ALAZ’DAN:
Zamanlama yanlış ama insan doğru…
Her yaş kişiye bir kat daha tecrübe olarak döner. Her dönemin yükleri kendine göre ağırdır çoğu zaman. Kimi zaman içinden çıkılmaz gibi gözükse de aslında bir hiç kadar değersiz olduğunu zaman geçtikçe anlamak, yıpranmak, yıpratmak belki de…
BEŞ SENE ÖNCE
Hayatımda her şeyin şaşırtılacak derecede yolunda gittiği zamanlara oldum olası şaşırmışımdır. Her gün oluşacak bir pürüz bekler durursun ya hani.
Üniversitenin son senesi, mezun olmamıza birkaç hafta var ve şimdiden işimin hazır olduğu bir dönem şans değil de neydi?
Aşk: Sevdiğim, değer verdiğim ve gördüğüm bir ilişkim vardı. O kadar ki kendi aramızda bazı ciddi olayların kararını almış olarak yürürken işin bir tek aile bölümü kalmıştı, bu da kolaydı bence.
Bu hafta Alev ile beraber olduğumuz üçüncü senemiz bitmişti. Aklımda olan planı gerçekleştirmek üzere, Alevin arkadaşları ile yaşadığı eve doğru giderken, bir de yapacak olduğum sürprize nasıl bir cevap vereceği, yüzünün alacağı şekli deli gibi merak eder durumdaydım.
Birkaç saat önce aradığında, bugün için buluşup buluşamayacağımızı sormuştu. Bende sırf ona açık vermemek için çok yoğun bir gün olduğunu ve ancak akşam buluşabileceğimizi söyleyerek, planımın işleyişini bozmamıştım.
Evin önüne geldiğimde, garip bir ürperti, bir soğukluk hissetsem de yapacak olduğum sürprizin heyecanı olduğunu düşünerek ötelemeye çalıştım.
Basamakları çıktıkça suratımda silemediğim bir gülümseme oluşuyordu. Cebimde bulunan anahtarı çıkarıp kilide taktığımda, garip bir şekilde kilit tek seferde açılmıştı.
Bu olmaması gereken bir olaydı. Zira Alev ve ev arkadaşları günün bu saatinde derste olurlardı. Kızlar zaten yapacak olduğum sürprizden haberleri olduğu için evin anahtarını bana vermiş, bu gece geç geleceklerini söylemişlerdi.
İçeri girdiğimde, bir şey varmış hissi ile dolmuştum. Evin içinde garip bir koku vardı. Aslında garip olan koku değil bu saatlerde evin bu şekilde oluşuydu. Henüz düşünceler içindeyken sehpanın üzerindeki yarım bırakılmış içerisindeki sıvının renginden alkollü bir içecek olduğu belli olan bir çift bardak gördüğümde, kokunun kaynağını anlamıştım.
Anlaşılan bizim cadı dün gece yine kızlardan birinin aklına girmiş, bu sabahta geç kaldıkları için evi toparlayamadan çıkmışlardı.
Bardakları alarak mutfağa götürdüğümde, sandalyede ona ait olduğunu bildiğim tişörtü görünce elime alarak o özlediğim kokusunu burnuma çekerek, tişörtü ait olduğu yere Alevin odasına götürmeye karar verdim.
Oda kapısının önüne geldiğimde, duyumsadığım ses ile evde yalnız olmadığımı anladım. Kapının kolunu onu ürkütmeyecek şekilde yavaş ve tek bir hareketle açtım. Karşımda beliren, beklediğim görüntü kesinlikle bu değildi…
Canım dediğim, sevdiğim kadın…
Dostum, kardeşim dediğim adamın kollarında…
Ne yapacağını bilemeden sadece karşında ki görüntüyü anlamlandırmaya çalışmak… Aslında anlamlandırmaya çalışmak değil, konduramamak.
Yanmak, yıkılmak, parçalara ayrılmak… Parçalara ayrılışın ne kadar kelime anlamı varsa hepsi.
Onlar kendilerine bu durumu belli ki yakıştırmış olacaklar. Yaşanacak olan olayları umursamamışlardı ama ben ellerimi bile onların pis nefislerinin bulaştığı vücutlarına değdirme gereği duymadım. Kapıyı gürültülü bir şekilde çarparak çıktım o kir yuvasından.
