Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@brc.prlk

İki ay sonra

 

Haftalardır evde babam ve Ezgi ile konuşmalarım günaydın ve merhabadan öteye geçmemişti. Bu evde onlarla yaşamak gerçek anlamda işkenceye dönüşmüştü benim için. Son birkaç gündür kazanmış olduğum Güzel Sanatlar fakültesine başlayıp, bu evden uzaklaşmış olmak bana daha iyi hissettiriyordu. Depresif bir yaz tatilinden sonra yeni bir eğitim hayatı beni bekliyordu. Umuyorum ki hayatımın keşmekeşinden uzak vakitleri burada güzel bir şekilde geçirebilirdim.

 

Yine, yeni umutlarla, yeni bir hayata başlar gibi fakülteye gelmiştim. Birkaç ay önce lise okuyan biri olarak burayı hala yadırgıyordum. Beren'i, Müge'yi şimdiden çok özlemiştim. Kocaman bir fakültede kimseyi tanımıyor olmak, buraya gelmek adına cesaretimi ve hevesimi kırmıyor değildi. Ama zamanla alışacaktım muhtemelen.

 

Dersliklerin hala nerede olduğunu tam ezberleyememiş biri olarak başım havada geziyordum. İnsanlara hafifçe çarparak ilerleyip dersliği bulmuştum. Fakat bu sefer hafifçe çarpışmak değil de sanki bir kayaya çarpmışçasına ne olduğunu algılayamadım.

 

"Çok pardon, kusura bakmayın"

Birkaç saniye boş boş bana bakmıştı. Uzun boylu, esmer, koyu kahve gözleri olan hoş görünümlü bu çocuk karşılıklı yaptığımız hatadan sadece beni sorumlu tutup kaba hareketler sergilemişti.

 

"Önüne baksana be"

 

"Sende bana çarptın ama."

 

"O kadar ufak tefeksin ki görünmüyorsun" dedi baş parmağı ile işaret parmağını birbirine yakınlaştırarak. Bayağı benimle alay ediyordu.

 

"Kavakta da boy var ama en nihayetinde odun işte" dedim sinirle. Hiç tanımadığı birisiyle bu kadar kötü konuşmak terbiyesizlikti sadece.

 

"Bana bak kızım zaten sinirliyim belanı benden bulma." dedi beni adeta koluyla duvara yapıştırarak.

 

"Bırak beni" diye sesimi yükselttim bu şımarık çocuğa.

 

"Ne oluyor burada" diye bizim tartışmamızı bölen orta boylu, gür kahverengi saçlı, bıyıklı bir kişi böldü. Muhtemelen şu an derse girecek öğretmendi.

 

"Arkadaş önüne bakmıyor bu yüzden çarpıştık." dedim. Fakat karşımdaki şımarık çocuk yanımızda olan öğretmeni dahi umursamadı.

 

"Boy ortalaman benim için çok düşük, görmemişim" dedi yine az önceki gibi baş parmağı ile işaret parmağını birbirine yakınlaştırarak.

 

"Boyundan daha çok egon var, ama indirmesini bilirim ben" dedim bende altta kalmayarak.

 

"Tamam, yeter. Doğru düzgün bir cevap bile vermiyorsunuz. Dersi olan içeri girsin şu anda." dedi ikimize bakarak.

 

"Benim yok dersim" diyerek uzaklaştı ukala çocuk. Öğretmenle beraber dersliğe geçtik. İçerisi tam anlamıyla dolu değildi ve orta kısımda boş bir yere oturdum.

 

"Evet arkadaşlar, önce kendimi tanıtarak konuşmaya başlayayım. Adım İsmail Civa, evet adım bu. Üst sınıftaki arkadaşlar soyismimle biraz dalga geçerler. Ama siz onlardan olmayın." dedi İsmail Civa hafifçe gülümseyerek. İlk konuşma olarak sempatik bir giriş yapmıştı.

 

"Ama hocam biraz haklılar sanki" dedi biraz ön sırada kumral bir çocuk. O da gülümseyerek karşılık vermişti.

 

"Sende şimdiden yıl sonu notlarını düşünebilirsin." dedi İsmail Civa tehditvari bir şekilde. Ama bir yandan da gülümsemeye devam ediyordu. Çocuğun sesiyse çoktan kesilmişti.

 

"Evet bu kadar şamata yettiyse biraz ders şeklimi anlatayım. Tasarım konusu önemli bir detay. Buradan mezun olduğunuz zaman kesinlikle yaratıcı, özgün bir sanatçı olmuş oluyorsunuz." Bu cümle beni mutlu etmiş olsa da içimden bir his mezun olmak kolay olmayacak diyordu.

 

"Ama tabi o noktaya gelmek kolay değil. Bizler sizlerdeki bu cevheri ortaya çıkarmak için yardımcı oluyoruz. Tahmin edersiniz ki bu kapının önünden geçmeye çalışan herkesi de almıyoruz. Sizleri bir ışık gördüğümüz için belli bir sırayla seçtik. Kendinizi geliştirmek sizin elinizde. Elmas olan sizsiniz, fakat o elması parlatması gereken de yine sizsiniz." Son söylediği cümle dikkatimi çekmiş, aynı zamanda kafamı karıştırmıştı. İlkokulla lisenin hiç benzemediği gibi, lise ile üniversitenin de alakasının olmadığını da ilk günlerden anlamıştım.

 

Bazı aldığım notlarla yavaş yavaş neler yapmam gerektiğini çözüyordum. Bu işin ustalarının verdiği detayları dikkatle dinlemiş ve anlamıştım. Sevdiğim işi yapmak adına bir adım atmıştım ve bunu tabiki güzel bir şekilde devam ettirmeliydim. İyi bir tasarımcı olup kendi markamı yaratacaktım.

 

Eve giderken Kerem'i aramak istedim. Telefon ikinci çalmasında açıldı.

 

"Efendim Güneş'im"

 

"Ne yapıyorsun bakalım, özledin mi beni." Sesimdeki muzip tona ben bile şaşırmıştım. Bir süre oluşan sessizlikte güldüğünü anlamıştım.

 

"Yanımda olmadığın her anda ben seni özlüyorum zaten. Sen neler yapıyorsun bakalım, nasıl gidiyor üniversite hayatı."

 

"Başlangıçtan bile beni zorlayacağını anladım. Ama tabiki bana fark eder mi? Etmez." Etmez kelimesini aynı anda söyleyip kahkaha atmıştık.

 

"Gelen öğretmenlerin, ustaların geleceğin sanatçıları demesi kulağıma güzel geldi. Ama tabiki kolay olmayacak. Sende belli zorluklar yaşadın ama değil mi?"

 

"Tabi canım ne diyorsun, şan derslerini duymuşsundur. Ben o sınava hasta gittiğimi biliyorum. Notlarımı olabildiğince yüksek tuttuğum dönemde hasta olup o sınava girmek berbattı."

 

"Nasıl geçti peki"

 

"Kötünün iyisi diyelim, ama hocalarda sağolsun hasta olduğumu anladıkları için kötü not almadım."

 

"Umarım bende senin gibi şanslı olurum. Kerem bu arada ben birşey diyeceğim. Eğer uygunsa ben seni dinlemeye gelmek istiyorum. Artık yaşım tutuyor malum, rahatça seni dinlemek istiyorum. Gelebilir miyim?"

 

"Güneş gelmek istiyorum demen yeterli, neden izin alır gibi söylüyorsun. Benden yana sorun yok, ama evden nasıl çıkacaksın? Sorun olmasın senin için."

 

"Benim için artık hiç sorun olmuyor."

 

"Peki, ne zaman gelmek istiyorsun."

 

"Bu gece." Bu cesareti nereden buldum bilmiyorum ama evdeki durumlar beni onlarla çok fazla muhatap olmamaya itmişti. Yani bu gece ne yapıp ne edip Kerem'i dinlemeye gidecektim.

 

"Peki tamam, akşam görüşürüz" diyerek telefonları kapattık.

Eve geldiğimde ise Ezgi haftalardır yaptığımız mesafeli konuşmalardan biraz daha farklıydı.

 

"Baban seni çalışma odasında bekliyor." dedi Ezgi. Yine acaba ne olmuştu da ben çalışma odasına gidiyordum. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde babam her zamanki gibi dosyalarla ilgileniyordu. Masada duran anahtar dikkatimi çekmişti.

 

"Beni çağırmışsın" dedim sadece.

 

"Evet, lafı çok uzatmadan konuya giriyorum. Ehliyet sınavına kaydını yaptırdım. Ehliyeti aldığın anda araba senin." Durduk yere hiç aklımda yokken bir arabam olmuştu. Kaşlarımın çatılmasına engel olamadım.

 

"Araba istediğimi hatırlamıyorum."

 

"Üniversiteye başladın ve yaşın artık ehliyet almaya müsait." Bu evde iyi şeyler olurken bile şüphe kaplıyordu içimi.

 

"Tamam, ehliyeti alırım. Teşekkür ederim, ben çıkayım başka birşey yoksa." Babam tamam anlamında kafasını salladı. Odama girdiğimde içimdeki bu huzursuzluğa anlam vermeye çalışıyordum. Başka birisi olsa babasının hediye ettiği arabaya havalara uçardı. Ama ben bunun bile bir sebebi olduğunu düşünmeden edemiyordum.

