@brc.prlk
|
Ne diyordu o meşhur filmdeki replik "Bana kalırsa hayat yanlış zamanda yanlış yerde olmaktan oluşur." Hepimizin olmaması gereken yerler, söylememesi gereken sözler var hayatımızda. Bu yerlerden uzak durmaya çalışıp ağzımıza yanlış kelimeler almamaya özen gösteririz. O zamanlar her şey çok iyi gidiyordur. Ama ne zaman ki işler ters gitse o zaman "tecrübe oldu, ders aldık, kaderin cilvesi" gibi dilimize yer edinmiş bazı soyut kavramlara atarız suçu. Kendimizde bir sorun görmeyiz. İşte benimde iyi niyetle çıktığım yolda başıma beklenmedik berbat bir olay geldi. Sevdiğim bir insanı kurtaracağım derken, kendimde onunla beraber batmış oldum. O lanet günün üzerinden iki gün geçti ve ben iki gündür kendimle savaş ediyorum resmen. Mert'in doktor kadına yalvar yakar, bana birşey olmaması adına, beni o hastaneden çıkarmasıyla kendimi eve gelip odaya kapattım. Mert o doktorla daha önceden tanışıyormuş sanırım. Normalde bu durum adlı bir vakaya dönüşmeliydi, ama Mert nasıl başardı bilmiyorum beni oradan sorunsuz bir şekilde çıkarıp eve getirdi. İki gündür odadan mecbur kalmadıkça adım atmıyorum. Evde birileri birşey anlayacak diye ödüm patlıyor diyebilirim. Titremeler, mide ağrıları, halsizlik. Hele şu güzelim bahar havasında ben üşüyorum. Neyse ki okulun son dönemlerine yaklaştığımız için devamsızlıklar görmezden geliyordu da, bir de bu halde okula gitmem gerekmiyordu. Fakat ne kadar süreceğini bilmediğim bir süreç var önümde. Üç gün ya da üç ay. Hayatımın en önemli sınavına dört haftam kalmışken içinde bulunduğum durumda daha farklı bir sınav veriyorum. Bu belirsiz süreci odaya kapanarak geçirmemem gerektiğini de biliyorum. Çünkü daha fazla dikkat çeker bu durum. Keşke içinde bulunduğum bu durumu babama anlatabilseydim. Beni biraz olsun anlayacağına inansam gerekirse yalvarır bu durumdan kendimi ve Mert'i kurtarabilirdim. Fakat eminim ki beni anlamak şöyle dursun, suçlamayı tercih eder kendisi. Göz önünde olmamam lazım benim. Annemin Polonezköy'deki evine gitsem bir süre en azından. Hem kafa dinlemek içinde birebir. Ama hangi bahaneyle. Şimdi hiç birşey yaşamamışım gibi, hiçbir şeyim yokmuş gibi akşam yemeğine dahil olmam gerekiyor. Aynada kendime bakma ihtiyacı hissettim. Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm görüntü beni ne kadar mutsuz etse de kendimde bir değişiklik oluyor mu merak ediyordum. Ve aynada baktığım kendime ben bile acıdım. Ölmeyi unutmuş ceset gibiyim. Gözlerimde ben buradayım diye bağıran koyu halkalar yerli yerindeydi. Bu şekilde yemeğe inemezdim. O yüzden önce yüzümü yıkayıp kuruladım. Daha sonra da yüzümdeki kötü görüntüyü kapatmak adına hafif bir makyaj yaptım. Şimdi daha iyi görünüyordum, kimseyle göz teması kurmazsam tabi. Hemen odadan çıktım ve yemeğe indim. Kapıdan içeri girdiğim anda Ezgi normalde benim oturduğum sandalyede oturmuş yemek yiyordu. "Afiyet olsun" dedim biraz ima, biraz sorgu dolu bir ses tonuyla. Bu Ezgi denen kadın sandığımdan erken yerleşti evimize. Yatmadan yatmaya kendi evine gidiyor sadece. "Teşekkürler sana da afiyet olsun" dedi Ezgi gülümseyerek. Yerime oturduğu için bende Ada'nın yanına oturdum. Deniz Hanım hemen bir kase annemin yaptığı tel şehriyeli tavuk çorbasını koydu. Küçükken hastalandığım zamanlarda annem özellikle bu çorbayı yapar ve bana kendi elleriyle içirirdi. Gerçekten iyi mi geliyordu yoksa psikolojik olarak mı iyi hissediyordum bilmiyorum, ama ertesi gün daha iyi bir şekilde uyanıyordum. Bu yüzden bildiğimiz şehriyeli tavuk çorbası benim için şifa çorbasıydı. Şu an hasta değildim ama sanki bu çorbaya ihtiyacım varmış gibi hissettim. "Teşekkür ederim" dedim Deniz Hanım'a dolu gözlerle gülümsemeye çalışarak. Deniz Hanım ise gülümseyerek "Afiyet olsun" dedi ve gitti. Bende yavaş yavaş çorbamı yudumlamaya başlamıştım. "Güneş'ciğim hastaymışsın sanırım. Şimdi nasılsın, daha iyi misin?" diye sordu Ezgi. Yine babamın sorması gereken bir soruyu bir başkasının sorduğu bir andaydık. "Daha iyiyim teşekkür ederim" diye kestirip attım. Şu masaya oturmak bile benim için yeterince işkenceyken Ezgi'de verdiğim cevapla idare etsin bir zahmet. "Baba" dedim tereddütlü bir ses tonuyla. "Ben sana birşey diyecektim aslında" diye devam ettim. "Evet söyle bakalım" dedi otoriter bir tonda. Bana bakmadan yemeğini yemeye devam ediyordu. "Ben uzunca bir zamandır teyzemi göremiyorum malum. Dünde konuştuk, Polonezköy'deki evde birkaç gün vakit geçirmek istiyoruz. İzninle tabiki." dedim. Umarım büyük bir tepki vermezdi. Çünkü yalanıma devam edemez, mutlaka yakalanırdım. "Nereden çıktı şimdi o ev" dedi hafif yüksek bir sesle. "Ne zamandır kullanılmıyor da zaten. Dicle Hanım bu eve gelirdi yeğenlerini görmeye" dedi. "Zaten hem evi kontrol etmeye hemde eski anılar falan. En son annemle gitmiştik" dedim. Babam annem lafını duyunca Ezgi'yle göz göze geldi. "Orası olmaz, buraya geliyorsa gelsin" dedi bir çırpıda. Benim birşey dememe fırsat kalmadan Ezgi konuşmayı böldü. "Sevgilim, sen bilirsin ama bence bir hava değişimi Güneş'e iyi gelebilir. Hem sınav zamanları da yaklaştı, moral olur" dedi babamın elini tutup gülümseyerek. Babam birkaç saniye düşünüp "İyi tamam ama o telefon asla kapanmayacak" dedi. "Tamam teşekkür ederim" dedim ve Ezgi'ye de hafif bir tebessüm edip çorbamı içmeye devam ettim. Galiba Ezgi böyle durumlarda işime yarayabilirlerdi. Bir anda vücuduma gelen titreme hissiyle ne yapacağımı şaşırdım. Elimdeki titremeden dolayı çorbayı içemiyordum. Ama belli etmemem lazımdı. Hafifçe gülümseyip bozuntuya vermeden çorbayı içmeye çalıştım. Cebelleşiyordum diyebilirim. Hızlıca çorbayı içip kalkayım düşüncesiyle içmeye kalkınca da kaşığı ağzımın ortasına vurdum resmen. Çıkan sesle beraber masadaki yüzler bana dönünce "pardon afedersiniz" dedim. "İyi misin sen" diye sordu babam. Dışarıdan bakıldığında nasıl görüyorsam artık, onun bile dikkatini çekmişti bendeki durum. "Birden elimden düştü, anlayamadım" dedim. Umarım daha birşey demez. Şu haldeyken babam beni umursamasın bir zahmet. "Ben kalkayım" dedim kimsenin birşey demesine fırsat bırakmadan. Hızlıca ayaklandım ve hemen kendi odama geçtim. Başımın dönmesine aldırmadan bir şekilde odama gelmiştim. Pencerenin camını açıp derin derin nefesler almaya başladım. Ciğerlerimi nefesle doldurmak istesem bile geçmezmiş gibi bu titreme hissi. "Sakin ol Güneş. Sakin ol kızım. Şu an kimse yardım edemez sana. Bu belaya sen battın sen çıkacaksın. Derin bir nefes al. Sakin ol.. Sakin.. Sakin.." Kendi kendime söylediğim cümlelerle sakinleşmeye çalıştım dakikalarca. Bu hep böyle mi olacaktı? Ben hep kalbim boğazımda atarak mı yaşayacaktım? Birkaç dakika sonra kendimi daha iyi hissetmeye başlayınca annemlerin evine gitmek için hazırlanmaya başladım. Birkaç hafta kalmak niyetinde olduğum için fazlaca kıyafet götürmeliydim. İki büyük valizi hazırladım ve kapının yanına bıraktım. Odadan çıkmadan evvel son bir kez aynaya bakma ihtiyacı hissettim. Gitmeden evvel Ada'nın yanına uğrayıp onun gönlünü almam gerekecekti. Çünkü biliyordum ki benim evde olmayışım süresinde kendini yeterince kötü hissedecek. Benim olmadığım zaman zarfında özellikle Ada'yı pedagoga götürmek için Beren'den yardım isteyecektim. İnsanın en güveneceği kişilerin evdeki insanlar değilde arkadaşları olması gerçekten acınası bir durumdu. Ama hiç değilse onlar vardı. Yoksa ne yapardım gerçekten bilmiyorum. Kafamda binbir türlü soruyla odamdan çıkıp Ada'nın odasına geldim. Fakat Ada