@boyleymisim
|
Littera Yağmur “Zaman rüzgârlar kadar acımasızdır.” demiştin bir keresinde, okuduğun kitabın cümlelerini bana da duyururken. “Beklemediğin anda gelir, senden koparabildiği birkaç parçayı avuçları arasında sıkıca tutarak götürür. Giderken senden aldığı parçalar toprak olup düşer yerlere, peşinden koşarken yere baktığın her saniye takılır ayağın kendine ait olan engellere. İlerlersin, haberinin bile olmadığı bazı anlarda ayakların parçalarına takılır ve düşersin. Kendinden izler görürsün yerde. Düşüncelerinin tozu parmaklarına bulaşır; kalbinde camdan kafeslere koyup sakladığın sevdiklerinin camları birer birer çatlatmasına şahit olursun, kırılan her bir cam şakaklarına batar ve unutursun.” “Ben bile mi?” Bana daima hafızamın yıldızlar kadar büyük olduğunu söyleyen sen gülmüştün bu sözüme. “Sen bile, güzel kızım.” Gözündeki siyah, ince çerçeveli gözlüğü düzelterek bacağındaki konumumu daha rahat bi hâle getirmiştin. Elindeki kitabın ne olduğunu bilmiyordum, anlattıklarını bile tam olarak anlamamıştım. Şu an elimde o kitabı tutuyor olmasam o anları hatırlıyor olacağımdan bile emin değilim. “Çok sevdiysen kalbin kapatır gözlerini; unutur zihnin, o daha beterini yapana kadar, düşündüğü her şeyi. Nefret ettiysen camlar daha fazladır, sende daha çok yer kaplamıştır, o camlara basmak zorunda kaldığında unutmaya başlarsın, en çok da o zaman eksik kalırsın. Öfkeliysen zaten kapalıdır gözlerin, karanlıkta yalnız olduğunu fark edince uyanırsın. Sonra bir gün, güneş seni beraberinde götürmek istediğinde kapatırsın gözlerini; seni en son terk edecek olan şeyin ihanetiyle farkına varırsın bilmediğin ne çok şey olduğunun. Zaman senden tüm parçalarını almıştır artık, rüzgâr başkalarının zihin topraklarına gömmüştür seni. Unutulursun. Unuttuğun an unutulursun, var olduğunu sanarken birdenbire yok olursun.” Anlattıklarını o zamanlar bilmiyordum, sen beni başka bir yerde beklemeye karar verdiğinde öğrendim. Bana okuduğun satırları sen artık bilmesen de hep senden dinledim, şanslı olduğumu birçok kez dile getirdim. Sevginin ne demek olduğunu bilen bir çocuk olarak yetiştirildim, sonra bir gün onun ne demek olduğunu hatırlamam gereken bir aşamaya geldim. Sen bana birini daha getirdin baba. Seni ziyarete geldiğim bu sabah, mezarının başında birkaç tane daha papatya buldum. Kime ait olduğunu bilmiyorum ama son zamanlarda daha sık denk geliyorum. Anneme ait değiller, hatta sorduğumda daha önce hiç görmediğini söyledi. Etrafa bir kez daha umutsuzca baktım, o ana kadar bırakma ihtimali olan kimi görürsem göreyim yapmadıklarını öğrenmiştim. Fakat o anın garip bir havası vardı, rüzgâr sanki bana ait olmayan ama kendiminkine çok benzettiğim birkaç parça yaşanmışlık getirmişti. Dikkatle baktığım birkaç saniyenin sonunda lacivert paltolu, mezarlığın girişindeki kapıya yaslanmış bir adam gördüm. Saçları benimkilere benzeyen tonda bir kahverengiydi, elleri ceplerindeydi ve düşünceli olduğunu tahmin ettiğim bakışları ayağının dibindeki toprağı inceliyordu. Neden bilmiyorum ama üzgün olduğunu hissettim. Ayağıyla toprağı eşeliyordu ve orada olmak istiyormuşçasına öfkeli gibiydi. Kendi kendime kafamda kurduğum olay örgüsüne gülmekle yetinip başımı iki yana salladım. Haklısın aslında, benden çok iyi hayal tüccarı olur. O adam hakkında ne düşündüğünü duymak isterdim baba, konuşabiliyor olsaydın o an bunu sorardım sana. Duymayacağını bildiğim için seninle konuşmadım, üzerindeki toprağa bakarak kendimle konuştum. Yaptıklarımı anlattım sana, duymadın ama duymuşsun gibi varsayarak kendimi rahatlattım. Orada öylece birkaç dakika daha durduktan sonra papatyalarına sana iyi bakmalarını söyledim ve gitmek için arkamı döndüm. O adam hâlâ oradaydı ama bu kez yalnız değildi. Yanında benim yaşlarımda bir kadın vardı, yüksek bir ses tonuyla adamla konuşuyordu. Adamın eli hâlâ cebindeydi, tepki vermeden onu izliyordu. Onlardan olabildiğince uzakta olmaya çalışarak oraya doğru yürüdüm, çıkışla giriş aynı yerdi. Yaklaşmaya başladıkça başta ifadesiz durduğunu sandığım adamın dudaklarını birbirine bastırarak beklediğini fark ettim. Konuşmak istese de cevap vermiyor gibiydi, karşısındaki lacivert takım elbiseli kadın ise onu azarlıyordu. “Ya seni duysaydı? Nasıl bu kadar dikkatsiz davranabilirsin! Erken olduğunu söylüyorlar.” Adam son söylediğiyle yutkundu ve kadına bir adım yaklaştı. Eğilerek gözlerinin içine baktı. “Ona senden daha uzun süredir tanıyor ve değer veriyorum Melek, başına bir şey gelmesine izin vermem. Onu da kızını da koruyacak olmasaydım oraya götürmezdim.” Yanlarından geçmek üzereyken kadın elini siyah saçlarının arasından geçirdi. “Kızı olduğunu bile bilmiyor o! Hatırlamıyor. Bunu kabullenmen için ne olması gerekiyor? İlla gidip…” Konuştuğu adam onun bu sözleriyle yutkunarak bana baktı. Ne olduğuna anlam veremedim ama kalbimin bocaladığını hissettim. Garip bir duygu vardı bakışlarında, tanıdık gibiydi ama yabancı hissettiriyordu. Onun bakmasıyla adının Melek olduğunu düşündüğüm kadın da bana baktı, afalladığını hissettim. Hiçbir şey söylemedim, sorgulamak için kendime süre bile vermedim ve elimdeki kitabı sıkıca tutarak yürüdüm. Giden bendim ama nedense içimde terk edildiğimi fısıldayan güçlü bir ses vardı, bir de geri gelme ihtimalimin olup olmadığını soran kısık tonda bir kız çocuğu sesi. Yerdeki parçalar bana mı aitti? |
0% |