Yeni Üyelik
20.
Bölüm

KARAR

@bluemoonn

ELİF'TEN...

 

Yaşamak nedir diye sorsanız, tam anlamı ile bilinmezlikler silsilesi derdim sanırım.
Asla yapmam dediğim ya da başıma gelmez diye düşündüğüm ne varsa hepsi yaşamın ta kendisiymiş aslında.

Şu geçmiş olduğumuz birkaç gün yaşamış olduğum duygu karmaşıklığı ve vermek zorunda olduğum kararın doğruluğunu düşünerek geçmişti benim için. Uzun sayılabilecek bir zaman sonrası, kendi adıma en doğrusu olduğunu düşündüğüm kararı uygulama zamanına gelmiştim.
Çisem’in yola çıkacağı günün gecesi, Poyraz birkaç defa mesaj yazsa da cevap vermemiştim. Kendimce düşündüğüm şey onun mesajlarına cevap vermek için kararımı netleştirmem gerektiği idi. Ben nasıl ki o gece gözümü dahi kırpmadıysam, Poyraz’da aynı şekildeydi. Bunu ara ara da olsa gecenin ilerleyen saatlerine kadar yollamış olduğu mesajlardan anlamıştım.
Benim yüzümden kendini nasıl bir olayın içine soktuğunun farkında mıydı acaba?
Her şey o kadar birbirine karışmıştı ki, kendi adıma vermiş olduğum kararın doğruluğunu düşünmeyi bırakıp, Poyraz’ın beni yaşadığım karışıklıktan çıkarmak için vermiş olduğu kararı sorguluyordum artık!

Üst üste gelen bildirim sesi artık canımı sıkmaya başladığında, komidinin üzerinde olan telefonumu elime aldım ve mesajlara girip parmaklarımı seri sayılabilecek bir şekilde harflerin üzerinde dolaştırmaya başladım.
_İSTENMEYEN OT:
‘’ Yapmış olduğun şu işkenceyi keser misin artık Poyraz!’’ Elimdeki telefonu bırakmama fırsat kalmadan cevap çoktan gelmişti bile.
_İNATÇI KEÇİM:
‘’Sen kendi adına bu olayın bir işkence olduğunu düşünebilirsin ama ben kendi açımdan söyleyebilirim ki bu yaşıma kadar vermiş olduğum en doğru karar bu!’’
Allah aşkına neyin doğruluğundan bahsediyordu bu!

-İSTENMEYEN OT:
‘’Beni yaşamak zorunda bırakıldığım olaylardan kurtarmak için aldığın bir kararın ne gibi bir doğruluğu olabilir acaba Poyraz?’’
_İNATÇI KEÇİM:
‘’Sen hala daha bazı şeyleri anlamadıysan, ben kendimi daha fazla zorlamayacağım Elif ama şunu bil ki ben bu kararı zorunda olduğum için vermedim!’’
Maalesef ki farkındaydım. Poyraz fazlasıyla hissettirmişti zaten, başından beri duygularını saklama gereği duymamıştı ki!!

Her zaman kaçan, saklanan ben olmuştum. Her ne kadar etrafımdakilere inkar etsem de içimde bir yerlerde küçük kıvılcımlar oluştuğu konusunda kendimi kandıramazdım.
İtiraf etmesi benim için ne kadar zor olsa da, şu an için Poyraz’ın teklifi benim tek kurtarıcımdı. Verdiğim karar, her ikimizin de hayatını belki olumsuz etkileyecekti ama şuan için başka bir seçeneğim de yoktu.
En azından bazı şeyleri yoluna koyana kadar…

Telefonumun bildirim ışığı yanıp söndüğünde, Poyraz’ın yeniden sahalara döndüğünü anlamış oldum çünkü özellikle gecenin bu saatinde ondan başka kimse bana bir şey yazmazdı. Sanırım artık merak duygusu beni de içine almış olacaktı ki, bir an önce okumak için aceleci hareketlerle gelen mesajı açtım.

_İSTENMEYEN OT:
Yarın bir yerlerde oturup konuşalım ister misin Elif?