odasında değildi, hala yemek mi yiyordu acaba. Merakla Ada'nın odasından çıkıp büyük salona doğru ilerledim. Gördüğüm manzara bana hayatımın bilmem kaçıncı şokunu yaşatıyordu. Ada ve Ezgi gayet samimi ve karşılıklı gülüşüp sohbet ediyorlardı. Eve yerleştiği yetmiyormuş gibi kardeşimi de elimden alacaktı bu kadın. "Ada'cığım" diyerek yanlarına gittim. Ada yüzünü bana döndü ve "Gel abla" diyerek elini bana uzattı. Ben birşey diyemeden Ada söze girdi. "Ablacığım sen gönül rahatlığıyla gidebilirsin. Biz Ezgi ablayla beraber Gamze ablanın yanına gidebiliriz. Öyle değil mi Ezgi abla" diye gülümseyerek Ezgi'ye döndü. "Tabiki de canım benim. Ablan kadar olamasam da bir süre benimle idare edersin artık" diye gülümseyip göz kırptı. Kadın resmen kaleyi içten fethediyordu. Babama giden yol bende çıkmaz sokak, ama Ada hem babamla daha yakın, hem de yaşının küçük olması yüzünden kolaylıkla ikna edilebilir. "Beren'le konuşmuştum ben, o hallederdi, siz zahmet etmeyin" diye cevap verdim Ezgi'ye düz bir tonda. "Ne zahmeti canım Ada bana emanet merak etme. Gönlün rahat olsun, ben buradayım" Bir gidemedin zaten hep buradasın. "Civcivim benimle gelir misin? Odada sana göstermem gereken birşey var" diyerek Ada'yı salondan çıkarıp odaya götürdüm. Ada ile beraber onun odasına gittik. "Ne göstereceksin abla bana" diye sordu Ada meraklı gözlerle. "Ben seni buraya başka birşey için çağırdım. Birşey soracağım sana" dedim tereddütle. Ada'nın kaşları çatıldı "Sor ablacığım dinliyorum" dedi. Direkt olarak Ezgi ile ne konuştunuz mu demeliydim acaba? Tabiki hayır.. "Ezgi ile ne güzel sohbet edip gülüyordunuz. Sevdin sanırım Ezgi'yi" diye sordum. Ezgi ile ne konuştuklarını deli gibi merak ediyordum. "Evet" dedi ve derin bir nefes aldı. "Annemden konuştuk, babamdan konuştuk. Bizimle artık daha çok vakit geçirecekmiş. Böyle şeyler konuştuk işte. Kızdın mi bana onunla konuştum diye" dedi üzgün bir ifadeyle. "Hayır canım benim, olur mu öyle şey. Ben sadece merak ettim o kadar. Eğer sevdiysen tabiki de vakit geçirebilirsin Ezgi'yle" deyip kollarımın arasına aldım Ada'yı. "Dikkat et civciv tamam mı? Aklım sende kalacak zaten. Ben seni Deniz Hanım'dan ararım mutlaka konuşuruz" deyip yanaklarından öptüm. Ada'nın odasından çıkıp Polonezköy'deki eve gitmek üzere yola çıktım. Yoldan çevirip bindiğim bir taksiyle beraber kafamdaki düşünceler de kendini belli etmeye başlamıştı. Ezgi'nin bu kadar kısa bir zamanda Ada'yı kandırabilmiş olmasını hazmedemiyordum. Çözemediğim bir şekilde bu kadından hoşlanmıyordum. Ama aksi gibi çevremdeki herkes bu kadını sevmeye başlamıştı. Bende mi anormallik var, yoksa bütün herkesin gözümü kör gerçekten anlayamıyordum. Nihayet Polonezköy'deki evin önüne gelmiştik. Taksiden inip valizlerimi de aldım ve eve bakıp gülümsedim. Babamın evinde ne kadar stres, gerginlik varsa, burası da bir o kadar huzur barındırıyordu. İki katlı köşe kısımları beyaz orta kısımları gri üst katında boydan boya cam bir balkonu olan, en önemlisi de içinde her zaman mutlu olduğum, evim dediğim yerdeydim şimdi. Sanki annem balkonda ve bana el sallıyor gibi, sanki hiç gitmemiş gibi. Bir yandan gülümseyip, bir yandan ağlamaklı bir halde kapıyı açıp içeri girdim. Annemin gidişinden sonra ilk defa gelmiştim bu eve. Biraz buruk hissediyordum haliyle. Gözümü kapayıp kafamı tavana doğru kaldırdım ve derin bir nefes aldım. "Burası bana iyi gelecek" diye geçirdim içimden. Burası bana hep mutlu anılar verdi, şimdide öyle olacaktı. Kapının üç defa tıklanmasıyla irkildim. Burada kapıyı kim çalabilirdi ki. Merakla kapıyı açtığımda karşımdaki kişiyi gördüğüm an gülümsedim. İşte bu evde başka mutlu anılar biriktirmemi sağlayacak kişi.. Beğenip oy verirseniz sevinirim... |
0% |