@bookolog
|
Bölüm şarkısı: Carla Morrison- Eres Tú.
"6. BÖLÜM."
"KAYKAY."
On gün.
Tam on gündür yazmıyordu bana.
Kafede üçe kadar mesaiye kaldığım, türlü bilgiler öğrendiğim ve kapanışını Ecem'le yaptığım o gecenin ertesi günü attığı mesajla aramızda geçen kısa diyalog hariç, tamı tamına on gündür yazmamıştı bana.
On gün öncesinde, aramızda geçen tek diyalog da şuydu:
Gönderen: D.K. Bir süre ortalıkta olmayacağım, uslu bir kız ol ve başını belaya sokma. Aklım sende kalmasın. (21.17)
Gönderen: Rüya Nereye gidiyorsun?(21.18)
Görüldü dahi olmayan attığım son mesajdan sonra ondan daha da haber alamamıştım. On gündür.
Zihnimde türlü komple teorileri kurmuş, kendimi yerlerden yere vurmuştum on gündür. İki hafta sonra sınavlarım olması dolayısıyla annemlerin yanına Aydın'a gidememiş, bu yüzden annemi 'Anne ben küçükken kaza falan geçirdim mi?? Ya da kafamı mu vurdum...?' tarzında telefondan darlamaya çalışmış ama kadından 'Saçmaladın iyice Rüya...' diye geçiştirmeli yanıtlardan öte bir şey alamamıştım.
Annem ve babam sağlam olduğumu, küçükken herhangi bir şey yaşamadığımı iddia ediyorlardı ama işin içinde bir işler olduğunu, bu konuyu ne zaman açsam annemin yükselen ve azarlayan, aynı zamanda umarsız tutmaya çalıştığı sesinden anlıyordum. Ya da kadını darladığım için bağırıyor da olabilirdi. Bilmiyorum, dokunmayın ağlarımdı.
Üstelik o da yazmadığı için iyice stres olmuş, dellenmiş fıttırmıştım. Ortalarda yokum ne demekti yani bir de!? Öyle bir şansımız oluyordu da ben mi bilmiyordum? Ben de ortadan kaybolmak buharlaşmak istiyordum o zaman. Bir de yazmış gizemli gizemli...
Zaten bir Batman tripleri gidiyordu. İstanbul Gotham citydi de biz mi joker olmamıştık!?
Allah'ımmm yarabbii yaresülüllahh...
Bir de bulduğum masal kitabı vardı tabii. O apayrı meseleydi. Bulduğum not, tarih falan iyice allak bullak etmişti her şeyi.Bir şey bulurum umuduyla onu da didik didik etmiş, her bir sayfasını özenle incelemiş, hatta hatırlarım diye bir iki tur okumuştum. Ama noksan oğlu noksan doksan kere soksan gene noksan gene noksan...
Şeklinde açıklanabilirdi vaziyetim.
Yani elimdeki veriler; annemlerin kolpa sıkması ve eski bir masal kitabından ibaretti.
Harbi doksan kere soksan-
Neyse o günden bu yana yaşanan iyi gelişmeler de vardı. Balık yemiştim! En azından krakerini. Bir anda çok coşmamak lazımdı, önce görüntüsüne adapte ediyordum kendimi yavaş yavaş. İyi gidiyordum şu anlık bence.
Yani bunun dışında da yaptığım, günlük şeyler dışında pek bir şey yoktu. Okula gidip gelmek, yemek yemek, gezmek, tozmak, oruç tutmak, hacca gitmek,zekat ver-
"Rüyaaaaa!"
Düşüncelerimi bölen Ecem'in tiz sesi oldu.
Ecem yine ve yine bendeydi. Sevgilisiyle barışmışlardı ama bu sefer de benim için evimi istila etmeye karar vermişti kral. Sağ olsundu. Canısı sevgilisi varken benimle kalmak büyük fedakarlık istermiş, öyle diyordu.
Yani bu durumdan da çok şikayetçi değildim açıkçası. Son on gündür Ecem olmasa daha da bi kafayı yerdim o kesindi. En azından kafamı boşaltmama yardımcı oluyordu.
Belli etmesem de kalbim kırıktı, öyle bir geceden sonra kaçar gibi ortadan kaybolması içime oturmuştu. İster istemez benden uzaklaştığını ve kaçtığını düşünüp kendi kendimi kuruyordum ama sonra, neden en baştan beri yanımda olduğunu sorgularken buluyordum kendimi. Çocuk fabrika ayarlarımla oynamıştı.
Zihnimdeki ses 'Sen salak mısın Neriman yenge?? Kafanda kim var kim yok bilmiyor musun??!' diye çok doğru bir noktaya parmak bastı. Benim iç sesim de hep haklıydı nedense.
Bilmiyordum valla. En azından o yoktu, onu biliyordum bak.
Uyuşuk adımlarla mutfağa ilerlerken bir şeyler pişiren Ecem'in tepesine dikildim.
"Noldu?" diye kayıtsızca sorarken o havada omlet çevirmekle meşguldü. Kahvaltı hazırlıyordu kral, saat öğleden sonra beşi çeyrek geçerken.
Geç uyanması yetmiyormuş gibi, barut gibi kalkmıştı. Sağ olsun son iki gündür gecelerini gündüzlerine katıp benim için bir ajan titizliğinde stalk yapıyordu.
Doğduğum hastanedeki ebemin kütüğüne kadar didik didik etmiş, bir sonuca varamamıştı ona dair. O yüzden alev topu gibiydi, dokunmayın yakardı.
Bir süre onu izleyip sonra sıkılarak ondan gizli, omlete koyacağı mısırları didiklediğimi sanarken, önümdeki mısır tabağını "Sefer lütfen." diye çekip aldı. Bana da ters ters bakmayı ihmal etmemişti.
Bir o yana bir bu yana dağılmış kızıl kısa saçlarına, kaşlarını çatıp ekşittiği yüz ifadesine, bir bacağı yukarı çekik biri inik geçen sezondan kalma Penti ayıcıklı pijamasına bakarken gizli gizli sırıttım ev haline ve müthiş gergin yüz hatlarına. Kızıl belaydı. Yakardı valla.
Omletin piştiğine emin olup ocağın altını kapatırken "Ee,"dedi ve yandan bir bakış attı bana. " Bir haber yok mu senin Heidi'den?"
Bir de bu vardı. Onun adını 'Heidi' koymuştu Ecem. Sürekli ondan bahsederken böyle seslenip tepemi attırıyordu. Ama geçenlerde konuşurken laf arasında ben de yanlışlıkla ondan 'Heidi' diye bahsedince Ecem'e çok da kızmamaya karar verdim. Dilime alıştırmıştı kız. Engel olamamıştım kendime.
O da ismini söyleseydi o zaman. Allah bilir Alplerde zavallı büyükbabasını darlamaya gitmişti. Heidi D.K.
Ecem'in kurduğu sofraya kısaca göz attım, kapanan iştahıma söve söve sandalyeyi çekip otururken "Yok." diye kestirip attım. "Yazmadı hala."
Ecem son on gündür kayan sıfatıma tip tip bakarken bir yandan da karşıma geçip oturdu ve tabağımı ağzına kadar sofrayla doldurdu.
"Ecem..." diye itiraz edecekken, "Sus bakayım, ye şunları. O tabak bitecek." ikazı ve anne azarı geldi peş peşe.
Böyle yapmasının bir sebebi vardı. On gündür doğru düzgün bir şey yemiyordum. İştahım kapanmış, midem hiçbir şeyi almıyordu. Üzgün olduğumda böyle şak diye iştahtan kesiliyordum, bir şey yiyesim gelmiyordu. Ecem de sağ olsun annemi aratmayarak her bulduğu fırsatta ağzıma bir şeyler tıkıştırarak beni ölüm döşeğinden kurtarıyordu bir nevi.
Tabağımdaki omlet dağının en tepesine çatalımı isteksizce daldırırken Ecem'in koyu kahve gözlerinin üzerime dikildiğini ve tepkilerimi izlediğini biliyordum.
Ağzıma attığım parçayı kusacak kıvama gelene kadar ağır ağır çiğnerken, bir yandan da dertli dertli gözlerimi masanın köşesine dikmiş, düşüncelere dalmıştım. Özellikle o geceye gitmişti yine zihnim. Attığım mesajdan sonra kafasını kaldırıp bana uzun uzun bakışı geldi gözümün önüne. Karanlıkta zar zor seçtiğim yüzünü detaylandırmaya çalıştım, olmadı ama.
Gerçekten hatırlamıyordum ve artık hatırlayacağıma dair eskisi gibi bir inancım da kalmamıştı. Bu kadar ipucuna rağmen hatırlamıyorsam yüzünü görsem de pek bir şey değişmeyecekti. Üstelik masal kitabındaki nota göre o kadar eskiyse tanışıklığımız, küçüklüğünden bu yana epeyce değişmiş olmalıydı. Evet evet görsem de hatırlamazdım artık.
Nolacaktı benim bu halim Seda Abla?!!?
Alnıma yediğim zeytin çekirdeğiyle içine girdiğim transtan çıkarken, karşıma oturmuş Ecem'in bana kitlenen sinirli bakışlarıyla karşılaştım.
Kızın uyarma şekline bakın Allah aşkına ya... insan dürter mürter bir şeyler yapardı, bu direkt headshot atıyordu kafama.
Ama öyle de keyfim yoktu ki ona aldırmayıp bir saattir çiğnediğim omleti biraz daha çiğnemeye devam ettim. Çiğneye çiğneye atomlarına ayıracaktım omleti.
"Ayy Rüya içim şişti be kızım!" diye isyan etti Ecem. " Ne bu hal ya...Kendine gel artık!"
Boş bakışlarım yavaşça ona döndü, " Sen bu musun Rüya Allah aşkına? Bir silkelen kendine gel! Gitti mi, siktirsin gitsin. Hade!! Sen en özeline layıksın yavrum. Bizler özel insanlarız!!"
Onun kısa çaplı, sona doğru Murat Övüç'e kayan tedx konuşmasını dinlerken bir yükselmedim değil. Özellikle son kısımlarda.
Harbi n'oluyordu bana ya?! Neydi yani bu kadar üzüldüğüm, kendimi de anlamıyordum.
Aylar sonra ipucu verdiği gecenin ertesi günü kaybolmak ne demekti yani? Ne istiyordu benden, ne bekliyordu?! Üstelik on gündür de yazmamak neydi?! İnsanın eline illaki geçiyordu telefon, bir iki satır mesaj atamamış mıydı yani?
Gerçekten dediği gibi boşu boşuna kendimi üzmekten başka yaptığım bir şey yoktu. Gitti mi, gitsindi. Ummmrumda değildi bu saatten sonra.
Omuzlarımı gevşetip kafamı sağa sola çevirirken ringe çıkacak boksör misali tuhaf tuhaf gerinmeye başladım. Bir yandan da Ecem'i onaylıyordum, "Evet, haklısın ya!" Kafamı deli gibi onu onaylar gibi sallarken kendi kendimi dolduruyordum yavaştan. Ama bu dolduruş pek uzun sürmedi. "Sadece... ne biliyim," Sonlara doğru sesim kısılınca az önceki şişen balonum bir anda söndü.
Özlüyordum arkadaş, yalan mı söyleyelim! Umrumdaydı da... çok hem de. Yüzünü görmediğim, adamakıllı hatırlamadığım birini özlüyor, yazmadığında üzülüyordum işte. Ne yapayım? İçime işlemesine engel olamamıştım.
Gözlerimin dolmasın istedim ama doldu salaklar. Zaten hiçbir şey de benim istediğim gibi gitmezdi ki...
Son on gündür alaya da alsam, görmezden de gelsem, yokmuş gibi de davransam aklımda sadece o ve beni böyle salak gibi ortada bıraktığından kırılan gururum vardı. Ben ağlamayayım da kim ağlasındı?
Sen ağlama ben ağlarım, diyordu Can Ozan. Beni ne kadar üzdüğünü biliyor muydu acaba...?