Aslında benim de tam olarak istediğim buydu. Verdiğim kararı ve en önemlisi de kafamda kendimce şekillendirdiğim şartlarımı sunmak istiyordum ona.

_İNATÇI KEÇİM:
Yarın Çisem le terminale gideceğim ondan sonra buluşsak olur mu?

_İSTENMEYEN OT:
Ne işiniz var ki terminalde?
Fazla mı yüz vermiştim ben buna ne? Biri bu aklımdan geçenleri parmaklarıma da anlatabilir mi lütfen! Çünkü onlar çoktan Poyraz’a yazmaya başlamıştı da!
_İNATÇI KEÇİM:
Çisem bir haftalığına Muğla ya gidiyor. Arkadaşları ile kararlaştırmışlar, onu yolcu edeceğim.
_İSTENMEYEN OT:
Tamam o zaman beraber gideriz, onu otobüse bindirdikten sonra bir yerlere geçip otururuz ne dersin?
Sanki başka şansım varmış gibi!
_İNATÇI KEÇİM:
Olur Poyraz olur.
_İSTENMEYEN OT:
Tamam o zaman sen kaçta çıkacağınızı falan yaz bana, beraber gideriz. Şimdilik iyi geceler o zaman inatçı keçim!
_İNATÇI KEÇİM:
Poyrazzz! Bana şöyle seslenmeyi kes!

****

 

Gece gece yine delirtmeyi becertmişti. İnatçı keçiymiş… Peh… İstenmeyen ot ne olacak!
Tamda o an aklım başıma geldi. Her şey iyi hoştu da ben Poyraz’ın bizi terminale götürecek olduğunu Çisem’e nasıl açıklayacaktım!
Demeyecek mi bana benim gideceğimden Poyraz’ın nasıl haberi oldu diye?

Kocaman bir OFF çekerek kalkmış olduğum yatağıma geri dönerken, bu sorunun cevabını da yarına erteleme kararı aldım. Huzursuz da olsa uykunun kollarına bıraktım kendimi.

***********

Ertesi sabah evden çıkmamıza yarım saat kala Poyraz’a mesaj atarak otobüs saatini yazdığım da 11:30 da kapıda olmamızı söylemişti.
Çisem'in de kendince belirlediği saat o olduğu için henüz açıklayamadığım Poyraz olayını battı balık yan gider diye düşünüp hazırlanmaya devam ettim.
Tabi ki ben böyle düşünürken Poyraz’ın kıracak olduğu pottan bir haberdim…

Kapıya çıktığımız sırada üst kattan inen Poyraz;

‘’Hazırsanız hemen çıkalım kızlar, otobüsün kalkmasına pek bir zaman kalmadı’’ dediğinde işte dedim şimdi ayıkla pirincin taşını. Ben, neyi nasıl söyleyeceğimi düşünürken onun kırdığı pot sayesinde çok ta bir şeyleri açıklamama gerek kalmamıştı zaten!
Benim tanıdığım Çisem anlamak istediğini anlamıştır çoktan ama yine de belki bir ümit diyerek, Poyraz’a konuşmasının devamını getirmemesi ve mümkünse yol boyu bir daha o gagasını açmaması için gözlerimi kocaman açarak, ona doğru baktığımda sanırım mesaj yerine iletilmişti.

'' Şeyy O zaman ben ineyim! Sizde peşimden gelin.'' dedi ve;
Hızlı adımlarla Çisem in önündeki küçük bavulu alarak merdivenlerden inmeye, daha doğrusu sıvışmaya başladığında sorgulayıcı bakışların bu sefer ki hedefinin ben olduğumu bildiğimden, Poyraz’ın peşine takılarak ilerlemeye başladım . En azından şimdilik yırtmıştım sanırım…

********

Her hangi tekrarlanması mümkün bir vukuat oluşturmadan, Çisemi yolcu ettikten sonra Poyraz’ın arabasına doğru ilerlerken;

‘’Gitmemizi istediğin özel bir yer var mı?’’
Başımı olumsuz anlamda sallayarak; ‘’Senin için neresi uygunsa orası olsun, sonuçta buraları en iyi bilen sensin!’’

