
Sevgilim mi?
Korktuğum başıma gelmişti. Kafamda en dibe itmeye çalıştığım düşünce, kulaklarımda çınlıyordu işte. Hatta kanlı canlı karşımda duruyordu. O kadarını da yapmamıştır diye düşünüp bu iğrenç düşünceyi kafamdan silmeye çalışmıştım. Ama söz konusu benim babam olunca her şey olabilirdi ve o kadarını da yapmıştı işte.
Yaşadığım şok itibarıyla adeta felç geçiriyordum. Ezgi bana sarılmıştı ama hiçbir karşılık alamamıştı. Gidip babamın yanındaki sandalyeye oturmuştu. Babamın talimatıyla Deniz Hanım Ezgi’ye servis yapmaya başlamıştı. Ben hala ne yapacağımı bilemiyordum, ayakta öylece kalakalmıştım. Ezgi ve babamın hiç bir şey olmamış gibi masada oturmalarını hayretle izliyordum.
“Gerçekten mi ya” diye ellerimi iki yana açarak döndüm babama en sonunda dayanamayıp. O da ‘Başlıyoruz’ dercesine sesli bir nefes verdi. Masaya avuç içlerini yerleştirerek destek alıp ayağa kalktı.
“Annemi hiç mi sevmedin sen? Ada annemden sonra aylardır kendine gelemedi. Okula bile başlayamadı, bir senesi çöp oldu gitti. İlk zamanlar ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Uykularında bile ağladı sürekli. Kendimi hiç katmıyorum zaten. Çünkü sen benim ne düşündüğümle, ne hissettiğimle hiç ilgilenmedin. Sormaya korkuyorum ama bu ne zamandır senin sevgilin acaba. Dün tanışıp bugün masaya oturtmayacağına göre, annemin ölüsüne ne zamandır yapıyorsun bu saygısızlığı. Bu kadar işkolik olmanın nedeni bu kadın mı?” diye çıkıştım. Ya da içimdekileri kustum diyebilirim. Ama yaşadığım hayal kırıklığının yanında bu hiçbir şeydi. Bu yapılan şeyi aklım almıyor, midem kaldırmıyordu.
“Laflarına dikkat et” diye bağırdı babam.
“Seninle gayet sevecen bir şekilde tanışmış bir hanımefendiye ‘bu kadın’ diye seslenemezsin. Onca lafın içinde tek sorun bu muydu yani. Bu kadının bana sevecen yaklaşması benim tarafımdan ne kadar inandırıcıydı ki?
Annem diyorum sana, sen hala ne diyorsun ya. Nasıl yaparsın” diye bağırdım. Kendime ve ses tonuma engel olamıyordum. Babamın kendisini savunuyor olması ise beni iyice delirtiyordu. Babam sinirden iyice kızarmış, Ezgi ise derin bir nefes vererek gözlerini kapatmıştı.
Ezgi’nin gözleri dolmuştu ama hâlâ sessizdi. Sanki bu sahnenin içinde değilmiş gibi, sanki birazdan uyanacakmış gibi donuk bir ifadeyle masaya bakıyordu. Babam ise gözlerini kaçırmadan bana dikmişti. Yüzünde ne pişmanlık ne öfke vardı, yalnızca bir tür yorgunluk, belki de kabulleniş.
Sessizlik bir süre daha sürdü. Sonra babam, sesi çatallı ama kararlı bir tonla konuştu:
“Ben de şaşkınım. Bu kadarını beklemiyordum senden. Ama Ezgi’ye duyduğum şey... öyle basit bir heves değil. Anneni kaybettikten sonra ben de üzüldüm, ister inan ister inanma. Senin görmediğin, bilmediğin bir tarafım vardı. Ezgi o boşluğu doldurmadı belki ama bana yeniden nefes almayı öğretti.”
İçimde bir şeyler kırıldı. Babamın sesi, Ezgi’nin hâlâ süren sessizliği, Deniz Hanım’ın mekanik hareketlerle servis yapmaya devam etmesi... Her şey bir tiyatro sahnesi gibiydi. Ama ben bu oyunun seyircisi değil, kurbanıydım.
Ezgi sonunda konuştu. Sesi titrek ama netti:
“Ben seni incitmek istemedim. Gerçekten. Ama bu... bu benim de kontrolümde değildi. Ama baban ile birbirimizi sevdik Güneş.”
İçimdeki öfke yerini bir boşluğa bırakıyordu. Ezgi’nin sesi, babamın açıklamaları... Hepsi birer açıklamaydı ama hiçbir şeyin telafisi yoktu. Annemin hatırasına yapılan bu saygısızlık, Ada’nın sessiz çığlıkları, benim içimdeki kırıklar...
“Ben artık burada duramam,” dedim. Sesim buz gibiydi. “Bu masa, bu ev, bu insanlar... hiçbir şey bana ait değil artık.”
Ve öylece döndüm, kapıya yöneldim. Ezgi arkamdan kalktı ama bir adım bile atmadı. Babam ise yerinden kıpırdamadı. Kapıyı açarken içimde tek bir düşünce vardı: Bu hikâyenin kahramanı ben olmalıydım ama şimdi sadece bir yan karakter gibi hissediyordum.
“Ne yapmışım acaba. Cenazenin ertesi günü gelmedi ya Ezgi buraya. Yıllarca beklememi falan mı düşündün” diyerek beni durdurdu. Pişkin pişkin bu durumu onca şey söylememe rağmen hala savunuyor olması yeterince mide bulantısı veriyordu.
O anda içimde patlayan öfke, babamın pişkin sözleriyle iyice alevlendi. Sanki yaptığını küçümsüyor, bir şey olmamış gibi geçiştiriyordu. Ama benim için, Ada için, her şey parçalanıyordu.
Ezgi çatalını usulca bıraktı, derin bir nefes alarak yüzüme baktı. “Güneş, biliyorum bu kolay değil—”
“Elbette kolay değil,” dedim, sesimde titreyen öfkeyi bastırmaya çalışarak. “Ama senin hiçbir şey bilmemen daha da sinir bozucu.”
Babam sandalyesine oturdu ve iyice yaslandı. Bize sert bakıyordu, ama belli ki bir tartışma başlatmak istemiyordu. Ezgi masadaki çay bardağını tutarak biraz daha sakin bir ifadeyle devam etti.
"Senin için kötü bir zamanlama gibi görünebilir. Ama baban da mutlu olmayı hak ediyor, değil mi?"
Gözlerimi ona diktim. "Mutluluk?" diye fısıldadım. "Mutluluk mu? Sen gerçekten buraya gelip annemin ölümü hâlâ tazeyken bunu mu söylüyorsun?"
Babam ağır bir şekilde masaya elini koydu. “Yeter. Annene saygısızlık etmiyorum. Hayat devam ediyor, Güneş.”
İçimde en ufak bir duygu kırıntısı dahi kalmamış un ufak olmuştu. Hayat devam ediyordu, evet. Ama annemin yokluğu bizim için bir kara delik gibiydi. Ada hâlâ geceleri uykusunda ağlıyordu. Ben derslerime gömülerek kaçmaya çalışıyordum. Ve babam?
O hayatına bir başkasını alarak "devam ediyordu."
Kelimeler dudaklarımda takıldı. Ama hissettiklerim her şeyden daha gürdü. Sanırım çıldıracağım. Kabus gibi bir gün resmen. Sakinleşmeye çalışmak adına derin bir nefes alıp verdim. Fakat vücudumun titremesine engel olamıyordum.
“Babam cevap vermedi ama belki siz söylersiniz? Ne zamandır var bu birliktelik?” Ezgi’nin gözlerinin içine dik dik bakıyordum. Ama Ezgi bana cevap vermek yerine babama bakıp duruyordu. Ne yapacağını, ne cevap vereceğini bilemez halde sevgilisine bakıyordu ama malum sevgilisi pek oralı değildi.
“Bir şey sordum cevap versene” diye çıkıştım en sonunda dayanamayarak. O sinirle elimi masaya vurarak ufak bir gürültü de koparmıştım. Babamın ise gözü dönmeye başlamıştı. Ama zerre umurumda değildi.
“Sana saygısızlık yapmaman gerektiğini daha nasıl anlatayım” diye bağırdı babam. Ezgi’ye bağırmam sanırım onu daha çok kızdırmıştı.
“Bir cevap istiyorum çok mu zor. Madem o söylemiyor sen söyle Ateş Bey” diye bağırdım. Ses tonumu indirmem artık mümkün değildi. Babama birkaç adım yaklaşmıştım. Her kavgamızda ona baba demezdim ve bu kendimce onu cezalandırma şeklimdi. Ama onun ne kadar umurundaydı bilmiyordum.
“Çok mu merak ediyorsun, hemen merakını gidereyim. Ezgi ile iki yıldır birlikteyiz. Mutlu oldun mu, merakını giderebildim mi?” diye gözümün içine baka baka söyledi. Bir insan nasıl bu kadar iğrenç bir şekilde davranıp nasıl olur da bunu normalleştirebilirdi ki?
İki yıl mı?
Kamera şakası falan değil mi bu? Birileri evin bir yerlerinden çıkıp “Senin sabrını sınadık, böyle iğrençlik olur mu hiç” diye güleceklerdi bana.
“İki yıl mı, yanlış anladım değil mi ben” dedim şaşkınlıkla.
“Gayet doğru duydun” diye bağırmaya devam etti babam. Gözleri öyle büyümüştü ki, sanki öfkesi gözlerinden çıkacaktı.
Birden başlayan kahkahalarımı durduramıyordum. Evin her yerinden duyuluyordu sesler eminim ki. Sanırım gülerken ölüp tarihe geçecektim. Ama biraz sonra kahkahalarım yerini gözyaşlarına bıraktı. Bugün delirmezsem daha da delirmezdim kesin diye düşünmüştüm. Ellerimi dizlerime koyup kendi kendime destek verdim. Ezgi hafifçe yerinden kalkarken, babamda her zamanki gibi tepkisizlik vardı.
“Yani annem hayattaydı öyle mi? Hasta haliyle canıyla uğraşırken sen o sırada çapkınlık mı yapıyordun, annemi aldattın mı yani? Kendine nasıl yakıştırdın sen bu iğrençliği. Bravo Ateş Algün. Tam da senlik bir hareket aslında. Bu kadar ilgisizliğin, sevgisizliğin tabi ki de böyle bir sebebi olurdu. Benim şaşırmam hataydı, annemin kemikleri sızlıyordur mezarında. Sana yazıklar olsun” deyip masayı terk ediyordum ki Ezgi denilen kadına da iki çift laf etmeden gitmeyeceğime karar verdim. Geri dönüp Ezgi’nin tam -masanın- karşısında durdum.
“Sen kendine ikinci kadın olmayı nasıl yedirdin merak ettim doğrusu. Valla miden iyi kaldırmış metres olmayı, koca iki yıl. İkinizde iğrençsiniz, kendi pisliğinizde boğulun. Ve seninle de tanıştığıma hiç memnun olmadım” deyip arkamı dönüp gidiyordum.
“Laflarına dikkat edeceksin Güneş. Bu son uyarım, bir daha söylemeyeceğim” diye bağırdı babam. Hala bitmemiş öfkesini benden çıkarmaya devam edecekti belli ki. Ama şu an bende onun kadar öfkeliydim.
“Sen bu saatten sonra bana hiçbir şey yapamazsın” diye aynı yüksek tonda karşılık verdim. O kadar sinirliydim ki aklıma gelen her şeyi söylemek istiyordum. Bu kadının saçına yapışmak istiyordum.
“Özür dileyeceksin hemen” dedi babam. Sanırım kafayı yemiş. İçimden geçenlerin onda birini bile söylememişken bir de bu kadından özür mü dileyecektim.
“Asla özür dilemem. Şu evi başınıza yıkmak istiyorken ne özür dilemesinden bahsediyorsun. Hayatımın içine ettiğiniz için bence benden özür dilemesi gerekenler sizsiniz. Ayrıca söylediklerimde haklıyken neden özür dileyeceğim ki” diye haykırdım.
“Seni saygısız” diye yanıma doğru gelerek elini kaldırdı havaya.
“Ateş yapma sakın” diyerek babamın eli suratıma inmeden onu durdurdu. Babamın eli havada asılı kaldı sanki. Koyu kahverengi gözlerinden alev çıkıyordu resmen.
“Onun açısından bakınca evet, kötü görünüyor. Bende onun yerinde olsam sinirlenirdim. Hatta dediği gibi bu evi başına yıkardım, söylemekle kalmazdı” Babam elini indirmiş, Ezgi’ye anlamsız bir şekilde bakıyordu. Sonra bakışları bana çevrildi ve göz göze geldik.
“Ama Güneş aşkın önüne geçemezsin. Benim için kolay mı sandın. Olmadı, olamazdı. Fakat dediğim gibi aşkın önüne geçemedik. Böyle hissettiğin için çok üzgünüm, ama babanı seviyorum, birbirimizi seviyoruz. Umarım bir gün anlarsın bizi.” Kendince günah mı çıkarıyordu?
“Peki, size mutluluklar, fakat ben bir şey anlayabileceğimi sanmıyorum. Bu kepazeliğin içinde hiç bir şey yokmuş gibi davranmak benim için imkansız” diyerek hızlı adımlarla odama çıktım.
Ağlaya ağlaya dolaptan birkaç parça kıyafet çıkarıp küçük bir çantaya koydum. Bu evde daha fazla kalmam mümkün değildi. Babam bu kadını eve tanıştırmaya getirdiyse yakın zamanda eve de yerleştirirdi. O yüzden -benden uzakta- mutlu evciliklerini oynayabilirler.
Bir süre umarım kızlardan birinde kalabilirdim. Beren ve Müge. İyi anlaştığım, güzel zaman geçirdiğim dostlarım. Sanırım Beren’in yanına gitmek en iyisi. Bu konuda konuşup artık ne yapmam gerektiği konusunda akıl birliği yapabilirim.
Tabi bir de Ada faktörü var. Ona bu durumu hissettirmemeliydim. Neyin içine düştüm ben böyle. Kendimi toparlayıp kardeşimi doktora götürmem gerekiyordu. Odamdan çıkıp Ada’nın odasına yöneldim. Kapıyı açtığımda Ada yatağın köşesinde oturmuş bekliyordu.
“Hazır mısın civciv” diye sordum düz bir tonda. Evet anlamında kafasını salladı Ada. Bende elinden tutup bir an önce evden çıkıp kaçarcasına gittik. Onları daha fazla görmeye tahammülüm yoktu. Evin önünden geçen ilk boş taksiye bindik. Taksiciye pedagogun adresini söyledim ve kırk dakika sonra adrese geldik. Üç katlı sevimli bir yerdi burası. Bahçede çocukların eğlenmesi için salıncak, kaydırak ve birçok oyuncak vardı. Duvarlarda ise çizgi film karakterlerinin çizilmiş resimleri vardı.
Birçok renkle boyanmış merdivenlerden çıkıp girişteki görevliye Ada’nın kimliğini uzattım.
“Gamze Hanım’la randevumuz vardı.”
“Bir üst kata çıkın, sağdaki ilk oda. Şu an bir hastayla ilgileniyor. Sonra size bakacaktır” dedi görevli gerekli kontrolleri sağladıktan sonra.
“Peki teşekkürler” deyip Ada’nın elinden tutup bir üst kata çıktık. Bu merdivenlerde diğerleri gibi renk renkti.
Bir üst kata çıkıp sağdaki odanın önüne geldik. Fakat içeride başka hasta olduğu için kapı önündeki sandalyelere oturduk. Yaklaşık beş dakika sonra içeriden beş yaşlarında bir çocuk ve anne babası olduğunu düşündüğüm iki kişi çıktı.
“Haftaya bekliyorum” dedi Gamze Hanım anne ve babaya. Gamze Hanım sarışın, yeşil gözlü çok güzel bir kadındı.
“Oyunumuz yarım kaldı Toprak’cığım. Haftaya devam edeceğiz, anlaştık mı?” dedi Gamze Hanım adının Toprak olduğunu öğrendiğim çocuğun elini sıkarak. Onunla aynı boy hizasına eğilmesi çocuğun hoşuna gitmişti ve gülümsüyordu. Daha önce de gördüğüm kadarıyla Gamze Hanım’ın yanından mutsuz ayrılan bir çocuk yoktu. Çocukları gerçekten çok seviyordu ve işini layığıyla yerine getiriyordu.
“Aa Güneş Hanım, hoş geldiniz” dedi Gamze Hanım. Daha sonra da aynı şekilde Ada’nın boy hizasına eğilip onunla konuştu.
“Hoş geldin prenses, nasılsın bakalım” dedi neşeli bir ses tonuyla.
“İyiyim Gamze abla, sen nasılsın” dedi Ada. Biraz önce ağzını bıçak açmayan kız gitti, yerine oyun oynamaya gelmiş mutlu bir çocuk geldi.
“Seni gördüm ya, bende çok iyiyim. Hadi içeri geçelim, hikayemiz yarım kalmıştı en son” diyerek Ada’nın elini tuttu ve odaya doğru gitmeye başladılar.
“Gamze Hanım bir dakika” diyerek onları durdurdum.
“Benim çok önemli bir işim var da, Ada bir süre sizinle kalabilir mi” dedim mahcubiyetle.
“Tabi ki. Sizden sonra biraz boş vaktim var. O sırada Ada ile biraz daha hikaye okuruz” dedi.
“Çok teşekkür ederim” dedim ve Ada’ya dönüp “Çok bekletmem tamam mı civciv, Gamze ablayı üzmek yok” dedim. Ada tamam dercesine kafasını salladı ve Gamze ablasının elini tutup odaya girdi. Hızlıca kapının önüne indim ve kapının önündeki taksiciye kabristanın adresini verdim. Telefonu cebimden çıkardım. Atmam gereken iki mesaj vardı.
İlk önce Beren’in sayfasını açtım.
“Günaydın kuzucuğum, akşam sorun olmazsa size gelebilir miyim?” diye yazıp gönderdim.
“Ne sorunu gel tabi canım. Peki sen iyi misin, her şey yolunda mı?” diye yazdı Beren.
“Gelince konuşuruz.”
Daha sonra Kerem’in sayfasına girip ona mesaj attım.
“Annemin mezarına gidiyorum, sende gelir misin”
“Tamam, hemen yola çıkıyorum” diye cevap geldi.
Telefonu kapattım ve bir süre camdan bakarak yolu izledim. Bugün yaşadıklarım gözümün önünden gitmiyordu. Sesler hala kulağımdaydı. Bugün hiç tanımadığım biriyle tanışmak zorunda kalmıştım. Ve o insan biz bilmeden hayatımızı iki yıldır mahvediyormuş. Ve benim sevgili babacığım hayatımı mahveden bir diğer isim. Ben onların yaptıklarını yüzüne söyleyince saygısız olan taraf olmuş oldum. Hatta bir tokat yememe ise ramak kalmıştı. Gerçi ben bunca şeyin üzerine ben o tokadı yemiş saydım. Hem suçlu hem güçlü olmak böyle bir şey miydi?
Mezarlığın oraya gelip arabadan indiğimde kalbimde ufak bir çarpıntı oluştu. Sanki olan biten her şeyden annemin haberi vardı ve sanki hayattaymış ta ben de ona ne diyeceğim diye düşündüm.
Yaklaşık yirmi metre ilerideki annemin mezarına geldim. Turuncu kalonşo çiçekleri mezarın her yerini kaplamıştı. Ne çok severdi annem bu çiçekleri. İstemsizce yüzümde bir gülümseme belirdi.
“Annem ben geldim” dedim. Gülümserken sesimin değişmesini ve gözlerimin dolmasını bastıramıyordum.
“Bugünü bir kenara yazdım annem. Bugün sürprizlerle dolu çok acayip bir gün. Bugünü ne unuturum, ne de unuttururum” dedim hırsla.
“Ada artık daha iyi. Şu anda Gamze Hanım’ın yanında. Onunla vakit geçirirken çok mutlu oluyor. Gamze Hanım’ın başka bir çocuğa da ilgisini gördüm de, çocuklara gerçekten çok iyi geliyor”
Bugünü silmeye çalışıyordum kafamdan.
“Babam da” dedim ve bir es vermem gerekti. Peki bu cümleye nasıl devam etmeliydim. Babam da bugün beni metresiyle mi tanıştırdı demeliydim.
“Klasik Ateş Algün işte” diyebildim. Annemin mezarına bile yapamazdım bunu.
“Ben de… Daha iyiyim artık, yokluğuna alışmak zoruma gidiyor. Ama kabullendim” dedim. Durmam lazımdı ama gözyaşlarıma engel olamıyordum. Elim mezar taşının her yerini geziyordu.
Mezar taşının soğuk yüzeyinde parmaklarım gezinirken, kalbimdeki ağırlık daha da belirginleşti. Bir tarafta hüzün, diğer tarafta öfke… Ama burada, annemin yanında, sadece ben vardım. Sadece ben ve onun sessiz varlığı.
Ayak sesleri duyuldu. Hafif, dikkatli adımlar… Kerem’di. Yanıma geldiğinde ses çıkarmadı, sadece sessizce durup mezara baktı. O da anlamıştı, bugün konuşmak zorunda olduğumuz bir gündü.
“Senin yüzünden gözlerim şişecek yine,” diye mırıldandım, elimle gözyaşlarımı silerek.
Kerem hafifçe gülümsedi, ama bir şey söylemedi. Yanıma oturup çantasından bir şişe su çıkardı, uzattı. “Şişmiş gözler için birebir,” dedi hafif bir sesle.
Su şişesini aldım, küçük bir yudum içtim, sonra tekrar mezara baktım. “Biliyor musun, bugün yeni bir yüzle tanıştım. Ezgi."
Kerem kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Kimmiş Ezgi?"
Bir an sessiz kaldım. Söylemek ne kadar kolaydı? Babamın sevgilisi. Hayatımıza girmeye çalışan bir yabancı. Annemin ardından gelen, ama asla annemin yerini alamayacak biri.
“Babamın sevgilisi," dedim sonunda, kelimelerin ağırlığını hissederek.
Kerem anında sessizleşti. Yanıma daha dikkatlice yerleşti, dizlerini yukarı çekti. Birkaç saniye düşündükten sonra, sessizce bir taş alıp avuçlarında çevirdi.
"Hadi be," dedi hafif bir nefes vererek. "Zor bir gün seçmiş baban."
Buna gülebilir miydim? Hayır. Ama Kerem’in sesi biraz olsun beni gerçek dünyaya döndürdü. Hislerimi adlandırıyordu, bir anlam veriyordu.
“Anneme anlatıyorum," dedim ona bakmadan. "Sanki gerçekten dinliyormuş gibi. Sanki anlamıyormuş gibi. Ama benim anlamam yetiyor."
Kerem başını salladı. "Ve sonra, biz yaşamaya devam ediyoruz, değil mi?"
Bu kelimeler içime oturdu. Yaşamaya devam etmek… Evet, dünya dönerken, biz yolumuza devam etmek zorundaydık.
Ama bugün, sadece biraz durabilirdim.
Kerem elini mezar taşına koydu, başını eğdi. "Merhaba teyze," diye fısıldadı. "Sana Güneş’i koruyacağıma söz versem, kabul eder misin?"
Bu sefer gözyaşlarımı tutamadım. Ama artık yalnız değildim. Benim ise yapmak istediğim tek şey sarılmaktı. Boynuna sımsıkı sarıldım. Sonrası karanlık.
Beğenip yorum yapmayı unutmayın...
Soranlar için ınstagram: brc_prlk
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |