
Küçükken hatırladığım akşam yemekleri biraz daha kalabalık geçerdi. Annem, babam, dedem, babaannem, halam, ben ve bebek kardesim Ada. Doğumu biraz sıkıntılı olduğu için annem Ada ile her an kendi ilgilenir, Deniz hanıma falan bırakmazdı bile. Masanın bir köşesinde Ada için her zaman yer vardı. Bazen de anneannem ve diğer dedem bu yemeklere dahil olurlardı.
Fakat konuşmalar her kalabalık ailede olduğu gibi neşeli değil de gergin ve kasvetli geçerdi. Masadaki birçok kişinin lokmalar boğazına dizilirdi.
Dedemin bir gün babama "Bunca zamandır işlerini alavere dalavere ile yürüttün. Yılan gibi sıyrılıyorsun her yarattığın kaosun içinden" dediğini hatırlıyorum.
Babam ise bir babanın oğluna neden bu şekilde konuştuğunu söyleyip kavga etmişti. En son masadan kalkıp gitmişti hatta. O sırada babama çok üzülmüştüm ve dedeme kızıp "Babamı üzdüğün için bir daha seninle konuşmayacağım" demiştim. Sırf bu yüzden odama gidip ağlamıştım bile.
İşte yıllar sonra şimdi ise babam, zamanında duyup zoruna giden bu lafı bana kullanmıştı. Hem de iğneleyici bir şekilde. O zaman da ona hak vermiştim halbuki. Hiçbir anne veya baba kendi evladına bu şekilde kötü kelimeler kullanmamalı. Hiçbir çocuğun ruhunu öldürmeye anne ve babasının bile hakkı yok çünkü.
"Sen nasıl bir kız oldun çıktın artık anlayamıyorum. Neredeydin dünden beri" diyordu babam kızgın bir şekilde.
Teyzeme bakmıştım ne işin var burada dercesine. O da bana neden böyle yaptın diyordu adeta.
Babam bir anda yanıma gelip eliyle yanaklarıma bastırıp yüzüne doğru çevirdi beni.
"Başkasının arkasına sığınma anlat. Neredeydin." Gözümün içine öyle bir bakıyordu ki gözleriyle öldürüyordu beni.
"Giderken nereye gittigimi söyledim zaten. Neyin sorusu bu." Zar zor bunları söyleyebilmiştim.
"Orada teyzende olacaktı ama." Restime restle karşılık vermişti babam.
"Yalnız kalmak istedim, şimdi de buradayım"
"Bu yaptığını yazıyorum bir kenara hanımefendi." Başka birisini benim kadar tehdit etmiş miydi emin değilim.
Bir süredir dip dibe yaptığımız bir konuşma yoktu. Dün sabahı saymazsak tabi. Kendisine imalı bir bakış atarak salondan çıkıp odama doğru ilerledim.
Ne zaman bu evden çıkıp bir süre kafamı dinlemek için kaçmak istesem ertesi gün geri dönmüş oluyordum. Her döndüğümde yeni bir kaosla.
Şu anda sanırım bir uyku çekmek iyi gelecekti bana. Uyuduğum zaman unutuyorum bütün dertlerimi. Lavaboya gidip aynada kendime baktım yine. Yüzümde hala çökmüş bir görüntü vardı ve iyiden iyiye psikolojimi bozuyordu bu durum. Bolca suyla yüzümü yıkayıp kendimi toparlamaya çalıştım. Sanki üzerime yapışmış bu kiri bu su temizleyecekmiş gibi. Ve bir an önce yatağıma geçip saatlerce uyumak istiyordum.
Ne aklımda, ne kalbimde babamın bana yaptığı yılan yakıştırmasını kabul edemiyordum. Evet pek iyi anlaştığımız söylenemezdi. Ama bunu söylemek gerçek bir nefret göstergesiydi bence. Yatağıma yattığımda birçok şey takıldı aklıma.
***
Polonezköy'deki evin önündeydim. Bir gün içinde evime dönmüştüm, ama yine buradaydım. Kapı aralıktı, sanırım giderken kapatmayı unutmuşuz. İçeriye girdiğimde her yer dağılmıştı. Şok içinde salona ilerlediğimde aynı dağınık görüntü burada da vardı. Üstelik koltuklarda kan lekeleri bulunuyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken üst kattan sesler duydum. Hızlıca üst kata çıkmaya başladım. Evin her yeri dağılmıştı sanırım.
"Kimsiniz" diye seslendim.
"Güneş, buradayım" dedi Kerem. Benim kullandığım odadan sesi geliyordu. İyi ama Kerem'in burada ne işi vardı ki. Tam odanın kapısını açacaktım ki başka bir ses duydum.
"Güneş, dikkat et kızım kendine"
Annemin sesiydi bu. Bir hızla kafamı çevirdim ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum.
"Anne, neredesin. Her yer çok dağınık, iyi misin?"
"Buradayım kızım, ben çok iyiyim, dikkat et kendine kızım"
Daha önce fark etmediğim bir oda vardı. Kapıyı açmaya çalışmıştım, ama kapı kilitliydi.
"Anne neredesin, geldim ama kapıyı açamıyorum". Ses yoktu
"Güneş'im gelir misin yanıma". Kerem benim odamda ve hala bana sesleniyordu. Ne yapmam konusunda ikilemde kalmıştım.
"Ne yapman gerektiğini iyice düşün kızım, dikkatli ol"
"Güneş yanıma gel" diyordu Kerem hala. Sanırım kızmaya başlamıştı.
"Dikkat et kendine kızım"
***
Ufak bir korkuyla uyandım. Gördüğüm rüyayı anlamaya çalışıyordum. Ama yine de bu korku dolu rüyada annemin sesini duymak iyi gelmişti. Umarım yüzünü de görürdüm.
Hava gece yarısını geçmiş, sabaha dönüyordu. Bu kadar uyumuş olmama hayret ediyordum. Ama bir yandan da vücudumun buna ihtiyacı olduğunu biliyordum. Pencereye yaklaşıp camı açtım ve sabaha karşı havanın ciğerlerime dolmasını sağladım. Bir zamanlar en sevdiğim şeylerden biriydi uykudan böyle uyanmak.
Okul saatine de daha çok varken biraz kendimle vakit geçirmeliydim. Biraz hafif tonda müzik ile kendimi daha iyi hissettim. Birazda sabah egzersizleri ile enerjimi daha da yükselttim. Daha sonra duş alıp eksik kaldığım ders konularına çalıştım. Üniversite sınavları çok yaklaşmıştı ve eksiksiz bir şekilde girmek istiyordum o sınava.
Evden çıkış saatim yaklaştıkça bende hazırlanmaya koyuldum. Gömlek ve pantolonumu giymiş, saçlarımı düzleştirmiştim. Yüzümdeki solgun görüntüyü kapatıp, dudaklarımı hafif patlattıktan sonra artık hazırdım.
Odadan çıktığımda Ada'nın odasına gittim ama odası boştu. Salona doğru gittiğimde ise Ada ve Ezgi'yi oturmuş sohbet ederken buldum. Bu durum hiç hoşuma gitmiyordu, ama bir yandan da iyi de olmuştu. Bozuntuya vermeden "Günaydın" diyerek salona girdim. Ada ve Ezgi "Günaydın" deyip gülümseyerek karşılık verdiler.
"Dün olanlar için babanla konuştum" diye söze girdi Ezgi.
"Yaptığının normal olmadığını söyledim. Bence daha dikkatli olacaktır" diye devam etti. Sanırım Ada durumu bilmediği için üstü kapalı konuşuyordu.
"Alışkınım ben, sağol yine de" dedim.
"Eğer bir yardıma ihtiyacın olursa çekinmeden söyleyebilirsin. Elimden geleni yaparım." Tamam anlamında kafamı salladım.
"Ben çıkayım" diyerek ayaklandım.
"Birşey yemeden mi?" diye sordu Ezgi.
"Kantinde birşeyler atıştırırım." diyerek salondan çıktım.
Ezgi'ye alışmaya çalışıyordum ama kolay olmayacaktı tabiki. Onu bizim evde kabul etmeye çalışmam sevebilmem değildi. Alışmaya çalışıyordum o kadar.
Dışarı çıktığım anda yine kafamı çevirmemle birlikte siyah Opel marka arabayı gördüm. Sanırım Kerem arabayı satın almıştı ve bana şoförlük yapacaktı. Ama hiç gerek yoktu.
Arabaya doğru yürüdüğümde Kerem önce camları açtı.
"Günaydın güzellik, seni almaya geldim" Kerem'e hala kızgındım ama uzatmayacaktım. Ufak bir tebessümle arabaya bindim.
