@brc.prlk
|
"Güneş, iyi misin"
"Güneş, canım beni duyuyor musun?"
"Elindekini nasıl tutmuşsa bırakmıyor, kaskatı kesildi."
Tüm vücuduma sanki felç inmiş gibi hissediyordum. Okuduklarımın bir yalandan ibaret olmasını her şeyden çok isterdim. Ama tam aksine hayatımın kendisi bir yalanmış. Vücudum okuduklarımı kabul etmiyordu. Elimde yazılanları sımsıkı tutmuş, bırakmıyordum. Yatağın kenarına oturmuş, elimdeki mektuba bakarak sadece gözyaşı döküyordum. Bu bir mektuptan ziyade bombaydı sanki. Annem kucağıma bombayı bırakıp gitmişti.
"Kendine gel, bu ne hal böyle ne oluyor sana? Bu ne şımarıklık." diyerek sinirli gözlerle bana bakıyordu babam. Hayatını düzgün şekillendiremeyip hayatındaki kadınları, beni ve belki daha başka kişileri mutsuzluğa sürüklemiş aynı babam, şimdi bana şımarıklıktan bahsediyordu. Bir anda kendime geldim ve ayağa kalktım.
"Benim gitmem gerekiyor, kimse gelmesin yanımda." diyerek elindeki mektupla kapıda duran babama doğru dik dik bakarak ilerledim. Kalbimde oluşan sızı canımı yakmıştı ve ne yapacağımı tam kestiremeden kendimi dışarı attım. Derin nefes alıp bir elim kalbimde yürüyerek sahile kadar gittim. Göğsüme saplanmış bıçak hissi canımı yakmaya devam ediyordu.
Tabiki mezarlığa gelmiştim, bu yazdıklarını anneme soracaktım. Evet, ölmüş birisinden hesap sormaya gelmiştim. Çaresizce yürüyüp mezarın önüne geldiğimde, kendimi istemsizce dizlerimin üzerine bıraktım. 'Neden' diyerek ağlıyordum sadece. "Neden bunları bana daha önce anlatmadın." Gözyaşlarımı durduramıyordum.
"Hayatım koca bir yalanmış ve sen bunu benden saklayıp yüzüme bile söylemedin. Bu ailede senin annem olduğunu bildiğim için kendimi biraz olsun iyi hissediyordum. Senin gibi bir annem olduğu için mutluydum ben, zaten onun bir babalığını da görmedim. Ama sen şimdi o mutluluğu da aldın elimden." Durmayan gözyaşlarımdan dolayı derin bir nefes alma ihtiyacı hissetmiştim. Anne bile diyemiyordum.
"Ben ne yapacağım şimdi peki. Sen bile bunca şeye dayanamayıp gitmişken, ben nasıl baş edeceğim bu kadar yalan dolanla." Dizlerimin üzerine çöküp mezar taşında elimi gezdirdim.
"Bu çok ağır.. Ben dayanamıyorum, kalbim sancıyor. Seni anlayacağımı söylemiştin ya hani, maalesef seni çok iyi anlıyorum. Ama bu kadar da teslim olmamalıydın, olanı biteni kabul etmemeliydin. Bu kadarı çok fazla." Sevdası uğruna kendini bu kadar ezdirmesini kabullenemiyordum.
"En çok sana annem demeyi severdim ben. Şimdi ise olana bak. Şu an düşününce daha iyi anlıyorum. Babam beni senin kızın zannedip bu kadar öfke duyarken, aslında en büyük aşkının ona emanetiymişim. Duysa ne olurdu acaba, sever miydi beni?" Gözyaşlarım daha çok şiddetlenmişti.
"O kadar alışkınım ki bu hallerine, beni sevme ihtimalini bile düşünmek istemiyorum. Sırf o kadın beni doğurmuş diye beni sevmesini istemiyorum. Umrunda değilim ben onun, şimdi bana hiç birşey olmamış gibi davranmasın. Anlatmayacağım hiç birşey." Zaten hayatında başkası varken kızlarını iyice unuttu kendisi.
"Keşke doğru insanları sevebiliyor olsa herkes. Hayat daha kolay olurdu o zaman. En çok neyi merak ediyorum biliyor musun? O pusette beni görünce, yani beni doğuran kadın beni sana getirince ne hissettin. Babamdan ayrılmak istedin mi acaba? Yoksa beni sana emanet ettiler diye mi hayatına devam ettin? Peki ya teyzem? O neden bana bunca zaman hiç birşey anlatmadı?" Onunla da bir ara konuşmam gerekiyordu. Belli ki sır saklamak konusunda ustalaşmıştı. Beraber yıllarca Mert'i tanımıyor gibi yaptık. Meğer bende Mert'in yaşadıklarını yaşamışım benzer olarak.
"Bir insanı çok sevip, onun kötü davranmalarına, yok saymasına, aldatmasına neden bekledin ki bu kadar yıl? Neden gitmedin hayatından? Bu kadar üzüntüyle hasta olursun tabi." Artık gerçekten saçmalıyor, anneme kızıyordum. Ama kendim için değil, bunca kötü şeye razı olup, hastalanıp, bizi yalnız bıraktığı için.
"Sen Ezgi'yi de öğrenmişsin. Kafayı yiyecem, neden, nasıl susarsın bu olanlara. Keşke anlatsaydın bana. Daha farklı olabilirdi bazı şeyler. Aile kavramına önem verdiğini biliyorum, ama bizim kaldığımız o evde aile kavramı yoktu. O bizi aileden saymadı hiç ve sen bunu kabul etmedin." Gözyaşlarım durmuş yerini nefes darlığına bırakmıştı.
"Şimdi gidiyorum, ama şunu bil seni anlamakla beraber sana çok öfkeliyim. Anlıyorum, ama hak vermiyorum kesinlikle. Geleceğim yine, belli ki daha çok geleceğim. Şimdi yapmam gereken birşey var, yine görüşürüz." diyerek oradan ayrıldım. Ayaklarımı ve dizlerimi hissetmeden yürüyordum.
Taksiyle orada olup olmadığını bilmeden Niyazi Kunt'un ofisine gittim. Babamla Esra'nın hakkında tam olarak ne biliyor öğrenmem gerekiyordu. Belki de Esra'nın kızı olduğumu söylersem, bana bildiklerini anlatırdı. Babama güvenmektense bir yabancıya güvenmeyi tercih etmiştim. Denize düşen yılana sarılır misali. Babamdan daha çok güveneceğimi hissediyordum. Ofisinden içeri girdiğimde hafif bir heyecanla sekretere yaklaştım.
"Merhaba, Niyazi Bey burada mı? Mümkünse görmem gerekiyor kendisini." Sekreter halime acır halde bakıyordu.
"Yaklaşık iki saattir bir toplantıda kendisi. Ne zaman biter bilmiyorum, üzgünüm net birşey söyleyemem." Normalde göndermesi gerekirken şu anda belirsiz konuşmuştu.
"Ben beklerim önemli değil, illaki bitecek bu toplantı."
Beklemek zorundaydım da zaten. Çünkü bu geçmişle alakalı aşk üçgeninin ucu hep bana dokunmaya başlamıştı. Bir süre oturup, bir süre de ayakta gezinerek yarım saat beklemenin sonunda Niyazi Bey ve yanında üç kişi daha toplantıdan çıktılar. Tabiki bende hemen Niyazi Bey'in karşısına dikildim.
"Biliyorum uzun bir toplantıdan çıktınız. Ama gerçekten çok önemli olmasa gelmezdim. Rica etsem konuşabilir miyiz?"
Niyazi Bey'in yüzünde gizleyemediği öfkeyi görüyordum. Fakat yapacak birşey yoktu.
"Beyler, tekrardan görüşeceğiz. Şimdilik hoşçakalın." diyerek yanındaki kişileri gönderdi. Daha sonra bezmiş bir ifadeyle yanıma geldi.
"Buraya devamlı önemli bir konu diyerek konuşmaya gelemezsin." diyerek bana kızdı.
"Özür dilerim, ama konuşalım lütfen. Umuyorum ki bir daha gelmeyeceğim." Necati Bey derin bir nefes vererek odasına doğru yürüyünce arkasından takip ettim. Mektupla ilgili birşeyler anlatmalı mıydım, bu konuda ikilemde kalmıştım.
"Evet Güneş, seni dinliyorum neymiş bu kadar önemli olan konu." diyerek yerine oturdu.
"Konu babam ve Esra Hanım. Hatırlarsanız ayrılıklarının sebebinin ben olduğumu söylemiştiniz. Bazı anlatamayacağım şeyler oldu ve ben pek iyi hissetmiyorum. Bu konuyla ilgili bildiklerinizi anlatır mısınız?"
"Belli ki babanla konuşmuşsun?"
"Nereden anladınız?" diye sordum şaşkınlıkla. Beni bu kadar kolay okuyabilmiş olmasından hoşlanmamıştım.
"Sana bir önceki gelmende kardeşimin adını vermemiştim. Geçmişte olanların belli ki bir kısmını öğrenmişsin. Şimdi ise babanın anlattıklarını doğrulamak için buraya geldin." Anlamıştı ama eksikti tabiki.
"Evet, geçmişte neler oldu sizden de duymak istiyorum. Anlatır mısınız?" dedim bozuntuya vermeden.
"Babana sende güvenmiyorsun galiba. Sende haklısın. Ateş hiç bir zaman güvenilemeyecek bir adam. Sana ne anlattı bilmiyorum ama madem buraya ikinci defa geldin bende bildiklerimi anlatayım. Esra ile baban seviyordu birbirlerini, babanla zamanında iki iyi arkadaştık. Eşim Neslihan ile o zamanlar nişanlıydık. Dörtlü bir şekilde geziyor eğleniyorduk. Derken aylar sonra baban bizden yavaş yavaş sıyrılmaya başladı. Bir yerlerde buluşmak için konuşurduk. Ama baban bizi ekmeye başlamıştı. Sonra bir duyduk ki baban evlenmiş annenle. Hayatımızın şokunu yaşadık, Esra mahvoldu. En son intihar bile etmek istedi, ama sonra vazgeçti." Babamın evlendiğini Esra'ya anlatmamasına öfkelenmiştim. Ne olursa olsun anlatmalıydı.
"Vazgeçti derken siz kurtardınız herhalde."
"Kısmen, evet ilk başta ben engelledim. Ama daha sonra hastaneye gidince hamile olduğunu öğrendik. Öyle bir ikilemde kalmıştık ki, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Baban hiç bir zaman öğrenmedi bu durumu. Zaten istese de öğrenemez artık."
"Ben zaten söylemem, merak etmeyin. Ama neden öyle söylediniz."
"Esra ve bebeğini doğum sırasında kaybettik."
Beğenip oy verirseniz sevinirim...
|
0% |