Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.Bölüm

@bprcuu

Umay'dan

Canım yanıyordu, canım inanılmaz yanıyordu. İçim yanıyordu resmen, sanki bir alev topu yutmuşum da o, vücudumun içinden beni ince ince yakıyordu. Sanki içimde tekrar tekrar patlayan bir bomba vardı. Toparlanmayı denedim; bir süre zar zor da olsa içine düştüğüm ağlama krizinin azalmasını bekledim. Bilincimin geri gelişini hissettim, yavaşça ne kadar zamandır burada böyle çöküp ağladığımı düşündüm bir an. Sonra çok da önemsemedim bu düşüncemi; ne önemi vardı ki?

Derin bir nefes alarak arkamdaki duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Her zamanki gibi yine tek başıma çıkacaktım o düştüğüm kuyudan. Kalabalıklar içindeki yalnızdım ben her zaman. Çevrem kalabalık olsa dahi her şeyi kendi içimde halletmeye çalışır, kimseden bana elini uzatmasını beklemezdim. Herkesin yardımına koşmaya çalışırdım, umursamıyor olsam bile. Çünkü babam bana öyle öğretmişti.

Birine yardım edebileceksek etmeliydik onun gözünde. "Kötülüğe göz yumanda en az o kötülüğü yapan kadar suçludur," derdi. Çoğu zaman anlayamazdım onun bu düşüncesini; hatta bazen bu kadar iyi kalpli olmasını zayıflık olarak gördüğüm anlar olurdu. Ama belli etmez, onun lafını dinlerdim. Asla umurumda olmayan insanlara yardım etmişimdir, destek olmuşumdur onun haberi olmasa bile, bunu onun için yapmıştım. Kendi içimden gelerek değil. Zayıflık değildi babamın iyi kalbi; iyi olmak hiçbir zaman güçsüzlük değildi, belki de en büyük güçtü. Bu kadar kötülüğün içinde kalbini hala iyi tutabiliyor olmak, güçsüz bir insanın başarabileceği kadar basit bir iş değildi.

Babam benim için çok kıymetliydi; doğal olarak babamın düşünceleri de öyleydi benim için. Onun gibi olmak, onun yolundan gitmek için çabalardım her zaman. Hiçbir zaman iyi kalpli birisi olarak adlandıramazdım kendimi; kötü kalpli olduğumu da söyleyemedim ama güce takıntılı biri olmuştum her zaman. En iyisi olmak için çabalar, istediğim şeyler için o ince çizgiyi geçmekten gocunmazdım. Her zaman en iyi olmalıydım, en başarılı, en güçlü, en bilgili. Eğer istediğim bir şey varsa onu elde etmek için ne gerekiyorsa yapmak zorundaydım; yoksa güçsüz olacağımı düşünürdüm. Belki de bu takıntım yüzünden şu an güçsüzlükle sınanıyordum.

Daha küçük bir çocukken bile vardı bu takıntım; ailemi bile bazen korkuturdu ama elimde değildi. Bu dünyanın güçsüz insanları ne hale getirdiğini bilir ve o hale düşmekten korkardım.

“Bak kendine, en büyük korkun gerçek oldu,” kendi kendime mırıldandım sinirle adımlarken. Nereye gittiğimi bilmiyordum; önemsemiyordum da. İçimdeki acıyı öfkeye çevirdim her zamanki gibi. Öfkemin hedefi ise kendimdi. Şu anda suçlayabileceğim tek kişi bendim. Kimi suçlayacaktım ki? Her şeyin sebebi bendim.

En büyük korkum güçsüzlükken, olabileceğim en güçsüz durumdaydım.

“Yanılıyorsun,” diye fısıldadı içimden bir ses.

“Yanılıyorsun.”

Nasıl yanılabilirdim ki, ne ailemi koruyabildim ne de bütün hayatımı adadığım mesleğimi.

Her konuda kontrolü elimde tutmak için delirirken, duygularımı bile kontrol edemez olmuştum.

Hırsla sildim yanağımda kuruyan gözyaşlarımı. Kendime gelmek için yapmam gereken şeyi biliyordum ve bu, kendime acımak değildi asla. Hırsla etrafa bakındım; o ara sokaktan çıkmış düz caddede yürüyordum. İleride gördüğüm bir taksi durağına doğru ilerledim.

Eğer bunları da atlatırsam her zamankinden daha güçlü olacağımı ümit ediyordum. Düştüm hem de en derine ama biliyorum ki tek başıma çıkacağım düştüğüm delikten. Güçsüz oldum belki de ama kaybettiğim gücü geri kazanmak benim elimdeydi sonuçta.

***

Oradaydım, evimde. Anılarımla dolu o evin önünde, abimi koruyamadığım o evin önünde.

Daha önce Metehan’la geldiğim ama korkularımla yüzleşmekten korktuğum için küçük bir çocuk gibi kaçtığım o evin önündeydim. Bu sefer kaçmayacaktım; bu sefer korkmayacaktım. Hem neyden korkuyordum ki? Anılardan mı, o anların tekrar gözümün önüne gelmesinden mi?

Hiç çıkmıyordu ki zaten aklımdan; neyinden korkmuştum bu beton yığının. Burası artık benim evim bile değildi; boş bir beton yığınıydı sadece. “Evi ev yapan içindeki ailedir, kızım. Eğer bir evin içinde aile yoksa ne farkı kalır ki bir beton yığından?” derdi annem. Bu evin içinde bir aile kalmamıştı artık.

İçimde yanan alev topuyla ilerledim, anahtarı gizlediğim yere doğru. Beni ayakta tutan en önemli şey hırsım ve öfkemdi her zaman ve şu anda da sığınacağım tek şey bu olacaktı tekrar.

“Hırsın olsa ne, güçsüzsün.”

İçimdeki sesi susturmak istedim, düşüncelerime rağmen inkar etmek istedim. Kabul etmek istemedim güçsüz olduğumu; kendimle çelişiyordum.

Elimde değildi bir yanım güçsüz olduğumu fısıldarken, öbür yandan hırsım bu düşünceyi asla kabullenemiyor, inkar ediyordu.

Aldığım derin nefeslerle açtım evin kapısını, aralık bırakarak karanlık girişte ilerlemeye başladım. Yerini ezbere bildiğim düğmeye gitti elim; ışığı açmak için. Açtığım anda önümden çocukluğum geçti, koşarak abisiyle oyunlar oynayan küçük Umay.

Korkacak bir şey yoktu, anılardan başka bir şey yoktu bu evde. İyi de olsa, kötü de olsa; anı anıydı sonuçta, korkmaya değmezdi. Gözlerimi kapatıp soluklandım, düşüncelerimin aksine hızla çarpan kalbimi sakinleştirmek için.

Biraz daha sakin olduğuma emin olduğumda ilerledim, boş evin içinde girişe en yakın olan yere baktım: mutfağa. Gözümde eski anılar canlandı tekrar; abimin bana yemek hazırlayışı, annemin sofraya yardım etmemiz için bağırdığı zamanlar, babamın abur cuburları annemden saklayışı.

Çok fazla anı vardı bu evde, çok fazla yaşanmışlık. Salona döndü bakışlarım, istemsizce yüzümde oluşan minik tebessümümde böylece silinmiş oldu. Abimin öldüğü yer, kendi evimizin salonu.

Bakışlarım hızla kendi odamın kapısına döndü; bu sefer sanki o gece tekrar canlanmaya başladı gözümde. Sanki o geceye tekrar döndüm.

-

Umay, ailesini kaybedişini ve başına gelenleri henüz atlatamamış olsa da elinde hala tutunacak birkaç dalı vardı. Biricik abisi vardı; kıymetli mesleği, hayalleri, amaçları, yaşamak için pek çok sebebi... Abisi ilaçlarını içirmiş ve Umay uyuyana kadar başında beklemişti. Sonrasında ise söz verdiği gibi kendi odasına geçmişti. İçinde bir sıkıntı olsa dahi önemsememeye çalışıp o da uyumaya çalışmıştı. O da en az Umay kadar harap olmuştu bu süreçte. Günlerdir uykusuz kalan vücudu, çok da direnemeden uykuya teslim olmuştu.

İki kardeş, olacaklardan habersiz bir şekilde uyumaya devam ederken düşmanları dışarıda hazırlık yapıyordu. Eve yerleştirdikleri gizli kameralardan ikilinin uykuya daldığını gören adam, diğerlerine işaret vererek son kontrolleri yapmaya başladı. Bu planı batıramazlardı; son şanslarıydı bu. Eğer planları başarılı olamazsa bir daha böyle bir şansları olmayacağının bilincindeydi hepsi. Bu yüzden aldıkları emri yerine getirmek için fazlasıyla dikkatliydiler.

Sessizce kopyaladıkları anahtarla evin kapısını açmış, içeriye girmiş ve istedikleri bilgiyi bulmak için sessizce odaları aramaya başlamışlardı.

Aradıkları şey, Umay'a verilen son görevdi; anne ve babasını ölüme götüren o gizli bilgiydi. Daha önce ev boşken amatör bir grup gelip dosyayı aramış, ama bir şey bulamamıştı. Bu sefer daha profesyonel bir ekip görevlendirilmişti.

Ne kadar sessiz olmaya çalışsalar da çıkardıkları en ufak ses bile kardeşleri uyandırmaya yeterdi. Umay, ilaçların etkisiyle derin bir uykudayken Alphan, "Ne olur ne olmaz," diyerek her an tetikteydi, uykusunda bile. Hissettiği hareketlenmeyle olduğu yerde sıçrayarak uyandı. Etrafına bakındı; hiçbir şey göremedi. Dikkatini toplayarak Umay'ın uyanmış olabileceğini düşündü. Kapının altına dikti gözlerini; ışık olmaması onu iyice şüphelendirdi. Umay olsaydı ışık yanık olurdu diye düşündü ve sessizce yatağından kalkarak silahını eline aldı. Kapıya iyice yaklaştı.

Duyduğu hareket sesleri, tek bir kişiye ait olamayacak kadar fazlaydı. Hızla hesap yapmaya başladı; evinde yabancılar vardı, istenmeyen yabancılar. Kaç kişi olduklarını hesaplamaya çalıştı. Bir süre sonra duyduğu seslerden altı kişi olduklarını tahmin ediyordu. Ama bilmediği şey, o kendi kafasında planlar kurarken evindeki yabancıların onun uyandığını çoktan bildiğiydi. Evin içindeki adamlar, kulaklıklarla dışarıda kameradan evi izleyen liderlerinden emir alıyorlardı. Böyle bir olayın olabileceğini tahmin eden liderleri hazırlıklıydı; emirlerini sıralıyor ve adamlarının bu işi batırmadan halletmesini bekliyordu.

Adamlar sessizce Alphan'ın odasının kapısına yaklaşırken, Alphan da bunu fark ederek kafasında kurduğu planı uygulamak için hazırlanıyordu. Fakat beklemediği bir şey oldu: kapıya yaklaşan adamlar kapının altından bayıltıcı bir gaz sıkmaya başladılar. Alphan durumu anladığı anda nefesini tutup odasındaki cama doğru ilerledi, ama cam ne kadar zorlarsa zorlasın açılmadı. Camı kırmak için de yeterli zamanı yoktu; adamlar odaya girmişti. Yine de pes etmedi. Bir yandan nefesini tutarken, bir yandan da kendisine yaklaşan adamlarla sıkı bir kavgaya tutuştu. Adamların yüzünde gaz maskesi ve karanlıkta rahat görmelerini sağlayacak ekipmanları vardı.

Alphan, üzerinde pijamaları ve elinde silahı ile karşısındaki tam teçhizatlı adamlara karşı oldukça gerideydi. Pes etmedi; karşısındaki adamlara elinden geldiğince karşı koymaya çalıştı, ancak odadaki gaz yüzünden ne kadar dirense de sonunda bilincini kaybetti.

Adamların üçü odayı aramaya başlarken diğer üçü Alphan'ı salona götürüp mümkün olabilecek en sıkı şekilde bağladılar. Amaçları öldürmek değildi, ama öldürmekten de çekinecek insanlar değillerdi. İşlerini mümkün olan en sessiz şekilde bitirmek onların uzmanlık alanıydı.

"Kız uyanmak üzere," dedi kameradan olanları izleyen liderleri. Umay ne kadar derin bir uykuda olsa da duyduğu tıkırtılar onu uyandırmıştı. Abisinin uyanmış olabileceğini düşünüp tekrar uyumaya çalıştı, ancak içine bir şüphe düşmüştü bile. Emin olmak istedi; içinde kötü bir his vardı. Yatağında doğrulmaya çalıştı, acıyan yaralarından dolayı pek başarılı olamadı, yine de pes etmedi. Canı acısa da dişlerini sıkarak yatağında dikleşti.

"Kız önemli, sakın zarar vermeyin," dedi lider, kızın kalktığını görünce adamlarını tekrar uyardı. Umay her ne kadar yatakta dikleşmiş olsa da hareket etmekte zorlanıyordu. İçeride bir şeyler döndüğünün farkındaydı ve aynı şekilde kendisinin de bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu, ama bu yaralı halde pek mümkün değildi. Hemen telefonunu eline aldı ve Aslan abisine bir şeyler olduğunu, acilen gelmesi gerektiğini belirten bir mesaj attı. Tam polisi arayacaktı ki odaya dalan adamlar yüzünden iş işten geçmişti.

Umay, elindeki telefonla çabucak polisi aramaya çalıştı, ancak odaya dalan adamlar telefonunu elinden çekip aldılar. Panik içinde etrafına bakındı; ne bir kaçış yolu vardı ne de yardım çağırabileceği başka bir yol. O sırada adamların liderlerinden biri, ona doğru eğilerek konuştu.

"Endişelenme," dedi alaycı bir tonla, "sana zarar vermek istemiyoruz. Sadece dosyayı arıyoruz. Onu bulana kadar sessiz kal, olur mu?"

Umay sinirle karşısındaki adama hamle yaptı.

Ağır yaraları olmasına rağmen iyi mücadele etmiş olsa da, karşısındaki adamlara gücü yetmemişti. Başka bir zaman olsa halledebilirdi belki; fakat yataktan kalkmakta bile zorlanırken, kendisinin iki katı olan 6 adama karşı koyması imkansızdı. Sonuçta o da bir insandı; süper güçleri yoktu. Umay'ı da abisinin karşısına bağladılar, bütün çırpınış ve bağırmalarına rağmen. Abisini salonda baygın ve bağlı gören Umay çıldırmış gibiydi. Deli gibi bağırıyor, çırpınıyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Dikişleri patlamış, ağrıları giderek artarken, onu umursamadan odasını talan etmeye başlamışlardı bile. Evi dip köşe dağıtarak aramalarına bakılmaksızın, iğne deliği kadar bile yer bırakmadıklarına emin olduktan sonra içeri dönüp kameradan liderlerine işaret verdiler.

"Kızı konuşturun," dedi liderlerinin sinirli sesiyle, ardından odanın ışığını açıp Umay'a yöneldiler.

"Dosya nerede?" Umay, duyduğu robotik sesle sessiz kalıp adamları incelemeye başladı; en ufak detayları, ayrıntıları aklına kazımak için çabalıyordu. Adamların hiçbir yeri görünmüyordu, tenlerinin tek bir noktası dahi. Teçhizatları tamdı; çelik yeleklerden gece görüş gözlüklerine kadar en ince ayrıntıyı düşünüp hazırlıklı gelmişlerdi.

"Tekrar sormayacağım, küçük kız. Dosya nerede?" Umay'ın sessiz kalmasına sinirlenen adam, yüzüne sert bir tokat attı. Zaten yara bere içinde olan yüzü, aldığı darbeyle sızladı. Umursamaz bir şekilde gülümsedi Umay, başını yana sallayarak sırıttı.

"Yapabileceğinin en iyisi bu mu, hıyar?" dedi. Adam sinirle soludu; Umay'ı parçalarına ayırmak istiyordu ama lideri özellikle defalarca uyarmıştı: Kızı öldüremezlerdi.

"Tekrar sormayacağım dedim, dosya nerede?"

"Yedim, çok da lezzetliydi. Bilseydim size de ayırırdım," dedi Umay alaycı bir tavırla. Ciddiyetsiz halleri karşısındaki adamı daha da sinirlendiriyordu. Her ne kadar yüzünü ve mimiklerini göremese de, adamın vücut dilinden hislerini anlamak Umay için zor olmuyordu. Adam sinirle derin nefesler alıp veriyor, liderinden bir emir bekliyordu.

"Abisiyle tehdit edin," dedi lideri. Bu emri aldıktan sonra yüzünde sinsice bir gülümseme belirdi adamın.

"O zaman sevgili abinle ilgileneyim ben," dediğinde, Umay hırsla yerinde hareketlendi, ancak başına geçen diğer iki adam onu sabit tutarak hareket etmesini engelledi. Umay hesap yapmaya başladı; kendi başında iki kişi, abisinin arkasında üç kişi vardı ve ortalarında bu şerefsiz adam. Kendisini öldürmeyeceklerinden emindi; eğer ölürse istedikleri bilgiye asla ulaşamazlardı. Ancak abisi için böyle bir durum mümkün değildi; onu öldürmeleri için bir engel yoktu. Bu gerçeğin farkında olmak, Umay’ın canını daha da sıkıyordu. Elinden gelecek bir şey yoktu; yaralıydı ve bu halde bir şey yapması imkansızdı.

Aslan abisinin yolda olduğunu düşünüp, sadece o gelene kadar oyalaması gerektiğine karar verdi. Aslan abisi gelene kadar onları oyalayıp abisine zarar vermelerini engellemesinin yeterli olacağını düşündü. İstedikleri bilgiyi onlara veremezdi; o dosya için ne fedakarlıklar yapmıştı. İstese bile veremezdi artık o saatten sonra.

Umay, kendisine doğru yaklaşan adamın gözlerini kısarak izledi. Ağrıları dayanılmaz hale gelmişti ama abisi gözlerinin önünde tehdit altındayken bunu düşünemezdi bile. Aldığı darbelerin yankısı hala sızlıyordu, fakat adamın tehditleri ona korku değil, daha büyük bir öfke vermişti. İçinden bir plan yapmaya çalışıyordu; zamanı biraz daha uzatırsa, belki Aslan abisi yetişebilirdi. Bu adamlara istediklerini asla vermemeye yeminliydi.

Adamlar Alphan’a doğru yürüdüklerinde Umay, içgüdüsel olarak iplerden kurtulmaya çalışarak bağırmaya başladı. "Bana ne yaparsanız yapın, ama ona dokunmayın!" diye haykırdı. Bu çırpınışları, adamların yüzlerinde karanlık bir gülümsemeyle karşılık buldu.

Adam, Alphan’ın yüzüne soğuk bir bakış fırlattıktan sonra tekrar Umay’a döndü. "O zaman dosyanın yerini söyle," dedi sakin ama tehditkar bir tonda.

Umay derin bir nefes alarak dişlerini sıktı, gözlerindeki meydan okuma ifadesini kaybetmeden adama dik dik baktı. "Dosyayı ne yaparsanız yapın bulamazsınız," diye mırıldandı. "O dosya size ulaşmayacak."

Umay’ın bu inatçı tavrı adamları iyice sinirlendirmişti. Adam bir an öfkesine yenik düşecek gibi oldu, ama liderlerinin talimatları aklından çıkmıyordu. Sinirle gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Umay’ın yüzünde bir an bile korku belirtisi görememek, adama daha da rahatsız edici gelmişti. Umay'ın bu hali, sanki onun gücünden, sırlarını saklama azminden besleniyordu.