"Naber, nasılsın"
"Bilmem, yılan olduğumu öğrendiğimden beri bir tuhaf hissediyorum." Kerem'de şaşırmıştı.
"O da ne demek"
"Sevgili babacığım bana bir yılan olduğumu söyledi". Kerem'den ses çıkmıyordu.
"Keşke gelmeseydim, keşke getirmeseydin"
"Seni buraya getirme sebebim yaşadığın şeyle alakalı."
"Emin ol daha az acıtıyor"
"Normal hayatında olmalısın Güneş, günlük hayatında kendi işlerine odaklanırsan unutursun diye düşünüyorum."
Derin bir nefes aldım ve camı sonuna kadar açtım. Rüzgarın ciğerime işlemesi bana iyi geliyordu. Bazen kimsenin beni anlamadığını hissediyordum. İçimdeki bu kötü hisle nasıl başa çıkılırdı hiç bilmiyordum.
"Sana sormadan birşey yaptım, ama kızmayacağını umuyorum. Yiğit ve Turna ile iki gün sonra ufak bir tatile çıkacağız."
"Tatil mi? O da nereden çıktı"
"Yiğit ile konuştuk. Onların Sakarya da bir köy evleri varmış. Orada dördümüz güzel bir haftasonu geçirelim istedik. Bence senin de havan değişir"
"Evde bu son olanlardan sonra çıkabileceğimi sanmıyorum." Herhalde bir daha yakalanırsam babam piton falan derdi.
"Bence biraz düşün. Ezgi yardım etmez mi bir konuşsan?"
"Bilmiyorum, düşüneceğim."
Okulun önüne geldiğimizde "Yiğit ile bir daha konuşursan halledeceğimi söyle, ama belki uzayabilir. Ve lütfen bir daha haberim olmadan kimseye söz verme olur mu" dedim. Bu durumdan hoşlanmadığımı anlaması lazımdı.
"Tamam canım. Ben bunu senin için yaptım, birçok şeyi sadece senin için yapıyorum. Unutma olur mu." Yanağına uzunca bir öpücük kondurup gülümseyerek arabadan indim.
Okulun bahçesine girdiğimde gözlerim Beren ve Müge'yi aradı. Biraz bakındıktan sonra köşedeki bir bankta oturduklarını gördüm. Kızların erkenden gelmek gibi bir huyları vardı hep. Yanlarında bizim sınıftan Uğur ve Ece'de vardı.
"Naber millet" diyerek yanlarına gittim ve Beren'in yanına oturdum.
"İyidir Güneş senden naber" dedi Uğur. Bir kolu Ece'nin omzundaydı.
"İyi diyelim iyi olsun. Ne yaptınız bakalım birkaç gündür" diye sordum. Pek umrumda değildi ama adettendir diye sormuş bulundum.
"Valla aynı kuzum. Okulun son günlerindeyiz diye bir moral gezisi düzenlenecekmiş onu konuşuyorduk." dedi Beren.
"Evet, haftasonu olacakmış sanırım, Bolu tarafında bir yerlere." diye devam etti Müge.
Aman ne güzel. Haftasonu programım pek bir doluydu. Öyle ki hangisine gideceğimi bilmiyordum bile.
"Bakmak istersin belki" diye broşürü uzattı Ece. Broşürde güzel bir Bolu manzarası vardı ve koca bir başlıkla "Siz değerli son sınıf öğrencilerimiz için bir gece iki gün gezi fırsatı" yazıyordu.
"Okulun son günleri yaklaşmış olup son sınıf öğrencilerimize güzel bir anı bırakmak adına bu geziyi düzenlemek istiyoruz. En fazla dört kişi olmak koşuluyla gelmek isteyenlerin müdüriyete başvurmaları rica olunur"
Sanırım yerde aradığım fırsatı avuçlarımın arasında tutuyordum.
***
Bazen beklemediğimiz anlarda kötü şeyler olabildiği gibi, güzel firsatlarda gelebiliyordu. Ve bizim bunu nasıl değerlendirmiş olmamızdı asıl önemli olan.
Sanırım ne yapacağımı biliyordum. Üstelik bu kez yalansız da diyebilirim.
"Bu bende kalabilir mi?" diyerek broşürü katlayıp çantama koydum. Benim şu an Mert'i bulmam gerekiyordu.
