@bprcuu
|
"Meleğim, gel hadi!" Hazırladığım kahveleri alarak Aslan abimin yanına, balkona doğru sakince ilerledim. Ellerimin titremesi canımı sıksa da çok şükür, bardakları masaya dökmeden koyabilmiş ve Aslan abimin yanına oturmuştum. Bacak bacak üzerine atarak Aslan abime iyice yaslanmış, onun iri kollarıyla beni sarmalamasına müsaade etmiştim. Şakağıma kondurduğu bir öpücük içimi ısıtırken, yüzümde bir tebessüm belirdi. İki gündür Aslan abimde kalıyordum. O gece Metehan ile saatlerce o evde kalıp birçok konu hakkında konuşmuştuk; içimi bayağı dökmüştüm galiba. Sabaha kadar baş başa yaptığımız konuşmalar az çok iyi gelmiş olsa da, o an yanında olmak istediğim kişi Aslan abimdi. Sabah olup hava aydınlandığında, beni Aslan abime götürmesini istemiştim ve sağ olsun beni kırmadan buraya getirmişti. Bu iki gün, hem benim kendimi toparlamam hem de onların duydukları bazı şeyleri sindirmeleri için gerekliydi. En azından ben böyle düşünüyordum. Aslan abimle uzun zamandır vakit geçirmediğimiz için bu iki gün bize ilaç gibi gelmişti. Bana iyi gelmişti. Abimdi o benim; nasıl iyi gelmesin ki zaten? Aynı ana babadan olmasak da kardeştik biz. Beraber büyümüştük. Aslan abimin annesi öğretmen, babası ise babamın timinde görev yapan bir askerdi. Fırsat buldukça ailecek vakit geçirir, birbirimizi severdik. Ancak annesi, hasta kalbiyle kocasının şehit haberine dayanamamıştı. Aslan abim, anne ve babasını birkaç gün arayla kaybetmişti. O dönem, henüz bir çocuk olsam da hala dün gibi aklımda. Çok üzülmüştük, çok yıpranmıştık ama dimdik durup düşmanları sevindirmemiştik. Her şehit haberinde olduğu gibi, o kayıplar da çok canımızı yakmıştı. Ama ne olursa olsun, içimizdeki intikam ateşiyle dimdik durmayı başarmıştık. O dönem Aslan abime hiçbir akrabası sahip çıkmamış, istememişti. Babam, onu yetimhaneye bırakmayı asla kabul etmedi. "Kardeşimin emaneti" diyerek Aslan abimi ailemize dahil etti. Biz o gün üç kardeş olmuştuk. Zaten öncesinden tanıdığım ve çok sevdiğim için, ailemize katılmasına çok sevinmiştim. Buruk bir sevinçti ama sevinçti sonuçta. Ne annem ne de babam onu bizden ayırmadı; onu kendi öz çocuğu gibi benimsediler. Aslan abim, hayatın acımasız yüzüyle daha o zamanlar tanışmıştı. Önce babasını, sonra annesini, ardından akrabalarını kaybetmişti. Ama eminim ki, en çok akrabalarının iki yüzlülüğüne üzülmüştü. Hatırlıyorum da bir keresinde bana şöyle demişti: "Babamın, annemin bu kadar güvenip sevdiği insanlar çok iyi birer yalancıymış. Üzüldüğüm şey beni bir çöp gibi ortada bırakmaları değil; anne babamı üzmeleri. Biliyorum ki yaptıkları şey babamı büyük bir hayal kırıklığına uğrattı." O dönem bu sözlerinin altında yatanları anlayabilmek için fazla küçüktüm ama acısını hissetmiştim. Büyüdükçe de sözlerinin anlamını çok iyi kavradım. Hayat bana anlamayı öğretti. Onu çok seviyordum. Hepimiz onu çok seviyorduk. "İyi ki ailemize dahil oldu" demediğim bir günüm geçmedi, geçmeyecekti. Ona olan sevgimizden emindim. Eğer ailem yaşasaydı ve öz çocukları olmadığımı öğrenselerdi bile bana olan hisleri değişmezdi. Sadece daha kalabalık bir aile olurduk. Bunu biliyor olmak güzeldi ama bildiğim şeylere göre davranmıyor olmam canımı sıkıyordu. Bu durum artık değişecekti. Yas bitmişti; artık kaldığım yerden devam edecektim. Kim olduğumu hatırlama zamanım gelmiş, hatta geçmişti bile. "Nerelere daldın, meleğim?" Usulca saçlarımı okşayarak sakin bir sesle fısıldadı Aslan abim. Yüzüme büyük bir tebessüm kondurarak başımı hafifçe kaldırdım ve güzel kahverengi gözlerine baktım. "Seni ne kadar sevdiğimi düşünüyordum," dedim. "İyi ki varsın abi. Sen olmasan ne hayatta olurdum, ne de bugün olduğum kişi. İyi ki benim abimsin." Sözlerim karşısında birkaç kere ağzını açtı ama konuşmadan derin nefesler aldı. Beni kendisine çekip sıkıca sarıldı ve alnıma usulca öpücükler kondurdu. "Sen de iyi ki varsın, iyi ki benim kardeşimsin. Seni tahmin bile edemeyeceğin kadar çok seviyorum." Bildiğim şeyler olsa da bunları duymak çok iyi gelmişti. Ne kadar bilsek de bazen insan duymak ister sevildiğini. "Seni çok yordum, çok kırdım, çok üzdüm ama bir kez olsun elimi bırakmadın. Teşekkür ederim abi, yanımda olduğun için, benden ne olursa olsun vazgeçmediğin için. Ve seni üzdüğüm her an için binlerce kez özür dilerim." Gözlerimden birkaç damla yaş usulca aktı. Daha fazla akmaması için gözlerimi kırpıştırdım. Aslan abim yüzümü iki avucunun arasına alıp yavaşça gözyaşlarımı sildi ve yanaklarıma derin öpücükler kondurdu. Ellerini yanaklarımda tutarken usulca okşadı. "Dileme, benden özür dileme, meleğim. Bana teşekkür etme. Ben bir abi olarak yapmam gerekenleri yaptım sadece. O yüzden sakın bana teşekkür etme ve sakın... Asıl özür dilemesi gereken benken, benden özür dileme." Abimin ölümünde ikimiz de kendimizi suçlu hissediyorduk. Benim kendimi suçlamamın sebepleri belki geçerliydi ama onunki asla değildi. Onun kendisini suçlu hissetmesi canımı yakıyordu. Bir süre daha aynı pozisyonda kaldıktan sonra hafifçe uzaklaştık ama tamamen ayrılmadık. Sadece az önceki konumumuza döndük. Başımı onun omzuna yasladım, o da bir kolunu omzuma atıp saçlarımı usulca okşamaya devam etti. "Yas bitti, abi. Kendime gelme zamanım geldi." "Sonunda kim olduğunu hatırlamana sevindim, meleğim," dedi. Bir süre daha balkonda vakit geçirip kahvelerimizi içtik. Sonrasında veda vakti gelmişti. Aslan abim beni şehitliğe bıraktıktan sonra göreve gitmek zorundaydı. İçimi derin bir endişe kaplamıştı. Onu da kaybedemezdim. Ailemden elimde bir tek o kalmıştı. Ama ne bir şey yapabilirdim ne de itiraz edebilirdim. Görevi buydu, işi buydu, yaşam amacı buydu. Hepimizin hedefi, idealleri birdi. Onunla gurur duyuyordum ama ne olursa olsun endişelenmeden duramıyordum. Bu, çok normaldi. Yavaş adımlarla babamın mezarına yaklaştım. Uzun zamandır onları görmeye gelememiştim. Güçsüz olmaktan utanıyordum onların karşısında. "Yasım bugün bitti," demiştim Aslan abime ama gerçekte yasım, o gün tekrar konuşmaya başladığım anda bitmişti. Sadece bugüne kadar bunu kabul edememiştim. Babam... Benim yıkılmaz duvarım. Bir kez daha senin ne kadar haklı olduğunu fark ettim. Babamın mezarının önüne diz çöküp elimle mezar taşını okşadım. Sert mermerin soğukluğu, içimdeki sıcak ama hüzünlü duygularla çelişiyordu. Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. İstemesem de engel olamıyordum. "Baba..." dedim, titreyen bir sesle. "Yine haklıydın. Her zaman haklıydın. Ne yapacağımı bilmediğimde bile sözlerin hep kulağımda yankılandı. ‘Güçsüz olmaktan korkma kızım. Bizde insanız illaki düşeceğiz, ama her zamankinden güçlü kalkacağız. Biz ayakta kalmazsak kimseye destek olamayız.’ demiştin. Ama sana itiraf etmeliyim baba, bazen o kadar yoruluyorum ki tekrar ayağa kalkmak imkansız gibi geliyor." Sesim titredi. Yutkundum ama konuşmaya devam ettim. "Sana her zaman, ne olursa olsun güçlü olduğumu göstermek istiyordum ama yanılmışım sen haklıydın bende bir insandım. Ne kadar güçsüz hissettiğimi görecek olmandan korktum. Yanılmış olduğumu kabul etmekten korktum. Affet beni, baba... Affet çünkü zaman zaman sözlerinden uzaklaştım. Ama merak etme, yeniden buradayım. Sözlerinle, hatıralarınla ve seninle yaşıyorum." Başımı hafifçe eğip sessizce dua etmeye başladım. Annemin, babamın, abimin ruhlarına rahmet diledim. Ve kendi içimdeki huzuru bulabilmek için de bir dua ettim. Bir süre sonra arkamda bir çift ayak sesi duydum. Önce korktum ama sonra tanıdık bir nefes alış verişini hissettim. Gözyaşlarımı hızla silip ayağa kalktım. Döndüğümde Utku’yu gördüm. "Ne işin var burada?" diye sordum şaşkınlıkla. O her zamanki eğlenen ifadesiyle omuz silkti. "Endişelendim. Aslan abi söyledi, buraya geldiğini biliyordum. Seni yalnız bırakmak istemedim." Bir şey diyemedim. Utku’nun gözleri mezar taşlarına kayarken, ben sessizce ona baktım. Onun bu kadar düşünceli, bu kadar anlayışlı olması her defasında beni şaşırtıyordu. "Hep güçlü olmak zorunda hissetmek yorucu değil mi?" dedi bir anda. Sesinde bir kırılganlık vardı. Sanki benimle değil, kendisiyle konuşuyordu. ‘’Hep umursamaz davranmak yorucu değil mi?’’ şaşkınca baktı bir süre, yutkundu. Nasıl benim maskem varsa onunda vardı. Umursamazlık ve ne olursa olsun bir eğlence yolu aramakta onun maskesiydi. İkizdik biz değil mi? kabullenmek istemesem bile biz bir elmanın iki karısıydık. Sadece benim tarafım çürümüştü. Kendi çürüğümü ona da bulaştırmak istemediğim için uzak durmaya çalışsam da bir mıknatıs gibi çekiliyorduk birbirimize. Derin bir nefes aldım. O'nu zorlamak istemedim. "Evet," dedim usulca. "Ama başka seçeneğim yok. Aslan abi, annem, babam,abim… Hepimize bir görev bıraktılar. Ayakta kalmamız gerekiyor." Utku başını salladı. "Haklısın. Ama unutma, güçlü olmak her zaman yalnız olmak demek değil. Bazen bir omuza yaslanmak da güç verir. Sen hepimiz için güç oldun. Şimdi bırak da biz sana güç olalım." Bu sözler kalbimi sıcacık bir duyguyla doldurdu. Sanki içimdeki ağırlık biraz olsun hafifledi. Utku’nun yanında oturup sessizce gökyüzüne baktım. Bulutlar yavaşça geçiyordu. Birlikte mezar taşlarının sessizliğinde oturduk, ama bu sessizlik huzursuz değil, aksine iyileştiriciydi. "Kim olduğumu hatırlama zamanım geldi," diye mırıldandım kendi kendime. Ve içimden ilk defa gerçekten inandım: Yas bitmişti. Şimdi güçlü olmam gereken yeni bir hayat beni bekliyordu. Utku ile şehitlikte bir süre daha sessiz kaldık. Bazen sessizlik kelimelerden çok daha fazlasını anlatırdı. Onun varlığı, bir şey söylemesine gerek bırakmadan bana güç vermişti. Gökyüzünü izlerken kendi içimde bir söz verdim. Yeniden başlayacaktım. Bir süre sonra Utku ayağa kalktı ve elini bana uzattı. "Hazır mısın?" dedi. Başta ne demek istediğini anlayamadım. "Neye?" diye sordum hafif bir şaşkınlıkla. "Yeniden ayağa kalkmaya, benimle" dedi. Gözlerinde hem kararlılık hem de sıcak bir gülümseme vardı. O an ne demek istediğini anladım. Elini sıkıca tuttum ve ayağa kalktım. O el, benim bir daha düşmememe yardım edecekti, bundan emindim. "Tamam," dedim, kararlılıkla. "Hazırım." Şehitlikten ayrılırken son kez mezarlara baktım. Sessizce içimden veda ettim: "Beni izlemeye devam edin, olur mu? Söz veriyorum, bu sefer gücümü kaybetmeyeceğim. Benimle gurur duymanız için elimden geleni yapacağım." Utku arabaya kadar sessizce eşlik etti. Hava serinlemişti ama içimde garip bir sıcaklık vardı. Arabaya bindiğimde bir süre ileriye baktım. Yolun başında olmak gibiydi bu his. Uzun zamandır ilk kez, önüme baktığımda korkmak yerine heyecan duydum. "Bir yere mi gidiyoruz?" diye sordum sonunda. Utku motoru çalıştırırken hafifçe başını salladı. "Biraz hava alalım, başka bir şey düşünmeyelim," dedi. Yola koyulduk. Giderek şehitlikten uzaklaşıyor, geçmişin ağır hatıralarını ardımızda bırakıyorduk. Yolun sonunda bizi ne bekliyordu bilmiyordum ama o an hissettiğim özgürlük duygusuna sıkı sıkıya tutunmuştum. Bir saat kadar yol aldıktan sonra küçük bir sahil kenarına geldik. Dalga sesleri, denizin tuzlu kokusu ve hafif esen rüzgar... Bu kadar huzurlu bir yerin var olabileceğini unutmuş gibiydim. Utku arabayı park edip yanıma geldi. "Bazen her şeyi geride bırakıp bir nefes almak gerekir," dedi. Deniz kenarına oturduk. Ayaklarımız çıplak kumlara gömülüyordu. Utku, arkasına yaslanıp gözlerini kapadı. Onun yüzündeki huzuru izlerken düşündüm: Hayat bazen ağır olsa da, içinde küçük mutluluklar saklıyordu. "Burada kalalım mı biraz?" diye sordum. "Tabii," dedi gülümseyerek. "Ne kadar istersen." O an deniz kenarında otururken, geçmişin yaralarını sarmak için doğru yolda olduğumu hissettim. Kendime verdiğim sözü tutacaktım. Kim olduğumu hatırlayacak ve yoluma güçlü bir şekilde devam edecektim. Ama artık yalnız olmadığımı biliyordum. Yanımda Aslan abim, yeni ailem ve kalbimde ailemin sevgisi vardı. Güneş yavaş yavaş batarken, içimden geçenleri sadece deniz duyuyordu. "Her şey daha güzel olacak. Söz veriyorum." Utku’nun minik fısıltısını duymuştum. Bana mı kendisine miydi bu telkini emin olamadım bir an, sessiz kaldım. Deniz kenarında sessizce otururken Utku’nun gözlerinin uzaklara dalıp gittiğini fark ettim. Normalde umursamaz ve alaycı bir duruşu vardı, ama o an yüzünde bir kırılganlık sezdim. Hafifçe eğilip omzuna dokundum. "Ne düşünüyorsun?" diye sordum. Bana döndü, ama önce cevap vermedi. Gözlerimin içine bakarken dudaklarında belirsiz bir tebessüm belirdi. Sonunda derin bir nefes aldı. "Biliyor musun," dedi yavaşça. "Hep senin güçlü olduğunu gördüm.Abilerimin, ailemin hep bizim için, çevrelerindekiler için dimdik durmaya çalıştığınızı... Ama hiç fark ettin mi, aslında hepimiz için aynı şey geçerli. Hep güçlü olmak zorundaymışız gibi hissediyoruz." Sözlerinde bir ağırlık vardı. İlk kez onu böyle konuşurken duyuyordum. "Sen de mi öyle hissediyorsun?" diye sordum. Başını salladı. "Evet," dedi. "Benim de omuzlarımda taşıdığım bir sürü yük var. Bazen bu yükler o kadar ağır geliyordu ki... Ama seninle olmak bana hep güç verdi. Sen geldiğinden beri, seni gördüğüm o andan itibaren değişti sanki her şey. Öyle bir enerji yayıyorsun ki, insanın pes etmeye hakkı olmadığını hissettiriyorsun. Çok vaktimiz olmadı beraber ama gerekte yoktu zaten, seninle yan yana olmak bile yetti sanki. Ama..." Bir an duraksadı, sanki söylemek istediği şey boğazına düğümlenmiş gibiydi. "Ama ne?" diye sordum, onun yerine cümlesini tamamlaması için. "Ama bazen ben de yoruluyorum," dedi sessizce. "Görünüşte hep umursamaz, hep eğlence peşinde biri gibi duruyorum. Ama içimde bazen fırtınalar kopuyor. Özellikle o gece..." Nefesi kesilmiş gibi bir anda sustu. O gece dediği şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordum. Gözlerinde o geceyle ilgili bir suçluluk parıltısı gördüm. "Utku..." dedim, sakinleştirici bir ses tonuyla. Başını iki yana salladı. "Beni dinle," dedi. "O gece bazı gerçekleri fark etmemi sağladın sana daha önce söylediğim hiçbir şey yeterince doğru değil. Seni yanımda tutmak için aramızda bir bağ olsun diye söylemedim, gerçi kimseye söylemedim ama gerçekte içim içimi yedi. Daha erken fark etseydim, daha hızlı olsaydım... Belki seni kurtarabilirdim. Belki seni o kadar acıyla bırakmazdım." Delirmiş gibiydi, büyük bir suçluluk duygusunun esiri gibiydi sanki ama sebebini anlayamadım. Elini sıkıca tuttum. ‘’Utku sakin ol, ne dediğini anlamıyorum’’ ‘’Ben biliyordum Umay, ben ve Umut biliyorduk.’’ sıkıca tuttuğum elim bollaştı bir an algılayamadım. Neyi biliyordular? Benim bollaşan elimi o daha sıkı tuttu. Birkaç damla aktı elimin üzerine. ‘’Umut ve ben öz olmadığımızı biliyorduk ama kimseye söylemedik, gizledik. Keşke Umay keşke o zamana, ilk öğrendiğimiz ana dönebilseydim. Yemin ederim yemin ederim asla gizlemez seni bir an önce yanımıza almak için elimden gelen her şeyi yapardım. Senin o anlattığın şeyleri hatta daha fazlasını yaşamaman için canımı bile verirdim. O kadar kötü hissediyorum ki kendimi nasıl özür dileyeceğimi bile bilmiyorum.’’ Bir süre söylediği şeyleri algılayabilmek, sindirmek için sessiz kaldım. Onu suçlamıyordum hiçbir şey ne olursa olsun yaşanan şeyleri değiştiremezdi bunu biliyordum. "Utku, sakın kendini suçlama. Sen yapman gerekeni o an sana doğru geleni yaptın. Ne yaparsan yap olanlar değişmeyecekti. Bunun farkında değil misin? Kimse olanlara engel olamazdı. Daha erken karşıma çıkıp biz senin öz aileniz deseydiniz yıllardır ailem olan insanları bırakıp sizinle geleceğimi düşünmüyorsun değil mi?’’ Başını tekrar iki yana salladı. Bana bakmıyor belki de bakamıyordu içim sızladı. Sert bir şekilde sarstım ellerimde olan ellerini, yüzüme baksın istedim ‘’Utku bak bana!’’ sonunda göz göze geldiğimizde gülümsedim ona. ‘’Onlar benim ailemdi Utku, siz ne derseniz ne yaparsanız yapın ben onları bırakmaz gerekirse sizi silerdim, sizin beni bulmanızı engeller yine de onlardan ayrılmazdım. Yaşananlar evet çok zor çok kötü şeylerdi ama yaşanması gerektiği için yaşandı. Sakın bunun için kendini suçlama. Ben sana kızgın değilim, tamam sindirmem biraz zaman alacak ama sakın unutma ki sen hiçbir şeyi değiştiremezdin.’’ "Bunu biliyorum," dedi. "Ama bilmek yetmiyor. İçimdeki suçluluk susmuyor. Her gece bunu düşünüyorum. Ve her sabah, sana yardım edebilmek için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Hep bir belki var aklımda susmayan, belki diyorum gizlemeseydim... Yalan söylediğim içinde çok kızıyorum kendime, yüzüne bakarken hep bir suçluluk doluyor içim. Ama çok koktum sende beni suçlarsın diye çok korktum seni kaybetme korkusu beni her şeyden fazla korkutuyor Umay." Sözleri kalbime dokundu sanki. Kan mı çekti yoksa aramızdaki bağdan mı bilmiyorum ama onun üzülmesi beni de üzdü. Sanki onun gözünden damlayan her bir yaş benim kalbime bir alev topu gibi düştü. Kardeş olmak böyle bir şey miydi? İkiz olmak böyle bir şey miydi? Utku’nun umursamaz görünen duruşunun ardında ne kadar kırılgan bir ruh sakladığını ilk kez bu kadar net görebiliyordum. "Ben buradayım," dedim nazikçe. "Ve her zaman senin yanındayım. Eğer güçlü durabiliyorsam, bunun nedeni yaşananlar, ailem ve ailem olmasını istediğim insanlar. Yüklerini paylaşabilirsin, Utku. Her zaman paylaşabilirsin. Çünkü ben de buradayım, ne kadar kabul etmem zor olsa bile sen benim canımın yarısısın sana nasıl sırtımı dönerim." Bir süre sessiz kaldı. Sonra yavaşça başını eğip bana baktı. Gözlerindeki hüzün, yavaş yavaş yerini sıcak bir minnettarlığa bırakıyordu. "Teşekkür ederim," dedi alçak bir sesle. "Bunu duymam gerekiyordu. Bende, bende elimden geldiğince her zaman yanında olacağım. Ne olursa olsun seni koruyacağım şimdiye kadar yapamadığımı bizim elimizden alınan onca zamana inat canımın yarısını asla tek bırakmayacağım." Sözleri kalbimi ısıttı. Tebessüm ettim sarılmak için ellerini bıraktığım anda o benden hızlı davrandı ve kollarını etrafıma doladı. Utku’nun duygularını açması, onu bir insan olarak daha çok takdir etmemi sağladı. O an ikimiz de geçmişin yükleriyle baş ederken birbirimize destek olmanın ne kadar önemli olduğunu anladık. Deniz hala aynı sakinlikle kıyıya vuruyor, rüzgâr saçlarımızı usulca savuruyordu. Ama içimizdeki fırtına, bir nebze olsun dinmişti. Ya da ben öyle sanmıştım ama ne olursa olsun şu an bana sımsıkı sarılmış ikizimin kolları arasındayken canımı sıkamazdı. Söylediği şeyler, bana yalan söylemesi canımı yaktı mı? Yaktı ama onu suçlayamam onun yerinde olsam belki bende aynı şeyi yapardım. Olanlar için kendisini suçlaması canımı sıktı. Suçluluk duygusu insanın kalbini usul usul yiyen bir kurttu benim için içten içe yer bitirirdi insanı. Onun kendisini suçlamasını istemedim. Ortada suçlanacak kişi o değildi asla da olamazdı. Kaderde ne varsa o yaşanırdı. Yaşanması gereken yaşandı, olması gereken oldu. Ben zaten suçluluk hissederek kendimi yiyip bitirirken o da kendisine aynı şeyleri yaşatsın istemiyordum. Utku’nun sımsıkı sarılışı, aramızdaki bağı daha da güçlendirmişti. O an ne geçmiş ne de gelecek vardı; sadece denizin sesi ve birbirimize yaslanmış iki yarım ruh. İkimiz de geçmişin yaralarını iyileştirme çabasında, ama bunu birlikte başarmamız gerektiğinin farkındaydık. Sarılmamız sona erdiğinde Utku geri çekildi ve gözlerimin içine baktı. "Umay, sana söz veriyorum," dedi kararlı bir ses tonuyla. "Artık hiçbir şey senden gizlenmeyecek. Her ne olursa olsun, seninle yüzleşmekten, sana doğruları söylemekten kaçmayacağım." Kelimeleri içten ve samimiydi. Utku’nun böylesine açık bir şekilde duygularını ifade edebileceğini hiç düşünmezdim. Başımı sallayarak cevap verdim, kelimeler boğazımda düğümlendiği için konuşamadım. O da anlamıştı beni. Kendimi zorlayıp birkaç cümle sıralamak, onu rahatlatmak yanında olduğumu bilsin istedim. "Biz bir yolculuğun başındayız," diye devam ettirdim onun sözlerini. "Bu geçmişin ağır yüklerini bırakıp yeni bir hikâye yazmanın zamanı. Ne geçmişte olanları değiştirebiliriz, ne de kaybettiklerimizi geri getirebiliriz. Ama geleceği birlikte şekillendirebiliriz. Yanında olduğumu bil." O an denizin sonsuz maviliğine doğru bakarken bir kez daha karar verdim: Geçmişin acıları beni zayıflatamayacaktı. Utku’yla birlikte, aramızdaki bu bağı güçlendirerek her şeyin üstesinden gelebilecektik. "Utku," dedim sessizce, denizden gözlerimi ayırmadan. "Kendini suçlama. Bir gün geldiğinde, geçmişi bize hatırlatan tüm o acılara teşekkür edeceğiz. Çünkü onlar bizi biz yaptı. Ama o gün gelene kadar, birbirimizin yaralarını saracağız." Utku hafifçe gülümsedi. "Sen olmasaydın, bunu asla göremezdim," dedi. "Teşekkür ederim, Umay. Gerçekten teşekkür ederim. Senden özür dileyecek yüzüm yok." ‘’şşhhtt’’ diye bir ses çıkartarak susturdum onu, ne bir özür ne de başka bir şey duymak istemiyordum. Kabullendiğim ikizim ile sessizce oturup hiçbir şey düşünmeden anı yaşayarak önümdeki sakin denizi izlemek istiyordum. Zaten her şeyi düşünecek çok zamanım vardı. Şu an tek istediğim huzurlu bir an yaşamaktı. Bir daha bu kadar huzurlu bir anım olur mu? Bilmiyordum, o yüzden bu anın tadını doya doya çıkartmak istedim sadece. Güneş tamamen ufuk çizgisinin ardına çekildiğinde, karanlık yavaş yavaş etrafı sardı. Ama o an hissettiğimiz şey, umut dolu bir ışık gibiydi. Çünkü o karanlıkta artık yalnız olmadığımızı biliyorduk. Huzurluyduk. Tamamlanmış gibiydik. Ve o gece, ilk kez geleceğe dair bu kadar güçlü bir inancım vardı.
|
0% |