Yeni Üyelik
3.
Bölüm

“B12.”

@bookolog

Şarkı: Nazan Öncel- Kara Tren

 

 

 

 

 

 

 

 

3. BÖLÜM.

 

 

"B12."

 

 

 

 

 

 

Sesi kulaklarımda çınladı. Çınladı. Çınladı.

 

Kalbime taştı.

 

Kalbim, sesini duymanın daha doğrusu varlığını hissetmenin farkındalığıyla soğuk havada bir anda sıcacık oluverirken ;ani bir refleksle, düşünmeden, şak diye geriye dönmeye kalktım.

 

Aynı saniyeler içinde o; ne ara attığını anlamadığım iki büyük adımla arkadan bana yaklaşıp her iki yanımdaki kollarımdan birden tutarak, dönüşüme engel oldu. Yer mi Anadolu çocuğu. Aynı hızla geri döndürüldüm uno kartı gibi...

 

Dönecekken dönemeyişimin etkisiyle hareketlenen saçlarım yüzüme savruldu. Dudaklarımın arasından buharlı bir nefesi bırakıverdim. Allah'ım dedim. Bu sefer harbi sana geliyorum.

 

Hemen arkamda, bedeni bedenime bir adımdan daha az bir mesafede uzanmış, kollarımdan tutuyordu. Parmaklarının sıkı tutuşunu hissediyordum. Hemen ardımda, bitişiğimde içine çektiği derin içli soluğu da. Sonra da verdiği soluğun saçlarımın arasından dağılıp enseme yayılmasını ve içimi ürpertmesini de. O an, onun da bu yakınlaşmayı beklemediğini anlamış oldum. Köpek gibi soluyorduk ikimiz de heyecandan.

 

O yüzden şu anda resmî olarak sarılıyorduk diyebilirdim.

 

İlk sarılmamız diye not ettim bile.

 

Soluklarım sıklaştı. Nefesim kesildi. Bunca zamandır telefon ekranından yetindiğim varlığı tüm dengelerimi altüst etti. Başlardaki ismini vermek istemeyen izleyici triplerinden neredeyse sarılır pozisyona geçmiştik. Noluyordu bu aşağılık sitedee? YET-Kİ-Lİ-LEEER!!

 

İlk defa bu kadar yakındık birbirimize . Telefondan sabahlara kadar mesajlaştığımız gecelerde hissettiğimden farklı bir yakınlıktı bu. Ya da ne bileyim, her işten çıkışımda on metre geriden benimle beraber usul usul yürümesi gibi değildi işte. Hoş o zamanlarda da benimle senkronize yürümesi kalbimi sıcacık ediyordu.

 

Ama bu, bu bambaşkaydı. Bu, fevkaladenin de fevkinde bir histi. Bülent Ersoy tonlamalı hem de.Temas vardı bi kere hocam. İlk defa bu kadar yaklaşmıştık. Her anlamda. Koskoca yedi ay sonra hem de. İlk.

 

Hoş yedi ay önce böyle bir şey olsa bir biber gazı yerdi benden. Ama şimdi...

 

Uzun süren nefesimi toparlama sürecinden sonra "Konuştun..." dedim donuk titreyen bir sesle, kelimelerin ağzımdan çıkışının kontrolü bende olmayarak.

 

Elleri hala kollarımdaydı. Tutuyordu beni arkadan. Kabanımı giyipte öyle dışarı çıkmış olmamdan nefret ettim. Yine de dokunuşu; yüzde yüz pamuk, hayvan gibi kalın olan kabanımın ardından dahi hissedilecek biçimdeydi. Yakıyordu.

 

Hemen arkamdan içine bir kez daha çektiği sesli, derin, belki de biraz içli nefesini işittim. "Evet, " dedi önce, kuracağı ilk uzun cümleden önce bir müddet beklemek ister gibi. "Sesimi hatırlamayacağını, bu yüzden artık konuşmakta sakınca olmadığını fark ettim."

 

Ses tonu...daha anlaşılırdı şimdi. Daha net, daha belirgindi.

 

Böyle bir sesi olduğunu bilseydim mesajlaşmakla yetinir miydim onca ay? Yemez miydim başını sesli konuşalım diye? Ama ben ahlak abidesi, rahibe teresa napmıştım; saygı duymuştum prensiplerine, onu henüz hatırlamadan hiçbir şekilde görüşmemeye. Aferin Rüya devam böyle kızım. Papa kutsayacak seni çünkü.

 

Kurduğu ilk uzun diyaloğa gelince de sevinçten havalara mı uçsam cümlesindeki iğnemelerle hastanelik mi olsam bilemedim.

 

 

Fena sıkışmıştım köşeye. Ne denirdi ki şimdi? Bu acaba içeride onu gördüğüm, hatta konuştuğum ama hatırlamadığım anlamına gelen bir sitem miydi? Bu yüzden de onu artık hiç hatırlamayacağımı mı düşünüyordu da konuşmakta sakınca görmüyordu?! Bu Allah'ın cezası pislik öyle huzursuz etti ki beni...içime öyle bir kurt düşürdü ki...acaba dedim.

 

Biraz sessiz kalma ve düşünme jokerimi kullanarak zaman kazandıktan sonra, en sonunda da en iyi yaptığımı düşündüğüm ama aslında hiç beceremediğim şeyi yapmaya karar vererek, ağzını yoklamaya çalıştım. "Karşılaştık mı... içeride biz?"

 

Allah'tan yoklayacaktım he. Direkt aklımdakini şak diye söylemek de bana yakışırdı sahiden.

 

Elleri hala kollarımdaydı. O da bunca zamandır hala tutuyor olduğunu yeni fark etmiş olacak ki konuşmadan önce usulca bıraktı kollarımı.

 

"Maalesef siparişimi almaya sen gelmedin." dedi sanki 'tüh vah vah' der gibi. "Ama gelsen bile fark edecek gibi değilsin, onu görmüş oldum bu gece."

 

"Niye öyle dedin ki...?"diye sordum kuşkuyla. Kesin onu görsem bile tanıyamacağımı düşünmeye başlamıştı da ondan böyle konuşuyordu benimle. Ah sana vah sana be kızım!! Ah sana vah sana!

 

"İnsanların yüzüne bakmıyorsun çünkü." diye alaycı bir ses tonuyla nemrutluğumu şak diye yüzüme vurunca bana tekrardan bi kal geldi.

 

"Hiii-" diye bir ses çıktı ağzımdan. Tutamadım.

 

Duymamış olmasını dileyerek toparlamak adına hızlı hızlı "Ha ondan yaani." diye mırıldandım ağzımın içine içine. Rezil oluyordum resmen!!

 

Ama neyse ki tahmin ettiğim gibi düşünmediğini öğrenince eteklerimdeki tutuşukluk dinmişti. Şimdilik.

 

"Sen ne sanmıştın ki?" diye sorduğu anda benim etekler yeniden alevleniverdi tabii. Az önceki gibi 'hiii' dememek için dilimi ısırdım kopardım parçaladım resmen. Bu geceye bu kadar rezillik yeter de artardı.

 

Ona karşı tamamen dürüst olmaya karar verdim cevap verirken. "Seni görmeme rağmen yine de hatırlayamadığımı, bu yüzden benden umudu kestiğini ve gitgide soğuduğunu sanmıştım..."

 

Bir çırpıda içimi dökerken ona, beni onaylamasından korkuyordum. Şu an ham çökelek Atilla Taş gibi ' I'mm cleaning my closet dolaptaki bütün kirlilerimi açıklayacağımmm' triplerindeydim.

 

Ama o, "Beni görüpte hatırlayamıyor olabilirsin ama bu senden vazgeçeceğim anlamına gelmiyor." dedi tane tane, herbir kelimeyi zihnime kazımak ister gibi. "Umudumu kesecek olsam gecenin bir vakti burada seni bekliyor olmazdım."

 

Az önce beni bırakan elleri tekrar tutmak zorunda kalacaktı çünkü bu cümleden sonra kendimi geriye doğru salacaktım az kalsın.

 

Allah'ımm kim bilir nerde ne sevap işlemiştim de mükâfatını alıyordum şu an kim bilir.

 

Suratıma oturan salak gülüşü bastırmaya çalışarak "Hatırlamama yardımcı olmalısın o zaman." dedim sızlanarak. Benden o anda böyle mantıklı cümle çıkması... İç ses Rüya kalkıp ayakta alkışladı beni. Gözleri yaşarmıştı resmen.

 

"Haklısın, galiba artık." diye düşünceli bir sesle konuşmayan girdi yeniden. "Sana ta en başında en büyük ipucuyu verdiğimi düşünmüş ve başka bir şey söylemeye gerek duymamıştım ama demek ki olmuyor, hatırlayamıyorsun."

 

Kendini usulca açıklarken kafamda beliren soru işaretleriyle onu dinlemeye devam ettim.

 

"O yüzden bana üç soru sormana izin vereceğim. Sorularına da üç pas hakkım var. Dikkatli düşün, dikkatli sor.Üç soru sadece. Hepsini dürüstçe cevaplayacağım."

 

Cümleleri bittiğinde,sağ elinin avuç içinin beni ileri iter gibi olan baskısını sırtımda hissettim. "Bir yandan da ilerlesek iyi olur, hasta olacaksın yoksa." dediği gibi ileri doğru zoraki bir adım atmam da bir oldu.

 

Usulca yürümeye başlarken bu hareketine tav olduğum için kafamda soru moru belirmiyordu. Resmen donmuştu beynim. Reset. Salak gibi 'en sevdiğinn renk neyy??' tarzında bir soruyla yiyecek gibiydim haklarımı.

 

Yürürken aramıza açılan mesafeden dolayı beni görmemesini umarak tekrardan çaktırmadan bi tokatladım kendimi. Kendine gel be kızım!

 

Uzuun düşünce deneylerimin sonunda karar kılarak -yolu yarılamıştık bu arada- sonunda gerçekten sormak istediğim ilk soruyu sordum.

 

"D.K. 'nin açılımı ne?"

 

Sonunda büyük bir ilerleme kaydedeceğimi ve kim olduğunu hemencecik hatırlayacağımı düşünecekken, "Pas." cevabı suratıma çakıldı. Hem de çizgi filmlerdeki balyoz yemiş karakter efektiyle.

 

"Hatırlamana yardımcı olacağım dedim, direkt adımı söyleyeceğimi de düşünmüş olamazsın." diyince benim etekler yeniden başladılar çiftetelliye.

 

E sherlock muydum ben de hiçbir şey bilmediğim bir şey hakkında bir şeyler soracaktım!?? Vallahi beni gerçekten tanıyor olduğundan bir şüphe etmedim değil şimdi. Ben gariban, bohçasını sırtında taşıyan karınca misali bir kızdım;çok bir sorgulama, ne biliyim analitik yorumlama, muhakeme yeteneği beklemesindi benden. Yoktu çünkü.

 

"Nerede tanışmıştık?"diye sormaya karar verdim bu seferde yine çok düşünmeden. Bu da elimde patlarsa olmadı dönerim arkama yine şak diye düşünüyordum. Yüzünü görsem hatırlayacağıma inanıyordum çünkü.

 

Yine "Pas." cevabını alınca çarkıfelek oynayan Sinan Engin siniri bastı bünyeme. Trabzonun t'si dedikçe dıt-dıt veriyordu ekran.

 

"Her şeye pas geçeceksen nasıl hatırlamamı bekliyorsun?!" diye belli ettim hafiften cırlayarak. Böyle de olmazdı ki ama ya. Hevesimi kursağımda bırakıyordu şerefsiz.

 

Hafif cazgırlaşmamı hissetmeye başlamış olacak ki ılıman bir ses tonuyla , "Bu kadar net olan soruları cevaplamamı bekleme benden, hala beni kendi çabanla bulmanı istiyorum. Tıpkı benim seni bulduğum gibi." dedi.

 

Böyle diyince de kedi gibi oldum yine, az önceki sinir minir silindi gitti. Çocuğun tek uzun cümlesi adam ediyordu beni resmen. Annem görse ağzı açık giderdi kadının.

 

Aklım cümlesindeki 'seni bulduğum gibi' de takılı kalsa da aslında benden ne beklediğini ve ne istediğini anlamıştım. O yüzden bu sefer gerçekten istediği gibi mantıklı ve yerinde bir soru sormaya karar verdim.

 

"Az önce bahsettiğin, en başında verdiğin o büyük ipucu neydi?"

 

Valla buna da pas gelirse dönecektim arkama. Kesin kararımdı.

 

Adımlarının yavaşladığını hissettim sorumdan sonra ve de neredeyse duraksadığını. İster istemez ben de adım atmayı bıraktım. Cevabını bekledim usulca.

 

"D.K." dedi önce, bir müddet duraksayıp toparladıktan sonra. "İpucu buydu."

 

Verdiği cevapla ağzım, çenem kaldırama çarpacak kadar açılınca "Nasıl yani...?" diye kendi kendime konuşurken buldum kendimi.

 

Bunca aydır gözümün önünde olan, hatta telefonumda dahi öyle kaydettiğim o kısaltma, onu hatırlamamı sağlayacak olan büyük ipucu muydu yani!?

 

Ve de büyük diye belirttiğine göre, bu ipucuyu gördüğüm gibi onu hatırlayacağımı sanmış demek oluyordu. Yeni yedi ay önce.

 

Ben harbi maldım, başka açıklaması yoktu bunun.

 

İşin garibi bunun şu an ipucu olduğunu öğrenmeme rağmen yine tık yoktu bende.

 

Küçükken 'balık yememmm' diye tutturmalarım geldi aklıma. Keşke soksalardı da zorla ağzıma bugünleri görmez olsaydım. Allah'ım zekamla sınanıyor ve kalıyordum resmen...

 

İç sesimden 'ah be suat ah be kızımm' tesellisi geldi ama yok, rezilliğime kılıf yoktu artık. Hayat bitti...

 

Benim yamuk yumuk adım ata ata ilerleyişimden ne kadar sarsıldığımı ve düşüncelere daldığımı anlamış olacak ki "Zorlama kendini, aklına bir şey gelmediğini biliyorum," diye teselli etmeye çalıştı beni.

 

Valla yoktu. Gelmiyordu aklıma bir şey. Zihnimi yokladım da yokladım ama yok, tık yoktu. Yani en azından açılımını bilseydim... söylemiyordu ki it.

 

Arkamdan tekrar usul usul yürümeye başlayınca yine aynı ritmi tutturup eş zamanlı adım atar olmuştuk ama ben farkına çok sonradan varmıştım bunun. Aynı zamanda evimin önüne de geldiğimizin. Zihnim hala 'D.K.'nin nasıl bir ipucu olduğunu yokluyordu o sıra. Dalmış gitmiştim yola.

 

Ev kapısının önüne doğru dalgın dalgın adımlarken sonunda bir kafamı kaldırıp etrafa bakabildim.

 

Sokak her zamanki gibi ıssızdı gecenin bir yarısı olmasından dolayı. Yolu aydınlatan sokak lambasının cılız ışığıysa hala yetersizdi ama hiç yoktan iyiydi de. Garip bir güven veriyordu.

 

Gözlerim dalgın dalgın etrafı tararken evimin karşısındaki dükkanın önünde motorunu gördüm. Demek gelmeden önce buraya park edip buradan kafeye yürümüştü.

 

Arkamda benim gibi sessizliğe gömülmüş, usul usul yürüyen varlığına odaklandım.

 

Kimdi o sahiden?

 

D.K.

 

Kimdi...?

 

Adımlarım evimin kapısının önüne gelince durdu. Hemen peşimden onunkilerin de durduğunu işittim.

 

Bir süre konuşmadan evin metal kapısının üzerine oyulmuş desenlere diktim gözlerimi. Hala soru hakkımın kaldığını bilsem de söyleyecek bir şey bulamıyordum artık.

 

Nedense mahcup ve üzgün hissediyordum kendimi. O, benim onu tanıyacağımı en başında ümit edip bilmem kaç gece hayal kırıklığına uğramıştı kim bilir.

 

Mesajlaşırken hep bana 'beni hatırla artık' diyen sitemleri aklıma geldi. Boğazım düğüm düğüm oldu.

 

"Ben özür dilerim... hatırlayamadığım için-" diye başlayan cümlem ağzımdan çıkan hıçkırıkla son buldu.

 

"Şş," diyen teselli verici sesini duydum. "Sorun değil."diye devam etti ama ben sorun olduğunu biliyordum. Hem de çok büyük bir sorun. Birkaç adımda dibime, kafenin önünde olduğu gibi sokuldu ve başını, başlarımız birbirine değecek şekilde usulca eğip arkadan kulağıma fısıldadı.

 

"Zamanında, tabağına konulan balıkların yerine tavuk yemeyi tercih ettiğin için seni suçlayacak değilim."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eveeet bölüm sonu. Patlattık bombayıı.

 

Görüşleriniz please.

 

Ve de nolur yorum yapın okumayı çok seviyorum çünkü.

 

Gitmeden de yıldıza basarsanız çok makbule geçeeerrr.

 

Çokça öpüldünüz sevgileeer.

Loading...
0%