"Sınıfta görüşürüz" diyerek kızların yanından ayrıldım ve Mert'i aramaya başladım. Yine o geçen günkü arkadaşıyla birlikte duvarın dibinde oturuyorlardı. Ona doğru yaklaşmaya başladığımda bana doğru döndü ve göz göze geldik. Başımla beni takip etmesini işaret ettim. Okulun arka tarafına dolaştım ve Mert'in gelmesini beklemeye başladım.
Kısa sürede Mert "Naber Güneş, nasılsın, bir sorun yok değil mi?" diyerek geldi.
"Yok merak etme. Sadece şununla alakalı yardımına ihtiyacım var." diyerek çantama koyduğum broşürü çıkardım.
"Bolu gezisinin broşürü bu. Neyine yardım edeceğim ben bunun"
"Ben buradaki dört kişilik yazısını silmeni istiyorum sadece. Sanki tek başıma gidecekmişim gibi. Bugün halletmen lazım akşam istiyorum olur mu?" dedim. Amacım babama gezinin tek kişilik olduğunu düşündürmekti tabiki. Birilerini yanımda gönderebilirdi çünkü.
"Tamam halledeceğim" dedi ve broşürü aldı Mert.
"Tamamdır sağol"
Bu işi de hallettiğime göre şimdi gidip müdür odasında kayıt yaptırabilirim. Birinci kata çıktım ve müdür odasının kapısının önündeydim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim.
"Merhaba, Nedim Bey. Ben gezi için kayıt yaptırmaya geldim, eğer müsaitseniz tabiki"
Nedim Bey beyaz saçlı ve ela gözlü hafifçe kilolu birisiydi.
"Gel bakalım Güneş" diyerek beni yanına çağırdı.
"Kaç kişi olacaksın belli mi?" diye sordu.
"Evet benimle beraber dört kişi olacak" dedim. Kerem, Yiğit ve Turna'yı da Bolu'ya götürecektim. Söylemedim ama, bu seferlik idare etsinler beni. Nedim Bey listeye kayıt yaptıktan sonra "Tamamdır Güneş" dedi.
"Teşekkür ederim" diyerek odadan çıktım. Hızlıca sınıfa doğru ilerledim, derse sonradan girmek istemiyordum. Sınıfa girdikten saniyeler sonra edebiyat öğretmenimiz Gaye Aryalı içeri girdi. Gaye öğretmen kumral, yeşil gözlü, kırklı yaşlarında güzel bir kadındı.
"Merhaba arkadaşlar, bugün ders işlemekten ziyade bir şeyi haber vermek istiyorum size. Son birkaç haftanız artık okulumuzda. Sınav stresinizde malum olarak çok fazla. Bu yüzden biraz olsun stresinizi azaltmak adına tiyatro yapalım istiyorum. Hem herkesi bir araya toplamak, hemde dediğim gibi stresinizi azaltmak için." dedi.
"Sınav yaklaşıyor bizim tiyatroya çalışmamız olur mu?" dedi Hasan. Matematikçi birisi olduğu için bahane buluyor diye düşündüm.
"Bence koca bir yıl boyunca gerekli birikiminiz oluştu. Zaten çalışmanızı bırakmayacaksınız ki. Ayrıca siz bilirsiniz, katılacaksınız diye bir zorunluluk yok" dedi Gaye öğretmen.
Bence de bu durumun bir yanlışı yoktu. Hatta eğlenceli bile olabilirdi. Kendi adıma biraz kafa dağıtırım diye düşündüm.
"Ben varım" diyerek el kaldırdım. Gaye öğretmen gülümseyerek ismimi defterine yazdı.
Beren ve Müge de el kaldırdı "Bizi de yazın" diyerek.
Koca burunlu Tolga "Beni de yazın" dedi. Müge sessizce "Burun rolü senindir" dedi. Beren'le birbirimize bakıp güldük.
Bir süre bekledikten sonra kimseden ses çıkmayınca "Sanırım dört kişi" dedi Gaye öğretmen.
Sinan "Kusura bakmayın kararsız kalmıştım, beni de yazın" dedi.
"Hayırlı işler Güneş. Romeo ve Juliet rolü sizindir" dedi Müge.
"Dön önüne" diyerek omzuna bir tane vurdum.
"Güzel, diğer sınıflarla da konuşup sayıyı belirleyince hangi oyunu oynayacağımızı konuşuruz"
Yine rutin bir şekilde soru çözmeye devam ettik. Zaten sınıfta bile yeterince çalışıyorken kalan bütün zamanını çalışarak geçirenleri anlamıyordum.
***
Okul çıkışı Mert'i köşe başında bekledim. Mert yanıma geldiğinde "Hallettin mi?" diye sordum.
"Tabiki de" diyerek broşürü çıkarıp bana verdi. Broşürü incelediğimde gerçekten de dört kişilik kısmı silinmişti.
"Bu işlerden anlayan bir çocuk var, onunla bilgisayar odasında hallettik" dedi Mert.
"Teşekkür ederim, arkadaşına arada ihtiyaç olabilir. Hadi görüşürüz" diyerek Mert'in yanından ayrıldım. Eve içim rahat bir şekilde gidiyordum. Ama Kerem'e haber vermem lazımdı tabiki. Çantamdan telefonu çıkarıp Kerem'i aradım. İkinci çalışında telefon açıldı.
"Güzellik, naber canım" dedi Kerem. Sesi oldukça moralli geliyordu.
"İyiyim canım, sesin ne güzel geliyor öyle"
"Sevgilim beni aramış daha ne olsun". Aptal bir sırıtma oluşmuştu suratımda.
"Kerem, ben birşey yaptım, sana söylemeden yapmış oldum ama. Bence mutlu olursun diye umuyorum"
"Seni dinliyorum Güneş'im"
"Haftasonu okul son sınıflara özel Bolu gezisi düzenliyor. Bende düşündüm ve Yiğit, Turna ve sende gelirsiniz"
"Benim zeki sevgilim sanırım babasına okul gezisine gittiğini söyleyecek ve bizim de beraber tatil işi de aradan çıkmış olacak. Benim için sorun yok, nereye istiyorsan gelirim. Ama Yiğit ve Turna'ya sorsaydık keşke." Haklıydı ama yapacak bir şey yoktu.
"Benim adıma özür dileyerek anlatır mısın durumu"
"Tamam güzellik, çok büyük bir sorun olmaz diye düşünüyorum"
Telefonu kapattığımda derin bir nefes aldım. Bir şey ancak bu kadar yolunda gidebilirdi. Doğruca eve gidip babama da durumu anlatmalıydım.
Eve geldiğimde ise Ezgi ve Ada sanki saatlerdir aynı yerde oturuyor gibi salondaydılar. Babam salonda yoktu. Ezgi sanırım evin hanımı pozisyonunu sevdi ve evden çıkmıyordu. İşi gücü yok muydu anlamıyordum.
"Merhaba, babam yok muydu"
"Merhaba Güneş'ciğim, babanın biraz işleri vardı. Ama gelir birazdan. Bir sorun mu var"
"Bir sorun yok. Sadece şunu gösterecektim" deyip broşürü Ezgi'ye uzattım.
"Daha önce gittin mi bilmiyorum ama Bolu güzel yerdir. Okulunuzun böyle bir etkinlik yapması çok güzel. Senin adına sevindim. Baban bu konuda bir problem çıkarmaz bence. Konuşurum eğer istersen" dedi Ezgi.
"Teşekkür ederim" dedim. Ezgi gülümseyerek karşılık verdi. Broşürdeki detayı tabiki de anlatmayacaktım Ezgi'ye.
"Ben bir üzerimi değiştirip gelirim tekrar" deyip Ada'ya göz kırparak salondan çıktım ve odama gittim. Üzerime askılı bir tişört ve taytımı giyip lavaboya elimi yüzümü yıkamaya girdim. Aynada kendime baktığımda yüzümdeki kötü izleri görmüyordum diyebilirim. Her şey yavaş yavaş normale dönüyordu sanırım.
Salona tekrar indiğimde babam gelmiş ve Ezgi ve Ada ile beraber yemek masasında oturuyorlardı. Ada'nın yanağından makas alarak yanına oturdum.
"Baba sana birşey söyleyecektim ben" dedim.
"Söyle bakalım"
Elimdeki broşürü uzatıp "Müsaadenle gitmek istiyorum" deyip gösterdim.
"Tamam gidebilirsin" dedi direkt olarak. Bu kadar çabuk mu?
Ezgi ile göz göze geldiğimde ufak bir göz kırptı. Sanırım ben gelene kadar o zaten durumu anlatmıştı. Ve ben Kerem'in o gün sahilde söylediklerinin meyvesini almaya başlamıştım.
Artık Ezgi'si olan kazanırdı...
Beğenip oy verirseniz sevinirim...
Soranlar için Instagram: brc_prlk
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |