLİĞİ NE ANLATIYORSUN LAN SEN! NE OLDU AMINAKOYAYIM İKİ DAKİKA EVE GİDEYİM AİLEMLE YEMEK YİYEYİM DEDİM" eline ne geçse atacak, gözlerin'den imkanı olsa lazer çıkacak gibiydi.

 

Deliydi, deliydi amma ne yapsa yeriydi.

 

"Abla... Ablam kurban olduğum ablam" dedi gittikçe sesi kısılıyordu. " gevelemesene oğlum, şimdi çarpıcam sağdan" dedi fahriye. "Abla... Birileri bizim

 

Gemi ile üzerindeki malları" elinin tekini yukarı sallamaya başladı. "hakkı rahmetine kavuşturmuş" dedi tırsıyordu ablasından sağı solu belli olmazdı fahriye'nin. manyaktı biraz.

 

Biraz az kalırdı harbi, harbi manyaktı.

 

Fahriye faruk'a sinirle gülüp dehşetle baktı. "ŞAKA DEĞİL Mİ?" diye sordu hala gülüyordu.

 

"KOMİK ŞAKAYMIŞ FARUK DAHA FAZLA SİNİRLENMEDEN HADİ DOĞRU SÖYLE ASMIYAYIM TAŞAKLARINDAN VİNÇLERE!" diye bağırdı.

"Abla taşaklarımı sal gözünü seveyim valla korkuyorum artık senden" eliyle önünü kapatmaya çalışırak.

 

Fahriye başka zaman olsa güler "salak" diyip korkmamasını söylerdi.

 

Fahriye eli'nin tersiyle faruk'u itip köşede ki direğe yasladı. "KİM?" diye sordu nefes alışverişi köpek hırlamasından farksızken. "HANGİ OMURGASINI SİKTİĞİMİN YÜREK YEMİŞİ YAPTI BUNU" diye gürledi. Faruk "harbi taşaklı kadın ya, benden daha çok erkeksi amınakoyayım etkilenmemek elde değil" diye geçirdi içinden.

"bilmiyorum, bilsem söylemez miyim abla hangi şerefsiz Piç yavrusu yaptı bilmiyorum"

 

"bilirim, bilmezsin bilirim" dedi fahriye nefes nefese. "Ama onu bulacağım..."

 

 

Faruk bu sesi, yüzü tanıyordu. Deli yürekti bu ses.

 

 

"malların hepsi mi yandı? Kumlar, balıklar hepsi mi?"

 

 

"hepsi abla Allah belasını versin ki hiç birini kurtaramadık" hiddetle başına vurdu faruk.

 

Fahriye dalgındı ama öfkeliydi. Öfke'den önce gelen sessizlik etrafında ki insanları korkutuyodu.

 

Buna babası da dahildi. Belki, biraz. Koskoca liman'da İdris Şanovaoğlu'un sesi yankı yaptı. "NE OLUYOR LAN BENİM LİMANIMDA!" ses canlı bir varlık olsaydı yer yerinden oynar üstüne sel Olurdu.

Fahriye babasına arkasını dönerek konuştu. "Baba... Hepsi...yanmış... Hepsi...ölmüş..." donup kalmıştı adeta.

İdris Şanovaoğlu kızını bu hale getiren şeyin ne olduğunu duymuştu. Bunu kim yaptı bulacaktı. Hem mallarına hemde kızını böyle gördüğü için çok şey yapacaktı.

 

"kim?" diye sordu faruk'a. Hangi edebini siktiğimin evladı yaptı bunu! KİM BENİM KIZIMIN GÖZLERİNİ DOLDURDU BÖYLE SÖYLE! "faruk'un yakasına yapışarak." SÜLALESİNDEN TEK BİR CANLI KALMAYACAK, YEMİN EDERİM KIZIM KALMAYACAK "faruk'u yere fırlatır gibi bırakırken.

 

"Reis ben ne yaptım ya olan hep bana oluyor!" İdris gözlerinin kızıllığı ile faruk'a dönünce, Faruk "AĞZUAN SIÇSINLAR EMİ FARUK"dedi ordulu olduğunu belli eden kanala geçerek.

 

Faruk orayı terk ederken söylemeyi de unutamadı. "ulan, ulan bunlar nasıl bir Aile amınakoyayım. Birisi taştaşlarımı salmaz. Asarım, keserim, dikerim der. Birisi desen ittirip kaktırır bir de dua eder gibi küfür eder hay anasını ben böyle şansın nereye düştüm kurban olduğum Rabbim" diye homurdandı.

 

 

"Baba..." diye fısıldadı fahriye.

 

 

Baba... Balıklarım yanmış baba...

 

Hayat bulduğum denizimde balıklarım yanmış baba...

 

"efendim, kurban olduğum... ağlama"

 

Kızına sarılırken konuştu İdris Şanovaoğlu.

Fahriye bir kez daha fısıldar gibi konuştu. "Baba... Kim yapar? Kim yakar benim hayvanlarımı, ne suçu, günahı var onların?" başı babası'nın göğsündeyken.

İdris Şanovaoğlu' nun bu hayatta dayanamadığı İki kadın vardı biri hanımı, biri kızı...

"Bilmiyorum fahriye'm bilmiyorum bu sefer bilmiyorum. Ama bulacağım ağlama güzel gözlüm dolmasın mavilerin. Söyle akmasın inci tanelerin, inci tanem."kızı'nın başını okşarken.

" Baba... Bilirim, seni bilirim "dedi burnunu çekti." valla bilirim seni, tanırım. Bulursun bir tek bunu bilirim " dedi sesli nefes verip babasına daha da çok sokularak.

 

Babası hafif tebessüm etti." bende seni bilirim inci tanem... En çok seni bilirim, bilirim boşuna ağlamazsın sen, şimdi de bilirim ben hep seni bilirim. "

 

Başında olan eli yanağına gelmiş yanağını okşuyordu kızı'nın. Şimdi ne olacaktı? Kim yakmıştı? Kim yapardı? Kimin bize garezi vardı?

Babası kollarını kızın'dan çözüp kollarını omzuna koyarak konuştu." bulacağım fahriye'm, kim yakmış, kim yok etmiş bulacağım. Sadece biraz izin ver bana" burnunu çekti babası. Sinirliyken hep burnu akardı, genetikti bu. "o orospu çocuğunu bulduğum yerde sikertmezsem bana da İdris Şanovaoğlu demesinler emi kızım. Demesinler."

 

Fahriye babasına inanırdı. Hep inanmıştı. Sözünü tutardı babası, son nefesini verse dahi tutardı hep.

 

"Buba..." dedi nefesleri artık yerini hıçkırığa bırakarak. Üzüldüğünde ya da sinirlendiğinde ordulu olduğunu belli ederdi.

"Efendim inci tanem, sana hep efendim"derin bir nefes aldı babası saçların'dan.

 

"böyle birşey için ağlasam dalga geçerler mi benimle? Koskoca deli yürek Balıkları için ağlıyor derler mi?" diye sordu burnunu hızlıca çekerek.

 

"demezler inci tanem, diyemezler kim diyecekmiş? Dillerini birbirine dolarım onların."

 

Fahriye kısıkça güldü."dolarsın bilirim, yaparsın İdris Şanovaoğlusun sen"

 

Babası kızı'nın güldüğünü duyunca gelen keyifle "Ee sende benim kızım fahriye Piraye şanovaoğlusun, deli yüreksin"

 

Fahriye bununla gurur duyar gibi "deli yüreğim ben. öyleyim ya. ama deli yüreğin, yüreğini yaktınız baba..."

 

İdris Şanovaoğlu kızına öyle bir baktı ki yaptığı hatayı anladı o an.

 

 

Kimse üzemez dediği kızını kendi üzmüştü.

 

"gurban olduğum deme öyle, gözünü seveyim deme... Yapma, bilmem bunu bilmem" avucu ile yüzünü okşarken.

 

 

"Tamam birşey yok" bir daha burnunu çekti. "birşey yok, yapacağım. Bu sefer ben bilirim" dedi.

 

Avucunu babası'nın ellerinden çekti. "ben gidiyorum az işim var, müstakbel eşimi görmeye giderim belki" babası yaptığı imayı anlamıştı.

 

 

"Git fahriye git" dedi oflayarak.

 

 

"gittim baba gittim" dedi babasına arkasını dönüp arabasına binerken.

 

 

Arabasına binerken gaza full yüklendi. Ağlayacak çok şey vardı fahriye'nin. Balıkları vardı mesela, sonra babası bilmese de bir zamanlar yanlış kişiye olan aşkı, Bir de müstakbel eşi vardı haliyle.

 

 

Babası bilmiyordu akıner'i bilse durur muydu hiç? Yüreğinde akıner'in acısı varken başkası ile evlenmek, yapamazdı.

 

Ama yapmak zorundaydı. Eğer anlaşma sağlanırsa, limanda ki mallar güvenle giderdi yüklü miktarda para kazanır üstüne yurt dışında ki limanlarla da iş birliği sağlanırdı. Mecburdu. Mecburiyet deli yüreği deli yapan taraftı.

 

 

Gözleri dolmuştu. Ağlardı o da insandı sonuçta. Bir kadındı.

 

 

Kadına benzememesi, onun kadın olmadığını düşündürmezdi. Kalıplı biriydi sadece. Erkek gibi büyümüştü. Babası onu çok küçük yaşta limana getirince orada tacize, babası yokken tehlike'ye uğraşamasın diye çok uğraşmıştı. O zamanlar da kimse kızına dokunmaya cürret edemezdi ama İdris Şanovaoğlu kimseye güvenmezdi hele ki limandakilere asla.

 

 

Kızını elinde olsa bir asker gibi yetiştirirdi.

 

 

Fahriye... Piraye olmak isteyen ama fahriye olmaya zorlanan fahriye.

 

Kimsenin yanında Piraye olamamıştı. Kimin yanında olmayı denese hep ihanete uğramıştı.

 

 

Araba sürmeye devam ederken gideceği yeri biliyordu. Ama nedenini bilmiyordu. Kocası olacak olması değildi olay. Asıl olay o gözlerde umudu gördüğü, Piraye olmak istediğini gördüğüydü.

 

 

Sadece onun yanına gitmek istiyordu. Fahriye utangaç biri değildi hiç olmamıştı olmaya fırsatı olmamıştı.

 

Büyük Avlu'nun önüne geldiğinde, arabasından indi. Avlu'da annesi Asuman hanım oturuyordu.

 

Bir de köpekleri vardı.

 

Asuman hanım fahriye'yi gördüğü gibi ona doğru yol aldı. "Hoşgeldin kızım birşey mi oldu? Hayırdır inşallah?" diye sordu.

 

 

Fahriye bir an tersleyip "Kocamın yanına gelmek içinbir şey mi olması gerekiyor asuman hanım" demek gelse de şuan düşündüğünü söylemek geçmedi içinden.

 

 

Fahriye yapmacık bir gülüş ile "bir şey olmadı asuman hanım, eşimi görmek istiyorum izninizle tabi izin verirseniz eğer." dedi.

Bu kadın fahriye'yi çok sinir ediyordu. İkiyüzlü biri değildi ama yapmacık bir kadındı. Oğluna da böyle miydi bu?

 

Asuman hanım fahriye'nin demek istediğini anlayıp ona yapmacık bir tebessüm sergiledi." Ah! Doğru ya ne olabilir ki başka? Kocanı her daim görebilirsin" son cümlesini anlamış ama anlamamaktan gelmişti. "Nasılsa o senin ayağına bile gelemez" fısıldayarak.

 

Fahriye boğazını temizleyerek"daha dikilecek miyim burada Asuman hanım! Filizlendim dura dura "dedi ismine vurgu yaparak.

 

 

Asuman hoşnutsuzluğunu belli etmemek için" tabi geç kızım geç "eliyle buyur etti.

 

 

Eve doğru girerken bir kadın yanına gelip montunu almak istedi. Fahriye eli ile" gerek yok "diyince ikiletmeden mutfağa ilerledi.

 

 

Fahriye Demir'in odasına doğru ilerlediğinde evin kaç katlı olduğunu bir kez daha düşündü.

 

Harbiden kaçıncı katta kalıyordu bu adam? Zordu onun için, nasıl böyle sorumsuzca düzenlemişlerdi odayı?

Odanın önüne geldiğinde kapıyı tıklattı. İçeriden kalın bir ses "kimse gelmesin demedim mi? Rahat bırakın beni bi anasını satayım!" dediğini duymuştum.

İçeriye girdiğimde sağ ayakla girmiştim. İçimden Bismillah çekerek girerken hala söyleniyordu beyefendi!

"Ben geldim beni de mi kabul etmezsin demir eringiz" dedim odaya tam olarak girdiğimde.

Başını kaldırıp bana baktı. Ela gözleri daha da parlamıştı sanki. Ya da ben öyle sanıyordum. Salak! Adam evlendiği kadını tanımıyor bile seni görünce niye sevinsin? Kaşları çatıldı. "Sen... Sen, gelmişsin" dedi konuşmayı unutmuştu galiba.

"gördüğün üzere ben geldim kimi bekliyorsun bilmiyorum ama gelmek istedim ve geldim" dedim ona bakarak derince nefes verdim. Bana hipnoz olmuş gibi bakmaya devam ediyordu. "kimseyi senden çok istemedim, istemem inan." dedi dudakları kavislendi.

Bir anda böyle birşeyi neden demişti ki? Acımış mıydı bana?

"bana acıma,buraya bu yüzden gelmedim bana sakın acıma" dedi sesi kalınlaşmıştı. Derinden gelen bir ses ile "bana acımadan kendine bir bak" dedi kesin bir sesle.

Ona acıdığını sanmıştı. Ama demir, ona ilk kez kendini yakın görüp onun için buraya geldiğini sanmıştı. Bu bir ilkti. Demir'in parlak ela gözleri yerine karanlığa, koyu'ya bırakmıştı. Tebessümü acı gülümsemeye dönmüştü.

"haklısın... Ama ben ilk defa yanıma geldin ve ilk defa kendin istedin diye sevinmiştim. Ve yine haklısın ki mutlu olmadan önce halime bakmam gerekiyor."

Fahriye o an anlamıştı demir'in kötü bir anlamda dememişti. Fahriye içinden büyük bir küfür savurdu.

"Aslında buraya seninle konuşmak için değil" dedi sonunu getirmeye çekinmişti. İlk defa fahriye şanovaoğlu bir cümle'yi tamamlarken utanmıştı.

 

"Ben... Şey... Aslında... Şey için geldim... Yani şey yapmak için... Yani içimden şey yapmak geldi ondan geldim... Yoksa... Öf amınakoyayım ne zormuş" diye çıkıştı sonunda kendi kendine.

Demir bu haline gülerek daha demin söylediği şeyi unutmuştu bile. "ne için geldin Piraye?" dedi.

Fahriye afallamış gibi gözlerini kocaman açarak Demir'e bakıyordu. Adını nerden biliyordu bu adam?

"sen benim adımı nereden biliyorsun?" diye sordu.

"ben bilirim, ben hep bilirim piraye..."

Bu babası ile söylediği cümleydi. Babasın'dan başkası ile böyle konuşmamıştı. Duyması imkansızdı. Bunu seni seviyorum yerine kullanırdı bir nevi. Sana güveniyorum demekti bu onun nezlinde.

"kıskanır rengini baharda yeşiller Sevda büyüsü gibisin sen piraye. Acılı bir bakış yerleşirse eğer kirpiğin ucundan göz bebeğine..." Dedi ve ekledi "beni hatırladın mı piraye?"

"kimsin sen?"

 

"çok kez karşına çıktım ben senin, çok. Ama sen görmedin, görmene izin vermedim. İlk kez beni traktör ile ezdiğin zaman gördüm. Sonra urfalı ismet'e yaptıklarında yanındaydım. Zehra'yı oradan nasıl kaçırdın sanıyorsun? O kadar kolay değil bir aşiret ağasından kız kaçırmak. "diye devam edecekti ama sağ gözü seğirdi." ve o siktiğimin dalyarağı akıner seni aldatırken... Birçok anında bendim yanında olan. Hep bendim, hep seninleydim."

 

 

Fahriye olduğu yerde öylece donakalmıştı. Ne diyordu bu ruh hastası adam? Yatalak değil miydi? Nasıl yanında olmuştu?Ne yaşıyordum ben şuan amınakoyayım!?

 

 

Olduğu yerde bağırarak demir'in üstüne yürüdü." SEN NE DİYORSUN AMINAKOYAYIM DELİ MİSİN! ALLAHIN RUH HASTASI NE DEMEK HER ANINDA SENINLEYDİM ULAN. ULAN. ULAN SEN YATALAK DEĞİL MİSİN?!" gülmeye başladı. "HAY ALLAHIM KAFAYI YİYECEĞİM ŞİMDİ YA BENDEN NE İSTİYORSUNUZ YETER ARTIK! BIRAKIN LAN BENİ! RUHUM DARALIYOR LAN TOPRAĞIMDA ARTIK NEFES ALAMIYORUM!" nefesi kesiliyordu. "KAFAYI YEMİŞ RUH HASTASI ANTİLOP! KAFANI FISKİYE GİBİ PATLATACAĞIM ŞİMDİ! CÜCÜK KES SESİNİ! HARBİDEN LAKABIMIN HAKKINI VERİYORUM GALİBA KURBAN OLDUĞUM YARADANIM!" elleriyle saçlarını geriye attı. Buraya geldiğinde başında siyah şapkası vardı. Ama gel gör ki sinir krizini anında düşmüştü.

 

 

Saçları uzun olduğu için yüzü'nün her yerine dağılmıştı. Bir psikopat gibi bağırmaya devam ediyordu oysa demir şuan bağırmasına değil saçlarına bakıyordu. İlgi odağı sadece uzun siyah saçlar olmuştu.

 

Fahriye ona baktığını fark etmiş. "NE BOKUMA BAKIP DURUYORSUN ÖYLE ÖKÜZ MÜ VAR KARŞINDA" diye bağırındı.

Demir büyülenmiş gibi "öküz değil de fıstık gibi karım var" dedi. "Hemde ordu fıstığı" diye de ekledi.

 

Fahriye iç çekerek "Hasbi Allah!" diye söylendi. "Yüce mevlam geliyolar bana yavaştan, yavaştan geliyolar hemide." sıkıntı ile ofladı.

 

"Bak... Bana herşeyi baştan anlat tamam mı sakinim şuan olmaya çalışıyorum. Anladın mı beni demirciğim" dedi yatağın kenarına oturup, demir'e bakıyordu.

 

Demir, uzunca gülümsedi ona. Eliyle yanını işaret etti. "gel buraya yanıma gel karıcığım" eli'nin teki ile yatağa vurarak.

 

Fahriye ilk önce eline sonra da işaret ettiği yanına baktı. Sinirle bir kez daha oflayarak yanına yerleşti. Sol tarafına geçerken bir anda kıkırdamak istedi. Kendini küçük bir kız gibi hissetmemişti hayatı boyunca. Oysa şimdi bu kocaman adamın yanında küçücüktü. Küçük masum, sevimli bir kız çocuğu. Sahi yanındaki adamı boyu kaçtı? Sormak istedi ama şuan konuyla alakasız olacaktı.

 

 

Demir onu hissetmiş gibi "ne oldu?, niye kıkırdadın?" diye sordu.

 

Hay böyle işe! İçinden gülmemiş miydi? Şimdi ne dese inanmayacaktı.

Boğazını temizleyerek "gülmedim sen öyle görmüşsün yüzüm seğirdi." demir'e bakarak devam etti. "senin sayende!"

 

Demir halinden hoşnut bir şekilde kocaman gülümsedi. "güldün çünkü yanımda küçücük kaldın. Güldün çünkü hiç böyle hissettiren biri olmadı." dedi. "bir de olsaydı amınakoyayım! Kız'a dediğine bak, bir de olsaydı!" diye fısır fısır homurdandı.

Fahriye "Evet hoşuma gitti. Hiç kendim'den daha kalıplı biri ile evleneceğim aklıma gelmezdi." demir sol kolu ile fahriye'nin saçına hafifçe dokundurmuştu. Dokunuş'u sanki hiç vâr olmamış gibiydi. Kuş tüyü gibiydi.

"biliyorum Piraye'm biliyorum, ben hep bilirim, en çok seni bilirim. Hep bildim. Ezberledim. Yine ezberlerim."

 

"Bana bak! İkide bir bana şöyle diyip durma ruh hastası! Demir eksikliğin mi var senin? Manyak, salak, aptal söyle, anlat artık!" eliyle demir'in kolunu saçından çekerek vurdu. Demir sırıtarak "Demir eksikliğim değil de Piraye eksikliğim var benim" dedi ve başını gösterdi. "bak görüyor musun? Ondan başkasını tanımıyor beynim, zihnim bir tek onu unutmam. Bir tek onu unutturmam zihnime. Benim tek eksikliğim sensin"

 

 

Fahriye, her geçen saniye daha da şaşırıyordu yanında ona ela gözlerle bakan adama. Tamam açık sözlü biriydi ama ondan daha da açık sözlü olanı pek görmemişti.

 

Bu adam resmen ruhu, kalbi ne kadar inkar ederse etsin ona göreydi.

 

 

"bak... Bana böyle şeyler deme tamam mı? Hayatında kaç kıza böyle söyledin bilmiyorum ama ben bu numaralara kanmam" dedi fahriye.

 

 

"kimseye demedim ki?" dedi demir. Sesi küçük bir oğlan çocuğu gibi çıkmıştı. Bu cüsse'den böyle masum ses. Tövbe estağfurullah Allahım ben fesat değilim fazla erkek gibi büyüdüm. Bir süre bana bakarak devam etti. " demedim kimseye zaten beni böyle kabul etmezler. Sekiz yıldır böyleyim ben. Kimse aşık olmadı ki bana , kimse sevmedi." şakaya vurarak"korkma yani kimse kapamaz kocanı "diyip göz kırptı.

 

 

Fahriye gözlerini devirerek" Tövbe tövbe, tövbe tövbe "kafasını yukarıya kaldırdı." kurban olduğum mevlam görüyorsun sonra fahriye niye azıyor görisin ula!"dedi.

 

 

Demir bir Ah! Çekip fahriye'ye derince baktı. Fahriye gözlerini o anlatana kadar odaya çevirdi. İlk geldiği zaman öfke ile sadece ona odaklanmış hiçbir yere bakmaya fırsatı olmamıştı. Sol tarafta duvar'a monteli bir kitaplık vardı. Büyüktü. Ahşap kahverengi, 3 kattan oluşan bir kitaplıktı bu.

 

 

Bir sürü kitap vardı içerisinde. Klasik kitaplar, fantastik, aşk romanları... Ve bir sürü Sabahattin Ali kitapları...

 

 

Sabahattin Ali'yi çok seviyordu anlaşılan.

Oda çok büyük değildi Ortalama bir alana sahipti. Yatak oldukça büyük ve uzun olduğu için, ki yüksek ihtimalle onun bedenine göre tasarlanmıştı. Çok alan kaplıyordu.

 

 

Fahriye etrafına bakarken demir ela gözlerini fahriye'den sanise de olsa çekmiyordu. Hipnoz olmuş gibi ona bakıyordu. Gözlerine, dudaklarına, çenesine, ah o keskin yuvarlak çenesi... Burnuna her bir ayrıntısına göz gezdiriyordu.

 

 

O kışın ortasında açan çiçekti.

 

 

Fahriye demir için sonbahar'da yağmurdu. Ve demir sonbahar'da yağan yağmuru çok severdi. Demir fahriye'nin her detayını ezberlerken fahriye büyükçe ağzını şişirerek ofladı ve demir'e baktı. "Eee anlat artık odaya bak bak aynı. Kaçma da anlat adam akıllı demir eringiz daha fazla sinirlendirmek istemezsin beni" diye uyardı.

 

Demir fahriye'nin yavaştan sinirlendiğini anlayıp "Tamam kızma ordu fıstığım, gel yanıma da anlatayım" diye dalga geçti.

 

 

Bu adam dayak yiyecekti ama!?

 

 

Fahriye eli ile tokatı basınca demir ney'e uğradığını şaşırdı. "LAN! MANYAK KARIM NE VURUYORSUN?" diye bağırdı. Sonra "elinde amma ağırmış Osmanlı değil ordulu tokatı mübarek." diye homurdandı ağzı'nın içinden.

 

 

Fahriye psikopat gibi gülerek "Ne sandın ben bugüne bugün Demir eringiz' in karısı Fahriye Piraye şanovaoğluyum. Sana yakışır bir kadın olma yolunda ilerliyorum kocacığım" dedi kısık gözlerle gülüyordu.

 

 

Demir bir hata yapmış gibi onu uyaran gözler ile "tçh, tçh, tçh yanlış karıcığım... Şöyle demeliydin" boğazını temizledi. "Ben Demir eringiz'in karısı Fahriye Piraye Eringiz. Kocamın karısıyım diyecektin dilin sürçtü galiba" hülyalı hülyalı bakarken.

 

 

Ayyaş mıydı bu ne diye baygın baygın bakıyordu ona o ela gözlerle? Sanki çok güzel görünüyordu da! Haspam!

 

 

Fahriye başını iki yana sallayarak "henüz olmadı, kocamın karısı... Şansına küs" diyip dudaklarını büzdü.

 

 

Ya ne olmuştu 2 DAKİKA DAAA!!

 

HAY ANASINI AVRADINI ARABASINI YALAĞINI... CIVIK CIVIK HALLERİNE BAK FAHRİYE! Ne oldu sana ya??!

 

 

Fahriye demir'in duymayacağını inandığı bir sesle "bende bu anı 10 gözle beklemişim herhalde ne bu Kocamcı hareketler" ağlamaklı bir sesle "ne yapıyorsun kızım yakışıyor mu sana? köylüler görse gülerler adama resmen miyavlıcam ya" diye ağat kesti.

 

 

Demir bir anda kahkaha atmaya başlayınca fahriye olduğu yerde pörtlek gözlerle ona bakmaya başladı. "karıcığım ben seni sekiz senedir bekliyorum merak etme" diyerek daha da gülmeye başladı.

 

 

Fahriye kızmak yerine gözleri demir'in kahkahasına takıldı. Çok güzel gülüyordu şerefsiz. O nasıl kahkahaydı rabbim. Utanmazdı fahriye, niye utansındı kocası olacaktı sonuçta!

Benim kararlarım sabit kalma süresi.

Daha dün'e kadar yok şöyle yaparım yok böyle yemin ederim, yok böyle hayatı zindan ederim diyordun kızım, şimdi sen bu karşında olan adama zindan olmaya razısın.

 

Ne ara amınakoyayım!

 

 

Fahriye kafasını sağ sola şiddetle salladı. Aniden "Of" diye yükselerek demir'e baktı. "BANA BAK LAN ANLATIYORSUN ANLAT HERŞEYİ" diye çıkıştı. Ya bu adam yüzünden kafası karışıyordu resmen.

 

 

Demir fahriye'nin vazgeçmeyeceğini anlayınca "düğün'den sonra anlatırım" dedi. Fahriye'ye baktığında eliyle tekrar vuracağını anlayıp elini tuttu."Dur bi be! Yatalak adama vurulur mu ? Ayıp, ayıp." dedi cıklayarak."anlatacağım sana sözüm söz, bilmezsin ama bildiririm sözüm sözdür benim" diye de ekledi.

 

 

"bilmiyorum bilmekte istemem" dedim gözlerimle hala yüzünü tarıyordum. Sahi, bu adamın çilleri ne kadar kırmızıydı. Fazla mı güneşte yanmıştı ne?

 

 

Demir bana bakmayı sürdürürken "istersin karıcığım hemde öyle bir istersin ki" deyip dudaklarını kulağıma doğru yönlendirdi. "Bağımlısı olursun, kolay kolay bırakmazsın" dedi. İçim ürperir gibi olmuştu.

 

"Ne diyosun lan öyle!" vasıfsız gibi gülüyordu hala. "geliyo ordu tokadı he!" dedim sol elimi tersini ona doğru çevirip gösterirken.

 

Keyfi yerine gelmişti şerefsizin,benimde gelmişti gerçi ne yalan söyleyeyim.

 

 

"Eh madem sen anlatmayacaksın gidiyorum ben işlerim var! İş kadınıyım ben" dedim saçlarımı hafif savurarak.

 

 

Kararlarınızın arkasında Fahriye gibi olun.

 

 

Daha fazla ona bakmak istemiyordum. İlk gün ondan haberim dahi yokken ondan nefret etmiştim güya! İntikam alacaktım hayatı zindan edecektim falan filan. Sonucunda Adamın yatağında yanında ona cilve yapmaya çalışıyordum. Bir dakika cilve yapmıyordum sadece o bana nasıl gelirse öyle giderdim. Demir'e bakıp "gitmem gerekiyor yine gelirim merak etme" dedim göz kırparak "karını özle Demir Eringiz."dedim ve odadan çıktım. Aşağı salona doğru indiğimde Asuman hanım salonda oturmuş suratı beş karış havada etrafı süzmekle meşguldü.

 

 

Evini yeni gördün galiba kaynana.

 

 

Asuman hanım beni görmüş olacak ki bacak bacağa attığı sağ bacağını yere indirip ayağa kalkmıştı.

 

"canım gelinim, gidiyor musun? Tekrar gelecek misin?" diye sordu meraklı gözlerle.

 

 

Bu kadını da öldürsem kaç yıl yatardım.

Demir'den hoşlanmıyordu. Öz annesi sevmiyordu oğlunu ya da başka birşey vardı aralarında.

"Ne o Asuman hanım hemen benimsemişsiniz beni, sizin açınızdan sevindim benimle anlaşmanız sizin yararınıza" diye uyardım. Anlamıştır sinsi çıngırak.

Asuman hanım gözlerini sonuna kadar açarak bana diklenmeye çalıştı. Ne kadar çabalarsa çabalasın benden kısa kalıyordu her halükarda.

 

Dudaklarını büzdü, nefes alışverişleri arttı. Tek kaşını kaldırarak omuzlarını dikleştirirken yüzünü bana yakın tutmaya çalıştı.

 

 

"Sen kimsin de beni tehdit ediyorsun şanovaoğlu'nun kızı. Ayağına denk al, burası senin ahkam kestiğin evine benzemez bende annene benzemem" bu hali oldukça komik gelse de şuan gülmek mümkün değildi.

 

 

İyice dibine girerek yüzümü aşağı eğdim. "Bakın siz... Masum Asuman hanıma" adını söylerken bile kirpikleri titreşiyordu. Bu kadında bir boklar vardı ama hayırlısı.

 

Ona arkamı dönerek kapıya doğru ilerledim. Birkaç adımdan sonra durdum ve sağ omzumdan yana ona dönerek ona baktım. "Bu arada Soyadım eringiz olacak alışın bence düğün günü sizin ayılıp bayılmalarınız ile uğraşmak istemem asuman hanım" dedim ve arkamı dönerek evden çıktım.

 

Öğrenecektim ne olduğunu, herşeyi, hemde en ince ayrıntısına kadar öğrenecektim. Önce sıçan suratlı kaynanamı halletmem gerekecekti. Arabama bindiğimde, Babamın yanına gitmeye karar verdim. Daha soracak çok hesabım vardı. Kim benim canımı yapmıştı ben iki katı yakacaktım.

 

 

Babamın yanına geldiğimde göz önünde olmadığını gördüm büyük ihtimalle odasındaydı. Babamın küçük ofisine doğru ilerlerken Faruğun yanıma doğru koştuğunu gördüm. Kısık gözlerle bakıyordum. Nefes nefese yanıma geldiğinde hızlı hızlı anlatmaya başladı. "Abla... Abla..." dedi anca.

"ne oldu geveleme ağzından Abladan başka birşey bilmiyor musun?" dedim kızgınlıkla.

 

 

Faruk tekrardan "Abla" diyince sinirle ona doğru yürümüştüm ki cümlenin devamını getirdi. "Reis canımızı yakan adamın yardımcısını bulmuş aşağıdabir şeyler yap öldürecek onu, bir tek seni dinler" dedi solunlanmadan.

 

 

Babam yardımcısını bulmuştu o yuvasını siktiğimini bulmuştu. Babamı tabi ki durdurmazdım ama bana lazımdı o. Hemde çok.

 

 

Hızlıca faruk ile beraber babamın yanına aşağı kata indik burası ahır gibi olan ama bazılarına göre! Zindandı. Babamı gördüğümde elinde muşta ile adamın yüzüne doğru yumruk atıyordu yüzü gözü kan içinde kalan adamdan geriye yüzünde tek sağlam yer kalmayacaktı emindim.

 

 

Bu öfke ile beni duymazdı ama seslenmek istedim. Faruk yanımda durmuş yüzünü buruşturmamak için eli ile ağzını kapatıyordu. Kan sevmezdi midesi bulandırdı hemen. Ona doğru dönüp "çık burdan, kan tutar seni" dedim başım ile kapıyı gösterirken.

 

 

Tereddüt etsede sözümden çıkmazdı. Yavaşça çıkarken ben babama bakıyordum. "BABA!" dedim keyifli bir sesle.

 

Şuan çocuksu Piraye ya da Asi Fahriye yoktu. Şuan Deli yürek vardı.

 

 

Babamın eli havada durmuş soluklanırken kafasını ani şekilde bana çevirdi. Anladı. Beni anladı, babam beni tek bir nefes verişimden anlardı. Ona doğru gittiğimde elinden muştayı yavaşça çıkarırken "bununla olmaz baba, bana bırak sen dinlen lütfen" dedim sakin ses ile.

 

 

Elime etrafında kalın, büyük matkap çivilerinin olduğu demir sopayı alırken sandalye'ye bağlı adama döndüm. "Ne o? Beni babamdan daha alçak gönüllü mü sandın?" dedim Alayla.

 

Etrafında tur attım, "senin gibi bir adama yakışıyor mu hırsızlık yapmak, benim haneme zarar vermek" önüne geçerek hafifçe eğildim. "ama sana ne yakışır biliyor musun?" diye sordum. Adam ağzında ki kanı yüzüme tükürürken sevincimin içine sıçmıştı ama yine de elimden kurtulamazdı. Elinde ki demir kalın dikenli telli sopa ile penisine vurduğumda adamın acı inlemesi resmen çığlığa dönmüştü. Dikenleri batmış olmalıydı ve battığı yeri kesip koparacak kadar ağır, keskin bir sopaydı.

Adamın saçlarından tutup yüzünü yukarıya doğru kaldırdığımda tekrar vuracaktım ki "D.. DUR... DUR..." demişti.

 

Yola gelmesi kolaydı ve olası bir olaydı benim için daha hiçbir şey yapmamıştım. Tabi malafatı patlatmak dışında. Elimdeki sopayı kenara koyarak önüne bir sandalye çektim ve ters şekilde oturdum. "dökül" dedim heran avına atlayacak bir atmaca gibi.

Adam bana korku ile bakıyordu.

 

Tabi bakacaksın malın yandı bitti kül oldu sonuçta.

 

 

"Biliyorum... Bil... Biliyorum..." dedi sadece.

"kimi biliyorsun?"

 

"tanıyorum onu, o... o... Senin..." dedi

"taksit taksit söyleme sikerim seni şu sopayla, artık patlar mı yoksa midende yeni bir organ mı olur orası sana kalmış" dedim her kelimemi bastırarak.

 

Karşımdaki adamın gözleri kandan görünmüyordu ama anımsıyordum. Korkuyordu çünkü o da söylediklerimi yapacağımı anlamıştı." tanıyorum o adamı "dedi titrek nefes vererek.

 

 

" zaten tanıman lazım amınakoyayım sağ koluymuşsun adamın dalga mı geçiyorsun benimle! "dedim sakin kalmak istiyordum ama olmuyordu.

 

 

" hayır "dedi." sağ kolu değilim sağ kolu siz onu bulmadan kaçtı, bana da eğer beni bulursanız sağ kolu olduğumu söylememi istedi hepsi bu yemin ederim " öksürerek.

 

 

" Tamam kısa kes "dedim." Kim? Bana isim ver " sandalye'ye daha çok yerleşerek.

 

 

" o... Adam.... Senin...senin kuzenin... Yavuz şanovaoğlu "dedi.

 

 

Kimin adını söylemişti o? Yavuz mu? Çocukluğumun yanında geçtiği yavuz. Tamam şimdi olsa çok iyi anlaşamazdık hep ben soğuk olan taraf olurdum ama... Neden? Konuşamıyordum dilim lal olmuş gibi öylece hareketsiz duruyordu ağzımda.

 

 

" Ne? "dedim kesik bir nefes ile.

 

 

Adam başını sallayıp" doğru söylüyorum yemin ederim küçük kızımın adına yemin ederim doğru. o yaptırıyor seninle ne derdi var bilmiyorum ben sadece emir alıyorum "dedi. Çocuğu mu vardı? Zorunda mı kalmıştı yoksa?

 

Eğer şimdi onu öldürürse o küçük kız çocuğunun halini düşünemiyordu. O kadar da kalpsiz değildi deli yürek.

 

 

Sandalye'den kalkarak oradan çıktım. Babam beni görmüş yanıma geliyordu. Nasıl baktığımı bilmiyordum sadece daha kaç kere yakınlarım tarafından ihanete uğrayacaktım. Bilmek istiyordum.

 

 

Öz kuzenim benim Asıl düşmanımdı.

 

 

Babam'a şimdilik söylemeyecektim.

 

"Aldım ifadesini merak etme buldum kim olduğunu" dedim ağzını açıp konuşacaktı ki onu susturdum. "şimdi değil baba, lütfen ben halledeceğim sadece yakın sandığım biriymiş bunu bil. İhanet etmeyi o seçti bende bedeli neyse vereceğim misli ile hemde." dedim babamın omzunu hafif hafif okşarken.

 

 

Babam beni anlayış ile karşılarken "sen nasıl istersen öyle olsun, ama sakin ol fahriye şeytana uyma" dedi.

 

 

Histerik bir gülüş ile "Baba, bir şarkıda bile der ki; ben durursam şeytan durmaz olmaz hiç adalet" beni anlamış olacak ki yanağımı okşayarak "eve erken ve temiz gel" deyip çıkışa doğru ilerledi.

 

 

Şimdi gelelim sana yavuz efendi...

 

Sana öyle şeyler yaşatacağım ki şeytan bile yanımda vezir kalacak.

 

Şimdilik suç mahallinden çıkmış gibi yapacaktım.

 

 

Benimle aşık atmak ne demek göstereceğim sana, yavuz... Yavuz... Yavuz... Hayatının hatasını beni kendine düşman edinerek bulaştın.

 

 

Çok yazık olacak...

 

 

Çok yazık...

 

🍃

 

 

Saat Akşam 7.48, günlerden perşembe... Fahriye odasında durmuş öylece Zehra'yı kurtarmak için plan yapıyordu. Aklına o kadar çok şey gelmesine rağmen bu işten zehra'yı incitmeden çıkarması gerekecekti.

 

 

Gece lambası açık odada öyle yatağa uzanmış duvara bakıyordu. Henüz 18-19 yaşında genç bir kızdı belki ama aklı bir tilki kadar kurnazdı. Zehra için yapması gerekeni yapacaktı. Birkaç adama ihtiyaç olacaktı, kendisi yapacaktı bu işi. Ama yardıma ihtiyacı da vardı. Düşündü kim yardım edebilirdi ki? Yatakta sağa sola dönerken sonunda sabaha karşı uykuya daldı.

 

 

Sabah uyandığında saat neredeyse 11 'e geliyordu. Geç kalmıştı bile bugün İsmet denilen adam ile babası ofiste konuşacaklardı. Fahriye bir an önce oraya gitmeliydi. Yataktan kalktığı gibi üstünü hızla giydi evden çıkmadan banyo' ya girip yüzünü, ve dişlerini temizledi.

 

 

Annesi zaten şuan uyuyordu Abisi desen nakliyat için Gürcistandaydı.

 

Evden hızlıca çıkarken garaj'a girip arabasına bindi. Babası 17. Yaş gününde araba almıştı o zamandır kullanırdı bu arabayı. Kırmızı Tiggo 7 proydu.

 

Arabayı garajdan çıkarırken kemerinide takmıştı. Aklında biraz da olsa birşeyler kurulmuştu.

 

Yapacaktı. O kızın canını yaktığı kadar yakacaktı.

 

 

Umduğu şey olmasın diye dua etti Fahriye "oy kurban olduğum olmamıştır hemi, olmaz, yapmamıştır kansız orospu yapmamıştır." yoksa onu babası bile durduramazdı.

 

Biraz sonra limana gelmiş arabasını park edip araçtan inmişti. Faruk henüz gelmemişti perşembe günleri annesini kemoterapiye götürürdü sonra da akşama kadar annesi ile ilgilenip gece gelirdi buraya.

 

Ofise doğru giderken Camekandan ismetin hemen babamın karşında ki koltuğa yayıldığını gördü.

 

En sevmediği insandı yayvan, rahat davrananlar. Bu Piçoğlunda sevmediği tüm özellikler toplanmıştı sanki.

 

 

Kapıyı açıp içeri girerken ismet fahriye'yi görüp yüzünde hınzır bir gülümseme ile duruşunu dikleştirmişti. Omurgasına soktuğum. Fahriye iğneleyici bakışları ile döverken, İsmet yüzsüz gibi hala gülüyordu. Babası fahriye'yi dönmüş. "Ne oldu kızım?" diye sordu.

 

 

Fahriye bakışlarını ismet'ten çekip babasına dönerken "birşey olmadı baba, diyorum ki akşam ki iş yemeğine uygunsa bende geleyim hem biliyorsun artık abim de yok nakliyat ile ilgileniyor o. Ben gelmek ve öğrenmek istiyorum" dedi umarım babası izin verirdi çünkü planı ancak böyle sağlıklı kalırdı. Diğer türlü izin vermezse yine gelirdi ama Zehra'nın başı yanardı. Olmazdı.

 

 

Babası biraz düşünmüş fahriye'ye hak verir gibi "Haklısın kızım gel, gel de öğren bakalım" diyince fahriye hafif tebessüm etti. İşte şimdi kalkıp utanmasa da o utanması yoktu horon teperdi de. Yanında ki kansız'ı halletmesi gerekiyordu.

 

Adamın da hoşuna gitmiş gibi "gelsin tabi ya benim için sorun olmaz hem yanımızda öğrenir belki birkaç şey" diye ekledi. Aptal orospu senden ne öğrenicem ben.

 

 

Fahriye daha fazla bu ortamda kalmak istemez gibi babasına başını sallayıp oradan çıktı. Midesi bulanmıştı.

 

 

O adam utanmaz gibi bir de fahriye'ye yürüyordu. Namussuz diye geçirdi içinden. "Senden olmayan namusu alacağım az kaldı, çok az" diye homurdandı sinirle.

 

 

Akşam olmak üzereydi fahriye limanda kalan malları halletmiş abisini arayarak Gürcistan'a gidecek olan Nakliyat gemisinin hazır olduğunu söylemişti. Hava karardığında eve girip odasına koştu.

 

Elbise severdi, pek giymesede elbise almayı severdi. Giyemezdi bugün iş yemeğine gitmiyordu oraya. Hele ki o şerefsizin gözünü daha da şenlendirmek isteyeceği en son şey bile değildi.

 

 

Koyu yeşil bir kargo pantolon giymiş üstünde ki ince boğazlıyı çıkarmamıştı. Gerek yoktu. Uzun saçlarını at kuyruğu yaparak toplamış perçemlerinide kulağının arkasına koymuştu. Botlarıda giyip kısa kışlık montunu giyerken beyaz beresini de unutmamıştı annesi onun için örmüştü. Bugün pisletemezdi siyah bereyi alsa iyi olacaktı. Beyazı bırakıp siyahını alırken odasından çıktı.

 

Annesi salonda oturmuş kahve içerken Müge anlı izliyordu. Mutfaktan mis gibi kokular geliyordu dua etsin fahriye'nin bugün işi vardı. "Tüm hıncımı o heriften çıkaracağım. Yemek bile yemedim onun yüzünden" diye söylendi botlarını giyerken.

 

Annesine seslense bile duymazdı Müge Anlı izlerken beyninde ki tüm uyduları kapatıyordu resmen.

 

 

Evden çıktıktan sonra Babası onu kapının önünde bekliyordu. Tam dakikasında yetişmişti. Arabaya binerken babası ile kemerlerini takıp derin bir soluk aldı havadan.

 

 

Uzun süren yolculuktan sonra yemek yiyecekleri restorana gelmişlerdi. İsmet denilen karga burunlu'da içeride garson kızları süzerek onları bekliyordu. Garson kız sarı saçlı, hafif dip boyası gelmiş, orta boylu balık etli bir kızdı. Kızın eteği her garson da olacak şekilde dizine geliyordu. Ama orospu her yerde orospudur ki kızın bacaklarına bakıyordu. Şerefsiz az kaldı göstereceğim bugün sana.

 

 

O gözlerini götüne sokacağım senin dur sen az.

İsmet, gelenleri fark ettiği gibi ayağa kalkmış. Fahriye'nin elini nazik bir beyefendi hareketi ile öpmeye çalışırken fahriye daha fazla dayanamamış olacak ki" çek lan elini! "dedi. Eline sertçe vurarak.

 

Bugün bu adamı almadan öldürmese iyiydi. Canına susamış Allahın belası.

 

İçinden" seni öldürsem kim üzülür ki şu tipine bak hele, bok parçası dünyaya iyilik yapmış olurum lan ben"dedi iç sesi de ona katılarak.

 

 

Masaya geçtikleri gibi yanlarına az önce gördüğü garson kız gelmiş. Menüleri önümüze bırakıp, "Bir istediğiniz, Arzunuz var mı efendim?" diye kibarca sormuştu. İsmet'in olduğu kısma sormuyor bana bakarak soruyordu. Ne yaptın kıza acaba?

 

Siparişlerimizi verip gelmesini beklerken ismet denen ki sıçtığım bok onun yüzünden daha güzel soru sormaya başladı." Eee fahriyeciğim, nasılsın? "sen sormadan önce aklımda seni güzelce nereye gömsem fikirleri vardı, yani güzeldi. Ona dik dik bakarak" iyiyim, siz sormadan önce de gayet iyiydim"dedim ters bir şekilde. Bıkmıştım 2 Dakika'da Allahıma.

 

 

Babam sesli sesli nefes almaktan başka birşey yapmıyordu. Bu da yakında "sikerim ortaklığını" diyip yanında ki bol suratlıya saldıracak olması anlamına geliyordu.

 

Babam konu olsun diye "Ee ismet bey bırakın kızımı da, sizin yanınızda küçük bir kız vardı kızınız galiba o niye gelmedi?" diye sordu.

 

İsmet'in bir anda beti benzi atmış gibi etrafta dönmeye başladı gözleri sonra babama bakıp tebessüm etmeye çalışarak "kızım o benim evet kızım... Çok sevmez gezmeyi de, ondan gelemedi asosyal biraz." diye geçiştirdi.

 

 

"Asosyal olmasına yardımcı oluyorsunuz yani ismet bey? Onu kurtarmak yerine eve mi bağlıyorsunuz kapınızın önünde ki köpek mi kızınız sizin için" dedim kızınız kelimesine baskın vurarak.

 

İsmet bana bakarken biraz terlemiş gibiydi. Ne diyeceğin bilemeden öylece bana baktı sonra yapay bir sinirle "siz kimsiniz de benim babalığama karışıyorsunuz? Ayağını denk al küçük hanım?" diye söyleyince babam olduğu yerde sandalye'yi devirip ayağa kalktı.

 

"NE DİYOSUN LAN SEN GÖTÜNÜ SİKTİĞİM" diyip kafa attı.

 

 

Ben olduğum yerde sandalyeme daha çok yayılıp bacak bacak üstüne atarken sırıtıyordum. Keyfim yerine geldi bu kadar mı fark eder.

 

Babam onu biraz daha hırpalarken babama seslenip "BABA! YETER BU KADAR İŞİM VAR ONUNLA ÇOK VURMA" diyince babam kırmızıta dönmüş gözlerini bana çevirmiş.

 

"NE İŞİN VAR BUNUNLA AMINAKOYAYIM BENİM KIZIMA DİKLENDİ NEYMİŞ AYAĞINI DENK AL KÜÇÜK HANIMMIŞ " lafını tekrar ederken dha da çok sinirlenmiş gibi.

 

"BAK YİNE GELDİLER BANA GÖTÜNE SOKUCAM ŞİMDİ ŞAMPANYAYI" eline şampanya alırken ayağa kalktım hemen. Babamın elindeki şampanyaya'yı alıp "bırak onu, anlatacağım ama bırak onu baba bugün lazım bana o" dedim sakince.

 

 

Babam biraz da olsa sakinleşmiş gibi bana baktı elinde torba varmış gibi adamı yere fırlatırken bağırdı. "RIFAT GEL AL ŞUNU GÖZÜMÜN ÖNÜNDEN ELİMDEN BİR KAZA ÇIKACAK YOKSA" dediğinde Rıfat seri adımlarla içeriye gelmiş ismet'i yavru köpek gibi ensesinden tutmuş yerde sürükleye sürükleye götürüyordu.

 

 

Hakettiği muamele.

 

 

Babam "Anlat sende, senin yüzünden dövemedim zaten elim kaşınıyor bak yine" diye homurdanınca güldüm.

 

Sandalye'ye otururken babama olanların hepsini anlattım. Birkaç kez Sandalye'yi hiddetle devirince sandalyelerin bacakları kırılmıştı.

 

Garsonlara ben ödeyeceğim deyip mutfağa gitmelerini söyledim. Allah'tan babamın tanıdık yeriydi burası iş görüşmesine gittiğim için birkaç kez biliyordum. Böyle anlarda restoran boşalıyor sadece bizim için açık kalıyordu. Zaten çok oturmazdık 2 saati geçmezdi.

 

 

Babamı sakinleştirmeye çalışırken "Baba az sakin ol da! Ne ediyisin yav bir dur" dedim omuzlarımı dikleştirerek. Ah be babam, bilsen gece neler yapacağımı asıl sen beni sakinleştirirsin.

 

 

Babam sakinleşmeye niyeti yok gibi habire "kesicem o Amınakoduğumun puştunu" diyip duruyordu. Haklıydı hergün yüzlerce belki de Binlerce kız çocuğu zorla tecavüz'e uğruyor zorla evlendiriliyordu. Ayaklarının üstünde duracakları yerde ayaklarını kesiyorlardı.

 

 

Allah belanızı versin.

 

Vermezse ben belanız olacağım.

 

 

Babamı sakinleştirmeye çalışırken çalan telefonum ile babam susmuştu.

 

Arayan Rıfattı.

 

"Efendim Rıfat" dedim gür bir ses ile.

 

Arayacağını zaten biliyordum babam ismet denilen şerefsizi limana götürdü sanıyordu ama yanıldığı bir konu vardı ki onu depoya götürecekti Rıfat.

 

"Tamam geliyorum birazdan az beklesin, ben gelene kadar başla sen" dedim ve telefonu kapattım.

 

 

Babam meraklı gözlere bana bakınca "Birşey olmadı baba limanda ufak bir sorun çıkmış halletsin dedim bende ben gelene kadar" Babam pek inanmasa da birşey sormadı. Bende üstelemedim. Ayağa kalkarken "Demir Nasıl?" diye sordu. Biliyordu oraya gittiğimi dahası ona neler hissettiğimi, acımaktan öte ona garip duygu ile neler yaşadığını anımsadıkça bunları yaşatan kişileri öldürme istediğim günden güne gün yüzüne çıkıyordu.

 

Soluklanarak "iyi gibi baba, ama değil" dedim kısa tutarak cümlemi.

 

 

Babam başı ile onaylarken ona kısa bir bakış attıktan sonra restoranttan dışarı çıktım. Rıfata kısa bir mesaj atarak arabama bindim.

 

 

-geliyorum hazırla.

 

 

Rıfat Aslan - Tamamdır Reis

 

 

Süratle ilerlerken ona yapacaklarımı düşünüyordum aslında planım bu şekilde değildi biraz da havam olsun demiştim ama maalesef olmamıştı.

 

Tam olarak yemek yiyecek ve ben yemeğime devam ederken adamlarım gelip onu alacak ve bagaja tıkacaklardı. Olmamıştı. Neyse ki yapacaklarımı düşünürken mutlu hissediyordum. Psikopat değildim, ama masumlara.

 

 

Şerefsiz insanlara dayanamama özelliğim vardı. Nerede bir orospu çocuğu görsem masum kelimesi onun yanından geçmez sıkıştığında ağzından çıkardı.

 

 

Depoya geldiğimde bizim çocukların yine bağırıştığını duyuyordum.

 

"Ya sen şako musun aşko?" dedi Fırat itici gülümseme ile. İsmeti kollarının iki yanından çarmıha gerilmiş gibi yukarıda ki küçük vinçe asmışlardı.

 

Rıfat fıratın ensesine vurarak "bu da gay oldu he iyice fırsatçı Fırat" dedi.

 

Fırat bunu beklemiyor olacak ki "Amınakoyayım elinde İsmet İnönü gibi ağır az yavaş lan" dedi bağırarak.

 

Hakan kahkaha atarak "lan sen nereden biliyosun ismet İnönü tokadını" dedi elini birbirine vurarak.

 

Kahraman da hakan' a katılarak "Harbiden lan ismet İnönü Ne alaka?" diye sordu. Rıfat yumuşak siyah deri koltuğa oturarak ayaktakilere bakıyordu. Fırat bir anda triplenerek "ya of bıktım sizden şaka yaptım işte" dedi ve depoda olan diğer girişe gitti.

 

 

Hakan sandalye'yi önüne almış şerefsiz ismet'in önüne gelmiş çekirdek çitliyordu. Her zamanki gibi çekirdeksiz iş yapmaz yemekten önce bile çekirdek çitlerdi. Bağımlılık diye söylesek de kabul etmez seviyorum derdi. Fırat içeriden hala gelmemişti. İsmet ağzı bağlı olduğu için nefes bile zor alıyordu. Arka girişten yüksek bir ses geldi. " DEMİŞLER Kİ KRAL ÖLDÜ SÖYLESİNLER KRAL GERİ DÖNDÜ ULAĞĞĞNNN" diyerek beyaz çizgili Atletle, siyah eşofman ile giriş yapan kıraçtı. Hakan kıraç'a bakmış bir süre sonra ayağa kalkarak ismetin yanına adımlamıştı.

 

 

Fırat elinde limonlu sodalar ile geri geldi. Rıfat kıraç' bakarak "boş yapma da içeri gir" demişti. Kıraç yüzünü buruşturarak "Amınızakoyim sizin emi, bir fışkı yaptırmıyolar keyifle" diyerek deri koltuğa hakan'nın yanına gelip oturmuştu. Hakan sesli bir kahkaha atınca kıraç daha da sinirlenip ismete yumruk attı. O sırada kahraman ismeti vinçten indirip sandalye 'ye oturtmuştu. İsmet koca gövde'nin vermiş olduğu sarsıntı ile sandalyesin'den düşünce ağzından bir küfür savurdu. "ulan... Ulan siz benim kim olduğumu bilmisiiz gösterecem emme burdan bi çıkım" diye söylendi.

 

 

Fırat "Gardaşlarım soda açacağını bulamadım, ben diyorum ki şu bok birşeye yarasın Hanım reis gelene kadar" dedi kafası ile sağ tarafta yerde sümük gibi yapışan ismeti göstererek.

 

Hakan'nın hoşuna gitmiş gibi "tadından yenmez şimdi bir soda" elindeki çekirdeği göstererek "bununla iyi gider he" dedi sırıtarak. İsmet anlamış olacak ki kuş gibi çırpınmaya başlamıştı. Rıfat bir anda "OYNAK BALİNA GİBİ OYNAMA AMINAKOYAYIM ADAM GİBİ DUR" diyince kıraç lafa atlamış "E gardaşım adam olsa torunu yaşındaki küçük çocuğu karısı yapar mıydı?" diye sordu ayakta duruyordu hala.

 

 

Hakan çekirdeği az kalmış olacak ki "yav hadi artık aç sende bitti çekirdeklerim" Fırat ismete yaklaşarak yerde olan onu yerden hızlıca kaldırarak eli ile çenesini sıkıp ağzını açmasını istemişti. İsmet bağırıp çırpınırken kan tükürüyordu. Kıraç bu durumdan sıkılmış olacak ki "aç ağzını sikmim dimağını" dedi sertçe soluk vererek. İsmet hala direnirken hakan daha fazla direnememiş olacak ki çenesini tek tutmada açmıştı. Fırat gazozlar'dan birini almış ismet'in ağzına götürmüştü. "oğlum bir rahat dur lan, abartma Feriha acımayacak elim çok hafif benim" dedi sinirle kelimeleri bastırarak söylüyordu.

 

İsmet kafasını sağ sola çeviriyordu.

 

 

Rıfat yanlarına gidip yakından bakarken, kıraç deri koltuğa oturmuş uyuklamaya çalışıyordu.

 

İsmetin ağzını zorla açarken Fırat elindeki gazozu ağzına sokup dişlerini tırtıklı kapak kısmına koymuştu sağ elini kapağın üstüne sert ve hızlı bir şekilde vurdu. İsmet büyükçe inleyip, gözünden yaş gelmişti. 2 dişi yoktu kırılmıştı. Gözlerini yumup bağırarak yardım dinleniyordu. Rıfat "tçh tçh tçh burda sana kurban olduğum Rabbim'den başkası yardım edemez o da isteseydi şimdi ederdi. Elimize düştün dua et biz yine iyiyiz he reis gelince bağırsaklarını boynuna fiyonk yapacak" dedi ve sigara içmeye dışarı çıktı. Kıraç olduğu yerde sızmış, hakan ile Fırat kalmıştı yanlarında. Hakan biraz daha ister gibi "Hadi bunlar gitti içmez de reisim içer ona da mı açsak" diye sordu fırata. Fırat düşünür gibi yaptı. "açayım bedavaya açacak buldum artık açar açar dururum" dedi boğazın'dan gelen bir kahkaha ile.

 

 

Aynı şeyi bir kere yaptıklarında bu sefer alt çene dişleri'nin yarısı yoktu.

 

 

Zaten onlar yapmasa ben yapacaktım Rıfat beni görmüş olacak ki "Reis ne zaman geldin? Adamı getirdik içeride" konuşurken bir yandan sigarasını içine çekip burnun'dan dumanı veriyordu.

 

Sinirle "içme şu zıkkımı, öleceksin şu melet yüzünden" dedim saf sinirle.

 

 

Rıfat güler gibi oldu "öleyim be reis, ben ondan sonra zaten nefes alamadım ki varsın öleyim" dedi içli içli sigarasını daha da çok çekerken.

 

Buydu işte. Zamanında bir kızı sevmiş her hikayenin sonu gibi babası başka bir adamla evlendirmek isterken kız kendini asmıştı. Neslihandı adı söylediğine göre.

 

 

4 yıldır unutamadığı Neslihan. Hala dün gibi aşıktı ona, hala ölüm döşeğinde olsa su yerine onu isteyecek kadar aşıktı, sevdalıydı.

 

 

Ona unut dedim, "unutursam yaşayamam, unutursam nefes alamam kafamı her yastığa koyduğumda onunla uyuyorum. Yapma reis... Sen benden kalbini sök bana ver diyosun deme..." demişti. Bu konuyu hiç açmazdık bazen benimle birkaç kelam ederdi o kadar. Grupta herkes bilirdi Neslihan'ı ama kimse Rıfatın yaşadığı acıyı bilmezdi. Ben bilirdim, her gece mezarına gittiği, yorgun gözlerle buraya gelip gece geç yattım reis dediğini, her 8 Nisan'da benden izin alıp Balıkesir'e gittiğini... Bilirdim çok şey bilirdim. Neslihanla Balıkesirde yaşamak istiyorlardı evlenince oraya gidecekler, orada yaşayacaklardı.

 

 

Neslihan'ı doğum günleri hariç gitmezdi Balıkesir'e. O varken giderdi.

 

 

Rıfat gittiği her yere Neslihan'ı götürürdü aslında. Her anını onunla yaşamış gibi yapar, sayardı.

 

 

Kahraman içeriden seslenince ikimizde içeri girecekken başım ile burada kalmasını söylemiştim. Kısa bir süre bana bakıp sigarasından bir nefes daha aldı. İçeri girdiğimde herkes ayağa kalkmış beni bekliyorlardı.

 

"Ne bağırıp duruyorsunuz gerizekalılar" dedim hakan yattığı koltuktan kalkarak yerinde dikleşti.

 

Kahraman bana doğru "Reis bir daha beni bunlarla aynı kefeye koyma lütfen kalbim kırılıyo" deyince Fırat gülmüş "Ay götüm lağğnn sanırsın filozof efe amınakoyayım havalara bak" demişti.

 

Sinirle derin bir nefes alıp gözlerimi devirerek "Allahım sabır ver" derken arkamdan Rıfat girmişti. "zırvalığı kesin de" elimle işaret edip "şu sıfatını siktiğimin yüzünü bile görmek istemiyorum halledelim hadi" dedim ona doğru giderken.

 

 

Kıraç ciddi bir yüz ifadesi takınmış ve yanıma gelmişti. Kahraman ve Fırat ismet'in yanında durmuş zebani gibi dikiliyorlardı. Hakan ne yapacağımı kestirip anlamış gibi depo'nun içinde olan küçük kapıya doğru ilerledi.

 

Ismet'in önüne sandalye'yi ters çevirip otururken kafamı hafif geriye atarak ona gülümsemiştim. Bu yapmacık bir gülüşü. Dışımdan her ne kadar gülsem de içimden bir o kadar "gül sen gül götünu sikerken de böyle yayvan gülecek misin bakalım ismet efendi" diye geçirmiştim. Elinde bir kutu şarap ile gelen hakan kutuyu yere bırakıp açarken bana doğru itmişti.

 

 

Rıfat'a doğru dönüp "Geliyorlar mı?" diye sordum. Başıyla onay verince ismet'e dönüp "Senin için özel olarak hazırlattım. Çok seveceksin merak etme" Rıfat gelen telefon sesi ile kapıya doğru çıkarken kahraman halatları arka masaya doğru bağlamış, büyükçe bir sedye'nin yanlarına bağlıyordu.

 

İsmet gözlerinde gördüğüm o aciz korku ile kekeleyerek "N-Ne yapicisen bağa... Sen... Sen... beni niye bağladın ben bişi etmemişem" diyip zırlamaya başlayınca kahraman kafasına tokadı geçirmişti. Kıraç ve Fırat'a başımla depo'yu gösterince ikiside alacakları şeyi bildiğinden oraya gitmeye başladılar.

 

 

"Sen... Sen... Çok şey etmişsen ismet... Çok şey...sikinden büyük işlere kalkıştın... Şimdi... Sana göstereceğim torunun yaşındaki kızla evlenmek neymiş" dedim sırıtarak. Her söylediğim sözde daha da büyüyen gözleri yerinden çıkacak gibiydi.

 

İsmet bir anda" Yalan... YALAN YAPIYORSUN... BEN DEĞİLİM O... O BENİM KIZIM... YANLIŞ YAPİSEN, BAK BAK BABANLA ANLAŞMA YAPACAM BEN İFLAS Mİ ETMEK İSTİĞİRSEN" ağızı çıkana kadar bağırıp çağırıyor sandalye'nin yerinden sökülmesine sebep oluyordu.

 

 

Kahkaha atarken başımı geriye doğru yaslamıştım. Bir anda kahkaha sesim kesilirken boğazın'dan tuttuğum gibi yere sümük gibi yapıştırmıştım.

 

"BANA BAK... GÖZLERİME BAK... ÇÜNKÜ BİRAZDAN BENDEN BAŞKA İNSAN GÖREMEYECEKSİN. SENCE BEN İFLASI DÜŞÜNÜR MÜYÜM BÖYLE BİR OLAYDA, SENİ GEBERTMEZSEM RAHAT NEFES ALAMAM BEN ANLADI MI O FISTIK BEYNİN... ANLADIN MI LAN! KIZINMIŞ BOK KIZIN PİÇ KURUSU!

 

EĞER BUGÜN SENİ YAPTIKLARIN YÜZÜNDEN ÖLDÜRMESSEN ÜLKEMDE, BENİM ÜLKEMDE KADIN DİYE BİRŞEY KALMAYACAK, BENİM ÜLKEMDE KADINLARA SAYGI GÖSTERECEKSİN! BENİM KADINLARIMA İTAAT EDECEKSİN! SİZİN O BİZE KALKAN TARAFLARINIZI KOPARTIRIM LAN FERİŞTAHINI SİKTİĞİM! "sesimi yavaşça alçaltırken" şimdi... Sana asıl adamlığı göstereceğim"diyip boynun'dan tuttuğum gibi ayağa kaldırdım. Sedye'ye doğru giderken baldırıma yumruk atmıştı, olduğum yerde sendelerken kıraç ismet'e doğru gelerek boynun'dan tutmuş kedi gibi bir sağa bir sola sallıyordu. "LAN SEN CANINA MI SUSADIN SANA AZ ÖNCE REİS NE ANLATTI OMURİLİĞİNE SIÇTIĞIM!" diye kükredi adeta.

 

 

Kıraç ismet'i Sedye'ye firlatırken kahraman sedye'nin yanında duran halatlarla ellerini, bacaklarını bağlamaya başlamıştı. İsmet her ne kadar çırpınsa da fayda etmiyordu hakan daha fazla dayanamamış olacak ki ağzını bantladı. Rıfat arkasında 5 kişi ile gelirken yüzüm istediği hali alıyordu. En arkada gelen Behran ile daha da çok gülümsemiştim. Gelenler sırası ile Behran, Cenk, çolak, Şadan, Oktay idi.

 

 

Behran geldiği gibi hızlı adımlarla yanıma ulaşmış sıkıca bana sarılmıştı.

 

 

"yavru ceylanım çok özledim seni be!" diyerek bir daha sarıldı. Hafif kıkırdadıktan sonra kendime gelerek "bende özledim ama şimdi görmen gereken birşeyler var" dedim elimi eline geçirerek onu sedye'nin olduğu yere getirdim. Arkamdakiler de gelince, "BUGÜN MÜKEMMEL BİR GÜN DEĞİL Mİ?" mutlulukla "TAM ADAM SİKTİRMEKLİK" diyerek ekledim. Bana garip garip bakarlarken bazılarıda bakmıyordu. Behran alışkındı bu tavırlarıma ama ilk defa böyle birşeye cesaret dişime evet bizimkiler hariç geriye kalanlar şaşkındı. Depoya yüzü siyah maskeli birkaç genç adam gelince yüzümde ki gülümse tehlikeli bir hâl aldı.

 

 

Behran tahmin etmiş gibi " lan ne yapacaksın amınakoyayım harbi misin sen?" diye sordu ona dönerek "Sadece izleyin sonra açıklamasını yapacağım" dedim ve arka tarafta olan Aynalı cam'a sahip olan kısma geçtim. Depo bir nevi sorgu odası gibiydi ama daha büyük ve daha karanlık...

 

 

Herkes cam tarafa gelirken hakan oflamış "öffff, çekirdeğim şimdi olacaktı" diye söylendi. Fırat hakan'a katılarak "kola da olsaydı ne iyi giderdi" dedi. Çolak sırıtıp "Harbi manyaksınız" dedi. Depo'nun kapısı açıldı ve içeriye yaklaşık 10 adam girdi. Arkadan çıkıp ismet'in yanına yaklaştım. Kulağına fısıldayarak "hediyemi beğendin mi ismoş? Sana özel adam getittirdim bak... 10 tane lan hadi yine iyisin." gülümsemem yüzümde daha da çok büyürken "O kıza dokunmaya cürret etmeyecektin o kıza karım diyen dilini siktiririm senin" sağ elimi sedyenin kalın çubuğuna vururken. Adamlar biri bana bakıp konuşmaya başladı. "Bu mu?" diye sordu. Kafamı evet anlamında salladım. İçlerinden birisi "genç olsaydı anasını satayım buruşuk görmekten bıktım artık" dedi gayri ihtiyari inleyerek. Şadan arkadan kahkaha atıp "ulan amınakoyayım ne yaptın sen manyak karı!" derken gülmeye devam ediyordu. Onlar bilirlerdi. Kolay kolay tehlikeli işlere girmezdim girersem o kimse hak ederdi sonuna kadar.

 

 

Adamlara doğru dönüp "rahat olun bu ruhunu siktiğimin dangalağını iyice benzetin."dedim ve arkaya geri döndüm. Adamlar kemerlerini çıkarırken ismet bağırdıkça bağırıyordu." YAPMA... GÖZÜNÜ SEVEYİM... YAPMA DUR... DURUN... NAMUSUM GİDECEK... ADAMLIKTAN ÇIKARIM YAPMAYIN... NOLUR... NOLUR... ÖLDÜRÜRÜM KENDİMİ... BOŞARIM ZEHRA'YI YEMİNLE BOŞARIM DURUN!" hakan rahatsız olmuş gibi "KES SESİNİ ZATEN HER TÜRLÜ ÖLECEKSİN BUGÜN" Behran hakan'a bakarak "burda tam olarak ne yaşanıyor bilmiyorum ama hakkettiğini anladım" dedi bir bana bir hakanlara bakarak.

 

 

Adamlar işini yaparken biz arkada konuşmaya devam ediyorduk. Yüzümüz oraya dönük değildi gerekte yoktu. İsmet bağırdıkça bağırıyor ağız dolusu küfür ederken bir anda boğuluyormuş gibi sesi geliyordu.

 

Bu daha hiçbirşeydi. Daha kötüsü hak ediyordu. Küçücük kıza karım diyen dilini olmayacaktı. Yatacak yeri olmayacaktı. Biliyordum onu öldürdüğüm için Urfa ayağa kalkacak ve belki de ölecektim ama umurumda değildi. Bir kız, bir kadın daha ölmeyecekti. Babam fena halde çok kızacaktı ama bana elinde sonunda hak verecekti. Ben düşüncelere dalmışken Rıfat bana doğru dönerek "Reis 30 dakikadır sana sesleniyorum iyi misin?" diye sordu. Değildim. Olmayacaktım. Ülkemde kadınlara rahat yoktu, Dünya'daki kadın gibi yaşamaya yer yoktu.

 

 

Bir şey söylemeden arka taraftan çıktım ismet öylece sedye'ye bayılmış duruyordu. Adamlar çoktan gitmişti. Gay bardan getirdiğim birkaç adam işime yaratmıştı. İçim hala soğumamıştı. Çolaklara dönüp "Beni evde bekleyin herkesi al git" dedim. Kimse kalmayacaktı burada. Behran reddeder gibi "Olmaz sen nereye ben oraya" diye çıkışınca "kızım işlerim var gelicem akşama... Hadi Behran zorlama beni" dedim onlara gidene kadar arkalarından baktım.

 

 

Arabalarına binip giderken kahramanlara dönüp " Benimle gelin oldukça uzun işlerimiz var" diyerek önden gitmeye başladım. İçeriye girdiğimizde kahraman Depo'nun kapısını kilitlemişti. Kıraç ismet uyansın diye suratına tokadı basınca ismet derin bir nefes alıp kabus görmüş gibi hemen doğrulmuştu.

 

"N-Ne.. Ne.. Yapıyorsunuz Allah için bırakın beni kulunuz köpeğiniz olayım bırakın beni namusum gitti daha ne istiyorsunuz ben milletin yüzüne nasıl bakınca" diyip ciğerleri çıkana kadar ağlamaya başlamıştı. Ağlasın köpek!

 

 

Kıraç sinirlenerek "Ağlama lan oç" deyip kafasına tokadı geçirdi. Kahraman Aletleri getirip masanın üstüne bırakmıştı. Fırat dışarıda bekliyordu kan kokusu sevmezdi.

 

Rıfat, kahraman, kıraç, hakan ve ben kalmıştık. "seni ameliyat yapacağım ismoş kız iyisin valla bak bedava he gram para vermeden yapacağım" dedim gülerek. "hemde nereni biliyor musun?" dedim elimle aşağı tarafı göstererek. kahraman "Reis, En iyisini sen bilirsin ama yaparken yüz nakli de mi yaksak ne dersin bu sikik bu suratla yaşayamaz zaten" diye sordu.

 

Kıraç suratını buruşturup" midesiz olma bu kadar nesin oğlum sen terminatör mü? "dedi. İsmet avazı çıktığı kadar bağırıp duruyordu. Kıraç tek eli ile çenesini sıkıca tutarak" Bana bak ben diğerlerine benzemem sinir hastasıyım dilini kesip ağzını dikerim torba gibi kes sesini amınakoduğumun yavşağı! "diye uyardı. Tabi buna uyarma denirse.

 

 

İsmet bir anda suspus olup birşey demeden sessizce iç çekerek ağlamaya başlamıştı. Hakan sırıtıp" Aferin lan böyle ol işte canımı ye "diyince Rıfat" canını yemesen olmaz bi o kaldı yemediğin "dedi söylenerek. Hakan alınmış gibi dudaklarını büzerek" Ama minnak mı minnak kalpçiğimi kırıyorsun hakoşum" diyip elini alnına götürerek bayılmış gibi kendini hafifçe yere doğru eğdi. "Kahraman'ım gel kurtar beni bundan" deyip kahraman'nın üzerine doğru bayılmak için eğilmişti. Aklıma aniden birşey gelmişti. "LAN!" dedim bağırarak. Rıfat tip tip bakarak "en başında bağırmanız lazımdı anasını sikeyim şimdi mi aklınıza geldi" diye homurdandı. "Sus bi kafasında ki damarı siktiğim... Bu zamana kadar bu kanı bozuğun sülalesi'nin öğrenmesi lazımdı. Saat gece olacak hala tık yok, bu işte bir bokluk var Rıfat araştır bakalım" dedim gözlerimi tek bir yere odaklayarak. Kıraç'da benim gibi şaşırmıştı. "Reis haklı beyler adama el koyalı kaç saat oldu ortada kimsecikler yok çoktan etrafımızı sarmaları gerekiyordu nerde bunlar amınakoyayım!" hem Şaşırmış hemde sinirlenmişti.

 

 

Sinir hastası demeden sinir hastası olduğunu belli et.

 

 

Rıfat ve kahraman depo'dan çıkmış 4 kişi kalmıştık. Rıfatlar çıkarken onlara seslenmiş" BİRİNİZ DIŞARI'NIN SOĞUĞUNDA BEKLEYEN GERİZEKALIYI ÇAĞIRSIN "Rıfat başını sallayıp depo'dan çıkıp Fırat'a bağırmıştı. Fırat içeri girince işaret ve baş parmağı ile alnını tutunca" Ayy fenalık geçiricem şimdi, kaptan bitti mi ya? Eminsiniz değil mi yerde sümük gibi akan beyin görmek istemiyorum"

 

 

Hakan Fırat'a bakıp "göremezsin zaten sende olmayan şeyi nasıl göreceksin Mal!" diye takıldı ona. Koltuğa doğru ilerleyerek rahatça oturmuş karşımdaki döl israfına bakıyordum.

 

Elimden kurtulamayacaktı aşireti gelse ne olurdu sanki, alt tarafı ölürdük anasını satayım.

 

 

Gözlerimi kapatınca döl israfına yapacağım yaratıcı şeyler arıyordum.

 

 

Hakan yanıma gelmiş "Reis, İdris reis öğrenince taşaklarımızı törpüleyecek biliyorsun değil mi?" diye sordu sesinde korku hissediyordum korkmakta haklıydı sonuçta İdris Şanovaoğlu benden daha deliydi sadece pek göstermezdi.

 

 

Tek gözümü açıp hakan'a doğru baktım. " biraz daha yanımda durup korktuğunu belli edersen babam yerine ben yapıcam. Hemde direkt depo dışındaki tellere asarak." dedim tek gözümü geri yumdum. Uykum fazlası ile vardı ama ilgilenmem gereken bir bebek vardı. Uykumun içine etmişti.

 

 

Hakan yavaştan yanımdan kalkarken bu sefer kıraç yanına gelerek yüzüme eğilmiş bir şekilde" fahroş ne yapacağız bu dangalağı? "diye sordu.

 

Dibimde ne işi vardı bunun? Ayrıca ona kaç kere demiştim fahroş deme diye! Elimde kafasına tokat atarken gözlerimi açmıştım." uyku haram bana, kaç kere dedim sana fahroş deme diye salak herif böyle ortamlarda karizmamı mı çizeceksin? " masum masum kirpiklerini kırpıştırıp bana bakarken bir anda ellerini iki yanağıma koyarak balık gibi sıkmaya başlamıştı. "ay ay ah yerim senin karizmanı... Büyümüş de karizması olmuş... Fahroş ayıp değil mi Salak falan hayırdır? Abin yaşındayım ben senin biraz hürmet et bana salak kız!" diye sesinde biraz kızgınlık çoğunlukla eğlenir gibi bir ifade vardı.

 

"Yaaaaa! BOROK OĞZOMO! SOLOK SONSON! MAN KAFA!" kıraç elini yanağından çekmiş fahriye rahat ve derin bir nefes almıştı.

 

 

Oturduğu yerden ayağına bir tekme geçirmiş "Astımım ben öleyim mi şuralarda" gözü ile işaret ederek "daha bu suratına işediğimi halledemeden" dedi fahriye. Kıraç düşünür gibi "abartma Feriha... Kolay kolay ölmezsin sen hepimizi mezara koyar üstüne çıkıp horon tepersin amınakoyayım" demişti. Gamsız!

 

"AHAHAAHAH ÇOK KOMİK" elimle kalçalarımı işaret edip "Bak ikimizde Çok güldük bundan sonra oraya konuş dinlemek istemiyorum senin iğrenç - 30 derece esprilerini" deyip ayağa kalkarak ismet'in yanına gitmiştim.

 

Bu da benden ne çekti he saatlerdir!

 

 

Yanına vardığımda "Naber lan orospu çocuğu" diyerek güldüm. İsmet kem küm ederek bana bakıyor ardından arkamda kalan yarmalara bakıyordu.

 

"Ne bakıyorsun amınakoduğum" dedim hala gülmeye devam ederken.

 

Kelimelerini seçmeye çalışıyordu bu hali komikti biliyordu o da ağzından çıkan tek bir kötü laf kıraç tarafından yutulurdu. Sağ eline bakıp "Hangi elinle zehra'ya yüzük taktın?" diye sordum. Bön bön suratıma bakarken elimle sedye demirine vurdum. "HANGİ. ELİNLE. YÜZÜĞÜ. TAKTIN DEDİM... YA DA DUR YÜZÜĞÜ HANGİ PARMAĞINA TAKTIN!" diye sordum tek tek. "YAL... YAL... YALVARIRIM YAPMA... AYAĞINI ÖPEYİM YAP.... MA..." diye sızlanmaya başladı. Yüzüme tiksindiğimi belirttiğim bir ifade takınarak "ıyy siktir git! Fetişçi 36,5 seni! Boşuna yalvarıyorsun ismoş birgün yaptıklarının cezasını çekeceksin zaten sadece ben birazcık çok azıcık ileriye sardım sahneyi o kadar "dedim" Bana yalvarma gittiğin cehennemde zebanilere yalvar diyeceğim de sen onları da baştan çıkarırsın! Kaşar piç!" iğrençti. Şerefsiz puşt!

 

 

Daha fazla konuşmadan sağ elinde ki 2 parmağı tutup geriye doğru bükmüştüm. Daha da kıracaktım nasıl olsa gün doğana kadar vaktim vardı.

 

Tabi saatin şuan gece yarısına az kaldığını varsayarsak. Parmaklarını kırdığımda yüksek sesle ağlamaya hatta anırmaya başlamıştı. Başında öylece ruhsuz gibi ona bakıyordum.

 

"Ne oldu ya? Niye bağırıyorsun ismoş? Diye sordum şaşırmış gibi yaparak. Kıraç arkamdan gelip" Ni ildi işmiş? "diye taklidimi yapıyordu. Vay şero!

 

 

Refleksle başımı ona çevirdiğimde" sikerim o ağzını rahat dur "dedim gözlerimi belerterek. Kıraç gevşek gevşek gülerek" ohh misss! Hep bu anı beklemiştim nerede yapacaksın kelebeğim "hala sırıtıyordu.

 

Hakan'a başımı sallayarak kıraç'ı yanımdan götürmesini söylemiştim. Hakan kıraç' ı kolundan tutarak dışarıya götürüyordu. Ben, kahraman ve Fırat kalmıştık. Fırat" Kaptan izin ver ben yapayım şuna bir iki hamle içimde kaldı sıçamıyom ya"diyerek depo'nun arkasında kalan Maçka'yı getirmişti. Maçka... Trabzon Maçka da bulmuştuk bu Pittbul'u adı da öyle kalmıştı. Kimsesiz köpekti bizimle beraber kimsesiz olmamış herkesi olmuştu.

 

 

Simsiyah teni, gri, mavi olan gözleri ile korkutucuydu. Çokça salyası akardı, bolca et ile beslenir bazen benim ile denizlere yelken açardı. Fırat Maçka'yı bakarak bir ıslık çalıp "Maçka hadi oğlum... Göster hünerlerini" sırtını sıvazladı. Maçka çok insan seven biri değildi küçük yaşlarımda babam ile bulmuştuk zaten. O zaman da derisinde birkaç kan ve morarma görmüştük ya hayvanlar saldırmıştı ya da hayvandan farkı olmayanlar...

 

O zamandan beri ben ve Fırat hariç kimseye kendini ellettirmez, dokunturmazdı. Fırat'ı ısıra ısıra alışmıştı tabi. Defalarca kuduz aşısı olmaya gitmiş en sonunda "Yeter amınakoyayım! Götüm delindi iyice bir daha bunu sevmeye kalkan ne olsun. Alışsın diyorum yok illa bir tarafımı ısıracak hayır göt kalmadı yemin ederim reis şuan bak lan!" diyerek arkasını döndü. Kırmızı mavi karışımı boxer ile bakışınca hönkürerek gülmüştüm tabi o zamanlar.

 

 

Maçka denileni anlamış gibi bir bana bir Fırat'a bakıyordu. Hırlamaya başlayarak ismet'in yanına yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

 

" görüyorsun değil mi? Götünu kurtaracak kimse yok, emin ol benim bile sözümü dinlemez saldırı anında götünu kemiğinden ayırır yalan söylersen fark eder kafanı yerinden kopartır ismet gülgören... O yüzden bana herşeyi anlatacaksın. Anlatmazsan ölürsün, anlatıp yalan atarsan yine ölürsün seçim senin "dedim hala maçka'ya bakıyordu. Biraz yalan dolan'dan birşey olmazdı tabi saldırı anında benim sözüm hariç kimsenin sözünü dinlemezdi. Ne yaparsan yap bir kere ağzına aldı mı bırakmazdı vahşilik doğasında vardı.

 

 

Masum bir köpek değildi bir pittbuldu o.

 

 

İsmet kahraman'a bakmış ardından fırat'a... " doymadın Galiba sen" dedi kahraman sessizliğini bozarak. Fırat Maçka'ya bakıyordu. Elinde tasma ile öylece duruyor Maçka'nın hareketlerini kestirmeye çalışıyordu.

 

Zeki bir hayvan'a aptal bir bakıcı düşer. "gece oldu seni bekleyemem anlatacaksan anlat yoksa her bir yerin eksilirken anlatmak zorunda kalırsın" dedim. Fırat hala Maçka'yı tutuyordu. Maçka tek bir hamlesi ile ismet'i yok edecek kadar yakındı ama sözümden çıkmazdı. "Parmak... Parmaklarımı... Sarın... Kan kaybından ölücem" dedi sesi eski canlılığını kaybederken. "bizimle anlaşmak mı yapıyorsun büllüğüne flüt soktuğum" kıraç, Maçka da onunla beraber sinirlenmişti.

 

 

Kahraman kısa bir bakış atıp "sabah namazı kıldırmayacaksın . imamlığı kes yavşak herif!" diye yüksek sesle konuştu. Kıraç bir anda gülerek şu klasik espriyi yapacaktı ki kahraman "ağzını açarsan Maçka'yı üstüne salarım" diye tehdit etti. Kıraç üzülmüş gibi "ya bıktım sizden ya! Söyleyeyim işte ne olmuş yani dayanamam çatlarım yeminle!" diye kendini savundu. Kahraman bezmiş gibi "ben gidiyorum reis, kapıdayım" diyip dışarı çıktı. Fırat "hay senin zihniyetine sokim" diyince kıraç "ne yaptım ya! Aptallar soğuk espriden hiç anlamıyorsunuz!" diye konuştu.

 

 

Alnımı sıvazlayarak "Allahım ne suç işledim ben?" dedim kafamı yukarı kaldırıp alnımı hala ovalarken sonra aklıma gelmiş gibi elim hala alnımda ismet'e baktım. "işlemişim lan!" dedim bağırarak. Bela üstüme çekiliyordu.

 

Kıraç "Reis ne yapacağız bu sünnetsiz imkansızı" diye sordu. Ne yapacağımı bilmiyordum bu sefer.

 

 

Kadınlara, bizlere yaptığının aynısı ona yapmıştım. Pişman mıydım? Hayır elimde olsa bir kere daha yapardım.

 

Kadındık biz... Kadın ne kadar da alt tabaka kalıyordu halbuki Atam derdi ki kadınlar baş üstünde taşınmaya layıksınız. Atam özür dilerim... Onların yerine ben özür dilerim.

 

Çünkü uğruna kan döktüğün ülkede her gün kadınlar tecavüze, tacize uğruyor. Kendi ülkemizde ki erkekler yüzünden... Bunlara maruz kalıyoruz.

 

 

Uğruna almak için kan döktüğün ülkede kanımız dökülüyor...

 

Canımız yakılıyor...

 

 

Fırat "iyi misin?" diye sordu. İyi miydim? Hayır değildim. Nasıl olacaktım? Kansızlar kanımızı emerken nasıl olacaktım? Başımı sağ sola sallayıp "değilim" dedim. Doğruysa doğru söylerdim saklamak benlik değildi. İyi olmadığımı zaten anlarlardı.

 

 

Ve ben hiç iyi değildim.

 

 

Elleremi dizlerime vurarak ayağa kalktım. "Varili hazırlayın" dedim depo'da sesim yankı yaparken. Yapacaktım. Bir yemin vermiştim.

 

Ve tutacaktım.

 

 

Fırat yanıma gelerek "yapma... Diri diri gömelim ama bunu yapma" dedi gözlerini gözlerimi turlarken. Kesin bir dille "yapacağım bir yemin ettim onu öldürmekten daha beter yapacağım bir yemin verdim." dedim soğukkanlı duruyordum.

 

 

Kahraman içeri girmiş fırata ve bana bakıyordu. Söylediğimi tekrar ederek "varili getirin" dedim. İkisi birbirine bakıp omuz silkerek varili almaya giderken kıraç birkaç odun getirmişti.

 

Depo'da asılı duran iki vinç demirlerinin tam altına odunları koyarken ismet bağırmaya, ağlamaya

 

 

"gözünü sevem yapma... Sık kafama... Yaşayamam böyle ama yapma..nolursun... Yap... Ma..."nefesi kesik kesik olunca" lütfen... Bir daha dönmem buralara Gürcistan'a kaçarım... Zehra'yı da sana bırakıram ne olursun... Çocuklarım, Karım var benim... "nefesi yetmeyince deri sedyeye uzanarak derim nefes alıp tekrar konuşmaya başlamıştı.

 

Bağırarak konuşması içimi daha da öfkelendirirken sesimi çıkarmamış öylee onu dinliyordum.

 

 

" YAPMA SENİ OROSPU! KALTAK ALLAH BELANI VERSİN! BENİ ÖLDÜRÜRSEN SENİ YAŞATIRLAR MI SANIYORSUN HA! BULURLAR SENİ AİLENİ YAŞATMAZLAR. BİR AĞAYI ÖLDÜRMEK KOLAY MI LAN! KALTAK BAK BANA. NE O ZEHRA YERİNE SENİ ALMAYINCA CANIN MI YANDI YOKSA" son söylediği ile kafamı aniden ona çevirince korkusunu görmüştüm. Deli gibi korkuyordu benden.

 

 

Histerik bir gülüş ile ona aldanmadan gelen ikiliye bakmıştım. Kıraç odunları getirip ateşi yakmıştı. Kahraman ve Fırat koca varili getirirken Rıfat da gelmişti. Benimle beraber sedye'ge doğru ilerlediginde aklımda sadece oturup bir sigara yakmak vardı.

 

Kollarından tutup ayağa kaldırırken Rıfat zincir ve halatları sökmüş ayağa kaldırmıştı ismet'i.

 

 

Bana bakarken birden ayağıma kapanmıştı. Sümükleri botlarıma akıyordu. Ayağımla kafasına vurunca inleyip daha da ağlamaya başlamıştı. Kıraç tuttuğu gibi onu yerde sürükleye sürükleye varilin yanına götürünce direnmeye birkaç kere kıraç ve kahraman'a vurmaya başladı.

 

Rıfat varilin kapağını açarak yere koymuştu. Zorlanarak da olsa ismet'i varile tıkınca Fırat bana "emin misin" bakışı atmaya devam ediyordu. Gözlerimi kapatıp açarak onu onayladığımı belirten bir hareket yaparak kabul etmiştim. Varilde ufak tefek deliklerde olsa iş görürdü.

 

 

Benzin'i almaya giderken aklımda sadece babam vardı ve ruhumda yaşayan kadınlar. Benzin'i küçük deliklerden dökerken üstte ki delik daha büyük olduğu için çoğunu oradan dökmüştüm. İsmet'in kafası benzin ile sırılsıklam olunca varile sert sert vurmaya başlamıştı. Hala yalvarıyordu. Zar zor vinçlerin oraya götürüp asmıştık. Ateş yavaş yavaş daha çok yanarken kahraman "reisim pişmiş insan eti mi yicez?" diye sormuştu. Fırat "aynen amınakoyayım her tür et bitti şimdi de orospu çocuğu eti yicez ağzının tadının olmadığı seçtiğin etten belli bok suratlı!" diyip dudaklarını büzerek yukarıya kaldırmıştı.

 

 

Ateş yanarken ismet'e vurduğu için çığlık atarcasına bağırmaya inlemeye başlamıştı. Sandalye'yi çekip otururken diğerleri de bana bakıp oturmuşlardı. Ortalık hafif Duman kokuyordu. Kıraç siyah deri koltukta otururken "şimdi ne yapıcaz?" diyerek bana sormuştu. Sigaramı çıkarıp tek elimde sigara tutarken kıraç'a doğru bakmıştım. "gidiyoruz birşey olmayacak" dedim oturduğum yerden ayağa kalktım ve çıkışa doğru ilerledim. Kahraman bağıracak gibi olsa da sesi kesilmişti bir anda.

 

 

Fırat ona doğru "aklındabir şey var yoksa böyle rahat davranmaz" dedi

 

Hepimiz dışarıda beklerken ismet çığlık atmaya devam ediyordu. Sanki sikiyorlar ismet ne bu çığlık! "çakmağınız var mı?" diye sordum onlara bakarken. Kıraç cebinden çıkarmış bana uzatmıştı.

 

 

Elimde ki sigara ile çakmağı ateşe verip sigaramın ucunu yakmıştım.

 

İçime derince çekerken derin bir nefes almıştım ki buna şuan oldukça ihtiyacım vardı. Elimde olduğu gibi duruyordu çakmak.

 

 

Depo'ya geri giderken "gelmeyin" dedim ve içeri girdim. Etraf alev yavaştan alev almaya başlarken kalan yerlere de benzin dökerek alevin artmasını sağlamıştım. Elimde kalan sigara paketi ile 3 tane daha çıkararak yan tarafımda olan alevlere doğru sigaraları tutup yakarak oradan çıktım. Dışarı çıkarken dumandan hafif öksürüp yanlarına gitmiştim.

 

Fırat "salak mısın sen ne diye geri gidiyorsun lan!" diye uyarınca ona bakarak "sigaralarınızı yaktım sizin için ,değerimi bilin maloğulları" diyerek gülmüştüm. Onu o halde görmek istemiştim aslında asıl cehennemi görsün istemiştim. Kadınlara fahişe gözüyle bakan adamın bir kadın tarafından öldürülmesini istemiştim.

 

 

İçten gülüştü bu.

 

 

Hepimiz aynı anda elimde ki hala yanan sigaralara bakarak gülmeye başlayınca ortamı araba sesleri doldurmuştu. En az 7 araba vardı.

 

Hepimiz ciddiye dönerek onlara bakmıştık elimde ki sigaraları yere atıp ayağımla ezerken keyfimin içine sıçmışlardı. Araba'dan biri inerken kıraç "Aha geçmiş olsun sıçtık" demişti. Fırat ve kahraman da ona katılarak "sağdan soldan artık..." diyip susmuşlardı.

 

 

Ben hala o adama bakarken "Hanımefendi siz Fahriye Şanovaoğlusunuz değil mi? Merak etmeyin bizi, size seve seve yardımcı olacak, güvenilir biri gönderdi. Siz gidebilirsiniz depoyu biz halledeceğiz" diyip adamlarına el işareti yapmıştı. Adamların hepsi Araba'dan inerek Depo'ya doğru giderken ben hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

Kıraç şüphe içinde adama doğru bir adım attı. "siz kimsiniz lan?" diye sinirle sordu. Adam tekrardan sakin tavırı ile "dediğim gibi beyefeni bizi size yardımcı olmak için gönderdiler merak etmeyin lütfen" diyerek konuşmasına devam etti. " biliyorum şaşkınsınız gerekli açıklamayı Arabaya bindiğiniz vakit alacaksınız adamım size gerekli herşeyi anlatacak ancak daha fazla vakit kaybetmeden lütfen arabaya binin fahriye hanım." dedi.

 

 

Sonunda konuşarak " umarım sandığım gibi olur" dedim ve yavaşça arabaya yaklaştım. Kahraman omuzumu tutarak "Reis emin misin bunlar tavuk dönerin adamları olmasın" diye sordu sessizce kulağıma. Fırat bir adım one çıkarak "Ya siz onu adamlarıysanız nerden bilicem kim olduğunuzu bu devirde kim kimin adam öldürmesine yardım eder amınakoyim, yardım boyutu aştı kendini iyice!" dedi. Kıraç tam tersi "asıl böyle yardım mı olur amınakoyim" diyerek sinirle soluyarak adamlara baktı.

 

 

Adam bu sefer hiçte sakin olmayan bir ses ile "la yeter! Ne dırdır ettiniz binin arabaya işte ne zorunuz var asıl ben ortalığın amınakoyim yav! Nedir benim bu çektiklerim hayır açıklama yapıyorum sakin sakin ne diye benim Angara damarımı çıkartıyoruz la gardaşlar! Binin arabaya alın cevabı bizde halledelim buraları! Adamın külleri kalmadı hala buradasınız geçin artık kurban olim! "diyerek en sonunda çileden çıkmıştı.

 

 

Kahraman gülerek" Adamıda iki dakikada delirttik "dedi. Kıraç" şimdi oldu, şimdi sevdim seni he yiğidom "diyerek adamın yanına gidip omzuna vurmuştu. Adam" valla mı la? "diye sordu samimi bir şekilde." essah la"dedi kıraç. Rıfat "la'nıza koyim binin artık başım şişti polisler gelince de naber la dersiniz " diyerek arabaya doğru ilerledi. Kahraman ve kıraç bana bakarken bende şuanlık birşey demeden arabaya bindim.

 

 

Acaba başımıza daha ne gelebilirdi?

 

Ama ondan önce bana yardım eden kişi kimdi? Kıraç'ın demesi gibi böyle yardım mı olurdu ulan? Kimdi bu?

 

Neden bana yardım ediyordu? Çıkarı olmasa etmezdi? Peki ya kimin benimle bir çıkarı olurdu ki? İşte onu öğrenecektim.




 

🍃

 

 

 

Hepinize selamın aleyküm🦾arada mahalle ağzı ile yazılmış yerler var bunlari bilerek yazdım ❄️

 

Bu kurgum dediğim üzere daha önce aklımda olan bir kurguydu.

 

 

Yaklaşık olarak 8-9 yıldır wattpad de vardım Ve hayatımın son 5 yılıdır yazıyorum ilk yazdığımda wattpad hesabım yoktu tabi sadece okuyucuydum. İlk kitabımı yayınladım sonra sildim dbsgssvs sonra başka yayınladım yılların acemi kitabı tabi hala duruyor hesabımda. Çokça kurgum var ama okunmaz ya da beğenilmez diye atmıyorum.

 

 

Ve şunu tekrar dile getireyim kimsenin kitabından alıntı yapmadım çok şükür kimsenin hakkına göz dikmedim bu yaşıma kadar. Sadece eminim ki ileride kitap büyüdüğü zaman elbette şu kitaba benziyor gibi sözleri duyacağım. Her güçlü kadın, illa bir kurgudan alıntı değildir arkadaşlar söylemek istedim sadece.

 

 

Wattpad de vs. güçlü bir kadın çok az gördüm ve okudum bende yazmak istedim bana göre bir watty erkeği hep güçlü olacak diyebilirim şey yok kadında olabilir hatta bin kat daha güzel olur. Yazdığım bu kitap iki tarafın da güçlü olduğu bir kitap biri bedenen, biri de zihnen.

Bol bol yorumlarınızı bekliyorum açıkçası merak ediyorum da.

 

Loading...
0%