@bprcuu
|
Genç kadın, Hakkâri il sınırları içerisine yaklaşık 1 saat önce girmiş, içinde bulunduğu takside gergince gideceği yere varmayı bekliyordu. Yol boyunca taksi şoförünün tuhaf ve sorgulayıcı bakışlarının üzerinde olması ise gerginliğinin daha da artmasına sebep oluyordu. Yerinde rahatsızca kımıldanınca, acıyan canı ile inlememek için yüzünü ekşitip kendisini sıktı. Genç kadının uğradığı şiddetten dolayı vücudunun birçok yerinde ağrıları ve morlukları vardı fakat en çok canını yakan, kaburgalarında oluşan kırık ve çatlaklardı. Aldığı her nefeste canı acıyor, rahat hareket edemiyordu. Yüzündeki yaralar ise yavaş yavaş iyileşmeye başlamış; dudaklarının köşesindeki yara oldukça küçülmüş ve kabuk tutmuşken, sağ gözündeki şişlik inmiş, yerini hafif bir morluğa bırakmıştı. Büyük ihtimalle taksi şoförünün tuhaf bakışları da bu yüzdendi veya gecenin bu saatinde bu halde dağın dibindeki küçük karargâhta ne işi olduğunu sorguluyordu. Taksi, yağan yağmurdan dolayı ıslanıp çamur olan toprak yollarda yavaşlayıp durduğunda ise acıyan canını umursamadan hızla yerinde doğrulup gerekli ödemeyi yaptı ve hiç konuşmadan küçük el valizini de alarak araçtan indi. Genç kadın iner inmez, taksici de kendisine fazlasıyla tuhaf gelen kadının arkasından "Hayır olsun" diyerek karargâhtan uzaklaştı. Genç kadın, yağan yağmuru umursamadan bir süre olduğu yerde durup gücünü toplamaya çalıştı. Yağan yağmurun altında, yavaşça yaklaşık 15 metre ilerisinde olan karargâh girişine doğru ilerlerken, girişte görevli olan askerlerin dikkati de genç kadının üzerindeydi. Onlara yaklaşan bedenin bir kadına ait olduğunu fark etmeleriyle hepsi şaşkınlıkla bakıyordu genç kadına. Kadın girişin önüne geldiğinde kendisine doğru gelen silahlı askerle titrek bir nefes alıp omuzlarını dikleştirerek konuştu: "Hayırlı geceler, kolay gelsin. Miran Şadoğlu'nu görmeye gelmiştim, rica etsem çağırabilir misiniz?" Genç askerin bakışları merakla dolarken, çatılan kaşları ile kadını inceliyordu. "Sağ olun, sağ olun da bu saatte burada ne işiniz var hanımefendi? Miran komutanımı ne yapacaksınız?" derin bir nefes alarak sakince cevapladı genç kadın: "Yoldan yeni geldim, telefonumun şarjı bittiği için kendisine geldiğimi haber veremedim. Miran komutanınızın kardeşi oluyorum, ararsanız söylediklerimi onaylayacaktır." Yarısı yalan olan laflarından sonra, genç askerin aklındaki şüphe tohumları azalırken başıyla onayladı karşısındaki genç kadını. Giriş kulübesindeki nöbet arkadaşına durumu anlatıp Miran komutana haber vermesini söylerken, gözleri yağmurun altındaki genç kadının üzerindeydi. Miran Şadoğlu ise o sırada gittiği görevden yeni gelmiş, albaya vereceği raporu hazırladıktan sonra timiyle beraber kullandığı soyunma odasında üzerini değiştirirken aldığı telefonla büyük bir şok yaşamıştı. Kardeşi mi gelmişti? Askere onay verip misafirini timin dinlenme odasına getirmesini istemişti. Hangi kardeşi gelmişti ki? Aklına ilk olarak kız kardeşi Azade gelmiş olsa dahi o şıkkı hemen elemişti çünkü biliyordu ki kız kardeşinin yanına gelmesi için şehit olup mezara girmesi gerekiyordu. Düşünmeye başlamıştı, erkek kardeşi Miraç mı gelmişti acaba? Ama neden bu saatte ve habersiz gelsin ki? Sabırsızlıkla üzerini değiştirmiş, kendisine çeki düzen verdikten sonra timin dinlenme odasına ilerledi hızlı adımlarla. Odaya, üzerindeki heyecan ve merakla girdiğinde gözlerini odanın içerisinde gezdirdi. Timinden olan birkaç asker kendi aralarında sohbet edip çay içiyorlardı ama kardeşlerinden herhangi birisi burada değildi. Demek ki daha gelmemişti. Sabırsızca bir sağa bir sola doğru adımlarken bu tuhaf hali askerlerinin de dikkatini çekmişti. "Komutanım, iyi misiniz?" diye soran Teğmen Mete ile irkilerek bakışlarını ona çevirdi. Başını sallayarak onaylarken gözlerini diğerlerinin yüzlerinde gezdirip sıkıntıyla nefes alıp devam etti: "Kardeşim gelmiş, onu bekliyorum." Duyduklarıyla odadaki herkes en az Miran kadar şaşırmıştı çünkü az çok olayları biliyor ve komutanlarının ailesinden kimseyle görüşmediğini düşünüyorlardı. "Nasıl yani komutanım?" Şaşkınlığı sesine yansımış Üsteğmen Ahmet konuştu. Söylemek istedikleri çok daha fazlaydı fakat komutanının ailesi konusunda hassas olduğunu bildiği için cesaret edemedi konuşmaya; yanlışlıkla canını yakacak bir şey söylememek için sustu. "Ben de bilmiyorum kardeşim, inan ben de hiçbir şey bilmiyorum. Birazdan öğreneceğim inşallah," diyerek bir süre daha sıkıntıyla odanın içinde adımlayarak beklemeye devam etti. Yavaşça açılan kapı ile herkesin bakışları hızla oraya dönmüştü. Genç kadın, yavaşça dik omuzları ve hiçbir zaman eğmediği başıyla odanın içerisine girdiğinde çevresini inceledi sakince. Odada ona şaşkınca bakan dört kişi vardı ve içlerinden birisi, yıllardır görmediği abisiydi. Onunla göz göze geldiği anda bütün vücudunun buz kestiğini hissetti. Titremeye başlayan elleriyle küçük valizi düşmesin diye tutuşunu sıklaştırdı. "Azade," duyduğu titrek sesle kalbinin sıkıştığını hissetti genç kadın. Yıllar sonra ismini abisinin ağzından duymak bir yanını mutlu ederken diğer yanını ise fazlasıyla sinirlendirmişti. Genç kadının sert bakışları Miran komutanın şaşkın bakışlarının üzerindeyken odadaki diğer askerler ise olanları merakla izliyorlardı. Miran komutan ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Karşısında görmeyi beklediği en son kişi vardı. Anın gerçekliğini sorguladı, bir an gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Gerçekti, karşısında hasretinden ölüp bittiği kız kardeşi, güzeller güzeli Azade'si duruyordu. Yıllardır görmediği kardeşi oldukça büyümüş, daha da güzelleşmiş ve fazlasıyla değişmişti ama son görüşmelerinde gözlerinde gördüğü o sertlik ve soğukluk hala yerli yerinde duruyordu. Bu durum her ne kadar canını acıtsa da hatalı olduğunu bildiği için hak veriyordu genç kadına. Kardeşine yılların acısını çıkartmak istercesine sarılmak istese bile, içini kavuran suçluluk duygusundan dolayı buna cesaret edemedi. Biliyordu ki buna cesaret ettiği anda kardeşi zehirli dili ile onu yerin dibine sokup çıkartır, asla izin vermezdi. Kardeşinin yüzündeki hafif morluğu ve dudağının kenarındaki yarayı gördüğünde ise endişe ile hızla ona yaklaşırken konuştu: "Ne oldu sana, iyi misin?" Kendisine yaklaşan adamı elini kaldırarak durdururken bir adım da geri gitti genç kadın "Geri bas!" Sert sesi ve tavırlarıyla odadaki herkesi şaşırtırken konuşmasına devam etti. Odada olanları umursamıyordu, abisi göndermediyse çekineceği kişiler değillerdi demek ki. "Buraya seni görmeye gelmedim." Karşısındaki adamın kaşları merakla çatılırken, genç kadın üzerindeki yorgunluk ve canının acısı ile daha fazla ayakta durmakta zorlandığı için valizini kapının köşesine koyup boş gördüğü deri tekli koltuğa oturdu. Zaten yorgun ve bitkin olan bedeni, uzun süre yoğun yağmurun altında kalınca fazlasıyla üşümüştü. Uzun saçları sırılsıklam olmuş, çıplak boynuna değdikçe ürpermesine sebep oluyordu. Karşısında oturan asker olduğunu düşündüğü adamların önündeki çay bardaklarını görünce tebessüm edip yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle ufak bir istekte bulundu: "Rica etsem bir bardak çay alabilir miyim acaba?" Adamlar, genç kadının az önceki sert tavırlarından sonra kendilerine karşı bu kadar sakin ve tatlı konuşmasına şaşırmıştı. Mete hızla ayaklanmış, köşede masanın üzerinde bulunan termostan temiz bir bardağa çay doldurmuş, yanına da birkaç şeker alarak genç kadına uzatmıştı. Azade teşekkür ederek bardağı almış, tek şeker atıp ellerini az da olsa ısıtabilmek için bardağın etrafına sarıp küçük yudumlar almaya başlamıştı. Sıcak çay az da olsa iyi gelmiş, titremeleri azalmaya başlamıştı. "Kim yaptı bunu sana? Artık bir açıklama yap bana Azade!" Miran, kardeşinin ona olan tavrına şaşırmadı; beklediği bir şeydi bu zaten ama yüzünde gördüğü yaralarla sinirden titremesine engel olamıyordu. Kimin neden böyle bir şey yaptığını merak ediyor, neler olduğunu öğrenip bunu yapana misliyle ödetmek istiyordu. "Sakin ol! Biraz soluklanayım," diye tekrar sert tavrıyla konuşan genç kadın, odadaki herkesin ortamın gerginliğini daha net fark etmesine sebep oldu. Onlar da kadının halini görünce gerilip merak etmişlerdi; hangi şerefsiz neden bir kadına el kaldırmıştı anlayamıyorlardı. Genç kadın çayını bitirene kadar sakince yerinde durmuş, kendine gelmeye uğraşmış, ne diyeceğini düşünüp tartıyordu; neyi nasıl anlatacağını planlıyordu. Miran ise az da olsa kendisine hâkim olup boş koltuklardan birine oturmuştu. Mete, genç kadının çayının bittiğini fark edip yenisini verirken genç kadın da sonunda konuşmaya karar verdi: "Dediğim gibi buraya seni görmeye gelmedim. Sana mecbur kaldığım için geldim." Duyduklarıyla çatılı olan kaşları daha da çatıldı Miran komutanın. "Nasıl yani?" "Yaklaşık iki haftadır kaçıyorum. Arkamdakilere izimi kaybettirdim sayılır. Bir süre beni yanında saklaman gerekiyor. Kimse beni senin yanında aramaz, bunu iyi biliyorsun. İzimi tamamen kaybettirene kadar beni gizlemeni istiyorum senden sadece." Çünkü herkes biliyordu ki Azade, Miran'ın ancak mezarına giderdi. Yıllar önce ettiği yeminlerle bütün Mardini sallamıştı genç kadın. Herkes çatık kaşlarla karşılarındaki genç kadını dinlerken içlerindeki merak daha da artıyordu. "Kimden kaçıyorsun?" Miran'ın endişeyle sorduğu sorusunu ifadesiz bakışları ve alaylı gülümsemesiyle cevapladı genç kadın: "Birinden değil, bütün Mardin'den kaçmam gerekiyor abiciğim." Hızla oturduğu yerden kalktı Miran. Bir sağa bir sola hızla giderken bir yandan da saçlarını çekiştiriyordu. Olanları anlamlandıramıyordu. Kardeşi neden memleketinden kaçıyordu? Kim ona zarar vermeye cesaret edebilmişti? "Azade, biliyorsun ki başımın üzerinde yerin var. Ağzından çıkan her şeyi yaparım ama bana hiçbir şey anlatmazsan seni nasıl koruyacağım ben?" Genç kadın son gücünü de kullanarak hızla ayağa kalkıp, acıyan canıyla inleyip acısını umursamadan zorlanarak sertçe yüksek sesiyle konuştu. Bütün bedeni zangır zangır titriyordu. "Senden beni korumanı istemiyorum, kendi kendimi koruyabilirim. Senden istediğim bir süre bana evini açıp çeneni kapalı tutman. Gerisini sorgulama!" Gözü kararıp başı dönerken tutunacak yer aradı, bulamadı genç kadın. Bayılacak gibi hissediyordu. Bir süre olduğu yerde sallanıp destek alacak yer aradı. Bulamadı, kalktığı yere tekrar oturacak gücü de kalmamıştı; en sonunda bilincini kaybederek Miran komutanın kollarının arasına bayıldı. Herkes ayaklanmış, genç kadının başına doluşmuştu. Miran, endişeyle kardeşinin yüzünde gezdirdi gözlerini; kucağına aldığında kardeşinin ıslak kıyafetlerinden bile yayılan sıcaklıkla kaşlarını çattı. Ateşler içindeydi kardeşi. Hızla odadan çıkarken diğerleri de peşindeydi. "Çok ateşi var, revirde doktor var mıydı?" Endişesinden dolayı istemsizce sert çıkan sesine engel olamamıştı. Mete yanıtladı hemen onu: "Sena doktor nöbetteydi bu gece abi." Başını sallayarak onayladı onu Miran komutan. Revire geldiklerinde hızla içeri daldı. Normalde asla böyle bir şey yapmaz, her zaman kapıyı tıklatıp müsaade aldıktan sonra girerdi içeri ama şu an kollarında baygın olan kardeşi yüzünden ne yaptığını kendisi bile bilmiyordu; endişeden ve ona bir şey olacak korkusundan kafayı yiyordu içten içe. İçeri giren askerler ve baygın kadınla hemen yerinden kalktı Sena doktor. "Ne oldu? Neyi var?" Kardeşini sedyeye yatırdıktan sonra hızla konuşmaya başladı Miran . "Bilmiyorum, birden bayıldı. Ateşi var galiba, yağmurdan da ıslanmış gibi duruyor. Dikkatli bak lütfen." Sena doktor genç kadını muayene ederken bir yandan da ilk defa böyle gördüğü Miran komutanı sakinleştirmeye çalışıyordu. "Sakin olun komutanım, hastayla ilgileniyorum. Büyük bir sıkıntı gözükmüyor." Duyduklarıyla az da olsa rahatlayan askerler derin bir nefes alıp doktorun ne yaptığını izlemeye devam etti. Miran'sa hala endişeyle revirin içinde bir oraya bir buraya gidip geliyordu. "Üzerin çok ıslak çıkartmam lazım, yardımcı olur musunuz?" Miran hemen doktorun yanına giderken hala şoktan mantıklı düşünüp hareket edemiyordu. Doktor beyaz perdeyi çekerek genç kadının üzerindeki kazağı kolay çıkartabilmek için keserken Miran da ayakkabılarını ve pantolonunu çıkartıyordu hızla genç kadının bedeninden. Odadaki askerler ise önemli bir şey olmaması için dua ediyor, komutanlarına sabır diliyorlardı. Genç kadının üzerinde sadece iç çamaşırları kaldığında Miran komutan da Sena doktor da büyük bir şok yaşamıştı. "Bunlara da bakmam lazım komutanım, biraz uzaklaşır mısınız?" zorlanarak konuşan doktor ile Miran kaskatı kesilmiş zorlukla geri çekilirken Sena da morlukları ve yaraları inceleyip gerekli tedaviyi uygulamaya başlamıştı. Bir süre sonra işi bittiğinde kızın üzerine ince bir örtü örtüp iyi gelecek bir serum takmıştı. Odadaki askerlere dönerek sıkıntıyla iç geçirerek konuştu: "Gördüğüm kadarıyla vücudunda çok fazla çatlak ve ezik var. Kaburgalarından birkaçının kırık olduğundan şüpheleniyorum. Vücudunun bu kadar acıyı kaldırması zaten zorken bir de üzerine yağmurda kalınca bedeni kaldıramamış olmalı. Vücut direnci oldukça düşük. Pansumanını yapıp ilaçlarını verdim. Şu an yapılacak tek şey beklemek; yaklaşık bir iki saate ateşi düşer zaten, merak etmeyin." Duyduklarıyla hem rahatlamış hem gerilmişlerdi. Ne demek çatlak, kırık? Miran zaten gördüğü görüntüyü anlamlandıramıyordu, üzerine duydukları ona çok ağır gelmişti. Ağlamamak için kendisini sıkarken bu duygusallığını sinir olarak yansıtıyordu istemsizce. Askerlerinin bile duyduklarıyla canı sıkılırken, kendilerini komutanlarının yerine koyunca çok daha kötü olmuşlardı. "Kim yaptı lan bunu benim kardeşime!" Hırsla sıktığı yumruklarıyla ne yapacağını bilmiyordu Miran komutan. Hırsla yanındaki duvara yumruk atarken hissettiği duygular daha da yoğunlaşıyordu. "Siz eve geçin, zaten yorgunsunuz biraz dinlenin," askerlerine yönelik konuştuğunda itiraz etmek isteseler bile komutanlarının bakışlarını görünce açtıkları ağızlarını hemen kapatmış, baş selamı vererek bir şey olursa haber vermesini isteyerek eve gitmek için çıktılar revirden. Askerlerinin gitmesiyle kardeşinin başına gidip saçlarını okşayarak alnına kondurduğu sayısız öpücükle özlediği kardeşine olan hasretini az da olsa dindirmeye çalıştı. Sena doktor, gördükleri ve duyduklarının şaşkınlığıyla ilk kez böyle gördüğü komutanı izlerken dolan gözlerini kırpıştırarak yaşların akmasına engel olmaya çalışmıştı. Kendi yaşlarında olduğunu tahmin ettiği baygın kadının şiddet görmüş olması canını sıkarken, burada fazlasıyla sevilen Miran komutanın bu derece yıkılması ile de içi daralmıştı. Miran komutan, duygularını bastırma konusunda oldukça başarılı birisiydi; daha önce hiç kimse bu kadar net görmemişti genç komutanın duygularını. Abi kardeşi bir süre izlemiş, daha sonra onları baş başa bırakmak için bir süre revirden çıkmıştı. Miran komutan, bir eliyle kardeşinin elini sıkıca tutarken diğer eliyle de saçlarını okşuyordu. Odada tek kalmanın verdiği rahatlıkla tuttuğu yaşları bırakırken kardeşinin alnına öpücükler konduruyordu. "Özür dilerim kardeşim, özür dilerim Azadem. Seni koruyamadım." Özürlerini fısıldarken akan gözyaşlarıyla birlikte kardeşinin ateşinin düşmesini, kendisine gelmesini bekledi. Üzerlerindeki yorgunluk ve şaşkınlıkla eve giden askerler, timlerinin geri kalanını da kendi evlerine çağırmıştı olayları anlatıp komutanlarına destek olabilmek amacıyla. Mete, evinde toplanan ekip arkadaşlarına kahve yapmış, sıkıntıyla nasıl ve nereden başlayacaklarını düşünüyordu. "Oğlum ne anlatacaksanız anlatın artık. Topladınız bizi bu saatte buraya, ağzınızı bıçak açmıyor," timin ikinci komutanı Bora sessizliğe dayanamayarak sitemle konuşmuştu. Mete, kimsenin konuşmayacağını anlayınca bir yerden başlamak için konuştu: "Lafımı bölmeden dinleyin tamam mı, hızlıca anlatacağım." Bakışlarını herkesin üzerinde gezdirip onaylayan mırıltılar alınca olanları anlatmaya başladı. "Siz gittikten sonra Miran komutanın kız kardeşi geldi." *** Genç kadın sabaha kadar kendine gelememişti. Bu durum Miran'ı fazlasıyla endişelendirse de Sena doktor bunun normal olduğunu söyleyerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama nafileydi. Genç kadın gözlerini açmadan Miran'ın içi rahat etmeyecekti. Sena doktor, genç kadının durumunu izliyor ve gerekli tıbbi müdahaleleri yapmaya devam ediyordu. Zaman geçtikçe genç kadının ateşi düşmeye başlamış ve soluğu yavaş yavaş normale dönmüştü. Evdekiler ise olanları şaşkınlıkla dinlemiş, ne diyeceklerini bilememişlerdi. Hepsi sabaha kadar olayları düşünüp yataklarında dönüp durmaktan uyuyamamışlardı. Birbirlerini yıllardır aile olarak benimsemiş, birbirlerini kardeş kabul etmişlerdi. Aralarındaki güçlü bağ sayesinde birinin derdi hepsinin derdi olmuştu her zaman. Miran komutanları, kişisel sorunlarını pek fazla anlatmaz, belli etmezdi. Ancak ailesiyle görüşmediğini hepsi biliyordu fakat sebebini kimse bilmiyordu. Üç kardeş olduklarını ve Miran'ın kız kardeşine olan düşkünlüğünü bilmeyen yoktu timde. Bildikleri diğer şey ise yıllardır kız kardeşiyle arasını düzeltmeye çalıştığı halde kız kardeşinin bu çabaları geri püskürttüğüydü. Miran komutanları iyi kötü her anlarında onların yanında durmuş, her türlü dertlerinde destek olup çözüm yolları bulmuştu. Şimdi ise onun bir sıkıntısı vardı ve hepsi, ona verdikleri desteğin karşılığını verebilmek için çabalayacaktı. Herkes kendi halinde düşüncelere dalmış, sabahı sabah etmişti. Genç kadın sonunda yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında saat 