Yeni Üyelik
5.
Bölüm

“GÜNLÜK.”

@bookolog

Bölüm şarkısı: Mirkelam- Hatıralar

 

 

 

 

 

 

"5. BÖLÜM"

 

 

"GÜNLÜK."

 

 

 

 

 

 

Son attığım mesajdan sonra; bir süredir başını eğmiş, parmaklarının arasında sıkıca tuttuğu ekrana bakıyor, ben de onu izliyordum. Yaklaşık dört dakika otuz iki saniyedir.

 

Otuz üç, otuz dört, otuz beş, otuz altı, otuz yedi....

 

Kaldırmadı kafasını.

 

En sonunda pes ederek, merdiven boşluğundaki onu izlediğim küçük pencereden uzaklaşıp, önüme döndüm yavaşça. Artık kafasını kaldırsa dahi yüzündeki ifadeyi görmek istediğimi sanmıyorum, hayal kırıklığını yüzünü görmesem de anlamıştım çünkü.

 

Tamamen ümitsiz bir vakaydım...Ham çökelektim...Asrın hatasıydım...

 

Yavaşça son katın adımlarını çıkarken bir yandan da içime dolan ağlama istediğimi bastırmaya çalıştım ama nafile, salya sümük ağlayasım vardı. Zihnen de bedenen de yorgun olunca böyle oturup ağlayasım gelirdi, şu anda olduğu gibi. Acaba... o bunu da biliyor muydu? Diğer her şeyi bildiği gibi.

 

'Biliyordur bence...' diyen iç sesime hak verdim.

 

Bence de biliyordu...

 

Zihnim sorularla ve belirsizlikle doluyken bir de arapsaçına dönmüş geçmişimi irdelemek taş taşımaktan daha zor geldi, düşünmek de çok ağır bir yüktü şimdi. Çünkü eskisi gibi tek derdim, artık onun kim olup olmadığını hatırlamaya çalışmak değildi.

 

Bir başka ve daha önemli bir sorun çıkmıştı ortaya: anılarımda bir kopukluk, bir kesinti mevcuttu. Daha önce belki de üzerine düşmediğim için, fark bile etmemiştim.

 

Annemle mutfak masasında, davlumbaz ışığı altında, Türk kahvelerimizi yudumlarken hasbihal etmemiz gereken birtakım konular vardı.

 

Son adımlarımı da Recep İvedik çevikliğiyle attıktan sonra nihayet, sonunda, çok şükür!!! kaldığım küçük apartman dairesinin önüne gelebildim.

 

Burayı üniversiteye yerleştiğim sene tutmuş, birdaha da çıkmamıştım. Ev sahibi bana kirayı dört sene boyunca sabit tutmak koşuluyla ilk sene kitlemiş, sonradan çöken ekonomiyle adamın yaptığı anlaşma burnundan gelmişti. Bu olayı düşünüp bir nebze de olsa keyiflendim. Dolu gözlerle deli gibi kıkırdarken bi an için delirmişim gibi geldi ama geçti sonra. Normal halimdi.

 

Dairemin önündeki ışıklar açılsın diye ufak bir mezdeke performansından sonra kapıyı açmak için elimi cebime atacaktım ki anahtarların en son onda olduğu dank etti kafama. Lannnn! Beni çuval gibi bir çırpıda içeri fırlattığı için anahtarlar kapıda kalmıştı. Bunca kat, bunca ter ve gözyaşlarıyla çıktığım bu merdivenler...

 

İbo misali 'Allah'ımmmm neydiii günahımmm' şeklinde olduğum yere çöküp isyan edecektim şimdi ama ya.

 

Bu ne şanssızlık...bu ne kadersizlik be kızım...

 

Gözlerim evin kapısıyla sürüne sürüne çıktığım merdivenler arasında mekik dokurken, o sırada kapının önündeki bana ait olmayan ama kime ait olduğunu çok iyi bildiğim bir çift Nike m2k'ler gözüme ilişti. Öyle bir ilişti ki hem de...normalde birdaha gelmesin diye merdivenlere fırlattığım bu ayakkabılar şimdi gözüme bir çift altın misali görünüyorlardı. Gecenin bir körü olmasa sevinçten çığıracaktım şimdi.

 

Ecem'in habersiz evime damlamalarından ilk defa birisi işime yaramıştı. Ecem ilk defa bir işe yaramıştı desem daha doğru olur.

 

Yine de evime habersiz damladığı için 'aç lan gapıyııı' muamelesiyle kapıyı yumruklarken bir yandan da Ecem'i aşağı indirip anahtarları aldırma planları içindeydim. Yüzüm sonunda gülüyordu ya resmen. FESUPHANALLAH!!

 

Bir süre süren sessizlikten sonra içeriden gelen çat küt pat sesleri eşliğinde kapı yüzüme Ecem'in uykulu panda suratı eşliğinde açıldı.

 

Uykusundan yeni uyandığı belli olan suratı ve şiş gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bana bakarken "N'oluyo yaa...?" diye söylendi huysuz huysuz. Sanki kendi evindeymiş de ben rahatsız etmişim gibi. Çıldırtacaktı bu kız beni.

 

Ecem, böyleydi. Ne zaman sevgilisiyle tartışsa, sevgilisi onun evinde yaşanmasına rağmen o, evini terk edip bana damlardı. Şimdiki gibi ne zaman geldiğini de anca eve girince öğrenirdim. Ona güvenip verdiğim anahtarı çoktan almama rağmen, ev sahibim olan Tevfik Bey'i de ayartıp kendine anahtar çıkartmıştı kız. Şeytandan üç gün önce doğmuştu mübarek. Başlarda ona üzülüp destek olurken sonralarda artık kapı dışarı eder olmuştum bu habersiz gelmeleri yüzünden. Geldiğinde de barışana kadar gitmiyordu ki! Bir ayrılıp bir barışıp duruyorlardı! Daha geçen hafta buradaydı bu kız! Bir haftada yine ayrılacak ne olmuştu acaba çok merak ediyordum...!

 

O sırada botlarımı çıkarmakla meşgul olan ben, kafamı kaldırıp ışığa alışmaya çalıştığı için buruşan suratına kısa bir bakış attım. Evde olduğu için ne kadar sevindiğimi belli etmeden "Dilber evin barkın yok mu?" diye ters ters sordum.

 

"Yoğk!" diyip bir anda dizlerini kırıp oynamaya başlayınca yeni çıkardığım botu kafasına yemesi bir oldu. Salaktı bu kız yemin ederim ya. Sınanıyordum gece gece.

 

Allah'ım, iki sene önce yolda yanlışlıkla bastonunu düşürdüğüm teyze yüzünden miydi bu başıma gelenler!?

 

Eğer öyleyse biraz hak etmiş olabilirdim de şimdi... çünkü bastonu havaya uçurduktan sonra korkudan arkama bakmadan kaçmıştım da... Teyzenin ahı tutuyor olabilirdi.

 

Yediği botla ayılan Ecem, tam sövecekti ki anında dilini ısırıp uysal kedi moduna geçti. "Aaa canım arkadaşımm sen miydin gelen? Gecenin bir köründe..."

 

"Ne işin var kızım senin yine burada?! Niye kendi evinde kalmıyorsun?" diye kızgın tutmaya çalıştığım bir ses tonuyla klasik tartışmamızı başlatırken bir yandan da Allah'a şükrediyordum o merdivenleri bir kez daha inip çıkmadığım için. Yine de ona belli etmedim, şımarırdı hergele.

 

Mahzun çıkarmaya çalıştığı ses tonuyla, "Malum...aynı sebepten işte." diye ağzının içinden mırıldanırken bir yandan da başını önüne eğmiş, mahcupmuş profili çizmeye çalışıyordu. Çalışmasına çalışıyordu da yer miydi benim gibi Anadolu çocuğuu!

 

Zerrin Özer'in de dediği gibi: GECELER HARAM OLDU BAK BU ARALARRR! DAHA DA KANMAM BASİT O NUMARALARRR!!

 

Ona tip tip bakıp içeri geçerken "Anahtarlarımı dış kapıda unutmuşum, aşağı inip alıver." dedim bıkkın bir ses tonuyla ama içten içe kıvırtıyordum sevinçten, çünkü normalde hayatta inip almazdı ama şimdi alacaktı mecbur. Zorundaydı. Yoksa atardım valla yine ayakkabılarını geçenki gibi, görürdü.

 

"Neee! Hayatta al-" cümlesinin devamını gözlerimiz kesişince getiremedi. "Tabii canım arkadaşım...Ben hemen gidip alırım şimdi...gece gece... aşağıdan... bu salak neden unutmuş diye sorgulamadan..." diye yüzünde sahte bir gülümsemeyle yanımdan sıyrılıp spor ayakkabılarını söylene söylene giymeye koyuldu. Ben de onun çıkmasını yine kızgın tutmaya çalıştığım bir suratla izledim.

 

Ecem çıktığı gibi kapıyı kapatıp "İşte bu be!" diye zıplayarak elimi havada yumruk yaparken, sırtıma şak diye giren sancıyla bu geceki yorgunluğum da kendini bir güzel hatırlatmış oldu. Bir gülüyorsak on ağlıyorduk yemin ederim ya. Kahpe kader bi bize zalimdi!!

 

Acıların çocuğu Emrah yerine ben olabilir miydim acaba...? Bu çilenin açıklaması olamazdı çünkü.

 

Sırtımı tuta tuta odama doğru ilerlerken bir yandan da eve göz atıyordum. Gözüme girmek için her tarafı pırıl pırıl yapmıştı salak. N'apalım, eve alacaktık mecbur. Zaten dertleşmeye de ihtiyacım vardı, iyi olmuştu gelmesi. Her ne kadar beni sinir edip saçlarımı yolana kadar yakamı salmasa da seviyordum keretayı, tek arkadaşımdı o benim.

 

Odamdan içeri girdikten sonra ilk yaptığım iş ışıkları açmak oldu. Odadan içeri doğru birkaç adım atarken bir yandan da üstümdeki kabanımı çıkartıyordum ki dışarıdan gelen gürültülü motor sesiyle ellerim kabanının üzerinde donakaldı. Gitmemişti...

 

Çoktan gitti sanmıştım ama gitmemişti.

 

Çünkü ben ışıkları açana kadar gitmezdi o.Unutmuştum bunu.

 

Ama bu gece... beklemez, gider sanmıştım. Özellikle attığım son mesajdan sonra.

 

Yorgun adımlarımı yavaşça her zamanki yere, penceremin önüne doğru attım. Karanlık sokakta sadece geride bıraktığı motorunun dumanı kalmıştı. İşte şimdi, gitmişti.

 

Bir süre boş boş kafamı pencereye yaslayıp, ayrıldığı köşede geride bıraktığı dumanın kaybolmasını seyrederken Ecem'in gürültüler eşliğinde eve girişiyle daldığım transtan çıktım.

 

Kapıyı elindeki anahtarla açmış, söylene söylene içeri girerken "Orospu çocuğu gece gece aklımı aldı ya!!" dedi sitemle. "Motor öttürüyor bu saatte pezevenk!"

 

İçine girdiğim ruh halini unutup ona kıs kıs gülerken kendimi pencerenin kenarından kopartıp üstümü çıkarmaya başladım. Yemin ederim bir gecede şizofren gibi on mod değiştirmiştim ya. Bir gülüp bir ağlıyordum, iyi değildim...

 

Adım sesleri odama yaklaşırken, "Duydun mu sen de o gerizekalıyı!? Aklım çıktı yeminle yaa!" diye bir giriş yaptı. Kendini yatağıma atarken, "Sokak serseri dolu serseri!!" diye hala söyleniyordu.

 

Bıyıkaltı gülmemi gizleyip pijamalarımı bir çırpıda giyerken o da bir yandan gözünü kısmış beni izliyordu.

 

"Sen neredeydin bakayım tüm gece?! Saatten haberin var mı!?"

 

"Asıl sen söyle, ne işin var yine burada?"

 

Birbirimize karşılıklı girişirken ikimiz de bir süre sessiz kaldık. Berabereydi. Doksan artıya gidecektik mecbur.

 

"Batur'la kavga ettik işte yine kızım, sanki bilmediğin şey." diye sitemli sitemli açıkladı kendini. Bir yandan doğrulmuş, dirseklerini yatağa yaslayarak daha ciddi bir pozisyon almıştı. "Asıl sen söyle ne yapıyordun bu saate kadar? On ikide çıkıyordun normalde sen."

 

Son dediklerini duymazdan gelip esneye esneye yatağa yanına sıvışırken, "Madem kavga ediyorsunuz sen niye çıkıyorsun evden... o salak çıksın." dedim konuyu değiştirmeye çalışarak ama yer miydi bu Şam şeytanı.

 

"Rüya..." diye adımı bastırarak söyleyip üstelerken, "Bir bok kokusu alıyorum senden uzun zamandır. Böyle değildin sen, bir şeyler oluyor sana." dedi ve ekledi. "Dökül bakalım."

 

Yorgun gözlerimi ona çevirip boş boş kırpıştırırken onun hiçbir şeyi bilmediğini ve nereden nasıl başlayıpta anlatacağımı düşünüyordum. Uykumun falan kaçtığını hissedip ben de onun gibi dirseklerimin üzerinde doğruldum ve gözlerimi beni dikkatle inceleyen gece mavisi gözlerine diktim.

 

"Ecem," dedim ağlayacak gibi olduğum için kırık çıkan sesimle. "Bir türk kahvesi yap da içelim."

 

Bu cümlenin meali şimdi her şeyi döküleceğim demekti.

 

Artık içimdekileri tek başıma kaldırmaya da gücüm yoktu. Birilerine anlatmaya ihtiyacım vardı.

 

Ecem gözlerime bir süre baktıktan sonra durumun ciddiyetini kavrayıp mutfağa ilerlerken ben de tıpış tıpış peşinden gidiverdim.

 

Mutfağa girdiğimiz gibi ben masaya kuruldum o da kahveleri yapmaya koyuldu. Ecem'in zorlandığımı hissettiği için beni rahatlatmak adına havadan sudan açtığı sohbet ilerledi ve bir süre sonra kendimi en başından her şeyi anlatırken buldum. Boşuna cin demiyordum ben bu kıza.

 

Ara ara beni azarlayıp ara ara sorgularken en son bu geceyi de anlatmamla üçüncü kez boşalmış kahve fincanlarımızı masaya eş zamanlı indirmemiz bir oldu.

 

"Ne yani!?" dedi Ecem. "Az önceki motorlu serseri... o muydu yani...?"

 

Onu başımla onaylarken bir karış açılmış çenesini tutup kapatıverdim. Sinek kaçacaktı ağzına.

 

"Ee," dedi merakla yeniden. "Şimdi siz küçüklükten tanışıyorsunuz ama sende tık yok öyle mi?"

 

Ağzımla 'cık' sesi çıkarıp kaşlarımı yok anlamında yukarı kaldırıp indirdim.

 

"Hiç mi yok kızım? Emin misin? Birdaha yokla bi!" diye beni sağlı sollu sarsıp zorlarken, Paramparça Keriman misali 'yoğk yoğkk yoğğk yoğğğk' diye ellerimi vura vura bağıracaktım şimdi. Yoktu işte. YOĞK!

 

"Belki bir yere falan yazmışsındır, belki aile albümde fotoğrafınız vardır, ne biliyim günlük falan tutmuşsundur! Onlara baktın mı hiç?" dediği anda gözlerim şaşkınla irileşirken mal gibi kaldım tabiri caizse. Tabii ya! Günlük! Ben nasıl akıl edememiştim bunu!

 

Ecem harbi hayat kurtarıyordu kraliçe.

 

Küçükken yazmayı öğrendiğim ilk andan beri günlük tutardım! Belli bir yaşa kadar da devam ettirmiştim ama sonra nedense bir anda bırakmıştım yazmayı. Bak işte bu da kopuktu: neden bıraktığım.

 

Anne ya, harbi konuşmamız gerekiyor sanki.

 

Eğer balığısı tavuğusu olayından tahmin ettiğim gibi dokuz on yaşlarımdaysa tanışıklığımız, mutlaka onunla ilgili bir şeyler yazmış olmalıydım. Günde kaç kez tuvalete çıktığıma varana kadar detaylı bir günlük tutardım çünkü. Onu atlamış olamazdım.

 

Böyle bir bilgiyi hatırlayıp onu hatırlamamam... Sigara içsem 'bi sigara tüttürezeyim biliyorum çok kötü bisi ama napiyim canim çekdi...' triplerine girerdim kesin.

 

Hızla yerimden fırlarken, odama doğru gelene kadar en az on köşeye çarpıp sağımı solumu morartmıştım belki ama umrumda değildi, sonunda kim olduğunu bulabilirdim!

 

Odamdaki çekmeceleri bir bir karıştırırken bir yandan da dua ediyordum ki günlüklerim inşallah annemlerde değildir diye.

 

Her yeri karıştırıp altını üstüne getirirken bir anda parlayan umudum saman alevi misali sönmek üzereydi. Bulamıyordum çünkü!!

 

En son çekmeceyi de talan edip altını üstüne getirirken gözlerim dolu dolu olduğum yere çöküverdim.

 

Galiba günlükler, annemlerde kalmış ya da daha önce biz taşınırken kaybolmuştu... Hiçbir yerde yoktu çünkü...

 

Son çare belki koymuşumdur diye kitaplığıma da şöyle hızlıca bir göz gezdirdim ama o tanıdık mavi kaplı defterler yoktu orada da. Bana harbi ev yolu görünmüştü...

 

Hüzünlü hüzünlü gözlerimi kitaplığımda gezdirirken gözüme ilişen kitapla yavaşça yerimden kalktım ve kitaplığa doğru ilerledim.

 

Gözüme çarpan kitap, eski püskü bir masal kitabıydı ama ilginç olan benim bu kitabı hatırlamıyor oluşumdu. Bunca zamandır diğer kitapların arasında kaybolan bu kitabı daha önce görmemiş gibiydim ama görünüşe bakılacak olursa bir hayli okunmuş olacak ki buruş buruştu ve eskimişti.

 

Kapağında 'Heidi' yazan masal kitabının benim olup olmadığını sorgularken rasgele eskimiş sayfaları karıştırmaya başladım.

 

Tam önemsiz bir şey olduğu kanısına varıp kapatacaktım ki kapağında, kenara iliştirilmiş notu görene kadar.

 

'Bu kitap D.K.'ye R.A. tarafından ödünç verilmiştir.

Ödünç tarihi: 12 Haziran 2009'

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eveeet bir bölüm sonu dahaaa. İşler karmaşıklaşıyorr.

 

Ecem' i nasıl buldunuuuz?

 

Sizce D.K. Ne zaman açığa çıkacak??? Rüya annesiyle neler konuşacak?? En önemlisi sizce hatırlayacak mı geçmişi???

 

Yorumlarınız lütfennn...

 

Gitmeden oy vermeyi unutmayınnnn. Sevgileeer saygılar efenimm. Seviliyorsunuzz 🩷🩷🩷

Loading...
0%