Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@brc.prlk


"Doğru insan, yanlış zaman. Doğru zaman, yanlış insan. İşte hayat oyunlar oynar her zaman." Şu an tam olarak bu durum başıma gelmişti.


"Bugün daha neye şahit olacağım acaba? Neler oluyor burada kim anlatmak ister?" diyerek salona girdi Kerem. Birkaç saat önceki gidişine göre oldukça sakin görünüyordu. Ya da fırtına öncesi bir sessizlikti bilemiyordum. Fakat geri dönmesine çok şaşırmıştım. Mert ile birbirimize sarılmayı bırakmış kapıda duran Kerem'e bakıyorduk.


"Mert beni merak ettiği için gelmiş" diyebildim sadece.


"Mert sensin demek" dedi Kerem ifadesiz bir şekilde. Ne düşündüğünü anlayamamak sinirimi bozuyordu.


"Evet benim, bu şekilde tanışmasaydık keşke. Memnun oldum" diyerek Kerem'e elini uzattı. Kerem bir süre Mert'in gözünün içine baktıktan sonra uzattığı eli sıktı.


"Bana artık anlatın. Ne oluyorsa bilmek istiyorum." dedi Kerem.


"Kötü göründüğünün farkındayım. Ama tek hatalı benim. Güneş'in hiçbir suçu yok gerçekten" diye dil döküyordu Mert Kerem'e. Ben ise şu an tek kelime etmeye korkuyordum. Çünkü ne kadar sakin konuşuyor olsa da bana hala sinirli olabilirdi.


"Çok kötü bir şekilde tanıştım ben Güneş ve Dicle teyzeyle. Her yanım paramparça olmuştu. Bunu sana detaylıca anlatamam ne yazık ki." dedi Mert. Sesindeki titremeden üzüldüğünü anlamıştım.


"Güneş bu kısmı anlattı biraz." dedi Kerem. O da Mert'e bu konuda saygı duymuş ve devam etmesini istememişti sanırım.


"Ben son zamanlarda pek bilmeden yanlış işlere bulaşmışım. Derdim sadece kendi paramı kazanıp Güneş ve Dicle teyzeye daha fazla yük olmamaktı. Yıllardır her derdimde hep yanımda oldular. Çok şey borçluyum onlara, en başta canımı. Ama sanırım insan kendi parasını kazanabilecek yaşa geldiğinde başkasından para istemek zoruna gidiyor. En azından benim için öyle. Ben bir şekilde bu beladan nasıl kurtulurum diye düşünürken Güneş'te bu işe dahil olmuş oldu. Ama bir daha asla bulaşmayacak. Bana güvenebilirsin."


"Deneyecem" dedi Kerem. Mert'in bunca sözüne karşılık söylediği sadece buydu.


"Peki o zaman ben gideyim artık. Görüşürüz Güneş" diyerek kapıya doğru gitti Mert.


"Bekle geleyim seninle" diyerek bende Mert'in peşinden gittim. Sanırım zaman kazanmaya çalışıyordum. Çünkü buna ihtiyacım vardı. Beraberce dış kapıya doğru ilerledik.


Kapının yanına geldiğimizde Mert karşıma geçti ve iki omzuma ellerini koyarak "Bak demiştim sana gelir diye. Merak etme anlamıştır olanı biteni. Korkma tamam mı" diyerek bana teselli veriyordu.


"Yoruldum be Mert. İnşallah dediğin gibi olur"


"Bekletme daha fazla. Hadi git yanına sen, konuşuruz sonra"


"Tamam sende dikkat et kendine. Görüşürüz"


"Görüşürüz Güneş"


Ne yapacağımı bilmeden eve doğru yürüdüm. Kerem fazla sakindi ve ben bu sakinlikten korkuyordum. Ne diyecekti, nasıl bir tepki verecekti bilmiyordum. Bir ton kafa karışıklığıyla salona Kerem'in yanına geldim. Kaçamak bakışlarla ona baktım. O ise camdan dışarı bakıyordu.


"Anlatsan anlardım." dedi Kerem kısa süreli sessizliği bozarak. Camdan dışarı bakmayı bırakıp doğrudan yüzüme bakıyordu artık.


"Senden sadece ne olursa olsun bana anlatmani bekledim hep. Çareyi başka yerde arama, ben buradayım dedim sana kaç kere. Elimden ne gelirse yaparım ben, sadece senin için. Şu durumda bile yapabilirdim. Ama sen kendi başına işler yapmaya kalktın canını riske atarak. Ya sana daha kötü birşey yapsalardı. Ölmemene dua mı edeyim". Kerem Sakin bir tonda adeta isyan ediyordu.


"Özür dilerim. Ama bende nereye gittiğimi bilmeden hareket ettim o an. Sadece Mert'in ne yaptığını anlamak istemiştim. Olayın bu noktaya geleceğini düşünemedim." dedim. Kerem boş bir şekilde bana bakıyordu.


"Bugünü böyle bitirmeyelim lütfen. Biraz dışarıda dolaşalım mı, temiz hava ikimize de iyi gelir" dedim. Havamızın değişmeye çok ihtiyacı vardı ve ben Kerem'e adeta yalvarırcasına bakıyordum.


Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra "Peki" dedi sadece.


Birkaç saat önce sarılarak gittiğimiz yolu şimdi iki yabancı gibi gitmeye başlamıştık. Bana kızmıyordu, öfkelenmiyordu, ama yakın da değildik. Şu an bana sarılmasına o kadar ihtiyacım vardı ki. İnsan yanındaki birini özler mi hiç? Ben birkaç saat önceki Kerem'i özlüyordum.


"Çok mu kızgınsın bana" dedim dayanamayıp.


"Çok değil" dedi kestirip atarcasına, birşey diyemedim. Yürümeye devam ettik. Sonra bir anda kolumdan tuttu ve "Evet çok kızdım sana. Ben senin için bu kadar endişe duyarken senin böyle davranmana çok kızdım. Ama bir yandan da lanet olsun anlıyorum seni. Bu yüzden geri geldim ve senin de beni anlamanı istiyorum şimdi" dedi. Diyecek hiçbir şey bulamıyordum.


"Birazcık zaman lazım bana. Sakinleşmek istiyorum. Sonrasına bakarız olur mu?" dedi göz kırparak.

"Geldin ya gerisi önemli değil" dedim. Gerçekten de öyleydi, beni anlamış olması her şeyden önemliydi. Koluna girdim ve yolumuza devam ettik.


"Bugün seninle burada kalayım, yarın beraber dönelim. Burada tek başına kalmana izin veremem" dedi Kerem. Yürürken alelade birşey söylüyormuş gibiydi. Ama şu an eve dönemezdim. Durdum ve ona doğru döndüm.


   "Kerem lütfen"


"Güneş.. Bu durum tartışmaya kapalı. Tek başına bu durumu atlatmaya çalışmanı kabul etmiyorum. Yarın beraber döneceğiz"


Birşey diyemeden yola devam ettik yine. Tedirgindim, henüz normal hayata devam edebileceğimden emin değildim çünkü. Ama biliyordum ki Kerem'de beni burada bırakmayacaktı.


***


Güneş ışınları her yeri kaplamıştı. Gözlerimi araladığımda salondaki beyaz koltukta uyuyakaldığımı farkettim. Kerem ile birlikte dışarıda bir süre vakit geçirip eve dönmüştük. Şimdi ise Kerem sol tarafımda yere oturmuş, kafasını koltuğun baş kısmına dayamış öylece uyuyordu.


Ona doğru dönüp izlemek istedim. Kerem resmen kaşları çatılmış bir şekilde uyuyordu. İnsan sinirli bir şekilde uyuyabilir mi? Ya da rüyasında benimle kavga ediyor olabilir mi?

Bu düşüncelerle Kerem'i izlerken, Kerem gözlerini araladı ve bana dönüp "Günaydın sevgilim" dedi


"Günaydın çatık kaşlı prensim" dedim. Kerem bir yandan gülümseyip bir yandan merakla göz kırptı. "Uyurken sinirlenen bir adam olarak tarihe geçtin" dedim.


"Camlar açık ya, bütün güneş gözümü aldı, o yüzdendir" dedi Kerem. İnsanın uykusunda sinirli olmasından daha mantıklı bir sebepti.


"Hadi bakalım, madem ikimizde uyandık kahvaltı yapalım ve dönelim" dedi. Anlamıyorum neden gitmeye bu kadar takılmıştı ki.


"Peki öyle olsun, uzatmayacağım daha fazla bu konuyu" dedim. Ayağa kalkıp valizimi almak için annemin odasına yöneldim. Burada kalacağım süre boyunca annemin odasında kalacaktım. Ama sadece bir gün kalabildim ve o da Kerem ile birlikte salonda uyumuş olduk.


Odaya girdiğim anda içerideki havasızlıkta bile annemi duyuyordum sanki. Engel olamadım gözlerimden akan yaşlara. Aylar olmuştu ve ben özlem duygumun ağır bastığı anlardan birindeydim. Bir daha hiç göremeyecek olduğumu bilmek gözyaşlarımın daha da artmasına neden oluyordu.


"Böyle hayal etmemiştim ama gitmem gerek annem" dedim. Boğazım düğümlenmişti sanki. Zaten açmamış olduğum valizlerimi alıp hızlıca odadan çıktım.


Kerem'in yanına geldiğimde ise "Gidelim bakalım" dedim sadece. İstemsizce Kerem'e surat astım. O ise benim surat asmamı fark ettiği halde birşey demedi ve dışarı çıktık.


Kerem yine o siyah Opel marka arabayla gelmişti. Arabaya binip sessiz bir şekilde yolumuza gitmiştik. İsteksizce eve dönmek canımı çok sıkıyordu. Umarım titreme krizleri daha da gelmezdi.


Kerem kahvaltı yapabileceğimiz güzel bir yerde arabayı durdurdu. Yeşillikle iç içe iki katlı, turuncu renkli, pencere kenarları ve kapıları kahverengi ahşaptan oluşuyordu.


"Bana kızıyorsun biliyorum ama böyle olması çok daha iyi. Güven bana güzel Güneş'im olur mu" dedi Kerem. Arabadan henüz inmemiştik. Kerem bana dönmüş benimle konuşup derdini anlatmaya çalışıyordu. İçime sinmiyordu ama anlatamıyordum da. Derin bir nefes vererek tamam anlamında kafamı salladım. Kerem'e tabiki güveniyordum ama başıma geleceklere ve olacaklara güvenemiyordum.


Eve döndüğümüzü unutmaya çalışıp buranın güzelliğine dikkat kesilmeye karar verdim. Madem eve gidiyordum, gitmeden önce enerji depolamalıydım. Beraberce arabadan indik ve el ele turuncu renkli kafeye girdik. Kafamda ne kadar eve gidiyor oluşumun olumsuz duygusu varsa da yüzüme zoraki bir gülümseme oturttum.


İçeriye girdiğimizde nostaljik bir yerde olduğumuzu düşündüm. Tavana asılmış eski bir teyp hoparlör, radyolar ve oyuncaklar ortamın havasını değiştirmiş, cam kenarındaki çiçekler ayrı bir güzelleştirmişti. Duvarda İstanbul'un eski bir fotoğrafı, kapının hemen yanında küçük bir soba duruyordu.


Cam kenarına oturup dışarının güzelliğini izlemeye başladım. Kerem ise karşımda oturmuş beni izliyordu, ama dönüp onunla konuşacak değildim. Sanırım bu ara aşırı dengesiz bir tavrım vardı. Yanımıza orta yaşlı uzunca bir adam geldi ve "Hoşgeldiniz gençler, buyurun" dedi menüyü uzatarak.

"Hoşbulduk, hiç ona bakmayalım biz, hızlıca sizden kahvaltı türü birşeyler hazırlamanızı isteyelim" dedi Kerem. Anlamıyorum neden bu acele. "Peki" dedi adam ve gitti.


"Yiğit ve Turna ile ne zaman görüşürüz" dedi Kerem. Benimle konuşmaya çalışıyordu. Yiğit ve Turna aklımdan çıkmıştı. "Ben sana haber veririm" dedim.


"Hala surat mı asacaksın" dedi. Evet, bu nasıl oldu bilmiyorum ama artık surat asan taraf bendim.


   "Ben gayet iyiyim"

  

"Belli, yola çıktığımızdan beri yüzüme bakmadın"


"Sana öyle gelmiş" dedim yüzüne dik dik bakarak. Kerem daha da birşey demedi ve derin bir nefes alarak geriye yaslandı. Bir süre süren sessizlikten sonra kahvaltı siparişlerimiz geldi. Daha fazla diyaloğa girmeden sessizce kahvaltımızı yapıp çıktık. Sanırım ilk defa hiç konuşmadan Kerem beni evimin önüne getirdi.


Evin önüne geldiğimizde Kerem arabayı durdurup bana döndü.


"Biliyorum şu an bana kızıyorsun, ama böylesi senin için daha iyi. Bu şekilde tek başına izin veremem" dedi. Aynı şeyleri tekrar etmesi beni daha da sinir ediyordu.


"İnşallah dediğin gibi olur. Görüşürüz" deyip surat asmaya devam ederek arabadan indim.


Eve doğru yürümeye başladığımda ise içeriden bağırma sesleri duyuyordum. Bu sesler tabiki de babama aitti. Fakat yine ne olmuştu da birilerine bir sebepten bağırıyordu. Seslere iyice yaklaştığımda içeride Dicle teyzemin olduğunu anladım. Kavgalarını anlamaya çalışırken bir yandan eve yaklaşınca kafamda yanan bir aydınlanma ile adeta şimşekler çaktı ve duraksadım. Ama korkunun ecele faydası yoktu ve bu durumla yüzleşmem gerekiyordu.


Korkuyla cesaret arasında karmaşık duygular içinde kapıya kadar geldim ve kapıyı çaldım. Deniz Hanım kapıyı açtı ve yüz şeklindeki ifade "Burada ne işin var" diyordu adeta.


"Merhaba Deniz Hanım" dedim bozuntuya vermeden. "Müsaadenle geçeyim" diyerek Deniz Hanım'a bakıyordum. O ise "Çok pardon, buyurun" diyerek kenara çekilip, bana yol verdi.


Usulca içeri girdiğimde babam yüksek sesle konuşmaya devam ediyordu. Geldiğimi fark etmemişti bile. Bağırmasının sebebinin ben olduğumu bildiğim için biraz tedirgin olmuştum ama yapacak birşey yoktu.


"Hoşgeldin Güneş" dedi arkamda duran Ezgi. Resmen hedef gösterircesine burada olduğumu belli etmişti. Adımı duyan babam ise bir hızla benim olduğum yöne dönüp bana bakıyordu. Gözlerinden adı gibi ateş çıkıyordu. Korkuyordum ama belli etmemem lazımdı.


"Geldin mi, küçük tatlı su yılanı"


Beğenip oy verirseniz çok sevinirim...


Loading...
0%