Sanırım söylediğim söz hoşuna gitmişti olacak ki, yamuk bir şekilde gülümseme sunarak arabasına bindiğin de o her ne kadar farkında olmasa da ben yanağında ki o küçücük çukurda takılı kalmıştım…

Geldiğim yer hakkın da hiçbir bilgim olmasa da, arabadan indiğim de etrafıma bakınma fırsatı bulmuş ve gördüğüm yere deyim yerindeyse tutulmuştum.

Yüksek, hatta oldukça yüksek ağaçlarla huzurlu bir havası da vardı buranın.

‘’Sevdin sanırım burayı’’ Poyraz’ın sormuş olduğu soruyu hiç bekleme gereği bile duymadan;

‘’Çok, çook güzel burası Poyraz! ‘’

‘’Daha pek bir şey gördüğün söylenemez! Hazır ol bugün farklı bir gün olacak senin için’’ diyerek göz kırptı ve önden ilerlemeye başladı.

Bu adamda ki mimikler insanı kalpten götürürdü! Net..

Dışarıdan bakıldığında eski bir görünümü olan yapının kapısından içeri girdiğinde bende peşinden adım atmıştım ki, buranın da dışarıdan pek bir farkının olmadığını anladım.

Daha ne kadar şaşırabilirim diye düşünüyordum artık. Hani, bilir misiniz bilmem ama tahtadan yapılan yapıların kendine has bir ağaç kokusu olur, işte şu an içinde bulunduğum yer tıpkı öyle kokuyordu. İçerisinin dekorasyonu ayrı güzel, o kendine has kokusu ayrı bir güzeldi. Anlaşılan oydu ki dışarının aksine burası kışın kullanılan bir yerdi. Zira tam ortada bulunan şu an için yanmayan kuzine sobadan bunu anlamak zor olmasa gerekti.

Ben böyle kendi halimde avare avare etrafımı incelerken tam olarak kim olduğunu bilmediğim ortalama altmış yaş civarı, kır saçlı bir adam yüzündeki gülümseme ile bize doğru yaklaşarak;

‘’Ooo!! Kimler gelmiş kimler! Evlat, Hoş geldin sefa getirdin. Ne zamandır gelmiyordun bu yaşlı adamın yanına, açıkçası kızgınım sana. Sitem edip gönül koyacaktım amaa’’ dedikten sonra gözleriyle beni işaret ederek;

‘’Sanırım bu sefer için affedebilirim çünkü geçerli bir sebebin olduğunu görüyorum’’

Şu an bir domatesten farkım yok gibiydi, utancımdan kafamı yere nasıl eğdiğimi şaşırdım. Poyraz bir bana, bir de hala daha kim olduğunu bilmediğim adama doğru bakıp sırıttığında içimden ‘’işte’’ dedim ‘’ geliyor gelmekte olan.’’
‘’ Var… İsmail baba var!’’ derinden bir iç çekti ve ‘’Konuşacak o kadar çok şey birikti ki, hem sen bilmiyorsundur senin inatçı oğlun Alaz döndü!! Artık burada bir düzen kuruyor kendine ‘’
‘’Hahh!! İşte güzel haber diye buna derim, demek Alaz oğlum döndü. Bir gün onu da tut kolundan getir, özledim eşek sıpasını! Gelsin de bir güzel kulaklarını çekeyim onun.’’

‘’Ne desen kabul ederiz bilirsin İsmail baba, yerin bizde her zaman ayrıdır.’’

‘’Her neyse evlat, boş bir zaman da konuşalım bunları da hanım kızımızı daha fazla sıkmayalım bu muhabbetlerle’’

Sanırım artık konuşma sırası bana gelmişti. ‘’Estağfurullah. Ben sıkılmam siz konuşun lütfen.’’

