Yeni Üyelik
30.
Bölüm

DAVET

@bluemoonn

Yaşanılmayanlar… Daha doğrusu yaşamak istenilip, yaşanamayanlar. Herkesin vardır herhalde içinde kalan, uhde olan şeyler. Sevmekte buna dahil sanırım.
Mesela, İstanbul’a gelirken, hiç aklımdan geçmezdi, yüzünü hiç görmeden birine aşık olmak! Ama oldum. Gerçi şuanda tam aklımdan geçen cümleyi tarif edecek olsam, sanırım şunu söylerdim, Bok vardı da oldun Çisem!
Ne güzel ama değil mi? Tam anlamıyla beni tarif eden bir cümle! Nasıl beceriyordu bilmiyorum ama, resmen adamın umurunda bile değilmişim gibi davranıyordu.
Neyse ki yolculuğumuzun sonu korktuğum olmamıştı. Uçak inişe geçtiğinde, beni uyandırmış ve sonrası yine dopdolu bir koşturmacayla geçmişti. Ne ara otele geldik, ne ara akşam oldu hiç bir şey anlamış durumda değildim. Ta ki şu ana kadar!
Ne mi yapıyorum! Ah, onu bende tam anlamıyla bilmiyorum ki!
Bizim için ayrılmış olan odada, makyaj masasının önünde oturmuştum. Elifin, bavuluma doldurduğu, bilmem kaç çeşit makyaj malzemesi ile bakışırken, bir yandan da kulağımdaki telefonla, İstanbul’dan bile direktif verebilen Elifi dinliyordum.
‘’Nesini anlamıyorsun acaba Elif! Adam şu saate kadar değil ilgilenmek, yüzüme bile mecbur olmadıkça bakmadı. Sanki beni buraya getirmeyi isteyen o değil de, benmişim gibi davrandı.’’
‘’Anlamadığımda bu ya Çisem zaten, neden? Neden öyle davranıyor? Ay resmen bu Şahinler yüzünden beyin nöronlarım öldü! Abisi soğuk nevale, kardeşi desen ayrı bir olay. Ayy… ayyyy!’’
‘’ Beni boş ver, Poyraz ne yaptı da sen böyle atarlandın onu söyle.’’
Elif, ‘’hıh’’ diye alaycı bir ses çıkardıktan sonra; ‘’Ne yapsın, yarım saat ara ile zili çalıp, iyi miyim diye kontrol ediyor! İşin daha enteresan yanı ne biliyor musun? Eğer ki bu şekilde davranmasından sıkılıyorsam, bu akşam burada kalmasına izin verecekmişim! Böylelikle aklı bende kalmaz mışmış!’’

‘’Ha, ha, ha, ciddi misin sen. Bak sen bizim hızlı gonzaleze!’’
‘’Gülme be! Çok sinirliyim şuan.’’ Diye söylenmeye devam ederken, arkadan gelen zil sesiyle, beni daha çok gülme aldı. ‘’ Çisemm.. Sana gülme diyorum değil mi? Geldi zaten yine! Şimdi kapıyı yumruklamaya başlar, açayım bari de gelsin!’’
Kendi elleriyle ağzıma laf vermişti, Peki ben öyle susup, durur muyum? Durmaaamm! ‘’Aç kapıyı da, gelsin madem senin ki!’’ dememle, telefonun diğer ucunda bir gümbürtü koptu.
Anlaşılan o ki, bizim Poyraz, eve yine uçarak girmeyi tercih etmişti!
Poyraz’la Elif arasında geçen, beş dakikalık bir sürtüşmenin ardından, Elif, benim telefonda olduğumu hatırlamış olacak ki, konuyu döndürdü dolaştırdı ve bir şekilde Alaz ve verdiği tepkilere getirmeyi başardı. Poyrazın’ da konuya dahil olmasıyla, biraz daha konuştuktan sonra, artık yavaştan hazırlanmam gerektiğini söyleyip telefonu kapattım. Tabi Poyrazın son anda söylediklerini beynimin bir köşesine not ederken, aklıma yatan tek cümleydi belki de beni kendime getiren.
‘’GİT VE ONUN AKLINI BAŞINA GETİR ÇİSEM! BEN, ALAZ ŞAHİNİ AZ BİRŞEY TANIYORSAM, O BU AKŞAM DELİRECEK!!’’
Eh, o zaman bu kutsal görevde bize düşen pay da gidip onu delirtmekti! Ne yapalım!

***

Yarım saat gibi bir zamanda makyajımı tamamlamış ve elbisemin büyük çoğunluğunu giymeyi başarmıştım. Büyük çoğunluğunu diyorum çünkü o gün kabindeyken başıma gelen olayı yine ve yeniden yaşıyordum. Yaptığım makyaja acıyor olmasam, oturup şuraya hüngür hüngür ağlayabilirdim. O denli sinirlerim bozulmuş durumdaydım. Ben nasıl akıl edemedim ki! Ah Çisem! Sen hangi akla hizmet böyle bir şeyi aklından çıkarırsın ki! Akılsız ben, diye diye, arkamdaki fermuarı kapatmaya çalışırken, çalan telefona da bir güzel saydım. ‘ Bir sen eksiktin, Allah’ın cezası zır zır makinası!’
Elbisenin göğüs bölümünü, elimle tuta tuta yatağın üstündeki telefonu aldığımda; arayanın Alaz değil de Elif olması sanki oradan bir şey yapabilecekmişçesine beni rahatlattı. Ağlamaklı bir sesle açtığım telefon, birde Elifin paniklemesine sebep olunca, Poyraz’ da konuşmaya dahil oldu.
‘ Ohh, ne güzel ya, yok mu daha gelecek olan’ diyen iç sesime, şuan tuvalet terliği ile dalasım vardı. O denli sinirliydim.
‘’Çisem… Çisem, orda mısın? Ne oldu güzelim! Bir şey mi var?’’ Poyraz, bir yandan bana laf atıyor, diğer yandan da Elif’i sakinleştirmeye çalışıyordu. Hepsini duyuyordum ama cevap veremiyordum. En sonunda, kendimi toparlayınca;
‘’Hayııırr, ii-iyiyim ben! Merak etmeyin. Sadece moralim bozuldu ve kendimle kavga ediyordum!’’
Kısa bir sessizliğin ardından;
‘’Hee, iyi o zaman! Kendinle kavga etme aşamasına da geldiysen, hayırlı olsun ne diyebilirim ki! Sen yakında beyaz ışığı da görürsün!!... Kızım sen kafayı mı yedin ya! Biz sana ne diyoruz sen ne yapıyorsun!... Şimdi bir sakinleş önce ve bana ne olduğunu anlat, haa… özel bir şey diyorsan ben gideyim Elif’e anlat, tamam mı?’’
Bir anda atan tepemle beraber, ‘’ Ne özelinden bahsediyorsun sen be! Bu, Allah’ın uzak memleketinde, özel ne yaşamış olabilirim acaba? He, söyle bana Poyraz, ne yaşamış o- la- bi-li-rim! Bu, sıçtımının elbisesinin arkasını ilikleyemiyorum! Anladın mı? O yüzden bu haldeyim ve yanımda yardım isteyebileceğim kimse yok!’’
Aralarda geçen, kısa bir haşırtı ve huşurtu dan sonra, telefon Elif’in eline geçmiş olacak ki onun sesi duyuldu.

‘’ Canım, İlk önce kendini topla ve benimle birlikte derin bir nefes al bakayım.’’ Sanki Elif’in komut vermesini beklermiş gibi, onunla birlikte derin, derin nefes alıp vermeye başladım. Ya ciğerlerime dolmaya başlayan oksijenden yada Elif’in destek olmasından dolayı, bir nebze de olsa rahatlamaya başladığımı hissediyordum.
‘’Aferin benim arkadaşıma! Şimdi, senin için olan o büyük sorunu halledeceğiz, tamam mı? Ama, önce bana bir söz vermen lazım!’’ Bu kız yine söz, möz olaylarına girdiyse, burnuma pis kokular gelmeye başlayabilirdi!
‘’Heyy, hey, orda dur bakalım! Yine ne yapıyorsun da benden söz istiyorsun? Hem, Poyraz nerde? Niye sesi, soluğu kesildi bir anda? Ne işler çeviriyorsunuz siz ikiniz?’’
Az önce rahatladım mı demiştim? Siz onu unutun! Beni bu saatten sonra ne ciğerime giren nefes açardı ne de başka bir şey! Hoş bir şey girdiği kesindi ama, ne olduğunu henüz çözememiştim.
‘’Canım, sadece ufak, ufacıcık bir söz! Bu kadarr.’’ Elif’in terapi gibi gelen sesine tezat, salondan geldiğini düşündüğüm Poyrazın sesi bütün ambiyansın üzerine bir kova su boca etmişti sanki!
‘’ Biraz daha uzatırsanız, onu da vermene gerek kalmayacak ya neyse!’’
‘’Eliff! Ne dedi o? O kocan olacak adam ne de-di?’’
‘’Bir şey demedi Çisem! Her zamanki Poyraz saçmalığı işte! Saçmaladı! Saçmaladın değil mi Poyrazz?’’ Elifin, dişlerini sıkarak konuştuğunu buradan bile anlayabiliyordum.
‘’Kim, ben mi? Aaa… Ben hiç saçmalar mıyım canım karıcım! Abim, birazdan kapıyı çalınca, nasıl olsa o da anlayacak benim saçmalamadığımı!’’ dedi ve evde bir gümbürtü koptu. Sonrası karanlık, sonrası sanırım Poyraz için yok Çünkü en son Elifin, seni öldürürüm Poyraz diyerek, bir şeylere çarpa çarpa, onu kovaladığını anladım. Peki ben şimdi ne halt edecektim? Yüzüme bile bakma zahmetinde bulunmayan, güya sevgilim olan adama sırtımı dönüp, gel fermuarımı çek mi diyecektim?
Oturduğum yatakta, ellerimi başımın iki tarafına koyarak tam ağıt yakmaya başlayacak kıvama gelmişken, müthiş bir şey oldu ve kapı çaldı!
Açsam bir dert, açmasam iki dert, çalar çalar gider desem, o da olmaz! Yaaa… Ama, ben ne yapacaktım ya!
Korkunun ecele faydası yoktu değil mi? Ne güzel de söylemiş atalarımız!
Ayağa kalktım ve aklıma gelen bütün Ata sözlerini söyleye söyleye, kapıya vardığımda, en son mırıldandığım söz, ‘ Ak akçe kara gün içindir ’ di. O ne alaka demeyinnn! Ben biliyor muyum, ne alaka!
Kapının arkasına adeta saklanırken, elbisenin göğüs bölümünü, sanki cicikler kaçacakmışçasına sıkı sıkıya tutup, sadece başım görünecek bir şekilde pozisyon alarak kapıyı yavaş bir şekilde açtım. Karşımda nefes kesici bir şekilde dikilen bir Alaz Şahin görmek, kollarımın boşalmasına ve doğal olarak elbisenin göğüs bölgesinin de, aşağı kaymasına sebep oldu. Vücudumda, bir anda bir rahatlama hissettim. Henüz olayı kavrayamadığımdan, kafamı aşağı eğerek ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çalıştım diyorum, çünkü gerçekten çalıştım ve anlamam zaman aldı! Beklediğim kesinlikle, bulundukları yerden bana el sallayan cicikler değildi!
Şuanda tek kurtarıcım olan kapıya, minnetlerimi sunup bulunduğum yerde hafif kıpırdanarak, elbiseyi eski konumuna getirdim.
Karşımda bulunan Alaz, tek kaşını kaldırmış, yüzümü inceliyor, tam ne yaptığımı sorgulayacakken belirsiz bir nedenden dolayı vaz geçiyordu sanırım.
‘’Doğru bir zaman mı pek emin olamadım ama, Poyraz mesaj atmış! Sadece benim çözebileceğim bir problem varmış sanırım. Yani Poyraz öyle yazmış! Her şey yolunda mı?’’

Şuan, her ne kadar tek problem sen ve senin davranışların demek istesem de, ‘Sus! Dedim kendi kendime. Sus ve sesini çıkartma!
‘’Şey! Aslında… ‘’ Kahretsin nasıl söyleyecektim ben. ‘Elbisenin arkasındaki fermuarı çeker misin?’ Nasıl diyebilirdim ki? Peki, başka çarem var mıydı? Cevap çok basitti aslında, ‘ maalesef yok! Yoktu işte!’ şuan için, ondan başka şansım yoktu. Yapışık olduğum kapıdan ayrılıp;
‘’İlk önce, içeri girip kapıyı kapar mısın! Lütfen!’’
Sanırım hala daha görünen kısmım yüzümdü, zira Alaz oradan başka hiçbir yere bakmadan dediklerimi yaptı. O bunları yaparken, kapıdan bir iki adım daha geriledim ve elbisenin ön kısmını tutup yavaş bir şekilde, odanın iç kısmına doğru ilerledim. Arkamdan gelen ayak seslerinin yavaşlığından, yüzündeki şaşkınlığı görmesem de hissedebiliyordum. Sırtımdaki his, bambaşka bir duyguydu. Bu nasıl anlatılır bilmiyorum ama sanki küçük kıvılcımlar halinde ateş parçaları, bir bir tenimi yakıyordu. Bu şey, her neyse, ben bunu hiç sevemedim. Kalbimdeki anlamlandıramadığım şey çarpıntı değilse, kesinlikle kalp krizi geçiriyor olabilirdim mesela.
Tam olarak nasıl bir problemin içinde olduğumu bilmediğim saniyeler içerisinde, sırtımdaki soğuk parmakların tenimi bir bir delişini hissettim adeta.
Çok farklıydı inanın bana.
Tarifi imkansızdı.
Bir yanım kor ateşlerde kavrulurken, diğer yanım buz dolu bir fıçının içine düşmüş, amaçsızca çırpınıyor gibiydi.
‘’Sanırım.. bana.. ihtiyaç duyduğun nokta bu olsa gerek! Doğru muyum?’’ Bir insanın ağzından çıkan cümle, nasıl olurda bu kadar ağır gelirdi! Her bir kelimenin üstüne basarak söylemesi, sesinin o boğuk ve genizden gelme şekli!...
Nasıl bir durumun içine düşmüştük ve ne yaşıyorduk biz şuan. Sırtımda olan eli, ağır ağır yukarıya doğru çıkarken, elbisenin de yavaş yavaş bedenime oturuşunu hissediyordum. Bu bana nedensiz bir şekilde güven verirken, diğer taraftan sırtımda olan elinin, tenim üzerindeki hükmünün bitecek olmasına üzülmem normal miydi?
Tam anlamıyla işini bitirdiğinde, birkaç saniye aynadaki yansımamızdan birbirimizi izledik. Onun gözleri yüzümle, elbisenin göğüs dekoltesinde epeyce bir şekilde oyalandıktan sonra, tekrardan yeşilleriyle benim yeşillerimin kavuşmasına izin verdi. Arkamda olan bedeninin saniye saniye kasılmasını hissetsem de, ne o bir tık ileriye gitti ne de ben. Sadece birbirimizi izledik. Ağzının içinden birkaç sessiz kelime çıksa da, anın getirisi olan heyecandan hiçbir şey anlayamadım. Bedenini bir adım geriye çektiğinde, birden vücuduma bir ürperti geldi ve üşüdüğümü hissettim.

"Tamam, sanırım halletim! Ve, ımm… şey… ben seni kapının önünde beklesem daha iyi olacak.’’ Dedi ve bir hışımla odanın kapısını açıp, kendini dışarı atarken, sessizce söylediği şeyleri o duymadım zannetse de, ben duymuştum.
‘EN AZINDAN KENDİ RUH SAĞLIĞIM AÇISINDAN!...’

