Yeni Üyelik
19.
Bölüm

KARMAŞIK DUYGULAR

@bluemoonn

Hiç düşündünüz mü, hangisi daha çok acıtıyor? Bir şeyi söyleyip, keşke söylemeseydim demek mi? yoksa hiçbir şey söylemeyip, keşke söyleseydim demek mi?

Çelişkiler... Çelişkiler... Çelişkiler. Sürekli aynı şeyi düşünüp duruyordum. Ne olmuştu? Ne yaşamıştı da Poyraz'ın anlattığı gibi bir durum içerisindeydi. Acaba Poyraz'a yanına git ve konuş demekle yanlış mı yapmıştım? Ya ters bir tepki verirse, ya daha kötü olursa? Of... Of... Off...

Neden bizimde herkes gibi sıradan bir hayatımız yoktu ki? Neden, her şey bu kadar zor olmak zorundaydı?

Kapıya yaklaşan ayak seslerini, anahtar sesleri takip ettiğinde, bana yaşattığı, sancılı birkaç saatin acısını çıkarmak için, olay mahaline, yani kapıya doğru, sessiz ve sakin adımlarla yaklaştım. İçerisi karanlık olduğu için, Elif'in beni fark etmesi zordu.

Kapıyı, kendince sessiz olduğunu düşündüğü bir şekilde açtıktan sonra, anahtarlarını portmanto'nun üzerindeki kaseye yine ses çıkarmadığını zannederek bıraktı. O bunları yaparken evin içerisinde onu sinsi bir gülümsemeyle izlediğimden haberi yoktu! O uyuduğumu zannediyordu büyük ihtimal.

Bu kız, sanırım beni tam olarak tanımamıştı. Bu akşamın hesabı sorulmadan, uyur muydum ben? Öyle zannediyorsa çok beklerdi...

Duvarda el yordamıyla aradığı lambanın anahtarını bulunca, bir anda evin aydınlanmasını sağladı. Tahmin etmediği şey, tabi ki beni karşısında bulmaktı!

Önce, yerinde bir güzel çığlık atarak sıçradı, sonrasında parmağı ile damağını çekmeye çalışırken, bir yandan da söyleniyordu.

''Allah cezanı vermesin Çisem! Bu ne yaa! Hortlak gibi bir anda karşıma çıkıyorsun?''
İnsanın aklı öyle alınmaz, böyle alınırdı!
'' Valla kızım, ben başından beri buradayım. Eve sessiz, sedasız girmeye çalışan ve korkan sensin.'' Beyaza dönmüş yüzü ve korku dolu gözleriyle düşmanca bana bakıyordu! ''Her neyse!'' Elimle geçiştirirmiş gibi yaptım. '' Bana bugün yaşattığın korkunun bir açıklaması var mı acaba Elif ? İnan çok merak ediyorum... Poyraz'ı nasıl arayıpta, yardım isteyeceğimi şaşırdım! İnsan bir hab…''
'' Pardon bölüyorum ama, Onu sen mi aradın yani? Sen mi söyledin beni bulmasını?''
'' Şimdi tek ve önemli konumuz bu mu yani Elif ? Poyraz'ı benim arayıp aramamam mı? Ayrıca çok merak ettiysen söyleyeyim; evet... Ben aradım ama o zaten seni oradan geçerken görmüş ve peşinden gelmiş...Oldu mu? Tatmin etti mi cevabım seni?'' Artık cidden gerildiğimin ve sinirlendiğimin farkındaydım. Ellerimi göğsümün üzerinde bağlayarak, ciddi görünmeye çalıştım. Hesap soruyormuş izlenimi vermeye çalıştım. Ama… Bir saniye, onun suratında gördüğüm ifade bir sırıtma mıydı?

''Benim söylediğim bunca siteme cevabın sadece bir sırıtma mı Elif? Cidden çok fazla sinirimi bozuyorsun bu akşam! Benim ne hale düştüğümü, meraktan ne hale geldiğimi hiç düşündün mü?''
Suratındaki ifadenin an be an solduğunu görmek içimi bir tık acıtsa da, onun bu cümleleri gerçekten hak ettiğinin farkındaydım ve onunda olmasını istiyordum.

''Özür dilerim... Özür dilerim... Tamam, çok yanlıştı yaptığım ama nasıl o hale geldim, kendimi o oturduğum bankta buldum, inan hiç bir fikrim yok Çisem... Sadece bu seferlik unutsan ve görmezden gelsen olmaz mı?''

O kadar masum bir yüz ifadesine bürünmüştü ki! Söyleyecek tek bir kelime bile bulamıyordum. Cidden bu kadar masum olmak zorunda mıydı? Gerçekten bir şeyleri düşünüyormuş gibi bir süre yüzünü izledim.
''Tek bir şartla görmezden gelebilirim! Her şeyi, en ufak ayrıntısına kadar anlatacaksın? Ne oldu? Ne bitti? Bilmek istiyorum!''
Anında değişen surat ifadesiyle gülümseyerek sağ omzunu indirip kaldırdı. '' Zaten anlatacaktım ki! Aslını sorarsan, bildiğin ve tahmin ettiğin şeyler. Annem bir süredir sürekli arıyor! Ben açmadıkça, tekrarlamaya başladı bu olay, artık kaçmanın bir anlamı kalmadığını düşünerek açtım telefonu. Sesini duyduğumda, kısa bir an özlediğimi hissettim ve kendimi dışarı atıp hava almak isteği ile evden çıktım, ki bunu da gördün zaten. Sonrası da artık alıştığımız şeyler işte ''Okulu bırakıp eve dönüyorsun'' gibi bir sürü sinir bozucu cümle. Artık kendimi ne kadar sıktıysam da kendimi kaybetmişim. İnan isteyerek yapmadım. Seni de meraklandırdığım için yeniden özür dilerim.''
Bu olayda eksik bir şeyler varmış gibi geldiyse de, o an için sesimi çıkarmadım. Kendini kaybedecek kadar kötü bir ruh haline düşmesini sağlayan şeyi bu kadar kolay anlatıyor olamazdı. Elbet bir gün kokusu çıkardı nasıl olsa!

''Gel'' diyerek, kollarımı iki yana açtım, o da bunu bekliyormuş gibi hemen geldi, girdi kollarımın arasına.
''Bana, aynı şeyleri bir daha yaşatma olur mu? İnan çok merak ettim.''
'' Bundan sonra söz daha dikkatli olacağım, şimdi müsadenle gidip bir duş alıp kendime gelmek istiyorum.''
Sadece tebessüm ederek, başımı salladım. O banyoya doğru giderken, Elif'in eve yeni geldiği zamanlarda cebimde titrediğini hissettiğim ama bakmaya fırsat bulamadığım telefonumu elime aldım. Çağtay'ın tam dört kere aradığını görmemle, endişe damarlarımda o kadar hızlı bir şekilde ilerlemişti ki! kendimi nasıl toparladım, hangi ara onu aradım farkına bile varamadım. Ta ki...
Karşıdan sitemkar bir şekilde adeta ayı gibi homurdanarak bir şeyler söyleyen Çağtay'ın sesini duyana kadar.

 

''Tabi yaaa, araya mesafeler girdi, küçükhanım telefonlarımızı da açmaz oldu''
İşte o an rahat bir nefes çektim ciğerlerime. Anladım ki her şey yolundaydı. Bizimkinin sadece dedektifçilik oynayası tutmuştu.

''Hadi ama... Siz, sen unutulacak insanlar mısınız?’’ Biraz yağcılık yapmaktan bir şey olmazdı sanırım.
''Ne demezsin! O yüzden açıyorsun telefonlarımızı değil mi? Biz aramasak arayacağınız bile yok hanımefendi. Sonra öyle misiniz böyle misiniz diyerek yağ yakmaya çalış ama yemezler canım. Bana yeterince yağcılık yapan bir sevgilim var zaten. Sana gerek olduğunu hiç ama hiç düşünmüyorum bile!'' Aklınca bana laf sokmaya çalışıyordu. Sanki tanımıyordum onu. Yaptığı aramalara karşı çok hassastı. Aradığı kişi özellikle sevdiği biriyse, ikinci aramada telefon açılmıyorsa hemen trip atmaya başlardı. O yüzden bu gibi durumlarla karşılaştığımızda özellikle biz kızlar ilk kozumuz olan yağcılığı devreye sokarak onun gönlünü almaya çalışırdık.

''Demek size yağcılık yapan bir sevgiliniz var Çağtay bey! Acaba bu işe kim vesile oldu ya da o aranızda dönüp duran kız olmasaydı siz nasıl sevgili olurdunuz? Bence biraz bu kısmını da düşün derim.'' Kendince trip atmaya kalkıyorsa benimde susup haklısın diyecek biri hiçbir zaman olmadığımı hatırlaması gerekti. Söylediklerim işe yaramış gibi gözüküyordu. Bizimki hemen vitesi R yapmıştı çünkü.

'Tamam tamam seninle baş edemeyeceğimi bir kez daha hatırlattığın iyi oldu cadı ellerimi gökyüzüne açtım ve şuan senin karşına çıkacak olan bedevi için dua ediyorum. Allah ona sabır versin zira sendeki çene adam öldürür!''

Son söyledikleri önceden olsa gülmeme sebep olurdu. Peki şimdi neydi bu Sol göğsümün içinde varlığını sürdüren organımın garip bir çarpıntıya sebep olması. Birkaç saniyelik de olsa sessiz kalmam Çağtay'ı işkillendirmiş olacak ki, defalarca kere adımı seslenişini duyuyordum ama cevap veremiyordum. Ne zordu insanın onu neredeyse kendi kadar iyi tanıyan biriyle konuşması.