Değmezdi ne ona ne de diğer kişiliksiz insana, onlara edeceğim tek kelime bile kendilerini ileride bir gün bir şey zannetmesine neden olurdu.
Yaptığım tek ve son şey beni her şeyden ve herkesten soğutan o kadına son bir mesaj atmaktı;
YARİM:
Sevgiye olan inancımı nasıl kırdıysan, olduğun yerde kal. O pis nefesinden çıkacak tek bir kelime bile duymak istemiyorum ama unutma ki gün gelecek pişmanlığın seni esir aldığında sana üzülen en son kişi bile olmayacağım…
GÜNÜMÜZ
O gün yaşadıklarım aklıma geldiğinde ne kadar da saf, salakmışım diyorum. Nasıl da bağlanmışım. Olmaması gereken bir insan değer vermiş, hayatımı alt üst etmişim. En büyük pişmanlığın ne diye sorsalar, kesinlikle o günden sonra adını dahi ağzıma almadığım o kişiyi hayatımda bir yerlere koymaktı derim.
Acı çektim mi? Fazlasıyla…
Kalbime de, kendime de emir verdim adeta o günden sonra bir daha hiç kimseyi hayatıma almayacaktım.
Yaptım da...
Yükseldim, olduğum konumda daha da hırslandım, başardım da.
Güçlendim, hayatta kimseye üzülmemem gerektiğini acıta acıta öğrettiklerinde, adeta onlara teşekkür borçlu olduğumu düşünecek kadar. Ancak ne var ki, her şey bugüne kadarmış bilemedim!
Benliğime, düşüncelerime bir virüs gibi sızmaya çalışan o küçük kadın! İlk tanışmak için elini tuttuğumda, yaşadığım o elektrik!
Tesadüftür dedim üstünde durmadım, her ne kadar aklımın bir köşesinde kendine yer etse de yok saydım.
Yetmedi akşam eve geldiğimde karşımda görmek. Bana karşı olan bakışları, tuz biber oldu içimdeki küçük çaplı savaşa.
Yemek yerken sorduklarım ile onu bastırmaya çalıştım. Onun benim için basit bir elektrik olduğunu kanıtlamaya kalktım belki de kendime ama küçük hanım gardını almış bir asker gibi dikildi karşımda.
Poyraz sağ olsun evine götürme görevini bana verince, yürümemesi gerektiği için kucağıma aldığımda duyumsadım kokusunu. şŞu ana kadar hiçbir varlıkta rastlamadığım, insanı günaha teşvik edecek tarzda bir şeydi.
Bir insan nasıl olurda okyanus ve bebeksi bir şekilde kokardı ki?
Düşüncelerim yine bedenimi ele almış bir durumda uykuyu bana haram etmişti belli ki. Yada bu gece kesinlikle bu yatakta bir problem vardı!
Ne sağa dönmek kar ediyordu ne de sola.
Gözümü kapattığımda ise hep aynı görüntü tıpkı bir film şeridi gibi başa sarıp, sarıp duruyordu.
‘ At kafandan, saçmalama, o duygular yasak sana, aklını başına al! Sen güçlüsün! Eski Alaz yok! Yenilmeyeceksin, bu sefer değil!
O küçük kıza kanmayacaksın oğlum!!
Beynimdeki düşüncelerin altında
ezileceğimi bildiğim halde o gece yine ve yeniden söz verdim kendime. Bazı şeylere geç kaldığımı bile bile…
***
Uykusuz geçen bir gecenin sabahı ne kadar iyi olursa o kadar iyi bir şekilde şirkete gittiğimde, evrende sanırım bana karşıydı ki her yerde her şekilde ismen karşıma Çisem çıkıyordu!
Staj dosyaları yavaş yavaş elimize ulaşmaya başladığında sekreterim masama bir liste bırakmış ve yirmi kişilik bir grubun bir hafta sonra görüşmeye geleceğini söylemişti.
Tesadüf şu ki o yirmi kişi içerisinde Elif ve Çisem’in de isimlerinin oluşuydu. İkisinin de okul ortalamasına baktığımda birbirlerini takip eden dereceye sahip olduğunu görmek şaşırtıcıydı.