Ecem'in yumuşayan bakışları çaresiz bir edayla elinden bir şey gelmezmişçesine bana bakarken onun karşısında böyle aciz görünmekten nefret ettim. Ben bu değildim çünkü. Her daim umursamaz, akılcı ve realist olan benken; özgür ruhlu, çılgın ve duygusal kararlar veren Ecem'di. Rolleri değişmiştik şimdi.
Onun yüzünden değişmiştim.
Değiştirmişti beni.
Bu yaşınıza kadar oturmuş belli başlı karakterini, böyle elin oğlu tarafından sekteye uğrayınca bir mal oluyordunuz.
Değişmek istemiyordum çünkü değişmek, bunca yıldır kimse beni üzemesin, zarar veremesin diye ördüğüm duvarların altında kalmak olurdu. Böyle bir şeyin olmasına izin veremezdim. Kendime gelmeliydim.
Dolan gözlerime avuç içlerimi sertçe bastırarak yaşların gelişini engellerken, bir çırpıda ayağa kalktım oturduğum masadan. Burnumu sertçe çekip, kendime gelip silkelenmek adına başımı hızla sağa sola salladım.
"Haklısın," dedim Ecem'e tekrardan ama daha kararlı bir ses tonuyla. "Bu ben değilim, kendime gelmem lazım."
"Ha şöylee..."dedi kelimeleri uzatarak. "Gülsün yüzün. Hatta bak n'apalım biliyor musun? Dışarı çıkıp bir hava alalım, kendimize gelelim ya. Azıcık göbek atalım yaa." diyip salak salak güldü esprisine. "Kaç gündür eve tıkılı kaldın zaten, biraz eğlenelim seninle kız kıza."
Onu dalgın dalgın onaylarken benim için kurduğu sofraya baktım, o kadar uğraşıp hazırlamıştı. Zorla da olsa bir iki lokma bir şeyler atıştırıp toplamaya girişecektim ki izin vermedi ve beni doğruca giyinmem için odama yolladı. Bir kere de onun sözünü dinlediğim için heyecanlanmıştı zilli.
Hafta sonu olduğu için ne iş ne de okul vardı o yüzden beraber takılmamamız için bir engel yoktu önümde. Zaten karşı da koymak istemiyordum, tamamen salmıştım kendimi. Yalnız işin sonunun bok yoluna gideceğini de biliyordum ama dedim ya, salmıştım ipleri. Ecem'e güven olmazdı da kafam güzeldi bugün.
Odama geçip siyah kot, siyah v yaka t-shirt kombiniyle çıkarken o sırada bulaşıkları yıkayan Ecem'e anlık bir inme iner gibi oldu, ama sonra hemen burnunu bulaşık deterjanına yaklaştırıp derin bir nefes alıp kendine gelebildi. Drama queen demiyordum boşuna buna ben.
"Kız bu neee?!" Sesi kulaklarımın pasını silip atarken gözüm kısık kısık baktım ona. Omzumu 'ne varmış?' der gibi silkerken kendini Kadir Ezildi misali elinde bulaşık süngeriyle atıverdi.
Sonra bir çırpıda aynı atiklikle kalkıp elindeki süngeri eldiveni mutfak tezgahına farlattı, beni önüne alarak hışımla ilerlerken içimden 'bok değiştiririm üstümü' diyip kendi kendimi ikna ediyordum. Yalnız o iş de öyle olmadı. Bir kez aldı ya gazı benden, durduramazdınız artık.
En son evden çıkarken son durum, üzerime zorla giydirdiği ki giymemek için üç hızlı tur atıp, dört kere boğuşup,yedinci raundda nakavt olarak üstüme giydirilen onun elbiselerinden biri bulunuyordu.
Normal hayatını kot t-shirt yaşayan dümdüz bir insan olduğum için elbise veya etek giymek, ne biliyim özenle süslenmek hiç adetim değildi. Ki anca bunları düğünde seyranda bir giyerdim. Şimdi ne düğün ne dernek vardı, n'oluyorduk yani?
Altıncı raundda su içmek için ara vermeseydim almıştım da maçı. Neyse.
Şöyle sıfatımıza kısa bir bakış attım evden çıkarken. İkimizin de üzerinde Ecem'in saçmasapan elbiselerinden vardı. Benimkinin siyah olmaması için bir taraflarını yırtığından, en son gözlerimi açığa çıkarmak adına petrol mavisinde karar kıldı. Benim gözlerim elaydı ama sorun yoktu, en koyu renk elbisesi bu olduğu için sesimi çıkarmayıp onayladım onu.
Elbise dardı ve vücudumu sarıyordu, üstelik bir de miniydi. Üç yıllık hasta olmama rekoruma bir darbeydi yani. Ecem'in bana çektiği kezban muamelesine rağmen siyahından güzel bir külotlu çorap giydim. Buna da karışmasındı yani.
O da türbe yeşili ipli mipli saçmasapan bir elbise giydi. Konyalı ruhu bırakmıyordu peşini.
Ben daha evden çıkmadan verdiğim karardan pişman oldum derken üstüne bir de Ecem, sevgilisiyle bir arkadaşını da şu bizim 'kız kıza' takılmamıza çağırdı.
Ecem'e inen inmeler bana döndü. Kan beynime sıçradı.
Uyanık ama, mekana gidene kadar haber vermedi çünkü verse direkt eve geri döneceğimizi biliyordu.
Ah be Suat ah be kızım Rüya, sen nasıl kandın bu Ecem cadısına be kızım...
Keşke evde kalsaydım dediğim dakikalardaydım.
Bir de lanet, basık, öyle leş bir mekana da getirmişti ki insandan adım atılmıyordu içerde. Renkli ışıklar gözüme bir girip bir çıkıyor, gece sonunda beni kör etmeyi hedefliyorlardı. Müthiş gürültülü bir bass müzikte saçmasapan oynayan insanlar vardı. Bir Çakal çalıyordu bir Ankaralı Namık. Bir de Ecem gitmeden diyordu ki çok kült, kaliteli bir mekanmış gittiğimiz.
Nezih bir mekanda karşılıklı kokteyl içip elit elit oturacağımızı sanan bana kenar köşe barı şoku...
İçimdeki Allahsız Buğra uykusundan uyanıyordu yavaş yavaş, boğacaktım Ecem'i gece sonunda. Gidişat o yöndeydi.
Biz mekana gireli on dakika olmadan Ecem'in salak sevgilisi Emir ve ekürisi geldi. Emir'in yanındaki çocuğu birkaç kez görmüş ama tanışmaya oralı bile olmamıştım, serseri ukala bir tip olduğu her halinden belliydi. Tıpkı Emir gibi. İkisi de özel üniversitelerde okuyan, kodaman iş adamı babaları sayesinde anca gösteriş yapıp bir halta yaramayan ama kendilerini aşırı önemli kişiler zanneden züppelerin tekiydi. Bana göre.
Sorun şu, Ecem de deli gibi zengin ama buna rağmen kendi başarısıyla okuyan bir kız olmasına rağmen bu salak Emir de ne buluyordu anlamıyordum bir türlü. Aşığım diyordu ikide bir, vazgeçemiyoruz birbirimizden diyordu. Sürekli bir ayrılıp bir barışmalarına rağmen. Anlamıyordum ben bu kızı. Küçükken o da kafasını vurmuş olabilir miydi acaba?!
Ya da...
Aşk böylesine, kör edici bir şey miydi ki?
Oysa benim açımdan yani şu an aşıksam eğer, hiç de öyle durmuyordu. Sımsıcak bir histi bana göre. İnsanın kanını kaynatan cinsten.
Bir an duraksayıp düşündüm...
Yoksa... ben de mi böyleydim Ecem'in gözünde? İnsanın kendisi fark edemiyordu belki de dış bir göz olmadıkça.
Harbi kördü yani aşkın gözü.
Valla kördü galiba, ben ikna olmuştum şu an.
Sinirlerim düşüncelerimle istemeden yatışırken masaya oturan Emir'in baş selamını samimiyetsiz bir şekilde alıp tekrar gözlerimi insanları izliyormuşum gibi kalabalığa çevirdim. Oysaki baktığım kalabalık değil, az önce zihnime oturan düşüncelerle dolan boşluktu.
Onlar masaya oturur oturmaz anında bir sevgidir, kavuşma faslıdır başladı. Sanki her gün görüşmüyorlardı he.
Ecem zaten direkt Emir'e sokulmuş, birbirlerine yapışmışlardı, o sırada bir yandan da Emir'in arkadaşına laf atıp, sağdan soldan konuşuyordu. Ben de bir süre onların müthiş sıkıcı konuşmalarına kulak kesildim ama sonra dinlemeyi bıraktım, dert dağıtacağım yerde tekrar dertler çöktü üstüme. Kendimi onu düşünürken bulup, derin düşüncelere daldım.
Ta ki bir anda oklar bana dönene dek.
"Alpay, sana bahsettiğim Rüya. En yakın arkadaşım olur kendileri." diye tanıştırma faslına girişen Ecem'e benden müthiş bir ölüm bakışı geldi. Ecem aracı olmayana kadar çocuğu görmezden gelip, usul usul kolamı içip sağa sola bakınarak kendi kendime oyalanıyordum mutlu mutlu. Şimdi tanışmak zorundaydım işte.
"Memnun oldum Rüya ,ben Alpay. Hoş birkaç kez karşılaştık ama, resmî olarak tanışıyor sayılırız artık." dedikten sonra suratındaki samimiyetsiz gülüşle elini uzatan çocuğun, yüzüne dahi bakmadan kısa bir baş sallamayla elini sıktım keyifsiz keyifsiz.
Sanki ilk defa görüp tanışıyorduk da el sıkışıyorduk bir de.
Kendini tanıttıktan hemen sonra ben direkt onu göz ardı etme modunu açmıştım ki, üzerimde haddinden fazla duran uzun bakışlarının ağırlığını hissettim. Dik dik bakıyordu, rahatsız olmuştum.
"Elbise çok yakışmış sana. Ecem'in de giydiğini hatırlıyor gibiyim ama sen olayı bambaşka yerlere sürüklemişsin." diyişini suratına mal mal bakarak dinledim.
Ne anlatıyorsun sen aslanım, dememek çok zordu şu an. Tuttum ama kendimi. Onun yerine bir samimiyetsiz gülüşle daha savurdum onu, azıcık aklı varsa uzak dururdu benden. O kadardı yani. Belaydım oğlum ben, üstelik bu aralar efkarlı bir belaydım. Bardaktaki son damlaydım, taşana yazık olacaktı.
Dişil enerjimin düşüşüne aldırmadan kolamdan bir yudum daha aldım, bakışları eşliğinde. Anlaşıldı, mal mal bakacaktı bu. Bu sırada da Emir'le bütünleşen Ecem de maşallah su gibi içiyordu, kafası çoktan kıyak olmuştu bile, şaşı gözleri ele veriyordu salağı.
Ecem'e uyup geldiğime bin pişman olurken "Ee," diye söze atıldı Alpay kaykay, muhabbet açmak adına. "Ne okuyordun sen Rüya?"
İçimdeki Memati 'sanane lan lolipop' demek istedi ama ağzımdan "Güzel Sanatlar." diye kestirip attığım kısa bir cevap çıktı. İçimden 'Allah'ımmm n'olur daha bir şey sormasınnnn' naraları atıyordum.
"Ya," dedi sanki ilgisini çekmiş gibi. "Dışarıdan sert göründüğün için senden bir mühendislik vibeı almıştım ama...çok şaşırdım şu an."
Ona bu sefer yüz ifademi hiç sakınmadan tip tip bakarken, "Hah, işte bundan bahsediyorum!" deyip kendi kendine güldü. Ben de yine mimik oynamazken üstüne kuruldum çocuğa. O da anladı über zeka. Ama bu durum sanki onu daha da bi keyiflendirdi. Beniyse sinirlendirdi. O yüzden masanın altından Ecem' i çimdikledim.
"N'oluyooo beee!" cırlaması yükseldi Ecem'den. Bakışlarımı görünce usul usul sesini kısıp "Sinek ısırdı galiba..." diye toparladı.
Anlık dikkatimiz Ecem'e kalmışken bu kaykayın hala bana baktığını ve yanlış anlamadıysam konuşmak için biraz daha yaklaştığını fark ettim. Şimdi de suratıma dik dik bakıyordu.
Allah'ımmmm yarabbiiii yaresululllaaahh!!
"Bu kadar güzel bir suratı böylesine asık tutarak heba etmiyor musun sence de? Seni ilk gördüğümden beri düşündüğüm tek şey bu." diye konuştu az önceye nazaran daha ciddi bir tonla. Yüzümü röntgene almıştı.
"Anlamadım?" diye sorarken, aslında cevap ver de ağzına bir güzel ediyim demek istiyordum. Saçmalamaya başlamıştı iyice. Bir de gözlerini öcü gibi dikmiş, ruhuma bakıyordu salak.
"Diyorum ki," Kendini açıklamaya başlayacaktı ki Ecem'in masaya gürültüyle eğilip kusmasıyla biz dahil üç dört masanın sesi kesildi. Dolayısıyla onun da. Hatta yüz ifadesinden anlaşılan kadarıyla şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş da olabilirdi,bilmiyorum. Gözleri dehşetle irileşmiş, mal gibi kalakalmıştı. Bir keyiflendim bir keyiflendim kiii Ecem'in kusmuğu bile kaçırmadı keyfimi.
Emir'le ben son derece bu durumu normal karşıladık çünkü Ecem'in ha bire kusup durduğunu biliyorduk ama o hiç görmemişti sanırım. O tiksintiyle dolan bakışlarını zar zor toparlarken, ben de bir yandan Ecem'in ağzına peçete tıkıp bir yandan az önce bana artistlik taslayan kaplanı izliyordum yamuk bir gülüşle. Ne yamuğu, kulaklarıma kadar sırıtarak. Hahhahay be!
Yok asıkmış da, heba oluyormuş da.
Sanane gardaşım, sanane!
Zoruna gidenin borusuna gitsin gardaşşşş!
Çocuğun yüzü solmuştu bir, ilk defa kusma şovu izlemişti sanırsam. Salak Ecem'in de böyle kusacağı belliydi ama, alkola dirençli olmadığını bilmesine rağmen içip durmuştu oturduğumuzdan beri. Yok margaritalar yok viskiler,tekilalar, shotlar... Kokteyl yapmıştı midesinde.
"Biz kalkalım Ecem'le," diye giriş yaptı Emir bir yandan sarhoş Ecem'i zapt edip bir yandan ağzını yüzünü silerken.
"Durun ben de geliyim sizinle-" Fırsattan istifade onlarla gitmek için zengin kalkışı yapacaktım ama Emir'in konuşmasıyla tekrar oturduğum yere çakıldım.
"Ecem'le bana geçeriz Rüya, senin evin terste kalıyor biraz daha." dedi.
Ben harbi, bahtsız olabilir miydim?
"Sen Rüya'yı bırakırsın artık Alpay," diye konuştu Emir kaykaya hitaben. "Okulda görüşürüz."
Kaykay da 'hay hay' der gibi memnuniyetle baş sallarken salak salak ortalığa sırıtan Ecem'e içimden güzel bir akrostiş yazdım o arada, ama RTÜK tarafından ban yedi.
Güya benim kafamı dağıtmaya gelecektik ya!
Kafam balon gibi şiş, artı sinirlerimden tepemde, yanımdaki züppeyle terk ediyordum mekanı.
Son on gündür bir dost kazığı eksikti ondan da nasibimi almıştım çok şükür.
Kusmuklu masadan ve mekandan bir an önce kalkmak isteyen Alpay, "Ben hesabı ödemeye gidiyorum,birazdan çıkarız." diye açıklamasını yaptı.
Onu yavaşça onaylayıp söylene söylene ceketimi giymeye ve mekandan çıkışa doğru insan kalabalığının arasından bir yol bulmaya başladım.
Onu beklemeden çıkışa doğru sarhoş insanları ite ite ilerlerken kendimi kapıdan dışarı soğuk havaya attığımda derin bir oh çektim. Soğuk hava, basık ortam ve ışıklardan beni ayıltırken, saniyesinde de dondurmaya başlamıştı ama.
Birkaç dakika sonra peşimden kapıdan çıkan Alpay'la arabasına doğru ilerlerken o, "Çok bekletmedim değil mi?" diye sordu.
O sırada buz kutbuna dönen ben "Yok." diye geçiştirdim onu, façayı çizdirmemek için. Onu beklediğim sıra Bana bu elbiseyi giydiren Ecem'e sövmekle meşguldüm çünkü, zamanı fark etmemiştim.
Tabii ki de hiç şaşırmadığım, diğer park etmiş arabaların yanında kabak gibi sırıtan,son model spor arabasına yerleşirken içimden kapitalizme de bir güzel sövdüm. Bu ülkede gerçekten hard kapitalizm vardı, sinek gözlüklü abi haklıydı.
Onun yanımda, beni etkilediğini düşünerek kasıla kasıla araba sürüşünü izlemek de son derece can sıkıcıydı. Yolun bir an önce bitmesini ve evime ulaşıp, sıcak bir duşun ardından yatmayı düşlüyordum. Uyuyabilirsem tabii.
Onun yol boyu birkaç kere daha denediği konu açma çabaları; benden göz deviriş, duymazdan geliş ve ağzımın içinden söylediğim mırıltılı evet hayırlar dışında pek bir sonuç alamadı. Arada bir de adres vermem dışında pek konuşmadık. Ben de yol boyu telefonumu açıp reels izledim, daha verimli geçmişti bence zamanım.
Arabanın içindeki dijital saate göz atarken yavaştan da evimin olduğu sokağa girdiğimizi fark etmemle koltuğumda doğruldum.
Onun da dikkati yaşam belirtisi göstermemle bana dönerken bense kemerimi açmakla meşguldüm. Yalnız bir sorun vardı. Kemer açılmıyordu bir türlü.
Birkaç kez sertçe çekip çıkarmaya çalıştım ama olmadı. Başımı eğmiş kemeri çıkarmaya çalışırken evimin olduğu araya girdiğimizi de anlamıştım, sadece benim oturduğum sokakta cılız yanan sokak lambası sayesinde.
Araba yavaşça dururken, "Dur," diyen sesini işittim. "Yardım edeyim."
Onu reddedecektim ama çıkmıyordu lanet kemer, böylece onun kendi kemerini çözüşünü ve dibime kadar girip son derece yakın bir pozisyonda üzerime doğru eğilerek kemerimi çıkarmasına izin verdim.
Kendimi olabildiğine geri çekerken aramızda neredeyse hiç mesafe olmamasına kısa bir sövdüm. Öyle ki parfümü bile sinmiş olabilirdi üstüme.
Ama o şaşırdığım bir şekilde beni rahatsız etmeden kendini olabildiğine geri çekip, bir an önce kemeri açmaya çalıştı. "Sıkışmış." diye kendini açıklarken birkaç güçlü çekiş sonucunda açılan kemerle üzerimden kalkması ve benim de derin bir nefes almam bir oldu.
"Teşekkür ederim." derken samimiydim ilk defa. Hatta bir an ona haksızlık ettiğimi de düşündüm, sonuçta beni eve kadar getirmişti hiç yoktan.
Başını önemli değil gibi sallarken ben de sohbet dönmesin diye bir an önce onda olan bakışlarımı önüme çevirdim ve elim arabanın kapısını açmak adına kapının koluna gitti.
Ama açmaya gücüm yetmedi.
Kafamı çevirmemle arabanın ön camından onu görmem bir oldu.
Her zamanki beklediği yerde, kafasında kaskıyla, direkt olarak arabanın içine bakan onu.
On günün sonunda ortaya çıkan, ve az önceki manzarayı yanlış anlayabileceği muhtemel, ellerini yumruk yapmış bir şekilde bekleyen onu...
Bölüm sonuuu.
uzun bir bölümle karşınızdayımmmm.
Umarım bölümü beğenmişsinizdirrrr.
Görüşlerinizi alayımmm.
Gitmeden yıldıza basmayı ve yorumlarını esirgemeyin lütfennnn.
Bol öpücüklerrrr ve sağlıklı günlerrrr diliyorummmm. |
0% |