6.30 civarındaydı. Olduğu yerde yavaşça öksürerek kendine gelmeye çalışırken boğazında hissettiği yanma ile su istedi. "Su," fısıltısını duyan Miran hızla doğrulmuş, telaşla bir şişe suyu açarak genç kadına uzatmıştı. Kadın, zorlanarak az da olsa doğrulduğunda küçük yudumlarla biraz su içmiş, boğazını rahatlatmıştı. Miran'ın yüzünde endişe ve yorgunluk vardı, ancak geceye kıyasla biraz daha sakin görünüyordu. Miran, kardeşinin yanında sessizce oturmuş, onun yavaşça kendine gelmesini bekliyordu. Kardeşinin yüzündeki yorgunluk ve acı, onun içini burkuyordu. Bir yandan da içindeki öfkeyi dizginlemeye çalışıyordu. Kimin bu kadar vahşi bir şekilde kardeşine zarar verdiğini öğrenmek istiyor ve bunu yapan kişiye gereken cezayı vermek için yanıp tutuşuyordu. Genç kadının az çok kendine gelerek etrafa bakmasıyla birlikte odanın sessizliği biraz hafifledi. Karşısında abisini gören genç kadın, onun endişeli bakışlarına sert ve yorgun bakışlarla karşılık verdi. "Ne oldu?" diye sordu genç kadın, sesinde engel olamadığı hafif bir zayıflık vardı. Miran, kardeşinin sesini duyduğunda içi huzurla doldu, ancak yüzündeki endişe ve yorgunluk hala belirgindi. "Bayıldın. Ateşin çıkmıştı, zar zor düştü. Nasıl hissediyorsun?" diye sordu, kardeşinin durumunu kontrol etmek isteyerek. Azade, yüzünden eksik olmayan sert bakışlarıyla "İyi gibiyim. Biraz yorgunum sadece." dedi. Miran, kardeşinin cevabıyla az da olsa içi biraz rahatladı, ancak hala içindeki endişe ve merak onu terk etmemişti. "Anlatmak istersen, burada yanındayım," dedi yumuşak bir ses tonuyla. Azade, sert sesiyle tersledi tekrar. "Sorgulama Miran, bilmen gerekseydi bilirdin." Miran, kardeşinin sert sesini duyduğunda içi burkuldu. "Sana kimin bunu yaptığını, zarar verdiğini bulacağım, Azade. Ve ona gereken cezayı vereceğim," dedi kararlı bir şekilde. Azade, abisinin bu sözleriyle sinirle doldu. Eskiden olsa bu lafları, onun yanında olması kendisini güvende ve yenilmez hissettirirdi fakat şu anda sadece öfke duyuyordu. "Benim için endişelenme, Miran. Yıllar boyunca nasıl beni umursamadan hayatına devam ettiysen aynı şekilde devam et." Azade, Miran'ın elini tuttuğunu fark ettiğinde hızla elini geri çekip canının acımasını umursamadan yattığı yerde iyice dikleşip kollarını küskün bir çocuk gibi göğsünde birleştirip sakinleşmek için gözlerini kapattı. Onun sert tutumu ve kararlılığı, Miran'ın cesaretini kırıyordu. Miran, kardeşinin yüzündeki morlukları ve yaraları tekrar gözden geçirdi. İçindeki öfke yeniden kabarmıştı, ancak bu duygularını kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Kardeşinin güvenliği şu an için öncelikti. Biraz soluklanmak ve sakinleşmek için kırılan kalbi ile beraber odadan çıkmak için ayaklandı. "Albaya rapor vermem gerekiyor, hemen geleceğim. Bir sıkıntı olursa Sena seninle ilgilenir." O odadan çıkarken Sena da iki kardeşin arasındaki konuşmayı duymamış gibi yaparak genç kadını kontrol etmek için masasından kalktı. Sena doktor, genç kadının yaralarını ve durumunu bir kez daha kontrol ederek konuştu: "Şu an için bir sıkıntı yok, dinlenmen gerekiyor. İyice dinlenip vereceğim ilaçları kullanırsan daha iyi hissedeceksin." Genç kadın biraz zorlanarak teşekkür etti ve yeniden yatağa uzandı. Miran, odanın dışındaki koridorlarda dolaşırken aklında bin bir soru vardı. Kardeşinin durumunun ardındaki gerçekleri öğrenmek istiyordu. Ancak önce onu güvende tutmalıydı. Sakinleşmeye çalışarak geldikleri görevin raporunu albaya vermek için ilerledi.
|
0% |