Yapılacak olan mülakatı da geçerlerse yüzde doksan gibi bir şansa sahiptiler, işin yüzde onluk kısmı ise tamamı ile benim ikna olmama bakıyordu.
İç sesim bu aralar olduğu gibi yine iş başındaydı ve şu an hiç tarzım olmasa da onunla adeta kedinin fare ile oynadığı gibi oynama dürtüsü oluşuyordu içimde!!
İç sesimi dinleyerek yola çıkmayalı uzun zaman olmuştu ve ben fena halde bu sefer onu dinlemeyi tercih ediyordum. Şuan bulunduğum odada masama oturmuş düşündüğüm şeyler içime ufak bir şeytanın kaçmış olduğu olasılığını doğrular nitelikteydi. Emin olduğum şeyse, ben bu küçük kadınla kesinlikle savaşacak olduğumdu.
Görelim bakalım küçük hanım sabır dereceniz ne durumda!!!
BİR HAFTA SONRA ÇİSEM
Yaşantımın en sevimsiz bir haftasıydı bu sanırım. Bir türlü geçmek bilmeyen günler ve saatler.
Kendini doktorum olarak atamış olan Poyraz bey’in katı kuralları ile kafayı yeme boyutuna gelmiştim. Hatta o boyuta gelmekle kalmamış, Poyraz’ı, Elif’i hatta ve hatta Alaz beyi bile bu durumdan birazcık ta olsa nasiplendirmiş olabilirim.
Sinir adam , her şey onun yüzünden değil miydi zaten! Neyse ki bu bir hafta geçmiş ve ben gayet sağlıklı bir şekilde derslerime geri dönebilmiştim.
Elifle beraber günün ilk yarısı olan dersleri bitirmiş, kafeteryada oturup bir şeyler atıştırıyorduk.
Aynı anda ikimizin de telefonlarından bildirim sesi yükseldiğinde, birbirimize bakarak bir anlam vermeye çalıştık.
Bir elimde tuttuğum telefona bir de Elif’e baktım. ‘’Staj ve burs alamaya hak kazananlar belli olmaya başlamış, istersek tercih yapabileceğimize dair rektörlükten gelmiş mail’’ dedim.
Elif te söylediklerime başını sallayarak beni onayladı.
‘’Ne düşünüyorsun Elif? Başvuru yapacak mısın?
‘’Yanii… En azından bir şansımı deneyeyim diyorum. Durumumu biliyorsun Çisem! Bir yerden başlamam lazım belki bize de şans güler bu sefer.’’
‘’O zaman niye boşa zaman harcıyoruz ki!! Kalk madem gidelim hemen ne yapmamız gerekiyor öğrenip yapalım.’’
‘’Ama, haber daha yeni gelmişken, hemen gitmekte, ne bileyim Çisem, yanlış anlaşılmaz mı?’’
Bir süre düşündüm. Yanlış mı olurdu acaba diye. ‘’ Neden yanlış olsun ki? Mesaj gelince geldik yani ne var ki bunda? Hadi, kalk ta gidelim!’’
On dakika sonra, önünde durduğumuz kapalı kapının ardında bizi bekleyen yeni bir yol vardı…
Hissediyordum, ama olay şu ki!
O kapıyı çalmaya ne Elif’te cesaret vardı ne de bende. Nedense garip bir şekilde heyecan yapmıştık ikimiz birden.
‘’Tamam’’ dedim. ‘’ Bu sefer çalıyorum artık! Hazır mısın?’’
Ama bu dediğime ben bile inanmıyorum çünkü bu belki onuncu niyet ti ama bir sonuç maalesef yoktu. Ya Elif durduruyordu bir şekilde ya da ben kendi kendime bir şeyler söyleyerek engel oluyordum o küçük el hareketine.
‘ Hadi ama Çisemm!!’ bu kadar mı cesaretsizsin sen?’ Diye diye birkaç kere tekrarladığımda, yumruk olan elim benden bağımsız bir şekilde kapıya çarpmış ve aynı anda iki ayrı nida ortaya çıkmıştı.
Bizden ‘Hiiihhhhh’ çıkarken aynı anda içeriden de bir,
‘Girin’ sesi gelmişti. İşte bu bizim bir şeyleri avuçla yediğimizin en büyük göstergesiydi!
Kapıyı hafifçe iterek açtığımda, içeride bizim bölümünde hocalarından olan iki kişi vardı.
Özellikle içlerinden biri en çok dersimize giren, gerek derste gerek boş zamanlarda öğrencilerinin her türlü sorunu ile ilgilenen bir hocamızdı ve bizi gördüğünde yüzünde oluşan aydınlık bir gülümseme ile;
‘’İşte’’ dedi. ‘’ Mimarlık bölümünün bu sene ki başarılı öğrencilerinden ikisi geldi.’’
Şu an utancımdan ne diyeceğimi şaşırmış durumdaydım. İçeri girmek için yaptığım heyecana birde çarpıntı eklenmişti.
Transtan çıkmama sebep içeriden gelen davetti;
‘’Gelin bakalım kızlar, bizde hocalarınızla siz ve sizin gibiler hakkında konuşuyorduk.’’
Gelen komutla beraber, içeriye doğru ilerlediğimizde, oldukça geniş bir masada oturan Rektör, hemen önünde bulunan kağıt destesini inceliyordu.
‘’Mimarlık bölümüydünüz değil mi? Demiş ve önündeki kağıtlarda olan bakışlarını yukarı kaldırarak Elif’le benim aramda gezdirdi.
‘’Evet hocam.’’
Cevap kesinlikle benden değildi! Zira şuan hiç olmadığım kadar heyecanlı ve konuşamayacak durumdaydım.
‘’İsimleriniz nedir bakalım?’’
‘’Elif Alaca ve Çisem Aydoğu.’’ Rektör elinde tutmakta olduğu bir deste kağıdın içerisinden, ne kadar buradan görmesem de bölümlerin adlarına göre ayrılmış olduğunu düşündüğüm bir sayfayı çekip ayırdı. Böylelikle düşüncemin doğru olduğu da ortaya çıkmış oldu. Geride kalan kağıt destesini bir kenara bıraktı ve o diğer sayfayı da önüne çekti.
Hemen sol tarafında bulunan kalemlerden bir tanesini aldığında bir yandan da sessiz bir şekilde isimlerimizi tekrar ettiğini duyumsuyordum.
‘’İşte burada… Elif Alaca ve Çisem Aydoğu. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, notlarınıza şöyle bir üstün körü bakıyorum da, aferin kızlar, başarınızdan dolayı tebrik ederim sizi. Burada bulunma sebebinizi kısaca açıklamam gerekecek olursa, yıl sonuna yakın zamanda, bazı şirketler burs ve staj imkanı tanıyorlar öğrencilere. Bizlerde bölümler içerisinde başarılı öğrencilere bilgilendirme yapıyoruz. Bu tamamı ile sizin isteğinize kalmış bir durum başvuru yaparsınız ya da yapmazsınız. Tabi birde şöyle bir durum var ki, onu da söylemek isterim. Olurda başvuru yapmayı onaylarsınız, gidecek olduğunuz şirketler de kendi içlerinde bazı elemeler yaptıkları olur bunu da bilin isterim. Şimdiii…. Başvuruda bulunmak istiyor musunuz?’’
Elif bana ben Elif’ e baktığımda, karşılıklı olarak sessiz bir şekilde içimizden onayladığımız da, söze girebildim en sonunda!
‘’Evet hocam, ikimiz de şansımızı denemek istiyoruz.’’
Verdiğim onaylama cevabı sanırım oda içerisinde bulunan hocaların hepsinin hoşuna gitmişti ki başları ile aşağı yukarı onaylama hareketi yaparken bir yandan da tebessüm ediyorlardı.
Rektör kısa süre yüzlerimizi inceledikten sonra;
‘’Enver hocanızdan duyduğum kadarı ile ev arkadaşıymışsınız galiba aynı zamanda. O zaman şöyle yapalım ikinizi de ayırmadan aynı şirkete yolluyorum, gerisi size ve yeteneklerinize kalmış. ANC Mimarlık diyorum o zaman.’’ dedi ve önündeki kağıttan bir birkaç yeri karalayarak bir şeyler yazdıktan sonra masanın üzerindeki telefona uzandı.
‘’ANC Mimarlığı bağlar mısın hemen ?’’diyerek telefonu yerine yerleştirdi. Heyecanımın her saniye daha çok artması normal miydi?
Kısa sayılacak bir bekleyişin ardından oda da telefon sesi yankılandı. Rektör telefonu kulağına dayayarak birkaç onaylama konuşması yaptı ve beklemeye başladı.
Açıkçası ne için beklediğimizi merak etmiyor değildim ta ki Rektörün ağzından çıkan ismi duyana kadar.
‘’Merhaba Alaz bey!! Nasılsınız? Teşekkür ederim. Bende iyiyim. Hemen konuya giriyorum, iki öğrenci gönderiyorum size…’’
Konuşmanın devamı bende yoktu.
Ben nötr…. Ben ölü… Ben kayıp!
Az önce şanstan mı bahsetmiştik.
Hah!! Ben böyle şansın ta içine… Tüküreyim!
******
Okuldayken kafamı bir şekilde meşgul ederek düşünmemeye çalışmıştım ama çıkıştan eve gidene kadar, yürüyen ben miydim yoksa ruhum muydu belli değildi.
Neden her çaldığım kapı ona çıkıyordu?
Olacak iş miydi şimdi bu?
Şu birkaç günde yaşadıklarımı başkasına anlatsam benimle kesin dalga geçerdi.
Tesadüfler silsilesi, kiracısı olmam ile başlamıştı. Sonrasında tamamen dikkatsizlik sonucu!! Koskoca İstanbul da hiç kimse kalmamış gibi onun arabasının altına girmeye çalışmam ile devam etmiş, şimdi de onun ortağı olduğu şirkete stajyer olarak başvuru yapışım ile son noktayı koymuştu.
İşler bu yönde ilerledikçe içimde varlığı süren duygulara dur demem de oldukça zorlaşıyordu.
Hadi ama!!!
Neden hep olmayacak işler varsa beni buluyordu ki.
Hayatım tam yavaş yavaş düzene girecek diye umarken bütün karmaşıklıklar beni bulmak zorunda mıydı?
Senelerce arkadaşlarımın aşk hikayeleri ile dalga geçen ben, en olmadık zaman da, en olmayacak insana aşık ol! Ne muamma ama! Hadi ama… Hayatımın kıçı ile gülme şekliydi bu da bana sanırım.
****
Elifle beraber eve giderek, olabilecek en hızlı şekilde hazırlanmış, saat 16:00 da biz öğrenciler ile yapılacak olan toplantıya katılmak üzere şirkete gelmiştik. Girişte bulunan görevliye gelme amacımızı söylediğimde bizi en üst kata toplantı odasına yönlendirmişti.
Attığım her adımda daha bir heyecan basıyordu.
‘Topla kendini, topla kendini!! Salma, sen zayıf karakterde biri değilsin!! Burada bulunma amacına konsantre ol!! Diyerek kendimi motive etmeye çalışırken , bir anda koluma yediğim cimcikle, ağzımdan istemsizce çıkan bir ‘ayy!’ nidası ile birkaç kişinin bakışları bize dönse de kısa sürede işlerine geri dönmüşlerdi.
‘’Elif, sen ne tür bir manyaksın? Kızım durup dururken neden cimcikliyorsun acaba?’’
Elif ağzından, kocaman bir ‘ Hah’ nidası çıkardıktan sonra;
‘’Durup dururken mi? Canım benim, belki biraz çatlak olabilirim, ufaktan sataşmaları da seviyor olabilirim ama… Bak bu kelimenin altını kırmızı kalemle çiziyorum, iyi dinle! Henüz kimseyi durduk yere cimcikleyecek kadar kafayı yemedim.’’
Ağzını, burnunu yamultarak yaptığı garip bir surat ifadesinden sonra;
‘’Tamı tamına beş dakikadır, seninle konuştuğumu, senin de beni dinlediğini zannediyordum ama sadece ben zannediyormuşum zira bundan senin haberin bile yokmuş!! Gerçi şöyle bir düşünüyorum da sende haklısın Elif kim ki onu dinleyesin!!’’
‘’Saçmalamaz mısın lütfen! Ne zaman, ne anlattın da dinlemedim? Ben Sadece!!! Sadece…’’
Kısa bir es vermiştim, yoksa içimden düşündüğüm ne varsa bir bir dökülecekti iki dudağımın arasından. Elif te bu açığımın farkına varmış olmalı ki,
‘’ Sadece sen ne Çisem?
Öyle bir şey söylemeliydim ki, onu inandırabileyim.
‘’Sadece gereğinden fazla heyecan yaptım sanırım bundan dolayı da dalmışım.’’
Neyse ki iyi toparlamıştım, ya da ben öyle zannetmişte olabilirim.
‘’Kıvırmış olduğunu zannediyorsan!!! Cıksss, yemedim bilmiş ol. Sende ki garipliği de fark ediyorum ama bozuntuya vermiyorum. Boşuna beni kandırdığını zannetme diye söylemek istedim ve döküleceğin zamanı sabırla bekliyorum canım!!’’
O az önce ne kadar da uzun bir cümle kurmuştu öyle!
Söylediklerini kendime özet geçmem gerekiyor ise tek anladığım, patlamak üzere olduğumu sabırla beklediği kısımdı ve bu da bana göre çokta uzakta sayılmazdı sanırım.
Bizim arkamızdan şirkete girmiş olan birkaç kişinin bile toplantı odasına girdiğini fark edince Elifi kolundan çektiğim gibi, o daha ne olduğunu anlamadan, bizden başka beş kişinin daha olduğunu içeriye girince fark ettiğim salona soktum.
İçerisi resmen ben usta bir mimarın elinden çıktım diye bağırıyordu. İç mimari tasarımcısı her kimse gerçekten de işinin ehli olduğu belliydi.
Toplantı odası olarak kullanılan alan uzun ince bir şekildeydi.
Camın olduğu kısım şirketin içini görürken, kullanılan aydınlatma ve spotlarla beraber oldukça aydınlık hale getirilmişti.
Oldukça modern siyah cam bir masa ve ona uygun sandalyeler mevcutken karşımda duvara monte edilmiş bir televizyon, onun hemen altında sağlı ve sollu olmak üzere köşelerde büyük saksılar içerisinde orta boylarda çiçekler vardı.
Masanın ön tarafına doğru karşılıklı olacak şekilde oturmuş beş kişinin yanından geçerek boş olan sandalyeye oturduğumda, şirketin içini gören o cam taraf tam önümdeydi oradan girip, çıkan herkesi bir şekilde görüyordum.
Bizden önce gelenlerle kısa bir tanışmanın ardından tam arkama yaslanmıştım ki beklenilen kişinin gelmekte olduğunu fark ettim.
Bendeki değişikliği fark eden Elif yerinde doğrularak, önce bana sonra başını çevirerek arkasına baktı. Gelen kişiyi gördüğünde tekrar başını bir hışımla bana çevirdi. Tek gözünü kısarak beni süzdükten sonra ‘Hayırdır’ dermişçesine kafasını salladığı sıra, bulunduğumuz yerin kapısı açıldı ve Alaz yanında sekreter olduğunu düşündüğüm genç ve bir o kadar iyi giyimi olan bayanla içeri girdi.
‘’ Merhaba, Öncelikle hepiniz hoş geldiniz.’’
En öndeki sandalyeyi çekerek oturacağı sıra, ceketinde ilikli olan o tek düğmesini açtığını fark ettim.
Gözlerini tek tek masada ki herkesin üzerinde dolaştırdıktan sonra Elif’i fark ettiğinde belli belirsiz bir gülümseme gönderdi. Sıranın bana geldiğini bildiğimden farklı bir heyecanla çarptı sol tarafım.
Ancak, hiçbir şey beklediğim gibi olmadı. İçimdeki yangın bir anda söndü. Kıvılcımlar farklı yerlere sıçradı ve ben kendi içimde yaşadığım kırıklıkla yarı yolda kalmış gibi hissettim.
Öyle bir sızı oluştu ki, o varlığını yeni kavradığım ve amacı dışında çalışan organımda, parçalarını bir bir kendi ellerimle topladım.
Oysa ki yaptığı tek şey; Sanki orada ben yokmuşum gibi! Görünmeyen bir varlıkmışım gibi! Yeşillerini bir kez bile bana değmesine izin vermeden önünde bulunan dosyalara geri dönmekti.
Konuşmaya başlayacağını anladığım zaman konsantre olmam gerektiğini hatırlattım kendime. Sonuçta onun bu yaşadığım duygu karmaşasından haberi bile yoktu.
Hoş olsa da ne fark edecekti orası da ayrı bir olay!