 

Araba fikrini bir süre düşünmeyip akşam Kerem'in yanına gitmek için ne giyeceğime karar verdim. Madem babamla Ezgi aramızdaki buzları eritmek adına bir adım atmıştı, bende Kerem'in yanına gideceğimi söyleyip sorun çıkarmayacaktım. Gizliden gidip dönmekten bir zarar gelmezdi.

 

Vakit geç saatlere ulaştığında herkesin uyuduğunu anlamak adına evin içinde ufak bir gezintiye çıktım. Ada'nın odasının ışığı yanmıyordu, çalışma odasında da hiç ışık yoktu. Babamın odasında ışık yanıyordu, fakat kimse çıkmadığı sürece gittiğim anlaşılmazdı. Odaya dönüp hazırlanmaya başladım. Siyah, kare yaka, minik bir yırtmacı olan, diz üstü bir elbise giymiştim. Geceye uygun bir makyaj ve birkaç aksesuarla artık hazırdım. Artık havaların tekrar serin olmasından dolayı deri ceketimi de alıp siyah stilettolarımı elimde tutarak parmak ucunda evden çıktım.

 

Kerem'in şarkı söylediği yere geldiğimde bir önceki gelmem aklıma gelmişti. Yaşımın tutmamasından dolayı içeri girmekte sorun yaşamıştım. Yanımda Müge ve Beren'de vardı. Şimdi ise büyük bir özgüvenle kapıdaki güvenliklerin yanına geldim.

 

"İçeri girebilir miyim?"

 

"Kimlik görebilir miyim küçük hanım" dedi kapıdaki güvenlik. Kimliğe baktıktan sonra içeri girmem için müsaade etti. Büyük bir zafer kazanmışçasına içeri girdim. Bir grup insan vardı içeride, eğlenmeye başlamışlardı. Bende önlerde ama biraz köşede bulduğum yere oturdum. Tek kalmış olmak biraz kötü hissettirse de, birazdan Kerem'in çıkacağını bildiğim için sahneye odaklandım. Biraz sonra sağ çaprazımdaki masaya oturan esmer çocuk dışında bir sorun yoktu. Başta kötü düşünmemek için kendimi zorlamıştım, ama esmer çocuğun bir süre sonra gelip masama oturmasıyla iyiden iyiye rahatsız olmuştum. Kerem sahneye çıkmak üzereyken bu durum hiç iyi olmamıştı.

 

"Selam, ben Murat" diyerek sormadığım halde kendini tanıttı. Hiçbir cevap vermeden sahneyi izliyordum.

 

"Hadi ama ya, oyun bozanlık yapma. Şurada oturup iki çift laf edelim işte." Bu kadar pişkinlik fazla gelmişti.

 

"Sohbet iki kişilik yapılan bir eylemdir. Ben seninle sohbet etmiyorum farkındaysan." Yüzüne dik dik bakıyordum ama fayda etmiyordu.

 

"Bende onu diyorum işte, sohbet edelim diyorum. Adını söylemekle başlayabilirsin mesela."

 

"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok. Masana dönersen iyi olur, bende sevgilimi rahatça dinleyeyim. Bir rahat versen iyi olur."

 

"Kerem mi senin sevgilin, hadi canım." Sanırım yalan söylediğimi düşünüyordu.

 

"Evet, yerine gider misin şimdi?"

 

"Keşke başka bir yalan bulsaydın be güzelim. Sahnedeki sanatçıya mı hayransın yoksa?" dedi saçma bir kahkaha atarak. Konuştukça hafiften kafayı bulduğunu anlamıştım. Yanımda durup kol teması kurmaya başlamasıyla iyice sinir olmuştum. Sandalyeyi kaydırmakta nafileydi, resmen duvara yapışmıştım.

 

"Yeter ama, çekil git yanımdan." diye bağırdım. Müzik sesinden kimse birşey duymuyordu.

 

"Asıl sana yeter, amma da nazlandın." diyerek dibime girdi.

 

"Defol git yanımdan" diyerek ittirmeye çalıştım. Ama bir erkeğe güç uygulamaya çalışmak, deveyi iğne deliğinden geçirmek kadar zordu benim için.

 

"Ne var sanki biraz takılsak" diyerek gözümün içine bakıyordu.

 

"Ne diyorsun be sen, istemiyorum diyorum sana." diyerek masadan kalkmaya çalıştığımda da kolumu tuttu.

 

"Otur şuraya" diye bana ısrar ediyordu.

 

"Bırak beni be" diye kolundan kurtulmaya çalıştığım sırada esmer çocuğun kafasında patlayan şişe ile adeta donakaldım.

 

Kerem adamın kafasını patlamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Beğenip oy verirseniz sevinirim şimdiden teşekkürler...

 

Loading...
0%