@bluemoonn
|
Sabrı bol insanlara dikkat edin!! Onlar sabırları bittiği zaman, limanları yakarlar gemileri değil... Yaşantımız başlı başına sabırdan oluşmuyor muydu? Her yaşadığımız olayın başı yada sonu bir şekilde oraya varıyordu... ''Ne demek yeter ya? Ne demek yeter? Sen benim arkadaşım değil misin? Ben sana anlatmayacağımda acaba kime anlatacağım? Sayesinde sinir krizi geçireceğim artık diyorum sana'' dedi ama, daha fazla kendimi tutamayacağımı anlayarak, sırıtmaya başladığımı fark edince, ''Bir saniye yaa!! Sen gülüyor musun? Benim sana yapmış olduğum bu yakınmalara, sen, ancak gülüyorsun öylemi?'' Bıkkınlığımı belli edecek kocaman bir ''OFFF'' çekerek, ''Bak! Tamam, anlıyorum seni ama anladığım kadarıyla Poyraz ciddi anlamda hoşlanıyor senden. Ne var bir şans versen? Hem aklıma ne geliyor biliyor musun? Bence yavaş yavaş sende ondan hoşlanmaya başlıyorsun...Kaç gündür dilinden düşürmediğine göre, kafanda fazladan yer edinmeye başlamış demektir, ne dersin?'' Kendimi ve düşüncelerimi bu şekilde ifade etmeye çalıştım çalışmasına ama sanırım hemen ardından kaçmam gerektiğini akıl edemedim, zira Elif'in ayağında bulunan terlik, artık yoktu!! çünkü benim vücudumun çeşitli bölgeleriyle haşır neşir olmakla meşguldü!!! Bir yandan vuruyor, bir yandan da, ''Tamam, tamam kızım ya, vurma artık!! Bak bu acıdı amaa...Eliff yeter diyorum sana '' diyerek tepki vermeye çalışsam da, beni duyduğu pek söylenemezdi. En sonunda, Aramızda ki bu tatlı atışma böyle sürüp gideceği sıra, karşı koltuktan gelen telefon sesi, dikkatimizin dağılmasına sebep olmuştu. Biz kendimize gelene kadar, çalmakta olan telefon bir kere susmuş, ikinciye tekrar çalmaya başlamıştı. Elif hızlı bir şekilde, telefona doğru giderken, pekte açmaya niyeti varmış gibi gözükmemişti bana. Tahminimde yanılmadığımı, Elif'in hala çalmakta olan telefonu meşgule atmasından anladım ama sorgulamadım. Bir kaç gündür bir şeyler oluyordu ama kendi içinde yaşadığı olaylardandır diyerek çok üstünde durmamıştım ancak şimdi olanlar sorgulanması gereken konular olduğunu açıkça belli ediyordu. Elif'in açmamakta inatlaştığını görünce, belki yalnız konuşmak istediği biridir diye düşünerek oradan ayrılarak mutfağa doğru ilerledim. Sanırım inadını kırmış olacak ki, birisiyle konuştuğuna dair sesler geliyordu. Çok fazla bir zaman geçmemişti ki, Elif'in seslenmesiyle, kapıdan başımı uzatarak ona doğru baktım. Yapmış olduğu bir takım işaretlerle dışarı çıktığını anlatıp, anahtarlarını da alarak kapıdan çıktı. Aklım kalmadı desem yalan olurdu ama ona biraz zaman tanımaya karar vererek, kafamı farklı şeylere yönlendirmeye başladım. ELİF'TEN: Yaklaşık olarak bir haftadır, telefonum her Allah'ın günü belli aralıklarla ve bir o kadar inatla çalmaya devam ediyordu. Ben meşgule atmaktan bıkmıştım ama onlar aramaktan bıkmamıştı. Başka hangi şekilde onlarla konuşmak istemediğimi belli edebilirdim ki? Onlar değil miydi beni yarı yolda bırakan? Hadi diyelim ki biri üvey babamdı, peki diğeri? öz be öz annem... Sahiden ya anne ne demekti?... Bu dünyaya gelmemde katkısı bulunanlardan biri de o değil miydi? Ben onun bir parçası değil miydim? Neden bana bunları yaşatmışlardı? Belki de amcam olmasa, bende susup oturmak zorunda kalacaktım. Hayal ettiklerimi, bir köşeye atıp boyun eğmekten başka çaremin olmadığını kabullenecektim. Amcamın zorlamasıyla kabul etmişlerdi. O günleri şimdi hatırlıyorum da, nasıl da mutluydum, sevinçten uçuyordum neredeyse. Meğer birinden destek görmek ne kadar güzel bir duyguymuş, bunu ancak bu yaşımdayken tadabilmiştim. Tabi ki o zamanlar nereden bileyim ki her şeyin bir anda tepetaklak olacağını. Hayatın yine her zaman ki gibi bana oyun oynadığını. Tam bu defter artık benim için kapandı dediğim noktada, Çisem elini uzattı bu sefer bana. Her şeyim oldu, ama en önemlisi hiç olmayan kız kardeşim oldu. Her hareketi ile bana bunu hissettirdi... Bazen hiçbir şeyiniz olmayanlar, bir anda her şeyiniz olabiliyordu, bunun en büyük kanıtı da Çisemdi. Pekii... Asıl sorum onlaraydı! Ailem olduklarını düşündüğüm ama aslında hiçbir şeyim olmayan insanlara! Bunca yaşattıklarından sonra, şimdi hangi yüzle arayabiliyorlardı beni? Altından ne çıkacağını bilemeyerek, sabrımın son demlerini de tüketerek, büyük bir bıkkınlıkla açmış olduğum telefonda, duyduğum ses iliklerime kadar özlediğimi hissettiğim annemin yine beni mahvedecek cümleler kuracağını bilemediğimdendi. ''Artık bakıyorum da telefonlarımız da açılmıyor Elif hanım!'' İşte bu kadardı. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi benim kurduğum hayallerinde gerçek olma olasılığı bu kadardı. ''Sana da merhaba anne!!!'' derken bir yandan da, içimden ''avaz avaz'' bağıran Elif '' seni çok özledim anne'' diyordu, ama maalesef ki, sadece içimden... ''Ben o selam işlerini geride bıraktım hanımefendi. Onlar ilk aradığım zamanlarda kaldı. Böyle olmasını sen istedin. Her neyse, çok zamanım yok! Direk konuya giriyorum. Okulu bırakıp eve dönüyorsun! Sana çok iyi bir kısmet çıktı! Adam seni nerde gördü bilmiyorum ama seni çok beğenmiş! Babana söylemiş, biz olur verdik!! Sende hemen dönüyorsun o yüzden!'' Ben daha ilk söylediklerini hazmedememişken, devamın da söyledikleri de ne demekti? Evlenmek mi demişti o? Hem de hiç bilmediğim, tanımadığım biri ile! O an içimden tek bir şey geçti. Keşke dedim keşke öldürseydiniz de bunları da duymasaydım sizden! Sonrasında nereden, nasıl çıktığını bilmediğim kahkahama engel olamadım. '' Pardon ama az önce ne dedin sen? Okulu mu bırakıyorum? Ha tabi bir de beni isteyen biri ile evlenmemi siz istiyorsunuz diye yani öyle mi? Annee... Bana yanlış duydun yada şaka yaptım de ne olur!’’ ''Sence, sana ne diye şaka yapayım ki? Duydukların doğru! Hemen eve dönüyorsun ve evleniyorsun Elif! Biz söz verdik!'' Yıkıldım...Parçalandım...Un ufak oldum ama yine de onlara bunu belli etmedim. Aciz tarafımı göremeyeceklerdi bu saatten sonra. Onlar beni böyle bir duruma da soktuklarına göre, bu saatten sonra olmasalar da olurdu! '' Madem ki, bana sormadan, danışmadan, kendinizce böyle bir karar alabiliyorsunuz! Evlenecek başka bir kız da bulabilirsiniz sanırım. Çünkü ben, sırf siz istediniz diye evlenecek değilim ayrıca okulumu bırakmak gibi de bir niyetim yok!'' Artık onlar benim hiçbir şeyim değillerdi. Gerilen ipler, hepten kopmuştu benim için... '' Sen benimle nasıl bu şekilde konuşabilirsin? Kendini ne zannediyorsun? İstanbul da okumakla bir şey mi oldum sandın? Bizi oraya getirtme ve şunu bil ki verdiğimiz kararı uygulamak için bir haftan var. Ya sen gelirsin yada biz! Kararını iyi ver'' diyerek telefonu yüzüme kapattı. Bir elim de kapanan telefonla, annem olarak bildiğim insanın sözlerinden oluşan karma karışık düşüncelerle, gözümden akmak için çaba sarf eden ama benim inatla akıtmadığım göz yaşım…Ne kadar yürüdüm? Nasıl yürüdüm? Nerede olduğumu bilmeden kaç saat yürüdüm? Hiç bilmiyorum! Tek fark ettiğim sahil kenarında olduğumdu o kadar. Kendime biraz da olsa geldiğimde boş bir bank bulup, adeta kendimi üstüne, bir et yığınıymış gibi bıraktığım da artık sonları oynadığımın farkındaydım. Kendimi buraya kadar sıkabilmiştim. Sonun da başarmışlardı! Hayallerimi, ümitlerimi, beni yıkmayı, en sonunda başarmışlardı... Şu an ne etrafımda olan olaylar ne de insanlar önemli değildi benim için... İçim dışıma çıkana kadar... Benliğimi, varlığımı unutmayı isteyecek kadar... Kaderime, yaşantıma, dünyaya beni getirmiş olmalarına, her şeye ağladım...
Sabahtan beri, içimde nedenini bir türlü çözemediğim bir sıkıntıyla cebelleşiyordum. Sanki biri, kalbimi eline almış, sıkabildiği kadar sıkıyor, nefes almamı bile engelliyordu. Neydi bu? Nedendi? Bir türlü anlam veremesem de, günü şükürler olsun ki bitirebilmiştim. Arabamın yanına geldiğimde, ilk aklıma gelen ve şuan tek ihtiyacım olan şeymiş gibi gelen, deniz havası alma isteği ile, hareket ettim. Kısa bir zaman sonrası, sahil kenarında ilerlerken, arabanın bütün camlarını açtım ve o denizin kendine has tuzlu kokusunun beni sarmasına izin verdim. Dikkatimi çok dağıtmadan hem ilerliyor, hem de yürüyüş yapan insanları izliyordum. Uzaktan gördüğüm tanıdık sima ile, biraz daha yavaşlayarak, o mu değil mi bundan emin olmaya çalıştım. Kiminle konuşuyordu? Yada bu şekilde, sanki kendini parçalayacakmış gibi, hareketler yapmasına neden olarak konuşmasını sağlayan kişi kimdi? Deli gibi merak ediyordum... Bir anda ceketimin iç cebinde çalmakta olan telefonum bütün dikkatimin dağılmasına neden oldu. Arayan kişinin Çisem olduğunu görmek, kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Daha fazla bekletmeden cevap verdim. Kulağıma gelen ses tonundan, bir şeylerin döndüğünü anlayabiliyordum. ''Öncelikle sakin olup, neler olduğunu ve bu ses tonunun neden böyle olduğunu anlatır mısın? Çok merak ediyorsan da söyleyeyim nöbette değilim.'' ''Allahım sana çok şükür...Poyraz.. yaklaşık iki yada üç saattir, hiç bir şekilde Elif'e ulaşamıyorum. Telefonu sürekli meşguldü. Şimdi de arıyorum çalıyor ama açmıyor. Senden başka arayıp, yardım isteyecek kimseyi tanımıyorum. Ne olur bana yardım et. Delireceğim artık meraktan.'' Bakışlarım hala oturduğu yerden kıpırdamayan Elif’e kaydı. Şükür ki en azından gözlerimin önündeydi inatçı keçim. İçimden geçirdiklerimle yüzümde anlamsız bir gülümseme oluştu. Ne ara bu kadar benimsemiştim ki! ''Eyvah... Bir şey oldu değil mi? O iyi mi Poyraz? Lütfen söyle.'' ''Bir saniye... Bir saniye... Sakin! Bir şeyi yok yani en azından görünüş olarak sağlıklı görünüyor. Sahilde yürüyordu ve telefonda az önceye kadar biriyle konuşuyordu. Yalnız... konuşma pek iç açıcı değildi sanırım. Sen şimdi sakin ol ve benden haber bekle tamam mı? Ben peşindeyim takip ediyorum onu.'' '' Oh Allahım sana şükürler olsunnn...Tamam Poyraz, onu yalnız bırakma olur mu? Hatta... Hatta, ne yap biliyor musun? Yanına git ve konuşmasını sağla. Başka türlü toparlayamaz o'' İyi söylüyorsun, hoş söylüyorsun da beni yanında ister miydi ki o? Diyemedim. Ağzımı açıp tek kelime bile edemedim. Bu kız söz konusu olunca konuşacak kelimeler bile bitiyordu sanki. ''İyi ki varsın Poyraz...İyi ki tanımışım seni...'' Diyerek telefonu kapattığında, yüzümü sıvazlayarak kendime gelmeye çalıştım. Ellerimi henüz gözlerimden ayıramadan, dikkatimi çeken şeyle bir kez daha irkildim. Elif... Benim gözlerine aşık olduğum kadın...O benim kıyamadığım gözlerinden, inci tanelerini, parçalanırcasına akıtıyordu. İstem dışı bir şekilde ellerimin yumruk olduğunu hissettim. O an sesimin hiçbir tonuna engel olamayarak, sadece onun adını seslendim... ''ELİFFFF!'' Bir an, sadece tek bir an, kendini susturmaya çalışarak, başını omuzlarının üzerinden çevirerek, kısık ve yaşlı gözlerle, seslenenin kim olduğuna baktı ve hemen ardından, benim olduğumu görünce, gözlerini kocaman açarak, önüne döndü. Anladığım kadarıyla, bende dahil, kimseye bu şekilde görünmek istemiyordu. Elleriyle göz yaşlarını çaktırmadan, silme çabası bu yüzdendi. Oturduğu banka, yavaşça ilerleyip, onu ürkütmeden yanına oturdum. Yüzünün halini bildiğim için, bilerek bakmadım ondan tarafa. Sırf daha fazla üzülmesin, daha fazla rahatsız olmasın diye. Bekledim... Belki beş, belki on dakika, hiç konuşmadan, sesimi dahi çıkartmadan, sadece bekledim... Varlığıma alışmasını, kendine gelip, az bir şeyde olsa toparlanmasını... Zaman ilerledikçe geriye sadece, kendi halinde küçük hıçkırıkları kalmıştı. Devamı için kendini sıktığı belliydi... Bu kadar beklemenin yeteceğini düşünerek, ''Hayat ne kadar garip değil mi? Hiç istemediğin olayları, bir anda yaşattığı gibi, hiç istemediğin insanları da, bir anda karşına çıkarıyor.'' Bu sözler dilimden çıkıyordu belki ama sızısı, can yakıyordu. ''Eminim kii...Şu an burada olması gereken yada olmasını istediğin en son kişi bile değilimdir.'' Farkındaydım mecburdu. Bu yaptığı şeyi belki de aklı başına gelince, hatırlamak dahi istemeyecekti. Kendimi daha fazla tutamayacağımı anlayarak, ondan tarafa döndüm ve Her ne kadar, bitmesini hiç istemesem de, mecburen kendimden uzaklaştırdım. Başını önüne eğdi hemen, işaret parmağımı kullanarak, başını, o kıyamadığım gözlerini bana bakmaya mecbur bırakana kadar kaldırdım. Gözlerini kırpıştırarak, bana baktığında, akmak için çabalayan göz yaşlarını baş parmağım yardımıyla sildiğim sırada, gürültülü bir şekilde burnunu çekti. Biraz da olsa artık gülmesi gerektiğini düşünerek, burnunun ucuna vurdum ve '' Şimdi küçük hanım!!! Artık anlatma zamanınız geldi sanırım? Neden böylesin?'' İlk başta anlatmayacakmış gibi dursa da, beni şaşırtarak, ''Aslında ne var biliyor musun Poyraz? Bu sefer anlatacağım. Nasıl olsa vaz geçmeyecek, sonunda bir şekilde öğreneceksin ve ben bunu biriyle konuşmak zorundayım ama artık Çiseme de anlatamam. O kadar çok yük oldum ki ona artık utanıyorum'' dediğinde, duyacaklarımın hiçte iyi şeyler olmadığını anladım. '' Birincisi... Sen kimseye yük olmuyorsun. Böyle düşündüğünü Çisem duyarsa, nasıl bir tepki verir, bence o kısmı bir sorgula. İkincisi...Biraz daha uzatıp anlatmazsan, sanırım kafayı yiyeceğim'' daha lafım bitmemişti ki bir anda Elif'in ağzından çıkanlarla, resmen deliye döndüm... ''Evleniyorum Poyraz!!!'' ''Neee...'' dedim sadece, kısa ve öz. Bu kız ne dediğinin farkında mıydı? '' Ne demek evleniyorum Elif? Sen ne dediğinin farkında mısın?'' Oturduğum yerden bir anda fırlayarak, bankın önünde bir ileri, bir geri gidip geldim. Aklımda yığınla soru vardı, sorulması gereken. '' Sen benimle dalga mı geçiyorsun Elif? Hayatında madem biri vardı, niye bana söylemediniz? Bazı şeyler, bu raddeye gelene kadar, hiç mi beni düşünmediniz? Hadi sen kale almadın diyelim, peki Çisem! O her şeyin farkındayken, bana böyle bir şeyi, nasıl söylemez?'' ''Siz nasıl insanlarmışsınız ya! Anlamamışım...Daha doğrusu anlamamışız...Bu kadar mı basit görmüştün sana olan duygularımı?'' İçimde ki ateş saçmaya çalışan canavara ne kadar engel olmaya çalışsam da, olmuyordu!!! Elif arada ismimi söylüyordu... DUYUYORDUM ama hiç bir şekilde kendime dur diyemiyordum...En sonunda, beni kendime getiren şey Elif'in çığlık atışı oldu. ''Yeterrrr!!! Yeter, tamam mı? Bitti mi diyeceklerin... Yada aşağılamaların mı demeliyim? Dayanamıyorum!!! Anladın mı?'' '' Neye dayanamıyorsun? Beni ayakta uyutmaya mı?'' O an için kırıyormuşum, acıtıyormuşum çokta umurumda değildi açıkçası. Ben kırılacağım kadar kırıldığımı düşünüyordum, varsın bu saatten sonra o da kırılsındı biraz, diye düşünürken Elif'in son cümlesi, tepetaklak yere çakılmama sebep oldu. '' Evlenmiyorum Poyraz!!! EVLENDİRİLİYORUM!!! EVLENMEYE MECBUR BIRAKILIYORUM...'' Kaldım... Kıpırdayamadım... Hangisine şaşırmam lazımdı? Ağzımdan çıkanlara mı? Yoksa Elif'in ağzından çıkanlara mı? Kendime gelmeyi başardım en sonunda. '' KİM, NASIL, NEDEN?'' gibi yığınla saçma soru çıktı ağzımdan. ''Annem'' dedi ve ağlamaya başladı yine. ''Ba...Bana... Te... Telefon etti. Okulu bırakıp eve dönmem için bir sürü şey söyledi. En çok canımı acıtan da'' kısa bir an soluklandıktan sonra, ''Evlendiriyorlarmış beni!! Beni isteyen biri varmış!!! Bu nasıl bir işti böyle? Bu zaman da böyle bir zihniyet mi kalmıştı? Ne demek biri istiyor diye evlendirmek? İçimde var olan pişmanlığın içinde ancak çırpınıp dururdum artık. Az önce neler çıkmıştı ağzımdan öyle? Şimdi kime sövmem gerekirdi benim? Kendime mi? Yoksa bu kızı bu duruma düşüren ve güya ailesi olduklarını düşünen o insanlara mı? Sessizce az önce kalktığım yere yeniden oturdum. Ağrımaya başlayan başımı yok sayarak olayı baştan sona kadar bir anlatsana anlatmasını istedim. Bütün olayı sonuna kadar hiç bölmeden dinledim. Kendini o kadar çok inandırmıştı ki, artık bir kurtuluşu olmadığına ve mecbur olduğuna. O kabullenmişliğini ve içindeki acıyı çok net anlayabiliyordum. Bir şey yapmalıydım... Bir çözüm bulmalıydım...'' Düşün'' dedim kendi kendime, çalıştır saksıyı. Bazı şeyler bu kadar basit olmaz... olamaz... derken!!! Bir anda aklıma gelen şeyle bir aydınlanma yaşadım ama bunu Elif'e nasıl kabullendirecektim işte orası tam bir muammaydı. Olacaklara katlanmaya karar verdim. ''EVLEN BENİMLE ELİF...''
|
0% |