‘’Ben ANC mimarlığın CEO’su aynı zamanda mimar Alaz ŞAHİN. Uzun süredir Yurtdışında varlığını sürdüren ancak Türkiye de yeni olan bir şirketiz. Bu yüzdendir ki, mümkün olduğunca kendi mimarlarımızı bizim tecrübelerimiz ile yetiştirmek istiyoruz ve belli başlı üniversitelerden öğrenci isteğinde bulunduk. Şunu bilmenizi isterim ki derslerinizle uyumlu bir şekilde ilerleyecek ver gereken esnekliği sağlayacağız. Geçirmiş olduğumuz bir saat öncesine kadar yirmi kişiydiniz ve eleme yapıla yapıla şu an olduğu gibi…’’
Yapmış olduğu nefessiz konuşma sırasında da orada olan yokluğum devam ederken ve benim de neredeyse artık kendimin orada olmayışını kabul edeceğim sıra, garip bir şekilde başını bana doğru çevirdi. Yeşilleri bana odaklandı ve derinden gelen bir nefes sesinden sonra;
‘’Yedi kişiye düştünüz!!!’’ dedi.
Ağzından çıkan o ‘Yedi’ sayısını o kadar farklı bir tonda bana bakarak söylemişti ki, az önce yangınlar ve kıvılcımlardan bahsediyordum ya onlar bir anda yok oldu. Onun yerine kocaman buzdan oluşmuş bir dağ peyda oldu kalbimde.
Konuşmanın devamında, sağ elini havaya kaldırarak parmakları ile üç sayısını gösterdi ve;
‘’İçinizden üç kişi sadece bizimle yoluna devam edecek. Şirketimizin üç tane baş mimarı ile ikişerli grup olarak dağılım yaptığımız şekli ile bir deneme projesinde yer alacak ve yapılan değerlendirme sonucu o üç kişinin kim olduğu ortaya çıkacak.’’
Alaz’ın söylediği şeyleri düşününce bir kez daha istemsiz kaşlarımı çattım. Biz şu an onun da dediği gibi yedi kişiydik ve o üç baş mimarın ikişerli grup halindeki projesinden bahsediyordu. Bu durumda bir kişi açıkta kalıyor ya da direk eleniyordu.
Elif’ e doğru baktığımda onun da benimle aynı bilinmeyen denklemi çözmeyi çalıştığını, inip kalkan kaşlarından anlamak güç değildi.
Göz göze geldiğimizde dudağımı ‘ bilmiyorum’ dermiş gibi kıvırdım ve hafifçe omzumu kaldırıp indirdim.
Başımı Alaz’ a doğru çevirdiğimde, gözlerinin Elif ve benim aramda gidip geldiğini fark edince, oturduğum sandalyede aşağıya doğru biraz kayarak, yok olmaya çalıştım.
Kendimi sınıfta ders dinlemeyerek yanındaki arkadaşı ile konuşan küçük bir öğrenci gibi hissetmiş ve utanmıştım.
‘’Sıralama şu şekilde olacak, ilk olarak çalışacağınız mimarın adı sonrasında grubundaki iki kişiyi söyleyeceğim’’ diyerek devam ettiğinde dikkat kesilerek kendi adımı duymaya çalıştım ama kalan son üç kişiye kadar hala daha ağzından ismim çıkmadı.
Geriye sadece ben, Elif birde Mete isminde biri kalmıştı. Heyecanın tavan yaptığı noktada Alaz;
‘’Pınar hanımın grubundakiler, Mete SEYYAH ve Elif ALACA.’’ Dediğinde salonda bulunanlar, söylenen isimdekilerin kim olduğuna bakmak için birbirlerini süzmeye başladı. İsmi okunmayan yegane ve tek kişi kalan bendim.
Tam burası olmadı diye düşündüğüm sırada, hiç aklıma gelmeyecek olan şey oldu ve ben adımı sanki daha önce kimsenin ağzından duymamışım da ilk defa o sesleniyormuş gibi hissetmeme sebep olacak bir şekilde Alaz’dan duydum.
İsmimi söylemesiyle ona doğru baktığımda ağzından çıkanlar içimden bir şeylerin ılık ılık akmasını sağladı.
‘’ Çisem AYDOĞU, siz benimle beraber çalışıyorsunuz!’’