@brc.prlk
|
Küçükken hatırladığım akşam yemekleri biraz daha kalabalık geçerdi. Annem babam dedem babaannem halam ben ve bebek kardesim Ada. Doğumu biraz sıkıntılı olduğu için annem Ada ile her an kendi ilgilenir Deniz hanıma falan bırakmazdı bile. Masanın bir köşesinde Ada için her zaman yer vardı. Bazen de anneannem ve diğer dedem bu yemeklere dahil olurlardı. Fakat konuşmalar her kalabalık ailede olduğu gibi neşeli değil de gergin ve kasvetli geçerdi. Masadaki birçok kişinin lokmalar boğazına dizilirdi. Dedemin bir gün babama "Bunca zamandır işlerini alavere dalavere ile yürüttün. Yılan gibi sıyrılıyorsun her yarattığın kaosun içinden" dediğini hatırlıyorum. Babam ise bir babanın oğluna neden bu şekilde konuştuğunu söyleyip kavga etmişti. En son masadan kalkıp gitmişti hatta. O sırada babama çok üzülmüştüm ve dedeme kızıp "Babamı üzdüğün için bir daha seninle konuşmayacağım" demiştim. Sırf bu yüzden odama gidip ağlamıştım bile. İşte yıllar sonra şimdi ise babam zamanında duyup zoruna giden bu lafı bana kullanmıştı. Hem de iğneleyici bir şekilde. O zaman da ona hak vermiştim halbuki. Hiçbir anne veya baba kendi evladına bu şekilde kötü kelimeler kullanmamalı. Hiçbir çocuğun ruhunu öldürmeye anne ve babasının bile hakkı yok çünkü. "Sen nasıl bir kız oldun çıktın artık anlayamıyorum. Neredeydin dünden beri" diyordu kızgın bir şekilde. Teyzeme bakmıştım ne işin var burada dercesine. O da bana neden böyle yaptın diyordu adeta. Babam bir anda yanıma gelip eliyle yanaklarıma bastırıp yüzüne doğru çevirdi beni. "Başkasının arkasına sığınma anlat. Neredeydin." Gözümün içine öyle bir bakiyordu ki gözleriyle öldürüyordu beni. "Giderken nereye gittigimi söyledim zaten. Neyin sorusu bu." Zar zor bunları söyleyebilmiştim. "Orada teyzende olacaktı ama" "Yalnız kalmak istedim, şimdi de buradayım" "Bu yaptığını yazıyorum bir kenara hanımefendi" Bir süredir dip dibe yaptığımız bir konusma yoktu. Dün sabahı saymazsak tabi. Kendisine imalı bir bakış atarak salondan çıkıp odama doğru ilerledim. Ne zaman bu evden çıkıp bir süre kafamı dinlemek için kaçmak istesem ertesi gün geri dönmüş oluyordum. Her döndüğümde yeni bir kaosla. Şu anda sanırım bir uyku çekmek iyi gelecekti bana. Uyuduğum zaman unutuyorum bütün dertlerimi. Lavaboya gidip aynada kendime baktım yine. Yüzümde hala çökmüş bir görüntü vardı ve iyiden iyiye psikolojimi bozuyordu bu durum. Bolca suyla yüzümü yıkayıp kendimi toparlamaya çalıştım. Sanki üzerime yapışmış bu kiri bu su temizleyecekmiş gibi. Ve bir an önce yatağıma geçip saatlerce uyumak istiyordum. Ne aklımda, ne kalbimde babamın bana yaptığı yılan yakıştırmasını kabul edemiyordum. Evet pek iyi anlaştığımız söylenemezdi. Ama bunu söylemek gerçek bir nefret göstergesiydi bence. Yatağıma yattığımda birçok şey takıldı aklıma. *** Polonezköy'deki evin önündeydim. Bir gün içinde evime dönmüştüm, ama yine buradaydım. Kapı aralıktı, sanırım giderken kapatmayı unutmuşuz. İçeriye girdiğimde her yer dağılmıştı. Şok içinde salona ilerlediğimde aynı dağınık görüntü burada da vardı. Üstelik koltuklarda kan lekeleri bulunuyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken üst kattan sesler duydum. Hızlıca üst kata çıkmaya başladım. Evin her yeri dağılmıştı sanırım. "Kimsiniz" diye seslendim. "Güneş, buradayım" dedi Kerem. Benim kullandığım odadan sesi geliyordu. İyi ama Kerem'in burada ne işi vardı ki. Tam odanın kapısını açacaktım ki başka bir ses duydum. "Güneş, dikkat et kızım kendine" Annemin sesiydi bu. Bir hızla kafamı çevirdim ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. "Anne, neredesin. Her yer çok dağınık, iyi misin?" "Buradayım kızım, ben çok iyiyim, dikkat et kendine kızım" Daha önce fark etmediğim bir oda vardı. Kapıyı açmaya çalışmıştım, ama kapı kilitliydi. "Anne neredesin, geldim ama kapıyı açamıyorum". Ses yoktu "Güneş'im gelir misin yanıma". Kerem benim odamda ve hala bana sesleniyordu. Ne yapmam konusunda ikilemde kalmıştım. "Ne yapman gerektiğini iyice düşün kızım, dikkatli ol" "Güneş yanıma gel" diyordu Kerem hala. Sanırım kızmaya başlamıştı. "Dikkat et kendine kızım" *** Ufak bir korkuyla uyandım. Gördüğüm rüyayı anlamaya çalışıyordum. Ama yine de bu korku dolu rüyada annemin sesini duymak iyi gelmişti. Umarım yüzünü de görürdüm. Hava gece yarısını geçmiş, sabaha dönüyordu. Bu kadar uyumuş olmama hayret ediyordum. Ama bir yandan da vücudumun buna ihtiyacı olduğunu biliyordum. Pencereye yaklaşıp camı açtım ve sabaha karşı havanın ciğerlerime dolmasını sağladım. Bir zamanlar en sevdiğim şeylerden biriydi uykudan böyle uyanmak. Okul saatine de daha çok varken biraz kendimle vakit geçirmeliydim. Biraz hafif tonda müzik ile kendimi daha iyi hissettim. Birazda sabah egzersizleri ile enerjimi daha da yükselttim. Daha sonra duş alıp eksik kaldığım ders konularına çalıştım. Üniversite sınavları çok yaklaşmıştı ve eksiksiz bir şekilde girmek istiyordum o sınava. Evden çıkış saatim yaklaştıkça bende hazırlanmaya koyuldum. Gömlek ve pantolonumu giymiş, saçlarımı düzleştirmiştim. Yüzümdeki solgun görüntüyü kapatıp, dudaklarımı hafif patlattıktan sonra artık hazırdım. Odadan çıktığımda Ada'nın odasına gittim ama odası boştu. Salona doğru gittiğimde ise Ada ve Ezgi'yi oturmuş sohbet ederken buldum. Bu durum hiç hoşuma gitmiyordu, ama bir yandan da iyi de olmuştu. Bozuntuya vermeden "Günaydın" diyerek salona girdim. Ada ve Ezgi "Günaydın" deyip gülümseyerek karşılık verdiler. "Dün olanlar için babanla konuştum" diye söze girdi Ezgi. "Yaptığının normal olmadığını söyledim. Bence daha dikkatli olacaktır" diye devam etti. Sanırım Ada durumu bilmediği için üstü kapalı konuşuyordu. "Alışkınım ben, sağol yine de" dedim. "Eğer bir yardıma ihtiyacın olursa çekinmeden söyleyebilirsin. Elimden geleni yaparım." Tamam anlamında kafamı salladım. "Ben çıkayım" diyerek ayaklandım. "Birşey yemeden mi?" diye sordu Ezgi. "Kantinde birşeyler atıştırırım." diyerek salondan çıktım. Ezgi'ye alışmaya çalışıyordum ama kolay olmayacaktı tabiki. Onu bizim evde kabul etmeye çalışmam sevebilmem değildi. Alışmaya çalışıyordum o kadar. Dışarı çıktığım anda yine kafamı çevirmemle birlikte siyah Opel marka arabayı gördüm. Sanırım Kerem arabayı satın almıştı ve bana şoförlük yapacaktı. Ama hiç gerek yoktu. Arabaya doğru yürüdüğümde Kerem önce camları açtı. "Günaydın güzellik, seni almaya geldim" Kerem'e hala kızgındım ama uzatmayacaktım. Ufak bir tebessümle arabaya bindim. "Naber, nasılsın" "Bilmem, yılan olduğumu öğrendiğimden beri bir tuhaf hissediyorum." Kerem'de şaşırmıştı. "O da ne demek" "Sevgili babacığım bana bir yılan olduğumu söyledi". Kerem'den ses çıkmıyordu. "Keşke gelmeseydim, keşke getirmeseydin" "Seni buraya getirme sebebim yaşadığın şeyle alakalı." "Emin ol daha az acıtıyor" "Normal hayatında olmalısın Güneş, günlük hayatında kendi işlerine odaklanırsan unutursun diye düşünüyorum." Derin bir nefes aldım ve camı sonuna kadar açtım. Rüzgarın ciğerime işlemesi bana iyi geliyordu. Bazen kimsenin beni anlamadığını hissediyordum. İçimdeki bu kötü hisle nasıl başa çıkılırdı hiç bilmiyordum. "Sana sormadan birşey yaptım, ama kızmayacağını umuyorum. Yiğit ve Turna ile iki gün sonra ufak bir tatile çıkacağız." "Tatil mi? O da nereden çıktı" "Yiğit ile konuştuk. Onların Sakarya da bir köy evleri varmış. Orada dördümüz güzel bir haftasonu geçirelim istedik. Bence senin de havan değişir" "Evde bu son olanlardan sonra çıkabileceğimi sanmıyorum." Herhalde bir daha yakalanırsam babam piton falan derdi. "Bence biraz düşün. Ezgi yardım etmez mi bir konuşsan?" "Bilmiyorum, düşüneceğim." Okulun önüne geldiğimizde "Yiğit ile bir daha konuşursan halledeceğimi söyle, ama belki uzayabilir. Ve lütfen bir daha haberim olmadan kimseye söz verme olur mu" dedim. Bu durumdan hoşlanmadığımı anlaması lazımdı. "Tamam canım. Ben bunu senin için yaptım, birçok şeyi sadece senin için yapıyorum. Unutma olur mu." Yanağına uzunca bir öpücük kondurup gülümseyerek arabadan indim. Okulun bahçesine girdiğimde gözlerim Beren ve Müge'yi aradı. Biraz bakındıktan sonra köşedeki bir bankta oturduklarını gördüm. Kızların erkenden gelmek gibi bir huyları vardı hep. Yanlarında bizim sınıftan Uğur ve Ece'de vardı. "Naber millet" diyerek yanlarına gittim ve Beren'in yanına oturdum. "İyidir Güneş senden naber" dedi Uğur. Bir kolu Ece'nin omzundaydı. "İyi diyelim iyi olsun. Ne yaptınız bakalım birkaç gündür" diye sordum. Pek umrumda değildi ama adettendir diye sormuş bulundum. "Valla aynı kuzum. Okulun son günlerindeyiz diye bir moral gezisi düzenlenecekmiş onu konuşuyorduk." dedi Beren. "Evet, haftasonu olacakmış sanırım, Bolu tarafında bir yerlere." diye devam etti Müge. Aman ne güzel. Haftasonu programım pek bir doluydu. Öyle ki hangisine gideceğimi bilmiyordum bile. "Bakmak istersin belki" diye broşürü uzattı Ece. Broşürde güzel bir Bolu manzarası vardı ve koca bir başlıkla "Siz değerli son sınıf öğrencilerimiz için bir gece iki gün gezi fırsatı" yazıyordu. "Okulun son günleri yaklaşmış olup son sınıf öğrencilerimize güzel bir anı bırakmak adına bu geziyi düzenlemek istiyoruz. En fazla dört kişi olmak koşuluyla gelmek isteyenlerin müdüriyete başvurmaları rica o lunur" Sanırım gökte aradığım fırsatı avuçlarımın arasında tutuyordum. Beğenip oy verirseniz çok sevinirim... |
0% |