O sırada Alphan kendine biraz daha geliyor, çevresindeki durumu gözlemliyordu. Bağlıydı ve kımıldayamıyordu, ama bilinci giderek açılıyordu. Yanında duran adamlardan biri elindeki kelepçelerle uğraşırken, Alphan göz ucuyla Umay’ın kendisine bakışını yakaladı. Bakışlarında korkudan çok, endişe ve çaresizlik vardı. Alphan, içinde kabaran koruma içgüdüsüyle bir çıkış yolu aramaya başladı.

Karşısındaki adam alaycı bir şekilde eğilip Umay’a fısıldadı, "Bak bakalım, abinin bizimle uğraşabilecek kadar gücü var mı?" dedi. Umay, gözlerini dikerek ona karşılık verdi: '' O'nun saçının teline zarar gelirse kendine kaçacak delik ara''

-

"Umay," duyduğum sesle irkilerek kendime geldim. Titreyen ellerimle yanımdaki duvardan destek alarak arkama döndüm, Metehan buradaydı.

"Senin ne işin var burada?" Zihnimde dönen kasırgaları uzaklaştırmaya çalışırken, zor bulduğum sesimle sorduğum soruya bir yanıt bekliyordum.

"Seni o halde yalnız bırakacağımızı düşünmedin umarım." Öyle bir bakıyordu ki gözlerine uzun süre bakamadım; titrek titrek aldığım nefesler sanki ciğerlerime yetmiyordu. Bir elimle duvardan destek alırken, diğer elim hızla göğsüme gitti. Bakışlarım evin her tarafında dolaşırken, anılar da aynı hızla gözlerimin önünden geçiyordu.

"Umay, iyi değilsin. Bana yaslan," dedi yanıma gelen Metehan. Gözlerine tekrar baktım; öyle bir şefkatle bakıyordu ki bir an afalladım. Beni yalnız bırakmamış olması içimi sıcacık yapmaya yetmişti sanki. Beni önemsiyordu ve bunu davranışlarına da yansıtıyordu. Duyduğu şeylerden sonra bile bana acımıyor, büyük bir şefkatle bakıyordu. Sanki küçük, masum bir bebeğe bakar gibiydi.

"Abimi burada, bu evde kaybettim ben. O yüzden buraya girmek zor geliyor," dedim. Yanımda olmasından aldığım güçle anlatmaya başladım Metehan’a o gece olanları. Ben anlattıkça, o beni kendine yasladı, ben de yaslandım. Uzun zaman sonra ilk defa birisine güvenmek, sığınmak istedim; ilk defa birisi bana bu kadar doğru geldi.

"Olanlardan sonra hastanede durmak istemedim. Zor da olsa abimi ikna ettim, eve geçtik. Keşke, keşke hastaneden hiç çıkmasaydık. Günlerce uykusuz kalmıştık ikimiz de. Birbirimizi az da olsa uyumamız gerektiğine ikna etmiştik sonunda. Keşke hiç uyumasaydım." Yutkundum.

"Zorlama kendini güzelim. Hazır değilsen yorma kendini." Saçlarımı okşayarak mırıldandığında, başımı iki yana salladım. Gerekirse kendimi zorlayıp yüzleşmem gerekiyordu. Önce abimin odasının kapısını, sonra kendi odamın kapısını gösterdim.

"Bu abimin, bu da benim odam. Yan yana. Sessiz bir gecede birbirimizin nefes sesini bile duyacak kadar yakındık. Ama ben o gece duymadım, Metehan. Ben ne abimin direnişini duydum ne de evimize giren adamları. Ben uyurken abim olanları fark edip direnmiş ama tek başına gücü yetmemiş. Uyandığımda ise elimden hiçbir şey gelmedi. Yaralıydım, acizdim. Normalde olsa kurtulabileceğim adamlardan kurtulamadım. Bırak kurtulmayı, doğru düzgün direnemedim bile." Aldığım derin nefesler korkuyla çarpan kalbime eşlik ediyordu. Yutkundum, derin derin soluklanarak Metehan’la birlikte salona doğru ilerledim.

"Beni salona sürüklediler. Abimi bayıltıp bağladıklarını gördüğüm an, başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi benim için. İstedikleri şey bendim; istedikleri bilgiler bendeydi. Ama bana zarar vermek yerine abime zarar verdiler. Neden sevdiğim herkes benim yüzümden zarar görüyor Metehan?" Çaresizce sorduğum soruyla benim gözlerim dolarken onunda yutkunduğunu fark ettim.

Yüzünde derin bir acı ve anlayışla beni dinliyordu. Her bir kelimeyi dikkatle, sanki hislerime ortak oluyormuş gibi içselleştirerek takip ediyordu. Anlattıkça içimdeki ağırlığın biraz hafiflediğini hissettim, ama yine de o günün korkusu ve acısı beni sarmalamış, peşimi bırakmıyordu.

"Abim o adamlara direndi, Metehan. Ben o adamlara direndim" diye devam ettim, sesim titreyerek. "Ama sonunda... ellerimiz, kollarımız bağlaydı bizi çaresiz bıraktılar. Ve ben izlemek zorunda kaldım... Hiçbir şey yapamadan, benim yüzümden olduğunu bilerek. O an içimde, öyle bir çaresizlik hissettim ki tarif edemem. her şeyin yükü, çaresizliği birikti içimde."

Metehan, omzuma hafifçe dokunarak sakinleştirici bir ses tonuyla, "Bunları yaşamış olman inanılmaz zor, hiç kimsenin kaldıramayacğı kadar zor. " dedi. "Ama kendini suçlama. Olan hiçbir şey senin suçun değildi.'' Kollarımdan sıkıca tutarak gözgöze gelmemizi sağladı. '' Hiçbir şey senin suçun değildi anlıyorsun beni dimi. Onlar senin için her şeyi göze almış, biliyorsun değil mi? Aile olmak budur Umay. Sen onların yerinde olsaydın seni suçlar mıydın?'' Başımı iki yana salladım 'suçlamazdım' der gibi.

''O zaman neden kendine işkence edip duruyorsun? Ben bile senin onları koruyabilmek için yapabileceğinin en iyisini yapmış olduğuna eminim seni tanıdığım şu kısa zamanda."

Başımı iki yana sallayarak yere bakakaldım. "Biliyorum, ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Onun için Onlar için bir şey yapamadım, Metehan," dedim, içim burkularak. "Abim benim tek dayanağımdı, küçükken hep 'Seni ben korurum, sana kimse dokunamaz' der sözünüde tutardı. O an, onu korumak isteyen bendim ama..."

Sözlerim dudaklarımda titreyerek yarıda kesildi. Metehan gözlerimin içine bakarak devam etti, "Kendine bu kadar yüklenme, Umay. Hepimizin sınırları var, hepimiz insanız. Sen de o an elinden gelenin en iyisini yapmışsın. Orada olmasam bile buna eminim, sende emin ol."

Sessizlik içinde kaldık bir süre. Diyecek çok sözüm vardı belki ama dudaklarımda o güç yoktu o an. gözlerine baktım derin derin anlatamadıklarımı, çektiğim acıları anlasın istedim. Bir kez de birisi duysun benim sessiz çığlıklarımı istedim. O ana kadar kendime bile itiraf edemediğim şeyleri Metehan’ın yanında söylemek, içimde bir nebze rahatlama yaratmıştı. Derin bir nefes aldım.

Metehan kolunu yavaşça omuzlarıma dolarak sarıldı. "Bunu birlikte aşacağız, Umay," dedi kararlı bir sesle. sarılışına karşılık verdim.

Sözleri içimde beklemediğim bir umut doğurdu. Geçmişin tüm yükleri, yaşanan acılar yavaş yavaş içimde dönüşüyordu. Metehan’ın güven veren bakışlarıyla sanki yıllardır taşıdığım yük hafifliyordu. Karanlık bir geçmişin gölgesinde de olsa, sonunda önümü görebileceğim bir yol açılmaya başlamıştı.

Loading...
0%