Poyraz’ın seslendiği zaman adının İsmail olduğunu öğrendiğim amca! Artık amca desem sanırım iyi olurdu çünkü anladığım kadarıyla Poyraz’ın hayatında baya önemli bir yere sahipti. Yüzünde ki gülümsemenin gözlerindeki parıldayışı ile bana baktı bir süre.
‘’Anlaşılan o ki sen buraya daha çoookk geleceksin güzel kızım!’’ derken bir yandan da elini gelişi güzel sallayarak devam etti konuşmasına;
‘’Şimdilik sizi yalnız bırakayım...Poyraz dediklerimi unutma evladım ve her zamankinden bu sefer iki tane gönderiyorum’’ diyerek Poyraz’ın cevabını bekleme gereği bile duymadan yanımızdan ayrıldı.
Bir Poyraz’a , bir yanımızdan ayrılan adama baktım. Birbirleri ile kan bağları olmamasına rağmen, ne kadarda samimi davranıyorlardı. Bir de kalkıp kendi çevremdekileri düşündüm. İşte o an daha net anladım gerçekleri. Önemli olan aslında kan bağı değildi, yürek bağının ta kendisiydi.
Poyraz’la beraber dışarıya çıkıp, az önce yüksek olarak tasvir ettiğim ağaçlardan birin altına oturduğumuzda esen rüzgarla beraber gelen o tertemiz havayı içime çektim. Poyraz’ın oturduğu tarafa baktığımda gözlerini hiç çekme gereği dahi duymadan beni izlediğini gördüm.

‘’Burayı seveceğini tahmin etmiştim biliyor musun? Buranın bendeki ve ailemdeki yeri ayrıdır. Az ileride ormanın içerisinde bir de göl var istersen yemeğimizi yedikten sonra oraya da götürürüm seni?’’

Gözlerimdeki parıldamayla sanırım cevabını almış olacak ki, tekrar önüne dönüp etrafı incelemeye başladı.

‘’Merak ediyorsun değil mi? İsmail baba dediğim adamı neden o sıfata layık gördüğümüzü! İsmail baba…’’
En derininden diyebileceğim bir şekilde iç çekerken, çok eskilerden bir yerlerden biri çıkacağına artık emin gözüyle baktım.
‘’Babamın çok eski bir arkadaşı. Ondan bize kalan belki de emanet diyebilirim sana. Ona sarıldığımda kendimi babama sarılmış gibi hissederim. O sıcaklığı, o baba sevgisini bize her daim hissettirir. Belli etmese de her zaman bir adım arkamızda olduğunu, bizi takip ettiğini abimde, bende biliriz. Eşi Emine teyze ile çok gelip gitmişlikleri var bize. O zamanlar bizim mahallede yaşıyordular. Tam hatırlamasam da beş ya da altı yıl önce buraya taşındılar. Buradan baktığında göremezsin ama hemen bitişikte kendileri yaşıyorlar. Her ne kadar mahalleden gitseler de ne onlar bizi bıraktı ne de biz onları.’’

Poyraz konuşmasına devam ederken, İsmail amcanın her zamanki olarak tarif ettiği ama benim ne olduğu konusunda hiçbir fikrimin bulunmadığı siparişleri on beş, on altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir deli kanlı getirmiş ve ‘’Afiyet olsun Poyraz abi’’ dedikten sonra hızlıca yanımızdan gitmişti.

Önümde, üzeri kapak gibi bir şeyle örtülmüş tabaktan gelen kokular aklımı çelmişti ve ben ne olduğu hakkında fikir yürütmeye çalışırken Poyraz’ın;

‘’Sever misin bilmiyorum ama sevmeyen pek yoktur diye düşünüyorum. Her gelişimde mutlaka bundan yerim ve Hatice teyzemin de üzerine tanımam lezzeti konusunda.’’

Oturduğum yerde Poyraz’a bakarak açmış olduğum tabağımda kesinlikle mantı görmeyi planlamıyordum. Bu olaya gerçek anlamda çok sevinmiştim çünkü en sevdiğin yemek ne diye sorsalar kesinlikle mantı derdim.

Yemeğimizi yedikten sonra, ikram edilen çayları içerken, arada Poyrazla göz göze gelsek te ne o konuyu açabiliyordu nede ben. Sanırım yapmış olduğu teklife karşılık konuşması gereken kişi bendim. Kendimi güç bela toplayarak, tam ağzımı açmıştım ki;

İkimiz de aynı anda;

‘’Ben’’ dediğimizde, önce bir durduk ve birbirimize bakarak gülmeye başladık.
Karşımdaki adam kesinlikle sempatik biriydi. Kolay kolay hiçbir kızın hayır diyemeyeceği huylara ve yakışıklılığa sahipti ama…
İşte benim açımdan olayın karmaşıklığı tam da o ‘’ama’’ kısmında başlıyordu. Ben kendi düşüncelerim içerisinde çırpınırken, Poyraz bu olaya bir son vermek gerektiğini düşünmüş olacak ki;
‘’Bak Elif! Ne kadar zor bir durumla karşı karşıya kaldığının farkındayım, sana yapmış olduğum teklif karşısında şaşırıp bocaladığını da biliyorum ama başka bir şey gelmiyor aklıma, ne karar verdiğin hakkında hiçbir fikrim yok ama inan kararın ne olursa olsun sonuna kadar yanındayım.’’
Ne onu ne de kendimi daha fazla sıkmadan bulunduğum ortamdan güç almaya çalışarak başladım konuşmaya.
‘’Sana tek bir şartım olacak Poyraz, eğer şartımı kabul edersen… ‘’ vakitte kısa ama bana çok uzun gelen bir nefeslenme sonrası, ‘’ Bende bana yapmış olduğun teklifi kabul ediyorum.’’
Sanırım böyle bir cevap vermemi beklemiyordu, bir süre şaşkınca suratıma baktı, yüzümün her santimini ezberlermişçesine inceledikten sonra, sırıtmaya başladı. O an gözlerinin içinin parladığına yemin edebilirim.
‘’Sen’’ dedi, beni göstererek ‘’benim’’ dedi, bu sefer eliyle kendini gösteriyordu ‘’Teklifimi kabul mü ediyorsun?’’

Şuan karşımda duran adamın beş yaşındaki çocuktan hiçbir farkı yoktu inanır mısınız, ama asıl önemli olan konuyu heyecanına yenik düşerek atlamıştı. Teklifine karşılık sunacağım şartı kabul edecek miydi acaba…
‘’Sana bir şartım olduğunu söylemiştim Poyraz. O şartın ne olduğunu sormayacak mısın?’’
‘’Kabul ediyorum! Sen ne istersen iste kabul ediyorum Elif! Yeter ki buradan uzaklara gitme’’ diyerek gözlerinin içindeki parıldamalarla baktı bana.
‘’Yapmış olduğun bu teklifin benim için ne kadar önemli olduğunu bilemezsin. Gördüğün gibi insanın kendi ailesi bile evladının ne hale düşeceğini düşünmeden iterken, sen kendinden ödün vererek bana yapmış olduğun bu iyiliği asla unutamam. Evet… Teklifini kabul ediyorum ama şartım şu ki… Bu evlilik sadece kağıt üzerinde olacak, hiç kimsenin birbirinden bir beklentisi olmayacak ve en önemlisinden biri de, sen ve benim dışımda bu evlilikten kimsenin haberi olmayacak, buna Çisem de dahil!
Önce bir durdu. Düşündü… Düşündü… Düşündü. Sanırım kafasında oturtmaya çalıştığı bazı noktalar vardı.
‘’Tamam Elif kabul ediyorum. Sen nasıl istersen öyle olsun ama merak ettiğim tek şeyi sormadan da edemeyeceğim. Herkesi anlıyorum da neden Çisem den saklıyorsun? O senin iyi yada kötü her olayında yanında değil miydi? Duyduğunda kendini kötü hissetmeyecek mi sence?’’
Tamda beklediğim soruydu Poyraz’ın dudaklarının arasından çıkan. Çisem le aramızda geçenleri bilen herkesin soracağı bir soruydu zaten.
‘’Çisem benim bu yaşıma kadar tanıdığım nadir iyi insanlardan Poyraz. Her zaman yanımda oldu, yardımcı oldu keza bu olayı da duymuş olsa ne yapar, ne eder yine yanımda olurdu. Bundan hiç şüphem yok ama… Yoruldum… Kendimce bir karar aldım, en azından ben kendimi bazı şeylere hazırlayana kadar kararımı kimsenin sorgulamasını istemiyorum! Biliyorum ki Çisem öğrendiği taktirde kararımı sorgulayacak ve kendince bir çözüm arayışına girecek ama bu sefer değil Poyraz bu sefer olmaz. O yüzden mümkünse Çisem in olmadığı şu bir

haftalık sürede nikah işini halletmeye çalışalım olur mu?’’

*********


O günün ardından geçen dört günde, gereken bütün evrakları bir sekil de ayarlamış ve kendimizi tam da yaşadığımız şu anda bulmuştuk. Aslında, o kadar hiçbir şey bilmiyor muşuz ki!
Her şeyi tamamladığımızı zannederken ne kadar yanıldığımızı, masaya gelen nikah memurunun;
‘’Şahitlerimizi de alalım’’ dediğinde daha iyi anlamış olduk. Poyraz bana ben Poyraz’a bakarken;
‘’Anlaşılan o ki siz iki genç gelirken yanınızda şahitlik için birilerini getirmeniz gerektiğini unuttunuz?’’
Poyraz’ı işaret ederek konuşmaya devam eden nikah memuru eliyle arkasında kalan bir odayı işaret etti. ‘’Şu karşıdaki odaya gir orda muhakkak birileri vardır, iki kişiyi kap ve getir bakalım delikanlı’’
Nikah memurumuzun dediği gibi Poyraz gitmiş ve bir, iki dakika içerisinde yanında iki kişiyle geri dönmüştü. Gelenlerle kısa bir selamlaşmanın ardından, memurun bana sorduğu o klasikleşmiş soruyla kendime geldim.

‘’Siz Ali kızı Elif Alaca, Mehmet oğlu Poyraz Şahin’i eş olarak kabul ediyor musunuz?’’
İşte bu sorunun cevabı, ağızdan çıkacak dört harflik tek kelimeye bakarken, kalbimden geçenlerle telaffuz etmesi zor bir sınav gibiydi. Poyraz’a doğru kafamı çevirdiğimde, bir şeyleri anlamak ister gibi yüzüme bakıyordu. ‘Ah be Poyraz! Senin duygularınla oynamak istemesem de, senden başka çarem mi vardı ki benim.’
Kendimi toparlayarak, herkes için kolay benim için zor olan kelimenin dudaklarım arasından çıkmasına izin verdim.

‘’EVET’’ dedim.

Sorunun tekrarı Poyraz içinde sorulunca, o hiç beklemeden ‘ EVET’ cevabını verdi. Kişinin kendinden emin olması böyle bir şeydi sanırım. Cevaplardan sonrası o kadar hızlı bir şekilde gelişti ki, ne zaman imzalar atıldığını dahi tam olarak hatırlayamıyorum. Şuan ellerimin arasında duran kırmızı renkteki defter ise artık evli olduğumun kanıtıydı, ve ben geçici bir süre için bile olsa artık Elif Alaca değil, Elif Şahin idim…

*******

ÇİSEM’DEN…

Karşımda muhteşem bir deniz manzarası vardı. Güneşin batmasına az bir zaman kala denizin üzerinde oluşturduğu o güzel yansıma, hafif hafif esen rüzgar, martıların akşam karanlığı oluşmadan önceki son uçuşları…
Ne düşündüğünü dahi bilmeden, sadece anı yaşama isteği ile etrafı izlemek…

Herkesten önce geldiğim için kendimi sahildeki iskelenin oraya atmış, etrafımda olup bitenleri izliyordum... Özlemini duyduğum ne varsa şuan tam karşımdaydı. Denizciler yavaş yavaş sahili terk ederken, ben ve benim gibi akşam olunca denizin ve sahilin tadını çıkarmak isteyenler yerini alıyordu yavaş yavaş.
Kimileri ellerinde içecekleri ile sahili turlarken, kimileri küçük öbekler halinde gruplaşmış şarkılar söylüyordu. Daldığım yerden çıkmama sebep,
‘’Bakın burada kim varmışşşş!’’
İrkilmeme sebep olan sesin kaynağına doğru baktım. Ali’nin suratındaki o muzip bakışın geride bıraktığımız birkaç ayda da olsa hiç değişmediğini fark ettim. Takımın geri kalanı da onun arkasındaki yerini almış, özlemini duyduğum o sıcak bakışları ile bana bakıyorlardı.
Hemen ayağa kalkarak ilk önce Ali’ ye, sonrasında Çağatay, Defne ve Cansu sarılmış kısada olsa ayak üstü hasret gidermiştik.
‘’Oh be!! Özlemişim valla.’’
Grubun büyüğü daha fazla sessiz kalmaya dayanamamış olacak ki;
‘’ Değil mi? O yüzden hep biz arıyoruz. Hanımefendinin bizi doğru düzgün hatırlayıp aradığı bile yok!’’
Sağ omzumu yukarı doğru kaldırıp indirdikten sonra, ‘’ Belki de sadece beni özleyin istemişimdir.’’
Sanırım benimde birilerine azıcık da olsa naz yapmaya hakkım vardı değil mi?

Ayak üstü yaptığımız konuşmamızın ardından, önce sahil boyu bir güzel turlamış, ardından her zaman ki yerimiz olan kayalığın yanında ateşimizi yakmış, tıpkı birkaç ay öncesinde olduğu gibi kumların üzerinde bağdaş kurarak oturmuş etrafımızı izliyorduk.
Geride bıraktığım her şey sanki hiç zaman geçmemişçesine aynı görünse bile, içimizde yaşadığımız duygular çok farklıydı. Tıpkı şu anda benim içimde yaşadıklarım gibi.
Yaşadığım duygu karmaşasını bir nebze de olsa unutabileceğimi düşünerek geldiğim yer, duygularımı daha da gün yüzüne çıkarmıştı. Bu yaşadığım şeye hiçbir şekilde anlam veremiyordum, bu yaşıma kadar hiç kimseye karşı bu denli karışık duygular hissetmemiştim. Cansu ile Defne ‘’aşık oldum’’ ya da ‘’çok hoş çocuk’’ dediklerine omuz silker, ne kadar saçma duygular olduğunu sorgulardım kendi kendime. Peki şimdi düştüğüm bu durum neyin nesiydi?
Yüzünü dahi görmediğim, sadece sesini duyduğum birinden bu denli etkilenmek, saçmalığın kaçıncı boyutuydu? O bariton sesin hala daha kulaklarımda çınlaması neyin nesiydi?
Sanırım kafamı yemeye çeyrek kalmıştı çünkü bu yaşadığım duygu karmaşasının benim sözlüğümde bir anlamı yoktu.
‘’Ooo ooo kime diyoruz kızım? Gitmiş bu gitmiş!’’
Cansu’nun koluma dokunmasıyla irkilerek kendime geldiğimde, yine düşüncelere daldığımı anladım.
‘’İyi misin Çisem? Canını sıkacak bir şey mi oldu?’’
Gülümsemeye çalışarak cevap verdim. ‘’İyiyim can suyum, dalmışım sadece.’’
Anladım dercesine kafasını salladı. ‘’Ali sana seslendi ama cevap vermedin!’’
Kafamı kaldırıp Ali’ye bakacakken hemen yan tarafında oturan Çağatay’a kaydı gözlerim. Öyle bir bakışı vardı ki, sanki içimde yaşadıklarımı okuyormuş gibi, gözleriyle yüzümü bir güzel taradıktan sonra, başını hafif hafif aşağı yukarı sallayarak ‘’Seninle konuşacağız’’ dermiş gibi baktıktan sonra kolunu Defne’nin boynundan aşağı dolayarak kendine doğru çekti ve hemen şakağına buradan bile bakınca anlaşılan sevgi dolu bir öpücük kondurdu.

Onları bu şekilde görmek hoşuma gitse de, az önce gözleri ile yollamış olduğu mesaj yerine ulaşmıştı. Daha ben bile içimde yaşadığım bu duygu karmaşasına bir anlam veremezken, hissettiklerimi Çağatay’a nasıl anlatabilirdim ki…

Loading...
0%