''Bana bak cadı! Gecenin bu saati şehir değişimi yapıp oraya gelmemi istemiyorsan hemen dökülmeye başlıyorsun. Neler oluyor orada? Biri mi var hayatında senin? ''
Birkaç saniye düşündüm... Hayatımda biri mi vardı benim? Cevabım; hayırdı. Ama beynim bas bas bağırıyordu adeta; o var o, bay gizem. Doğal olarak bir yana haklıydı Çağtay. Benden böyle düşünülerek verilen cevaplara alışık olmadıkları için farklı durumlar söz konusu olduğu hakkında fikir yürütüyorlardı. Başımı iki yana sallayarak, düşüncelerimin dağılmasını sağladıktan sonra ancak Çağtay'a cevap verebildim.

''Tabi ki hayır Çağtay! Onu nereden çıkardın? Sınavlar falan derken biraz fazla dalgınım bu aralar sadece o kadar.''
Az önce geri vites yapanın o olduğunu gururla anlatırken, aynı şeyi şuan benim yapıyor oluşum nasıl bir olaydı böyle!

''Yemiş gibi yapıyorum ama yemedim bilesin... Ve asıl konuma yani seni aramaktaki amacıma dönüyorum. Senin de dediğin gibi sınavlar falan derken biraz zorlandık bu ara. Bu mevsimde bizim oralar çok güzel olur bilirsin ve eminim ki hepimiz biraz molayı hak ettik. Çocuklarla konuştum bir tek sen kaldın. Diyoruz ki bir hafta Muğla’ya kaçalım. Ne dersin? Sınav sonrası biraz ağır gider dersler, notları alarak halledersin''
İşte şimdi ne okul, ne dersler, ne de o kalmıştı aklımda. Sadece evim, ailem ve arkadaşlarım... Hiç beklemeden;
''Olur, hem de çok güzel olur. Ne zaman gidiyoruz?''
Daha sorularım bitmeden Kulak tırmalayan bir gülme sesi işittiğimde Ali'nin geldiğini anlamıştım ki konuşmaya başladı;

'' Gördün mü? Ben sana demedim mi o balıklama atlar diye. Ona hiç sormaya bile gerek yoktu. Ama ben kimim ki beni dinleyeceksiniz! Ali kim ki! '' Duyduklarımdan sonra kendimi daha fazla tutamadım.

''Alimmmm seni çok özledim'' diye cırlamamla her zamanki o fırlama kimliğine bürünüp cevap vermekte gecikmedi.

''Ahhhh... Kalbimmm... Tam on iki den vurdun beni bebeğim!''
Zevzek şey yine sululuğu üstündeydi.
''Çağtay! Şunun kafasına bir kere benim için vurur musun? Yanındayken etki etmedi, belki uzaktayken işe yarar.''
Sanırım bu isteğim Çağtay’ında hoşuna gitmiş olacak ki yerine getirmekte gecikmedi. Çünkü karşıdan bir yakarışla birlikte;
''Ayyy... Ne vuruyon be! Beynimin içindeki molekülcüklerimi parçaladın!.''
Ne demişti o? Molekülcüklerimi mi? Benim içimden düşündüğüm şeyi Çağtay sesli olarak dile getirdi.
''Oğlum...Olmayan şey hiç parçalanır mı hiç?''
''Ahanda vallahi kırdın Çağtaycım! Parçik pinçik ettin,küstüm!''

Artık beni tutabilene aşk olsundu. Kahkahalarıma engel olamıyordum. Deyim yerindeyse yarıla yarıla gülüyordum. Kendime az da geldiğimde fark ettiğim şey, ben bunları gerçekten çok özlemiştim. Kapının bulunduğu tarafa dönmemle, kafasının üzerinde sarılı bir havlu yumağı ile kolları göğsünde bağlı vaziyette bana bakarak cık cık'layan Elif'in attığı bakışlarda sen deli misin sorusu yatıyordu.

'' Tamam'' dedim. Didişmelerini bölmek adına, ''Şimdi sakin olun ve ne zaman gidiyorsunuz onu söyleyin'' Çağtay hazırda bekliyormuş gibi cevap verdi.
''Biz Pazartesiye bilet ayarlayabildik, kızlarda yarın için almışlar, sende hemen bakmaya başlarsan yarına bulabilirsin sanırım.''
İşte şimdi çığlığı basma sırası bana geçmişti.
''Bu kadar çabuk olduğunu niye baştan söylemediniz acaba? Bak birde orda durmuş, hala meşgul ediyorsunuz beni! Kapa kapa telefonu'' der, demez otobüs saatlerine bakmaya başladım. Şans sanırım bu sefer benden yana yaver gitmişti. Öğlen on iki de bir kişilik boş yer olduğunu görmemle, bileti alma işlemlerini tamamladım. Tabi ki o an yanımdaki koltukta kimin oturduğuna çokta dikkat etmemiştim. Benim için önemli olan koltuktu neticede!

Biletle ilgili her şeyi ayarladığımda, önceden beri var olan grubumuza girerek yazmaya başladım;
Ben;
''Herkese selam! Uzun bir aradan sonra buluşuyormuşuz sanırım. Ben biletimi aldım. Yarın on iki de yola çıkıyorum, yalnız sizden ricam, kimse bizimkilere bir şey söylemesin, sürpriz yapmayı düşünüyorum...''
Mesajımı yolladıktan sonra, aklıma gelen şeyle, bir kaç saniye düşündüm. Ben her şeyi ayarlamıştım da Elif'in hiçbir şeyden haberi yoktu! Ben bunu nasıl unutmuştum! Gerçi her şey o kadar ani olmuştu ki, hangi ara söyleyecektim!
Onu böyle bir ruh halindeyken nasıl yalnız bırakıp ta gidecektim peki? Daha ne olduğunu bile tam anlamıyla bilmiyordum! Sende benimle gel götüreyim desem, gelmezdi biliyorum. Hoş kendime bile zor bilet bulmuşken ona nasıl ayarlama yapacaktım ki!
Kafamın içindeki soru yığınıyla birlikte, Elif'in kapısını çalarak içeriye girdim. Çalışma masasına oturmuş, önünde ki boş kağıda saçma sapan şekiller çiziyordu. Bu yöntemi bende çok yapardım, kafamda çözemediğim sorular varsa, sanki çözümü bu şekilde bulacakmışım gibi hisseder, karalayıp dururdum.

Birkaç defa seslenmeme rağmen duymayınca, yanına yaklaşıp omzuna dokundum. Bir yandan da korkutmamaya çalışıyordum. En sonunda kendine gelir gibi olduğunda "Hımm" diye bir ses çıkardı.

"Seni üzen bir şeyler var biliyorum ama anlatmamakta ısrar ediyorsun. Tamam saygı duyuyorum ama belli ki konu her neyse canını fazlasıyla sıkmış. Ne zaman kendini hazır hissedersen dinlemeye hazır olduğumu unutma! olur mu? ve inan bir araya gelirsek eminim ki bununda üstesinden gelebiliriz." Oturduğu yerden başını bana doğru çevirdi. Gözlerinin içi parıldıyordu adeta. Hala omzunun üzerinde olan elimin üzerine elini koydu.
" Atlatamayacağım bir şey değil canım ve seni bu konu ile üzmek istemiyorum. Zaten benim yüzümden yeterince zor duruma düştün ve inan ki sadece benim vermem gereken bir karara dayalı. Onu düşünüyorum kafamda. Benim için hangisi daha olumlu olacak, bunun kararını net bir şekilde verdiğimde inan ortada hiç bir sorun kalmayacak, rahat ol"
Elif'in yapmış olduğu konuşmada tek takılı kaldığım yer; "Beni yeterince zor duruma sokmuş olduğu" düşüncesiydi. "Bir saniye, gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Kendini yük olarak mı görüyorsun cidden? Bak… Ben insanlara kolay kolay ısınamam tamam mı? Ama seni ilk kayıt günü gördüğümden beri aklımdan hiç bir şekilde çıkmadın, tesadüf ki aynı bölümde olduğumuzu öğrendik, sonrasında yakınlaştık ve arkadaş olduk. İnan bana senin varlığın bana iyi geliyor ki zaten bu koca şehirde sen ve Poyraz'dan başka tanıdığımda yok zaten...Eğer böyle düşünmeye devam edersen beni çok kırarsın bilmiş ol."
Yarı sevgi dolu yarı sitemkar söylemimi tamamladığımda artık kafamdakileri dile getirmiş olmanın rahatlığı vardı üzerimde. Elif oturduğu yerden kalktı ve daha ben ne olduğunu anlamadan o kadar sıkı sarıldı ki, işte bu gerçekten dostluğun simgesiydi.

"Teşekkür ederim...İnan çok teşekkür ederim Çisem...Sen bu dünyada benim başıma gelen en iyi şeysin..."
Biraz daha bu şekilde konuşmaya devam ederse, ikimizde salya sümük ağlayacağımızdan, aklımdakileri ona bir an önce söylemem gerektiğini düşünerek konuşmaya başladım.
"Bence bu kadar duygusallık, ikimize de yeter ne dersin? Hem ben aklımdakileri unutmadan sana bir an önce söylemem lazım… Az önce telefon konuşmama şahit oldun ya, Onlar benim Muğla'dan arkadaşım, hatta kardeşim. Sınavlar sonrası ufak bir kaçamak yapalım diyerek aramışlar, hem ailelerimizi göreceğiz hem de bir araya gelip özlem gidereceğiz biraz. Şimdi sana şunu sormak istiyorum; sende benimle gelmek ister misin Muğla'ya?''

Kısa bir süre düşünüp, kafasında bazı ayarlamalar yaptığını surat ifadesinden anlayabiliyordum.
"Ailene çok kanım kaynadı gerçekten çok iyi insanlar ama şuan değil Çisem. Hem gitsem bile sadece yanın da gelmiş olacağım ve inan seni tanıdığım kadarıyla benimle uğraşmaktan hiçbir şeyden zevk alamayacaksın... O yüzden bu seferlik beni affet ama söz bir dahaki gidişinde bende gelmeye çalışacağım olur mu?"
İşte tam da benim düşündüğüm gibi bir cevap v ermişti. Onu bu ruh haliyle bırakmak istemesem de, böyle bir boşluk bulmuşken ailemin yanına da gitmek istiyordum. Yapabileceğim çokta bir şey yoktu artık. Yine de emin olmak için son kez sordum.
"Emin misin Elif ? Aslında seni böyle düşünceli bir haldeyken bırakmak hiç içime sinmiyor ama onları da çok özledim. Yalnız kalabilecek misin?"
Sanki ben onu değil de o beni teselli ediyor gibi güven verici bir şekilde ellerimi avuçları arasına aldı. "Aaahh! yeter ama çocuk muyum ben yalnız kalamayayım? Hem yalnız da sayılmam ki. Aynur teyze var, Poyraz var. Daha ne olsun?''

Aynur teyze ve Poyraz'ın varlığını hatırlamak rahatlamama sebep olsa da bay gizem yani Alaz'ında burada olduğunu bilmek sol tarafımda sanki bir kuş

çırpınıyormuş gibi hissetmeme neden olmuştu.

Unut! dedim kendi kendime. Unut! Yok öyle bir his, yok öyle bir saçmalık. O ne kadar saçma bir duyguydu ki, sadece sesini duyduğum, yüzünü bile görmediğim biri için bunları hissediyordum. Saçmalığın dik alasıydı resmen duygularım. Ben kendi içimde savaşmaya devam ederken Elif'in sorusuyla toparlandım kendimi.

"Ne zaman gidiyorsun peki?" Asıl önemli konu gelip çatmıştı sonunda.
"Şey… Biliyorum belki biraz hızlı olacak ama yarın saat 12'ye bilet aldım. Çocuklara söyledim bizimkilere bir şey demeyecekler sürpriz yapacağım. Şimdi… Seninle olan durumu da çözdüğümüze göre, müsade ederseniz hanımefendi gidip çantamı hazırlayayım olur mu?'' dememle kıkırdamaya başlaması bile içime su serpmişti. Az da olsa morali yerine gelmişti. Bu da iyi bir şeydi şu an için.
****

Ertesi gün, erkenden kalkmış kahvaltımızı yapmıştık. Son kez eksik kalmış mı diye çantamı kontrol ederken bir yandan da kızlarla mesajlaşıyordum. Defne benden bir saat önce ineceği için, beni bekleyecek ve birlikte geçecektik.
Elif'in yapmış olduğu yoğun baskı sonucu, terminale benimle birlikte gelmesini kabul etmek zorunda kalmıştım. Tam kapıdan çıkmak üzereydik ki, üst kattan hızlı bir şekilde inen Poyraz dikkatimi çekti. Gitmeden onu da gördüğüm için sevindiğimi söyleyecekken, o benden önce davrandı ve;
"Hazır mısınız bayanlar!" diyerek yanımıza geldi.
Şöyle bir düşündüm de Poyraz'a gideceğimi ben söylememiştim ki! Nereden biliyordu benim gideceğimi? Beynimdeki varlığını yeni oluşturmuş olan soruyla birlikte, aydınlanma yaşayarak kafamı Elif'e doğru çevirdim. Konsantre bir şekilde yerdeki fayansları saydığını gördüm. Burada bir işler dönüyordu ya hayırlısı diyerek;
" Sanırım sende geliyorsun bizimle"
"Tabi ki de bensiz gideceğini düşünmemiştin sanırım değil mi? Hadi çabuk olun, geç kalmayalım!"

Aceleci hareketlerle yerdeki küçük valizime uzanıp almış ve hızlı bir şekilde merdivenleri inmeye başlamıştı bile çoktan. Poyraz'ın peşinden inen Elif'i de gördüğümde, bir an burada niye beklediğimi düşünerek, peşlerine takıldım. Gidecek olan ben değil miydim? Neyi bekliyordum ya hu!
***
Kısa bir araba yolculuğu sonrası, bilet işlemlerimi halletmiş, Poyraz ve Elif'le vedalaşarak otobüse binmiştim. Yanımdaki koltukta oturan kişiye baktım kısa bir süre. İçimden bir his beni uzun... Hatta çok uzun bir yolculuğunun beklediğini söylüyordu…

Beni Muğla’ya götüren otobüs kendi güzergahında ilerlemeye devam ederken bende işkencemin tam olarak ne zaman başladığını ve biteceğinin kısa bir hesaplamasını yapıyordum. Yola çıkalı tamı tamına üç buçuk saat olmuştu ve ben önümde daha upuzun bir yol olduğu gerçeğini kendime hatırlatarak sakin olmaya çalışıyordum. Diğer yandan da kendime not diye tekrarlayarak iyice beynime baskı yapmaya çalışıyordum. Bundan sonra yan koltuğumuda kendime alacak ya da mümkünse otobüs ile yolculuk yapmayacaktım.
Neden mi? Çünkü yan koltuğumun sahibi tatlı, yaşlı tonton bir amcaydı. Bunu görünce ilk başta çok sevinmiştim. Çünkü yaşlılar bana hep sempatik gelmiştir. Şuan yaşadığım olay ise tam bir muamma. Yanımdaki amcanın içinden adeta bir atom karınca çıktı desem yanlış tasvir etmiş olmam.
"Amcacığım tamam, iyisin hoşsun, bak ben sizin yaşınızdakilere ayrı bir hürmet beslerim ama azıcık ya Allah aşkına azıcık sussan mı!" diyemedim.
Bunlar benim sadece içimden geçirdiklerimdi maalesef. Kalbi kırılmasın diye elimden geldiğince sorduğu sorulara cevap verdim ve anlattıklarını dinledim. Hoş başka çarem de yoktu zaten. Otobüsten atlayamayacağıma göre! Konuşması arasında isminin Dursun olduğunu öğrendiğim amca askerlik anılarından başlamış şimdiki hayatına kadar gitmişti. Aksanlı konuşmasından zaten bizim oradan olduğu anlaşılıyordu. Sorduğu sorulara bir yenisini daha ekleyerek;
"Bube'nin adı ni? Ni iş edipduru? de baken gızım!" dediğinde, bilinçsizce bir kez daha saatime baktım.
"Babamın adı Halit. Balıkçılık yapıyor amca!"
"Endi ne güzelmiş gızım, şimcik ben accık uyuvesem ırahatsız etmem demi?"

‘Ah! Eder misin hiç! Uyu sen uyu! Benim canım amcam!’ İçimden geçirdiğim cümle bu olsa da, dışımdan verdiğim cevap; "Tabi ki amcacım, sen keyfine bak!" tı.
" Senin uyuman demek benimde dinlenmem demek" diyemedim yine!
Bu şekilde geçen uzun bir yolculuk sonrası, sadece bir kere bana ne zaman mola vereceğimizi sormuş, geri kalan zamanda da muavin ile haşır neşir olmuştu. Yolu izlerken bir yandan da düşünüyordum, bizde onun yaşına gelebilecek miydik? Kim bilir bizim arkamızdan o devrin gençleri neler düşünecekti!
Otobüs Muğla terminaline yanaşmaya başladığında, içimdeki heyecan gitgide büyüyordu. o kadar çok özlemiştim ki buraları.

"Havası bile başka şehir " dedim otobüsün basamaklarını inerken. Etrafımı incelediğimde gece olmasına rağmen belli bir kalabalık vardı etrafta. Kimileri gidiyor, kimileri de benim gibi geliyordu! O sırada;
"Çisemm!"
Defne'nin sesini duymamla, etrafımı kolaçan ederek, nerede olduğunu görmeye çalıştım. Kapının orada kollarını iki yanına açmış bir şekilde, seslenerek beni bekliyordu canım arkadaşım. Şuan eğer becerebilseydim, gözlerimden ateş çıkarabileceğime o kadar emindim ki! Özlem buysa eğer, en dibine kadar özlemiştim hepsini...

Ne kadar geçtiğini bilmediğim bir zaman zarfında, az gerimizden gelen bir sesle ayrıldık birbirimizden;
" Abla... Valizini almayı düşünüyor musun! yoksa bekleyeyim mi biraz daha?"
Başımı çevirdiğimde, az önce indiğim otobüste bulunan muavin olduğunu gördüm ve ilk aklıma gelen, kendimi yine bir şekilde rezil etmişliğim olmuştu.

Koşar adım muavinin yanına gittim. " Kusura bakmayın lütfen! Sizi de beklettim, tamamen aklımdan çıkmış"
Muavin çocuk sırıtan bir yüz ifadesiyle valizimi bana uzattı.
"Dert değil abla! Özlem nedir iyi biliriz! İnsanın aklını başından alır, hadi sana iyi geceler" diyerek yanımdan ayrıldı. O gittikten sonra, Defne ile beraber zorda olsa en sonunda bir taksi bularak, eve doğru yola çıktık.

***

Ne kadar olmuştu evden ayrılalı? Beş ay mı?...Altı ay mı?...
Evimizin olduğu sokağa girdiğimizde, istemsizce etrafımı inceliyordum, acaba ben gittiğimden beri bir fark var mıdır diyerek! Ama yoktu, hala bıraktığım gibiydi her yer.

En sonunda taksi bizim evin önünde durduğunda, ücreti ödeyerek arabadan indik. Defne ile kısa bir vedalaşmanın ardından, o kendi evine giderken, bende bizim kapıya doğru yöneldim. Pencerelere doğru baktığımda, ışıkların hala yanıyor oluşuna sevindim, açıkçası sürpriz yapacağım derken kalplerine indirmek istemezdim!
Zili üst üste iki kere çaldığımda tek beklentim bir an önce aileme sarılmaktı. Kısa bir bekleyişin ardından, içeriden Yağmurun sesini duydum;

"Babacım! kapıya bakar mısın?"
Tabi ya, Küçük hanım artık ‘ Abla… Kapıya bak diyemiyor, babama sesleniyordu onun yerine!

"Kim ki gecenin bu vakti kapıyı çalan" diye söylenerek, kapıyı açmaya gelen babam, "Kimsin" diye seslendi. Gülmemek için tek elimle ağzımı kapatırken diğer elimle de yeniden zile bastım. Kapıdakinin artık ses vermeyeceğini anladığında, küçük bir aralık bırakarak açtığı kapıdan, kıkırdayarak ona bakıyordum...
Bir kaç saniye yüzüme doğru baktıktan sonra, olayı tam olarak kavrayamamış olacak ki;
" Sen miydin Çisem! Niye ses vermiyorsun kızım!" dedi ve içeriye doğru yürümeye başladı. Bende bozuntuya vermeden, ayakkabılarımı çıkartıp peşinden ilerlemeye başladım. Mutfaktan olduğunu tahmin ettiğim Yağmur ;
"Kimmiş babacım gelen?" diye seslendiğinde, olduğum yerde durdum.

"Haa, o mu! yabancı değil kızım, ablanmış!" diyerek, elinde tuttuğu kumandayla kanalları çevirmeye devam etti. Olayları yeni kavrıyordu sanırım çünkü kumandayı tutan eli, havada asılı kalmıştı!
Aceleci tavırlarla mutfaktan çıkan Yağmur'a işaret parmağımı dudaklarımın üzerine koyarak susması için hareket yaptıktan sonra, tekrar babama döndüm.
"Yağmur! Ben az önce Çisem mi gelmiş dedim?"
"Aynen öyle söyledin benim yakışıklı babacım!" diyerek bu sefer ben cevap verdim. Babam benim sesimi duyduğunda, hızlı bir şekilde ayağa kalktı ve koşar adımlarla yanıma geldi.
" Babamm! Babam! Çok özledimm ben seni be yavrum! Ah deli kız! Madem geleceksin ne diye haber vermiyorsun? Karşılamaya gelirdim seni!"
Hem kendince sitem ediyor hem de sıkıca o yuva olan kucağına sarıyordu beni.
"Söyleseydim yaptığım sürprizin bir anlamı kalmazdı ki babacım."
Yağmur en sonunda dayanamamış olacak ki, çatmış olduğu kaşlarıyla birlikte işaret parmağıyla babamın sırtına birkaç kez vurdu.
" Pardon ama! Bizde sarılabiliyor muyuz yoksa bu olay sadece size mi özel?"
Hala sarılı olduğum kollar arasından" Birileri kıskandı sanırım baba baksana!"
Babamla beraber kahkaha atarak gülmeye başladık. Yağmur'a doğru yaklaşarak, onu kollarımın arasına aldım. Geçen zamanın özlemini gidermek adına "Biliyor musun! seni çok özledim ergen prensesim!" dediğimde, boynuma değen dudaklarından güldüğünü anladım. Hemen arkamızda kalan babam;
" Ah! benim hiç büyümeyen kızlarım, hep böyle masum kalın olur mu! Hiç kopmayın birbirinizden inşallah"

Olay duygusallık boyutuna geçmeden kendimize gelmemizi sağlayan, şimdiye kadar nerede olduğunu bilmediğim annemin sesiydi. Bir yandan söyleniyor, bir yandan da bulunduğumuz yere geliyordu;
" Çocuk musunuz Halit? Gecenin bir yarısı ne bu se..." karşısında beni görünce, ilk önce şaşırsa da, kendini toparlaması çokta uzun sürmedi. "Çisemm.. Kızımm.." dedi ve bir sarılma senfonisi de onunla yaşadıktan sonra, herkes normal kimliğine kavuşarak üzerindeki şaşkınlığını attı.
Sabahın ilk ışıkları pencere parmaklıklarının arasından kendini gösterene dek özlem giderdik. Bizimkisi hiç bitmeyecek bir özlemdi tabi.

Ertesi gün, özlediğim o mis gibi anne menemeni kokusuyla uyanmak şuan için yaşayabileceğim en büyük lükslerden biriydi benim için. Kahvaltıya inmeden önce arayan soran var mı diye telefonumu kontrol ettiğimde Çağtayın mesajı karşıladı beni. Mesajda akşam için ayarlama yapmamı ve sahilde oturacağımızı yazmıştı.
Uzun ve bol gülmeli bir kahvaltı sonrası, Çağtayın yazdığı mesaj aklıma gelince masada babamın olduğu tarafa dönerek;

"Babacım! Annemle zaten konuşur anlatırım ama senin de iznini almak istiyorum! Bugün takımın geri kalanı da geliyor, izin verirseniz onlarla sahildeki yerimizde oturmak ve biraz eğlenmek istiyoruz!"

Babam bir süre düşündükten sonra, tartan bakışlarını yüzümde gezdirdi ve anneme dönerek;
" Ne yapalım hanım! Ne dersin verelim mi izin?"
Annemden cevap gecikmedi. O babam gibi olaya sorgulayarak bakmaz, net ve kararlı bir şekilde konuşurdu. " Aaa! Ama bu şimdi oldu mu Çisem? Daha dün gece geldin! Bugün bari birlikte zaman geçirseydik!"
Ne denirdi ki bu cümlenin üstüne! Haklıydı annem! Haksız diyemem ki... Ama onlara da bir şey diyemezdim. Özlemiştim sonuçta.
Masanın üzerinde gezen bakışlarımı onlara doğru kaldırdığım zaman anladım ortada dönen olayı. Benim akıllı annem resmen dalga geçiyordu benimle!

" Gidin tabi ki kızım, eğlen arkadaşlarınla bu yaşa, bu zamana tekrar gelmeyeceksiniz! Haa.. Bu arada az önce söylediklerimi de bir düşün olur mu? Haklılık payım olduğunu unutma! Bende kızımı özledim ve onunla zaman geçirmek istiyorum."

İşte buydu benim ailem. Her ne kadar insan kendi ailesini seçemiyor olsa da, bu dünyaya gelme sebebim ve en önemli iyi kilerim onlardı benim. İyi ki onlar gibi bir aileye sahiptim...

 

ALAZ'DAN;

 

Yurtdışından döndüğümden beri, hayatım garip bir şekilde koşturmaca içerisinde geçiyordu. Günlerdi, haftalardı derken, bir şekilde kendime bir yön çizmeye başlamıştım. Hani derler ya başımı kaşıyacak vaktim yok diye, tamda o durumdaydım şu sıralarda. Eve sadece yatmaya geldiğimden, annem bile şikayet etmeye başlamıştı son zamanlarda.

"Geldiydi, gelecekti diye sevincim kursağımda kaldı, yüzünü bile doğru düzgün göremiyorum oğlum" diyerek sitem ediyordu.

Biliyorum, kendince o da haklı ama sil baştan bir hayata başlamak, benim için hiç kolay değil. Şirkete alışma sürecini aşmıştım aşmasına ama bu seferde çizimlerdi, sunumlardı derken kafam kazan gibi oluyordu çoğu zaman.
Son zamanlardaki yoğunluğumun üstüne, birde farklı farklı üniversitelerden gelen konferans davetleri vardı. Şirket her ne kadar yeni bir düzen oturtmaya çalışsa da, Yurtdışında ki şekliyle yönetilmeye devam ediyordu. Bu da demekti ki o konferansa gidilecek!

Dışarıdan da alım yapan bir şirket olmamızın yanı sıra, asıl önem verdiğimiz, kendi bünyemizde sıfırdan eleman yetiştirmek olduğu için, seçtiğimiz bir kaç farklı üniversiteden ki buna benim mezun olduğum fakülte de dahil, bölümün en parlak öğrencilerinden oluşan kişiler, stajyer olarak seçilecekti. Asıl konu, nedense bununla bizzat benim ilgilenecek oluşumdu.

Günümün çoğu yine her zamanki gibi o toplantı senin, bu toplantı benim, koşturmaca içerisinde geçmiş, yorgun bir şekilde kendimi arabama atmıştım. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, yoğun bir İstanbul trafiğini de geride bırakıp, evin önünde arabamdan inmiş, evin olduğu kata çıkan merdivenleri tırmanırken, üzerini karaladığım düşünceler tekrardan aklıma doğru ilerlemeye başladı. Sinirlerim hepten bozuldu bir anda. Ben bu konuyu atlatmıştım ve tekrardan eskiye adım atmayacaktım. O ve onunla ilgili her şey geride kalmıştı.
‘Aklını başına al Alaz, kendine gel oğlum! Sana nasip olmayan ev, bir başkasına yuva oldu bak’ diye defalarca kez tekrarlayarak, kendime verdiğim sözü, bir kez daha yineledim; "Küllerinden yeniden doğacak daha sert, daha dik bir adam olacaksın..."

Bazı şeyleri önceden bilme gibi bir şansım olsaydı eğer, kendimi teskin etmeye çalışırken, bu kadar katı kurallar almazdım sanırım...

Loading...
0%