Yeni Üyelik
14.
Bölüm
@bprcuu

Uyandığımda gördüğüm mesajlarla yüzümde buruk bir tebessüm oluşmuş olsa da büyük bir şükür çekmiş ve rahatlamıştım. Çok şükür geri dönmüşlerdi; yazdığı mesajlara bakılırsa durumları iyiydi. Hızla askeriyeye gitmek için hazırlanmaya başlamıştım. Ne kadar önemli bir şeyleri olmadığına emin olsam da, ufak tefek de olsa yaraları olabileceğini düşündüğüm için bu telaş içindeydim. Gerçi haftalardır görmediğim adamı görmek için yanıp tutuşmam da bir gerçekti.

Buraya geleli henüz beş ay olmuştu. Geçmişimden kaçmak için geldiğim bu yerde, geçmişimin en büyük parçasıyla karşılaşmış olmam, sanırım kaderin bana oynadığı en büyük oyunlardan biriydi.

Burada olduğum süre boyunca onu ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da attığı mesajlar, bu çabamı boşa çıkarmıştı. Bir yanım onun için yanıp tutuşurken, bir yanım ondan nefret etmeye çalışıyordu. Ne gururum onu affetmeme müsaade ederdi ne de inadım.

Tam kendimi toparladığım dönemde karşıma çıkıp ayarlarımı alt üst etmesi, gerçekten kaderin bana bir tarafıyla güldüğüne inanmama sebep oluyordu. Ama bu beş aylık dönemde yanımda olan arkadaşım Can, çok şükür, desteğini esirgemiyor ve bana fazlasıyla yardımcı oluyordu.

Can, ikimizin ortak arkadaşı sayılırdı ve aynı zamanda Buğra’nın timinde görev yapıyordu. Her ne kadar yakın arkadaş olsalar da, Can, ona benim hakkımda istediği bilgileri vermediği için Buğra’nın içten içe kudurup çocuğun canına okuduğu oluyordu.

Her ne kadar kedi köpek gibi birbirimizi yediğimiz anlar olsa da, Can’a büyük bir minnet duyuyordum bana olan desteği için. İyi bir dosttu.

Daldığım düşünceler arasında çoktan hazırlanmış ve askeriyeye giriş yapmıştım bile. Gözlerim askeriyenin bahçesinde hızla dolanırken aradığımı bulamamış olsam da, hızımı kesmeden revire doğru ilerlemeye devam ettim. Kilidini açtığım kapıdan girer girmez, içimdeki saçma heyecan ve hevesle üzerimdeki fazlalıklardan kurtulup saate baktım.

Saatin daha yeni yedi olduğunu fark etmek, yutkunmama sebep oldu. Kendime kızıp sakinleşmeye çalıştım. Şu anda büyük ihtimalle görev dönüşü yaptıkları toplantıdaydılar ve eminim ki toplantı bittiği gibi albay, onları kontrol için bana gönderecekti. Tıpkı her görevden dönen askere yaptığı gibi.

Albay ne kadar sert olsa da, askerlerinden birine bir şey olacak diye ödü kopuyordu. Haklıydı. Ben de tıpkı onun gibi, hatta buradaki herkes gibi aynı korkuyu yaşıyordum. Şehit vermekten ölesiye korkuyordum. Genelde tek başıma, ya da fırsat varsa Can ile vakit geçirir; ne olur ne olmaz diyerek diğer askerlerle pek samimiyet kurmamaya çalışırdım.

Her ne kadar hepsinin iyi kalpli olduğunu düşünmek istesem de, maalesef durum her zaman bizim düşündüğümüz gibi olmuyordu. O yüzden tedbiri elden bırakmaz, askerlerle aramdaki o ince çizginin aşılmasına fırsat bile vermezdim.

Zaten geldiğimden beri hepsinin gözü üzerimdeydi. Bir de birkaç kez hakkımda konuşulanlara şahit olmuştum. O yüzden dikkatli olmaya çalışıyordum.

Bir süre revirin işleriyle ilgilenip rutin işleri aradan çıkardıktan sonra, biriken evrak işlerine vermiştim odağımı. Ben işime dalmışken, tıklatılan kapı ile irkildim. Kapı açılırken aldığım nefesleri kontrol etmeye çalıştım.

“Müsait misiniz, doktor hanım?”

Kapı aralandığında içeri giren kişinin kim olduğuna emin olmak için başımı kaldırdım. Kapının eşiğinde, dağınık saçları ve yüzünde yorgun ama kendinden emin bir ifade ile Buğra duruyordu. Her zamanki gibi fazla yakışıklıydı. Üniforması toz içindeydi; sanki yorgunluğunu saklamak için tüm gücünü topluyordu. Göz göze geldiğimiz anda bakışlarımız bir anlığına çakıştı. O an, içimde bir yerde sıkışan nefesin nasıl serbest kaldığını hissettim.

“Buyurun,” dedim. Sesim, düşündüğümden daha sakin çıkmıştı.

O ise kapının önünde birkaç saniye durakladı. Sanki bir şey söylemek istiyor ama kelimeleri bulamıyormuş gibiydi. Ardından, yavaşça içeri girdi ve peşinden de diğerleri en arkada kalan kapıyı arkasından kapattı.

"Toplantı yeni bitti. Albay bizi revire yönlendirdi," dedi. Sesi, her zamanki gibi sakindi ama gözlerinde bir yorgunluk vardı. Bu yorgunluğun sebebini anlayacak kadar iyi tanıyordum onu.

“Tamam, oturun. Bir kontrol edelim,” dedim ve masamın yanındaki çantayı aldım. Ellerim, onun yanına giderken fark etmeden titriyordu.

Buğra, sessizce masanın yanındaki sandalyeye oturdu. O kadar sakin ve soğukkanlı görünüyordu ki, bu hali beni her zamanki gibi delirtmeye yetti. Çantadan stetoskopumu çıkarırken, nefesimi düzenlemeye çalışıyordum.

“Üzerinizde bir yara ya da darbe var mı? Yoksa sadece rutin kontrol mü istiyorsunuz?” dedim, onu incelemekten kaçınarak.

Omuzlarını hafifçe silkti. “Ufak tefek bir şeyler olabilir. Patlamaya biraz yakındım ama ciddi bir şey değil. Asıl çocukları kontrol etseniz daha iyi olur,” dedi. Sözlerinin arkasındaki kendine yüklenme duygusunu hissetmemek imkânsızdı. Bu haline minik bir tebessüm ettim istemsizce, birlikte çalıştığı kişileri öncelik yapar başlarına gelecek her şeyden kendini sorumlu tutardı.

“Sıra onlara da gelecek,” dedim. “Önce seni kontrol edeceğim.”

Elimdeki stetoskopla ona yaklaştım. Bir an tereddüt ettim. Ona dokunmak, nefesimi hızlandırıyordu. İçimdeki karmaşayı bastırarak stetoskopu kenara bırakarak yakasına uzandım.

“Ceketini çıkar,” dedim, sesim kararlı ama biraz titrekti.

Buğra gözlerime baktı ve dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. “Emredersiniz, doktor hanım,” dedi alaycı bir tonla.

Bu küçük şakanın içinde, geçmişten gelen tanıdık bir sıcaklık vardı. Hatırlamanın beni bambaşka yerlere götüreceğini bildiğim için zihnimi başka şeylere odaklamaya çalıştım. Ama o sıcaklık beni çoktan etkisi altına almıştı bile, aynı zamanda beni en çok yaralayan anılarla da dolu olduğunu kendime tekrar hatırlatıp kendimi toparladım. Ceketi çıkarırken kolunda bir sıyrık fark ettim. Hafif bir kan izi vardı.

“Bu sana göre ‘ufak tefek’ bir şey mi?” dedim, kaşlarımı çatıp elime pamuk ve dezenfektan alarak.

“Bir şey değil,” dedi, omuz silkip yüzüme bakmadan. “Başka zaman daha kötülerini gördük.” gözlerimi devirdim bazen kendisini ölümsüz falan sanıyordu galiba.

“Gördün, ama şu an karşımda olan kişinin bu kadar umursamaz davranmaya hakkı yok,” dedim sert bir tonla. Gözlerimle onun gözlerini yakalamaya çalışıyordum ama o, bakışlarını kaçırıyordu.

Yarasını temizlerken derin bir sessizlik çöktü aramıza. Ben işime odaklanmaya çalışıyordum, o ise bir şey söylemek istiyor ama bir türlü cesaret edemiyordu. Nihayet, sessizliği onun sesi bozdu.

“Seni özledim,” dedi alçak sadece benim duyabileceğim bir sesle.

Ellerim bir an durdu. Kalbim, bu cümleyi duyduğunda gürültüyle çarpmaya başlamıştı. Ama bunu ona belli edemezdim. Derin bir nefes alıp kontrolümü tekrar ele geçirdim.

“Sana kaç kez söyledim, Buğra? Geçmişte olanları unutmak istiyorum,” dedim tıpkı onun gibi sadece onun duyabileceği bir tonda, gözlerimi onun gözlerinden kaçırarak.

“Geçmişi unutmaya çalıştığını biliyorum,” dedi yavaşça. “Ama unutamadığını da unutamayacağını da biliyorum.”

Onun sözleri, sanki bir bıçak gibi kalbime saplanıyordu. Gerçeklerden kaçmaya çalıştıkça, her fırsatta karşıma çıkıyordu.

“Buğra, şimdi işim var. Eğer başka bir yaralanman yoksa, lütfen kalk,” dedim. Sesim soğuk ama içimdeki fırtına o kadar büyüktü ki onu dışarı yansıtmak istemiyordum.

O, derin bir nefes aldı, ardından ayağa kalktı. “Tamam” dedi. “Ama beni daha fazla görmezden gelmene izin vermeyeceğim.” o oturduğu sedyeden kalkarken bakışlarım bize sorgulayıcı bakışlar atan tim arkadaşlarını bulduğunda derin bir nefes aldım. Umarım hiçbir şey duymamışlardır.

Hepsini sıra ile tek tek muayene ederken Buğra’nın bakışları tek bir an bile üzerimden ayrılmadı. Onu bu tavırları beni daha da gergin hissettirirken yaptığım işe iki kat daha fazla odaklanmak zorunda kalmıştım. Bir süre sonra hepsi tek tek kapıdan çıkarken geriye bir tek o kalmıştı.

Bakışları gözlerimden ayrılmazken masama bir dal mor renkli çiçek ve çikolata bırakıp bana göz kırpıp arkasını döndü. Kapıya doğru yürürken, arkasını dönüp bakmadı. O kapıdan çıktığı anda, içimde tuttuğum her şey bir anda boşalmış gibiydi. Yalnızlık ve karmaşa, yeniden odayı doldurdu.

O an, kendime bir kez daha söz verdim. Buğra’ya asla tekrar inanmayacaktım. Ona kanmayacaktım. Ama içimdeki küçük bir ses, bu sözümün bir kez daha boşa çıkacağını fısıldıyordu.

 

 

Loading...
0%