***

Alaz, odadan çıktıktan sonra, ilk olarak aynadaki yüzümü inceledim. Neyse ki yapmış olduğum makyajdan dolayı kızarıklığım çok belli değildi. Aynada görünen ben ve Alazın verdiği tepkilere bakacak olursam, sanırım iyiydim. Son olarak çantamı da aldığımda, artık gidebilirdim.
Bu zamana kadar açması en zor kapılardan biri karşımda duruyormuş gibiydi sanki. Hep heyecanlandığımda böyle olmaz mıydı zaten? Ben ve bu açılması kolay ama açmasının bir o kadar zor olduğu kapılardan çektiklerim…
Kendimi toparladıktan sonra, açtığım kapı ve attığım oldukça büyük bir adım sayesinde, tam karşımda duran Alaz’ la neredeyse burun buruna geldik. Şuan öyle bir durumun içindeydik ki, ya ben adımımı cidden çok büyük atmıştım ya da o kapıya gereğinden fazla yakın duruyordu! Kesin olan bir şey vardı ki, o da şuan gereğinden fazla sıcak oluşuydu!
Alaz’ ın nefesini yüzümde hissederken, bakışlarımı çekingen bir şekilde gözlerine çıkardığımda, içindeki alevleri neredeyse görebiliyordum. Şuan mantığım ve duygularım birbirine girmiş durumdaydı. Mantığım uzaklaş derken, duygularım bir nefes kadar yakın olan dudaklarına adeta çekiliyordu. Gözleri ve dudakları arasında gidip gelirken;
‘’Biraz daha böyle bakmaya devam edersen nerede olduğumuzu umursamadan, aklımdaki şeyi uygulamaya başlayacağım güzelim.’’ sesi bir fısıltıdan farksızdı ve bu bende çok daha fazlasını istememe sebep oldu. Sanki vücudu benden çok uzakmış gibi, biraz daha yaklaştım ona doğru.
‘’O zaman sizi tutan nedir Alaz bey!’’ Her ne kadar söylememiş olmayı dilesem de, sanırım ağzımdan çıkmıştı. Biri ruhumu ve bedenimi ele geçirmiş olmalıydı, çünkü şuan kesinlikle ben ben değildim.
‘’Yanan ateşi daha çok körüklüyorsun ve bundan hiç ama hiç haberin yok Çisem! O yüzden, şimdi gösterdiğin cesareti farklı bir yer ve zamanda göster ki, durumu eşitleyelim olur mu? ’’ dedikten sonra, bir adım gerileyerek aramızda kısada olsa bir mesafe oluşturup, ilerlemem için eliyle öne doğru reverans yaptı.
****

Organizasyonun düzenlendiği salona indiğimizde, kendimi bir anda diken üstündeymiş gibi hissettim. İçeriye Alaz’ın kolunda girmiştim ve sanırım insanların dikkatini çekende bu olmuştu. Tüm gözlerin hala üzerimizde oluşu, içimdeki heyecanı her saniye daha da arttırıyordu. Bu yüzden olmalı ki, Alazın nefesinin yanağımı cayır cayır yakacak kadar yaklaşmasını hissedememiştim.
‘’Kendini çok sıkıyorsun, bunu yapma! Her zamanki sen gibi davran, inan bana bu kadar heyecan yapmanı gerektirecek bir durum yok. Rahat ol yani tamam mı?’’

Bedeni benden uzaklaştığında, söylediklerini anlayabilmem birkaç saniyemi aldı. Bu gece birden fazla duyguyu bir anda yaşadığım garip bir zamandı. Çevremdeki insanların verdiği heyecan yetmiyormuş gibi, birde Alazın bu şekilde yakın davranması vücudumda adını hala daha bilmediğim duyguları hissetmeme sebep oluyordu.
Heyecanımı bir nebzede olsa atmaya çalışarak önüme döndüğümde, az ileriden gülümseyen bir yüz ifadesiyle bulunduğumuz masaya doğru ilerleyen oldukça iri yarı bir adam dikkatimi çekti. Alaz’ ın da ayağa kalkmasıyla, karşımızdaki kişi masaya iyice yaklaştı ve gayet sıcak ve sevecen bir ses tonuyla Alaz’ la konuşmaya başladı.
‘’ look what we have here!’’ ( bak burada ne var!)’’
Karşımızdaki adamın henüz kim olduğunu bilmesem de, Alazın hayatında önemli bir yere sahip olduğunu anlamak zor değildi.
‘’ Hello brother, how are you?’’ ( Selam kardeşim, nasılsın görüşmeyeli.’’)
‘’ I'm fine but it's really you, sorry, how are you?’’ ( ben iyiyim de asıl sen, pardon siz nasılsınız?’’)

Gülümseyerek sorduğu soruya beni de dahil ettiğini anlamam bir ton daha kızarmama sebep oldu. Başımı yere eğerek belli etmemeye çabaladım ama Alaz bunu anlamış gibi belimden tutarak beni bir adım daha yakınına çekti.
‘’ she is a trainee ar chitect in our company Myron.’’ (kendisi şirketimizde stajyer mimardır Myron.)
‘’ oh, right? Very pleased to meet you.’’ ( ah, öyle mi? Çok memnun oldum.)
‘’ I'm glad too, Mr Mayron. my name is Çisem.’’ ( bende memnun oldum Bay Myron. İsmim Çisem.)
‘’ So you are working with Alaz. It's very difficult for me to say.’’ ( demek Alazla çalışıyorsun. İşin çok zor benden söylemesi.)
‘’ I don't know why you said that, but it is a privilege for me to work with Mr. Alaz.’’ (neden öyle söylediniz bilmiyorum ama ALAZ beyle çalışmak benim için bir ayrıcalık.)
‘’ Wow, man, what did you do to this girl? If he talks like that, he must definitely not be himself.’’ (vayy, dostum sen bu kıza ne yaptın? böyle konuştuğuna göre kesinlikle kendinde olmasa gerek.)
‘’ Mind your business in making fun! I'm sure there are people waiting to talk to you.’’ (dalga geçmede işine bak! Eminim seninle konuşmak için bekleyenler vardır.)
‘’ Okay, don't be angry, my friend. I'm really glad you're here, and it's nice to meet you, young but unfortunate lady.’’ (tamam sinirlenme dostum. Burada olmana gerçekten sevindim ve siz genç ama talihsiz bayan sizinle tanışmak çok güzel.)
Myron arkasını dönüp bizden uzaklaştığında, Alaz yine gereğinden fazla bir şekilde yanıma yaklaştı ve;
‘’ Asıl patronunla da tanıştığına göre, artık masamıza geçelim mi güzel bayan!’’
Daha ne kadar şaşırabilirim kısmını Alaz bu gece için kesin devralmıştı. Onda alışık olmadığım
davranışları sergiliyor oluşu, onun kesinlikle iki kişilikli biri olduğunu dair düşüncemi doğruluyordu.

Davet başlayalı neredeyse iki saati geçmişti, yapılan açılış konuşmasından sonra, çoğu kişiyle sohbet etme şansını elde etmiştim. Myron, yapmış olduğumuz çoğu sohbet sırasında yanımda bulunarak bana oldukça destek olmuştu. Bunda tabi ki Alazın varlığı yadsınamaz bir gerçekti ve bu konuda ona cidden minnettardım. İkisinin de benden sürekli geleceğin mimarı olarak bahsetmesi, ayrı bir gurur kaynağıydı benim için. Bir ara Myron’la yalnız kaldığımızı fark edince, bakışlarımı çevremde gezdirirken, Alazı, şirketin yönetim kurulu üyelerinden olduğunu hatırladığım sarışın bir kadınla, gayet samimi ve gülüşmeli muhabbetin ortasında bulunduklarını fark ettim. Vücudumda gezen elektrik akımına benzer bir karıncalanma hissetmemle, elimdeki kadehin bir anda çekilmesi aynı anlarda oldu. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken gözlerim karşımda sırıtan Myron’u buldu. Tek omzunu hafif yukarı oynattıktan sonra;

‘’I don't want the glass to break in your hand.’’ (Bardağın elinde kırılmasını istemem.)
‘’ Where did you get that from?’’ (onu nerden çıkardın)
‘’ I can smell jealousy even from ten meters away’’ (kıskançlık kokusunu on metre uzaktan bile alırım)
‘’ Why should I be jealous of him?’’ ( Onu neden kıskanayım)
‘’ You have the answer, little lady.’’ ( Bunun cevabı sizde küçük hanım) dedi ve göz kırptıktan sonra gülerek yanımdan uzaklaştı.

Tamda düşündüğü gibi beni damarlarımda kan niyetine gezen bu kıskançlıkla bıraktı.
Gözlerim hala daha o ikilinin üzerindeyken, Alaz’ın bakışları birden beni buldu. Yüzündeki gülümsemenin an ve an solduğunu görmek, içimdeki alevi bir nebze olsun söndürse de, içimdeki varlığını yeni hissettiğim cadıyı susturabilmeyi başaramamıştı ve o cadı şuan yanlarına gitmem için adeta bas bas bağırıyordu. Ama maalesef herhangi bir bahanem yoktu ve Alaz asla saf bir adam değildi. Gözlerimdeki yangından onu kıskandığımı anladığına adım kadar emindim. Aslına bakacak olursanız yanlarına gitmek için bir bahaneye de ihtiyacım yoktu. Sonuçta ben burada yabancıydım ve tek tanıdığım Alazdı. Ama öyle bir inada sahiptim ki, her ne kadar o anlamış olsa da, asla ama asla kendi ellerimle teslim olmaz o kozu onun eline veremezdim.
Elimde ki kadehten bir yudum daha aldığımda, hemen yanımda birinin varlığını hissettim. Emin olduğum tek şey, bu kişinin Alaz olmadığıydı! En azından onun gibi kokmuyordu!
Yanımdaki kişiye kafamı çevirip baktığımda, uzun boyu ve insanı içine çekebilecek büyüye sahip masmavi gözleriyle beni baştan aşağıya süzen ve suratındaki hiçte samimi olmayan gülümsemesiyle, adeta ‘ ben çapkınım’ diye bağıran adamla karşı karşıya geldim. Göze göze geldiğimizde, onu incelediğimin farkına varmış olmalı ki konuşmaya başladı.
‘’ Hi beautiful lady. I wonder what your name is?’’ ( Selam güzel kadın, isminiz nedir acaba?)

Şaşkınlığım bu kadar yakınıma girmesine mi yoksa bildiğin Türk gelenek ve göreneklerine göre yavşamasına mı olsun, henüz karar verememişken, içimdeki cadıyla iş birliği yapan şeytan, Alaza bakmam gerektiğini adeta kulağıma fısıldıyordu. Hiç zaman kaybetmeden dediğini uyguladım ve kalbim adeta yerinden çıkıp avuçlarımın içerisine koyulmuş gibi hissettim. Alaz, çatık kaşları ve bir boğayı anımsatan bakışlarıyla, her ne kadar yanındaki sarışın yellozla konuşmaya devam ediyormuş gibi dursa da, tamamıyla bize odaklıydı ve her an yayından fırlayacak ok misali hazırda duruyordu. Bunun böyle olduğunu görmek bir tık beni keyiflendirmedi dersem sanırım yalan söylemiş olurdum. Bazen elimize geçen fırsatları değerlendirmemiz gerektiğini düşünerek;

‘’ Hello, my name is Çisem, so what is your name?’’ ( Merhaba, adım Çisem, peki sizin isminiz nedir?)
Azılı çapkınımız sanki bunu beklermiş gibi, hemen gülümseyerek ismimi telaffuz etmeye çalıştı ve sadece çalıştığı ile kaldı! Kendince değişik birkaç kelime çıkartırken, ağzıyla oluşturduğu şekiller utanmasam yerlere yatıp kahkahalarla gülebileceğim bir alan oluşturdu bana, neyse ki bu akşam çok elit bir hanımefendi olduğumdan sadece gülümseyerek izlemeye çalıştım. Bu tepkim hızlı çapkınımızın hoşuna gitmiş olacak ki, elimi bileğimden tutarak dudaklarına doğru yaklaştırmaya başladı. ‘Ah ne kadar da kibar bir adam bu’ diye düşüneceğim sırada, elimin üstünde oluşacak olan dudak temasını beklerken, başka bir elin kolumu tutmasıyla bulunduğum konumdan savrulmam ve elimin başka bir el tarafından kavranmasıyla son buldu.
Avucumun içindeki güçlü ellere mi şaşırayım yoksa Alazın ağzından çıkanlara mı bilemediğim o an sadece kulaklarıma dolan ve yeni çalmaya başladığını bildiğim tango melodileriydi.

‘’Dans et benimle! Hemen.. şimdi Çisem! And you get lost alex!’’ ( ve sen Alex, kaybol!)

Loading...
0%