@brc.prlk
|
Nasıl olur da Esra doğum sırasında çocukla birlikte ölürdü? Neden şu an Niyazi Bey bana yalan söylemişti ki? Peki şu an ne yapmalıydım?
"Üzüldüm sizin adınıza. Sanırım bu da sizin sabrınızın son noktası olmuştur."
"Babana onun yüzünden yaşadıklarımızın bir bedeli olacağını söyledim. Görüyorum ki benim birşey yapmama gerek kalmadan başınızı belaya sokmuş. Böyle bir baban olduğu için üzgünüm Güneş."
"Bende" dedim sessizce. Maalesef insan annesini ve babasını seçemiyordu. Daha doğrusu insan içine doğacağı hayatı seçemiyordu.
"Teşekkür ederim, rahatsızlık verdim size, kusura bakmayın tekrar. Ben gideyim şimdi." diyerek ayaklandım. Kapıyı açıp çıkmak üzereyken Necati Bey'in sesiyle duraksadım.
"Güneş, babana rağmen seni takdir ediyorum. Belli ki kafan çok karışık. Konu ne bilmiyorum ama konuşman gereken kişi babanın ta kendisidir. Sorunu yaratan bazen çözümü de sunabiliyor." Tamam anlamında kafamı salladım ve odadan çıktım.
Kafamın iyice karıştığı doğruydu, ama sorularımın cevabını babamda bulamazdım. İlk defa bir şeyden haberi yoktu. Bu olayı bilen sayılı kişi vardı. Annem ölmüştü, Esra hayatta mı yoksa gerçekten ölmüş müydü bilmiyordum. Sorabileceğim tek kişi vardı: teyzem. Kendimi mümkün olduğunca sakinleştirerek teyzeme gitmek için taksiye bindim. O anların şahidi bir tek o vardı hayatta. Umarım yalansız bir şekilde olanı biteni anlatırdı. O kadar tuhaf ki birlikte yıllarca Mert'i tanımıyor gibi yaptığımız teyzem, benden de kim olduğumu saklamıştı bu zamana kadar.
Teyzemin oturduğu apartmanın önüne geldiğimde biraz daha sakinleşmiş, salim bir kafayla konuşmaya kendimi hazırlamıştım. Ters birşey söylersem, belki de hiç birşey anlatmazdı. Kapının ziline basıp üzerime çeki düzen verdim. Teyzemin beni görüp kapıyı açması birkaç dakikayı aldı.
"Güneş'ciğim, geleceğini haber verseydin keşke. Solgun görünüyorsun, nasılsın." dedi teyzem merakla.
"İyiyim teyze, ben seninle konuşmaya geldim."
"Tamam, gel içeride konuşalım." Salona geçtiğimizde direkt olarak teyzemin eline mektubu tutuşturdum. Şaşkınlıkla yüzüme bakıp daha sonra mektubu okumaya başladı. Okudukça yüzüne yerleşen donuk ifadeden, şaşkınlığını ve çaresizliğini görebiliyordum. Ama bu konuşma bugün yapılacaktı. Teyzemin mektuptan başını kaldırmaması vakit kazandığını düşünmemi sağlamıştı.
"Artık birşey söylemen gerekiyor bana teyze." dedim dayanamayarak.
"Öğrenmeyecektin.. Öğrenmemeliydin.." dedi teyzem. Onu duyan kişi bendim fakat sanki elindeki mektupta anneme kızıyordu.
"Ama artık biliyorum. Bunu bana senden başka kimse anlatamaz." Gözlerine yalvarırcasına bakıyordum.
"Annenle sana bunu anlatmayacağımız konusunda zamanında birbirimize söz vermiş olsakta, içten içe biliyordum bugünün geleceğini. Neyi, nasıl anlatayım bilemedim." diyerek tereddütle bir of çekti.
"Başta seni kendi ölen çocuğunun yerine koymasını istemedim ben. Babasına götürmesini ve ondan ayrılmasını istedim. Doğacak çocuğa bizim zaten bakabileceğimizi anlatmaya çalıştım ona. Ama o bunu istemedi, ne yapacağımıza karar veririz diye düşündü. Israr ettim, kabul etmemekte direndim. O zamanda çocuğunu alıp gideceğini ve bir daha görüşemeyeceğimizi söyledi. Biz ne yapacağımızı düşünürken birkaç gün içinde doğuma girdi ve ölü bir doğum yaptı. Dilşah'ın senin gelmenle dağılan psikolojisi bebeğin ölümüyle iyice bitti. O sırada karar vermek zorundaydık ve seni ölen bebeğin yerine koymaya karar verdik. Bu düşünce Dilşah'ı da moral olarak yükseltti, seni ölen bebeğinin yerine koydu. Daha sonra hastaneye gidip yalvararak bir şekilde Dilşah'ın ölü doğum değil de, seni doğurmuş gibi kayıtlara geçmesini sağladık. Birkaç gün daha orada seninle vakit geçirmek istedi. Daha sonra evinize gidip bu hayata başlamış oldun. O adamın yıllar öncesinde yüzüne tükürmem gerekirdi, ama Dilşah elimi kolumu bağlamıştı işte. Bende sadece kardeşim, senin ve Ada için o adamı arada sırada görmeye katlandım işte. Bu hikayenin en masumu sendin, ama bazı şeyler sen istemesen de senin varlığınla başlamış oldu." Teyzem koltuğa oturup geriye yaslanmış, boş boş tavana bakıyordu.
"Anladım. Ben gideyim." deyip kalktım oturduğum yerden. Kapıdan çıkacakken
"Güneş, ben seni Ada ile aynı gördüm hep, hala da öyle. Unutma olur mu?" dedi. Kafamı sallayıp hızlıca evden çıktım.
"Bu hikayenin en masumu sendin ama bazı şeyler sen istemesen de senin varlığınla başlamış oldu" demişti teyzem bana. Herşeyin özeti gibiydi bu cümle. Benim bu dünyaya gelmem bazı hayatları birbirine katmıştı. Ama onların hayatına gelmeyi ben seçmemiştim.
Eve geldiğimde ise babamla konuşmak için, çalışma odasında olduğu bir zamanda yanına gittim. Kapıyı vurup içeri girdiğimde babamı yoğun bir şekilde çalışırken buldum. Bu tarz çalışmalarının bölünmesini sevmezdi. Ama bu durum önemli bir durumdu.
"Bir konu var da konuşmamız gereken. Müsaade var mı?"
"İşim bu kadar yoğunken bu odaya girmemen gerektiğini biliyorsun" dedi ters bir ifadeyle. Taktığı gözlüklerin üstünden kızdığını belli eden bir şekilde bakıyordu.
"Biliyorum evet, benim için önemli olmasa gelmezdim." Babam bezmiş bir şekilde nefes vererek elindeki dosyayı bırakıp gözlükleri çıkardı.
"Anlat bakalım, yine ne oldu?"
"Benim adımı sen koymuşsun, neden Güneş?" diye sordum direkt olarak.
"Bu nasıl bir soru" dedi babam şaşkın bir ifadeyle.
"Adımın Güneş olmasının bir nedeni var mı?" diye sordum tekrardan.
"Var" dedi sadece. "Ama bunu sana kim söyledi?" diye sordu.
"Teyzemle konuştuk, adımı senin koyduğunu ve bir sebebi olduğunu söyledi." dedim. Aslında böyle birşey olmamıştı, ama mektuptan bahsetmeye niyetim yoktu.
"Tabi ya, o Dicle çok olmaya başladı." diye söylendi benim soruma cevap vermek yerine.
"Soruma cevap verir misin?" dedim konuşmasını keserek.
"Babam benim adımı koymuş zamanında, bende senin adını koymak istedim bu kadar." diyerek kestirip attı.
"Peki" diyerek odadan çıktım. Biliyordum ki bir sebebi mutlaka vardı ve ben bunu bir şekilde öğrenecektim. Odadan çıktığımda Ada'nın ağlama sesleri geliyordu salondan. Koşarak salona gittim ve Ada'nın koltukta oturup kafasını tuttuğunu gördüm. Yanında kimsenin olmamasına da hayret etmiştim.
"Güzelim korkma, sakin ol ne oldu sana böyle." diyerek kafasına bakmaya çalıştım. Kafasında kızarıklık ve biraz şişlik vardı.
"Çok acıyor abla, çok acıyor" diyerek ağlıyordu Ada.
"Nasıl oldu bu, düştün mü?"
"Benimle çarpıştı, görmedim ben Ada'yı" diyerek elinde buz torbasıyla geldi Ezgi. Sanırım içimde atamadığım siniri şu anda tutamayacaktım.
"Ne demek görmedim ya. Şu çocuğu göremeyecek ne yapıyordun ki?" diye sordum öfkeyle.
"Görmedim Güneş, bilerek yapacak halim yok yani." dedi Ezgi imayla.
"Bilerek ya da bilmeyerek kardeşime zarar verdin sen. Buna hakkın yok." dedim sesimi daha da yükselterek.
"Güneş bilerek mi yaptım ya, tamam aradım ambulansı gelirler şimdi?" Hatasını kapatmaya çalışan çocuklar gibi davranıyordu.
"Ne oluyor burada, niye ağlıyor bu kız?" diyerek içeri giren kişi babamın ta kendisiydi.
"Ezgi Hanım koca kızı görmemiş, çarpışmışlar" diyerek Ezgi'ye dik dik bakıyordum. Babam Ada'nın yanına gidip kafasına baktı.
"Ateş ben gerçekten fark etmedim, Ada ile masanın orada çarpıştık. Kafasını masaya vurdu." diye kendini savunuyordu Ezgi.
"Nasıl dikkatsiz olabilirsin bu kadar anlamıyorum."
"Güneş bilerek yapmışım gibi konuşma lütfen"
"Git Allah'ını seversen ya. Geride dur ben ilgilenirim kardeşimle." dedim yüksek bir sesle.
"Düzgün konuş Güneş." diyerek bana tepki gösteren kişi tabiki de babamdı. Böyle bir durumda bile bana nasıl kızacak birşey bulmuştu anlamamıştım.
"Çocuğun kafasını görmüyor musun? Hala bana mı konuşuyorsun?" diye babama bağırmıştım.
"Kaza olmuş işte, söylüyor duymuyor musun? Benimle bağırarak konuşma kötü olacak?" diyerek tehditvari konuşuyordu babam benimle. Ama umrumda değildi.
"Küçük bir çocuk varken evde, dikkatsizce davranılamaz. Ya daha kötü birşey olsaydı. Geride dur yaklaşma buraya." dedim Ezgi'ye bağırarak.
"Güneş yeter, karımla böyle konuşamazsın." diyerek babam koluma yapıştı.
"Karınla mı? Ne ara evlendiniz siz? Niye ben bilmiyorum bunu?"
"Seni ne ilgilendirir benim kiminle evlendiğim?"
"Doğru, beni hiç ilgilendirmiyor. Şimdi de Ada onun hiçbir şeyi değil, uzak duracak buradan, gidecek." diye bağırdım.
"Gel benimle" diye bağırarak babam beni kolumdan çekiştirip salondan çıkardı ve çalışma odasına gittik.
"Sen biraz önce adını neden koyduğumu soruyordun değil mi? Hemen anlatayım" diyerek öfkeyle yüzüme bakıyordu babam. Bu konunun buraya gelmesine şaşırsam da söylemesi için sessiz kaldım.
"Babam zamanında adımı ateş gibi bir delikanlı olayım diye koymuş. O ateş büyüdüğünde düştüğü her yeri yaktı. Ve daha sonra hayatına giren o küçücük şey ateşi yok etti. Ve o şeyin adı Güneş'ten başka birşey olamazdı." dedi.
Hissettiğim, tahmin ettiğim, babamdaki kendimle ilgili hissiyatı, şimdi kulaklarımla duymuştum. Şaşkınlık yaşamamıştım ama duymak yine de biraz üzmüştü. Güneş'in varlığı ateşi yok etmişti.
Güneş Ateş'i yok etmişti.
Beğenip oy verirseniz sevinirim...
|
0% |