
''Vedalar gözüyle sevenler içindir, çünkü gönlüyle sevenler AYRILAMAZ!''
-MEVLANA-
-ALAZ-
Gün geceye veda ederken, benden alıp götürdükleri canımı fazlasıyla yakıyordu. Olumsuzluklar yakamı bir türlü bırkmamış aksine daha çok sahiplenir olmuştu sanki beni .
Elime geçen bütün güzellikleri kaybetmeye mahkummuşçasına yaşıyordum günlerimi. Buna belki hata, belki salaklık, belki de korku diyebilirdiniz.
Aynı şeyleri yaşama korkusu etrafımı çepeçevre sardığında, her ne kadar yenilmek istemesem de bu duyguya, yine ve yeniden ağlarına düşürmeyi becerebilmişti maalesef beni.
İstemedim.... Korktum... Kaçtım... Adına ne demek isterseniz artık ama bildiğim tek birşey var ki çok yoruldum.
Sanki dünya dönmeyi bırakmıştı, o bu odadan kapıyı çarpıp çıktığından beri. Akreple yelkovan kendi etrafında dönse de, benim için durmuştu çoktan.
Kendi ellerimle yıkmıştım bu sefer herşeyi.
Hayatımı zindan eden o kadın! Zehirli bir sarmaşık misali, sarmıştı yine bütün benliğimi. Oysa ki tek isteğim, yıllardır kıpırtısını dahi hissetmediğim yüreğimin, bir orman misali yemyeşil bakan gözlerde çırpınışıyla heyecanlanmaktı.
İlk başta kaçtım. Kabullenmek istemedim ama 'belki 'dedim. 'Belki olur Alaz neden olmasın? dene ve gör.'
Birşeye dikkatlice bakarken istemdışı açtığı, kalbi gibi kocaman olan zümrüt gözler nefesimi kesmeye yetti.
Sesi hala daha kulağımda. Görüntüsü sanki karşımda. Farkında olmadan o kadar kırmışım ki, bu acı yakıp kavuruyor beni.
Şu an yanımda olsa, bu zamana kadar sırf benzer şeyleri yaşamak korkusuyla kaçtıklarımı inadına yaşamak isterdim. İlk başta ona doya doya sarılmak, o kendine özgü kokusunu solumak, onunla bir bütün olmak!
Diyorum ya kaybettim! Bu sefer kendi ellerimle mahvettim!
Elveda zümrüt gözlü sevgilim. Yolun bahtın her daim açık olsun. Ben yenildim ama... Dilerim ki sen, hep mutlu ol...
*****
Dakikalar saatleri, saatler ise günleri kovalıyordu. Tam bir ay...
Dile söylemesi kolay, yüreğe acı...
Çisem gitti.... Tıpkı ismi gibi... Çiseleyen bir yağmur damlası gibi kayıp gitti hayatımdan!...
Her geçen gün daha çok hissettim yokluğunu, özlemini. Meğer ne kadar çok yerini kaplıyormuş benliğimin. Ben kendi içimde savaş verirken anlayamamışım bendeki o büyük yerini. Kimseyle konuşmuyor, bir şey anlatmıyordum. Ne de olsa birşeyleri içinde yaşamaya alışıktı bu beden. Farkındalar mıydı? Evet.
Birşeylerin yolunda gitmediğinin herkes bilincindeydi. Annem, iş yerinde problem olduğunu düşünüyor, canımı sıkmamam gerektiğini söylüyordu. Kadıncağız bilmiyordu ki içimde kopan fırtınayı.
Poyraz! Bilmemesi imkansız kişi. Bazen her ne kadar kıskanıyor olsam da aralarındaki samimiyeti. İyi ki diyorum yinede. İyi ki kardeşimi kendine dost bellemiş. En azından içindeki zehiri atabiliyor birilerine. Çoğu zaman bakışlarını yakalıyorum bana Poyrazın. Düşmanıymışım gibi süzüşleri oluyor. O zaman diyorum ki 'tamam Çisem bugün de iyi. En azından kusmuş zehrini başkasına.'
Yokluğu bana acı güzel sevgilim... Meğer ne kadar acı bir şeymiş bu sözcük. Aslında acı olan sözcük değildi belkide. Zamanım varken sana bunları doyasıya söyleyemek acıtan içimi.
Beş sene öncesi yaşadıklarımdan sonra, kendime aşılması zor sert duvarlar örmüştüm. Şimdi anlıyorum ki ben sadece kendimi kandırmışım. İncinmez sandığım kişiliğimden geriye eser kalmadı şu anlarda. Görünen görünmeyen her yanım yara bere içinde. Şimdi şimdi anlıyorum ki, öyle bir derinime işlemişti ki belli etmeden, yaram fena halde kanıyordu ama dermanım yoktu.
Her ne kadar çarem sen olsan da küçük sevgilim, bu adam uzak tutacak seni kendinden.
Şirkette masama oturmuş, beynimin içindeki savaşın sonlanmasını bekliyordum çaresizce. Kafamın içinde dönüp duranlar yetmiyormuş gibi, birde vicdanım girmişti devreye ve ben artık boğulma raddesine gelmiş gibi hissediyordum. Boynumda takılı kravatımı bollaştırıp, gömleğimin ilk iki düğmesini açınca belki rahat nefes alırım diye düşündüm. Her geçen saniye daha da zorluyordu oturduğum yerde durmak beni. Aklıma gelen fikirle sandalyemi geriye iterek bir anda kalktım. Ceketimi alıp bir hışım terk ettim bulunduğum ortamı. Bana iyi gelicek tek yer vardı farkındaydım ama çekiniyordum yine de yanına gitmeye ne de olsa çok uzun zaman olmuştu yanına gitmeyeli. Eskiden başım her sıkıştığında onun yanına giderdim.
O zamanlar benden bir hayli heybetli bedeni ve güçlü olduğunu hatırladığım elleri ile omzumu sıkıca kavrar;
'' Bu da geçer evlat, sıkma canını'' derdi. Şimdi de dese ya! Aynı şekilde kavrasa omzumu. 'Sen görmesen de ben burdayım, yanındayım dese! Koca adam olmuşsun ama hala akıllanamadın mı kereta ' dese mesela.
Diyemez ki!
Nasıl ve ne şekilde geldiğimi anlayamadığım yollar o kadar hızlı geçmiş ki, kendimi bir anda onun ebedi evinin yanı başında buldum kendimi.
Mustafa Şahin!
Babam!
Ellerim benden bağımsız isminin yazdığı mezar taşını buldu. Taşta ellerimi gezdirmek, sanki ona dokunmak gibi hissettirdi bir an.
Onsuz nasıl geçtiğini anlayamadığım yıllar. Oysa, o giderken bazı şeyleri algılamaya yeni başlamıştım. Şimdi ise kocaman bir adam olarak dikiliyordum yanı başında.
Ufak bir tebessüm kaçtı dudaklarımdan.
Ben geldim baba! Biliyorum ki görüyorsun beni! Ben seni göremesem de, varlığını hissedebiliyorum. Kızma bana olur mu?
Gelemedim, hatalıyım, seni çok yalnız bıraktım. İnan hiç biri isteyerek olmadı. Kendimce zor şeyler yaşadım baba!
Yapmamam gerekiyordu biliyorum ama kaçtım! Senin bana bıraktığın emanetlerini geride bırakıp gittim.
Sana verdiğim sözümü tutamadım!
Uzun zaman oldu seni rüyalarımda bile görmeyeli. Buradan anladım bana kızdığını biliyor musun?
Şimdi yanımda olsaydın, ben sana sıkıca sarılıp, kimseye göstermediğim göz yaşımı senin omzuna akıtsaydım. Ne iyi olurdu be baba!
Çok yoruldum. Kafamın içinde dönüp duran düşüncelerden, kuruntulardan, kısacası herşeyden...
Anlatsaydım sana dertlerimi olmaz mıydı?
Ben... Yine bir hata yaptım biliyor muısun? Kırılmayı, incinmeyi hak etmeyen en son kişiyi kendi ellerimle mahvettim! Ben önemli değilim de, onu çok kırdım galiba. Öyle bir esip gürledi ki, görmeliydin. O an ne kadar sinirli olsam da, bir yanım da gurur duydu onunla.
Son görüntüler birden zihnimde belirmeye başladı. En son kendini tutamayıp, ağzına gelen her şeyi sayışı.
Bulunduğum yere ait olmayan tebessüm oluştu dudaklarımda. Sanki daha çok hissettim onu özlediğimi.
Geldiğimden beri olan kuş sesleri sustu sanki bir anda. Etrafımdaki sessizliği bir süre dinlediğimde, hafif bir rüzgar başladı. Tüylerimi diken diken eden ama asla üşütmeyen bir rüzgardı bu. Anlamlandıramadığım bir huzur oluştu kalbimde bir anda. Kısa bir süre olanları beynimin içinde sorgularken, tam babamın mezarının üst kısmında kalan, asırlık çınar ağacından bir yaprak koparak omzumun üstüne düştü. Sanki bilerek bırakılmış gibiydi tam o noktaya.
Bir omzumun üstünde duran yaprağa, bir babamın mezarına baktım. O esen hafif rüzgar kesildi ama yaprak hala olduğu yerde duruyordu.
Uzanıp aldığımda dikkatimi çeken ilk şey, bulunduğu dalı koparılmadıkça terk etmeyecek kadar yemyeşil bir yaprağın avcumun içinde oluşuydu.
Uzanıp usulca mezar taşının üzerinde dolaştırdım ellerimi. Sanki karşımda oturuyormuş ta, bana tebessüm ile bakıyormuş gibi. Hafızamdaki son görüntüsü gözlerimin önünde belirdiğinde, yokluğu daha çok kanattı içimde bir yerleri.
Bir anda sözcükler dökülmeye başladı dudaklarımdan. Engel olmadım hiç birine ve konuşmaya başladım karşımda hayalini gördüğüm adamla.
''Ah be babam! O kadar çok özledim ki seni, arkamızda görünmeyen bir dağ misali duruşunu. Biliyor musun? Meğer ne kadar şanslılarmış babası yaşayan insanlar. Onlar belki anlamazlar da şuan kıymetini.''
'' Hani derler ya bir şeyi kaybetmeden değerini anlayamazsın diye. Bu çok doğruymuş, biliyor musun?''
''Affeder misin beni? Yaptığım hataları!''
''Sana layık bir evlat olamadığımın farkındayım babam! ''
Son kez, vedalaşırcasına toprağına dokundum.
''Seni çok seviyorum. Bize sevginin ve saygının ne demek olduğunu öğreten güzel yürekli ADAM!''
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12k Okunma |
813 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |