
Hayal kırıklığı... Sizce hayal kırıklığı nedir? Beklentilerimizin boşa çıkması mıdır sadece? Benim için hayal kırıklığı dünyamın başıma yıkılması olmuştu.
"Bizim anlatacak birşeyimiz yok. Ne derdiniz varsa anlatın da bitsin." dedi babam Kerem'e rest çekercesine. Bizi buraya onlar kaçırmasına rağmen ne anlatmamızı bekliyorlardı ki...
"Öyle mi Ateş Bey. Bence en çok senin anlatacak şeyin var burada." dedi Kerem babama karşı hem kızgın hem de alaycı bir tavırla.
"Neyse. Tamam, şöyle başlıyoruz. Biz kendimizi tam olarak bir tanıtalım, Ateş Bey neler olduğunu daha iyi anlar." Kerem önümüzde bir sağa bir sola volta atıyordu.
"Bendeniz Nadir Kerem Akhisarlı." dedi Kerem bana bakarak. Ne yani bir adı daha mı vardı? İşin en acı verici tarafı ikinci bir isminin olması değil, isminin baş harflerinden anladığım kadarıyla bütün o notları, fotoğrafları bana gönderenin o olmasıydı.
"Ezgi Akhisarlı, tahmin ettiğiniz üzere ablam olur kendisi. Tabi siz onu Ezgi İzbey olarak tanıdınız. Soyadı durumuna da hemen açıklık getireyim ablam evliydi ve eşi rahmetli oldu. Ablam da soyadını değiştirmedi." Ezgi büyük bir iş başarmışçasına gururla kollarını göğsünde birleştirmiş bizi izliyordu.
"Annem Deniz Akhisarlı, siz onu Deniz Hancı olarak tanıdınız. Hikayesini zaten biliyorsunuz, yıllar önce yanınızda işe başlamasıyla herşey başladı. Bizi bırakmak zorunda kalıp, sizinle çalışmaya başladı işte. O da ablamın aksine eşinin yani babamın soyadını kullanmadı. Bu sayede rahatça yanınıza gelebildi." Deniz Hanım ifadesiz bir şekilde duruyor, Kerem ise bir öğretmen edasıyla anlattıklarını elleriyle yaptığı hareketlerle destekleyerek bir sağa bir sola yürümeye devam ediyordu.
Babam onların kim olduğunu duyduktan sonra renkten renge girmeye başlamıştı. Sebebini anlayamadığım şekilde huzursuzca oturuyordu. Gerginliğini görebiliyordum.
Üçü de hayatımıza profesyonel bir yalancı olarak girmişlerdi. Beni ve babamı kendisine inandırıp hayatımızı tam olarak işkenceye çevirmişlerdi.
"Ablamın eşinin ölümü üzerine bu olaya bizde girdik. Ablam Ateş Bey'in iş yerine başvuru yaptı, bende Güneş ile karşılaştım işte. Bu arada Güneş o ilk gün bir an için seni ezmek istedim biliyor musun?" Kerem'in her şeyi anlatırken bu kadar pişkin oluşu onu hiç tanımadığımı düşündürmüştü bana. Yüzüme bakıp beni öldürmek istediğini söylemişti. Ben ise bu insanın her yalanına inanıp, onu sevmiştim.
"Ablam babanın asistanı olarak işe başladı. Zamanla dikkatini çekmeyi başardı da. Ee zavallı anneciğin de malum kanserdi o sırada. Üvey annen mi demeliydim yoksa." dedi Kerem gözlerinden alev çıkarırcasına. Kerem zaferini kutlarcasına yüzüme bakarken, babam şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kerem annemin öz annem olmadığını da öğrenmişti.
"Ne demek üvey anne." dedi babam. Bu soruyu Kerem'den ziyade bana soruyordu.
"Basbayağı üvey anne Ateş Bey. Dilşah Hanım zamanında ölü doğum yapmış ve bir kişi Güneş'i getirip ona vermiş." Kerem öyle girilmemesi gereken konulara giriyordu ki daha sonra neler yaşanacaktı kim bilir.
"Ama merak etmeyin, Güneş sizin kızınız." dedi Kerem babama karşı. Olayları anlatırken ki alaylı tonu sinir bozucuydu.
"Kafanız karıştı haliyle, haklısınız hemen konuya açıklık getiriyorum. Güneş, Dilşah Hanım'ın kızı değilse, kimin kızıdır sizce?" dedi Kerem aynı sinir bozucu tavrına devam ederek.
"Ay vallahi benim değil." dedi Ezgi espri yaptığını zanneden bir tavırla. Babam renkten renge girmeye devam ediyor, kafasının içinde oluşan olası cevabı duymamayı istiyordu eminim ki.
"Ateş Bey eminim ki cevabı bulmuştur. Doğruyu söylerseniz bazı şeyler çok acısız olacak." dedi Kerem babamla bitmek bilmeyen alaycı tavrıyla. Ama babam ona cevap vermek yerine dik dik Kerem'in gözünün içine bakıyordu.
"Peki,ben söyleyeyim. Herkesin bildiği ama kimseye söylemediği o cevabı söylüyorum. Güneş, Ateş Bey ve Ateş Bey'in unutamadığı aşkı Esra'nın kızı." Babam bunu duyunca hayal kırıklığı ile gözlerini yumup başını yere eğdi.
"Üstelik bundan bir süredir Güneş'in haberi var biliyor musunuz?" dediği anda babam gözlerini açıp bana baktı. Konuşmuyordu ama gözleriyle bana hesap soruyordu.
"Kısaca anlatayım, Dilşah Hanım dediğim gibi ölü bir doğum yapıyor. Ondan birkaç gün önce Esra Hanım bir mektupla Güneş'i, Dilşah Hanım'a bırakıyor. Dilşah Hanım'da çocuğunun da ölü doğmasıyla Güneş'i kendi dünyaya getirmiş gibi kayıt ettiriyor. Kadınlarınızın birbiri arasında yaptıkları anlaşmaya bakar mısınız Ateş Bey?" Kerem düşmemiz yetmiyormuş gibi yerde tekmeler savurmaya devam ediyordu.
"Onca notu, fotoğrafı benim gönderdiğimi söylememe gerek yok herhalde? Güneş Bolu'ya gittiğimiz günü hatırlıyor musun? Yanında ben varken, o notu benim koyacağım senin aklına hiçbir zaman gelmedi değil mi?" dedi Kerem sorarcasına.
Bunca şeyi profesyonel bir yalancılıkla yapıp, benimle eğlenip, şimdi de yüzümüze bakarak alay etmeye devam etmesi benim tam bir aptal olduğumu düşünmeme sebep olmuştu. Olan herhangi bir olayda ondan şüphelenmemiştim. Kendimde bulurdum hatayı, onda bulmazdım.
"Siyah kapüşonlu o sihirbazlara bile seninle konuşması gerekenleri tembihledim. Ama sen onun bile kötü bir tesadüf olduğunu düşündün." Bana onay vermemi beklercesine bakıyordu.
"Hele o fotoğraflar..." diyerek attığı kahkaha mide bulandırıyordu.
"Biri gündüz, biri gece. Bu nasıl bir bilmece." Yaptıklarını anlatıp bizimle nasıl alay ettiklerini anlamam bana acı veriyordu.
"Tiyatro zamanını hatırlıyor musun? Orada bile seni ben kilitledim." Kerem yaptığı her şeyi bir bir anlatıyor, anlattıkça keyifleniyordu.
"Neden peki?" diye sordum Kerem'in yüzüne bakarak.
"Bunca şeyin nedeni ne?"
Kerem göz hizama eğilmiş bana bakıyor, bir yandan da babama doğru dönüp bakıyordu.
"Ateş Bey, bu soruya bir cevap vermek ister misiniz?" Kerem babama imalı bir şekilde sormuştu soruyu. Babamın hala yüzü kızarıyor ve kafasını yere eğiyordu.
"Peki, ben anlatayım. Anlatayım da Güneş'te neden bunca şey oldu anlasın. Baban bir katil Güneş."
Yıldırım mı çarpmıştı? Yoksa bomba falan mı patlamıştı? Kulaklarımda uğuldayan ses nefret edici derecede rahatsızdı.
"Katil mi?"
"Evet, Güneş. Baban yıllar öncesinde bir gün, kötü bir anında kullandığı arabayla birisine çarpıyor. O kişi ölüyor. Babam ise o zamanlar dedenin yanında bir şoför olarak çalışıyordu. Ateş Bey Ahmet Akhisarlı ismini unutmazsınız herhalde. Ailesine iyi bakılması şartıyla hapse girmeyi kabul etti. Bu sayede senin babanın yaptığı işi, benim babama yıktılar ve babam hapse girdi. Ama baban, bizimle ilgilenmek şöyle dursun babamı hapiste korumamış bile. Benim babamı hapiste tuhaf bir şekilde öldürdüler Güneş. Babam, babanın pisliğini üstlendi ama hiçbir şekilde karşılık alamadı ve pisi pisine öldü."
Anlattıklarını kafamdaki puzzle da eksik yere koymuştum. Ama babamın bu kadar korkunç biri olduğunu öğrenmek beni bir yandan şaşırtmıyor olsa da, bir yandan da çok üzüyordu. En nihayetinde onun yaptığı hataların bedelini ödüyorduk.
"Doğru mu söyledikleri." dedim babama gözlerim dolu dolu. Babamın bana bakışı her zamankinden çok farklıydı. Belki sevdiği kadının kızı olduğumu öğrendiği için, belki de Kerem'in anlattıklarından dolayı... Ama ben tam adını koyamadığım bu bakışı ömrüm boyunca unutmayacaktım. Babamdan hiç bir cevap çıkmadı. Beş kişi de gayet iyi biliyordu herşeyin doğruluğunu. Ama insan yine de başka şeyler duyacağını umut ediyordu işte.
"Ne olacak şimdi." diye sordum ortaya. Bütün her şeyi anlattıktan sonra herkes dağılsa mıydı?
"Şimdi bazı şeyleri seninde yaşaman için gözünün önünde yapacağım." dedi Kerem elindeki silahı babama doğrultarak. Bunca anlattığı şeyin üzerine babamı gözümün önünde vuracak mıydı?
"Ne yapıyorsun sen?" dedim Kerem'e gözyaşlarımın arasında.
"Gördüğün gibi işte, babasızlık ne demek biraz da sen yaşa."
Babam ve Kerem gözlerini birbirinden ayırmıyor, birbirleriyle adeta bir savaşa girmişlerdi.
"Kaldırın ellerinizi" diyerek içeri gürültüyle giren polisin sesiyle neye uğradığımızı şaşırdık. Deniz Hanım ve Ezgi ne olduğunu anlamadan ellerine kelepçeler takıldı.
"Lanet olsun, bulacağım sizi. Daha işimiz bitmedi." dedi Kerem arka tarafa doğru kaçarak. Nasıl olduğunu anlayamamıştım, ama polislerin bizi bulması bir felaketin önüne geçmişti. İki tane polis Kerem'in peşine koşmaya başladığı sırada diğer iki polis benim ve babamın bağlı iplerini çözdü.
"Geçmiş olsun Ateş Bey. Her şeyi üzerinizdeki dinleme cihazı sayesinde duyduk. Biraz dinlenin sizinde ifadenizi almamız gerekiyor." dedi genç polis babama. Belli ki babam polisle işbirliği içinde buraya gelmişti.
"Baba, bir dakika" dedim babama ellerimiz çözüldükten sonra. Benimle hiçbir kelime kurmadan yanımdan uzaklaşmasına izin veremezdim. Babam olduğu yerde durdu ve bana döndü.
"Doğru mu bütün bunlar." diye sordum tekrar. Ama yine bir cevap alamadım.
"Ne zaman oldu peki?" diye sordum.
"O gün Dilşah'ın hamile olduğunu öğrendim." dedi sadece. Ama bu cümle bir çok şeyi açıklamıştı. Yaptığı hatanın sonucunda geri dönülemez bir yol oluşmuştu. Babasının da bu evliliğin olması için baskısı vardı. Bebek olunca da işler daha da kolay olmuştu. Babamın da bir anlık gafletle yaptığı kaza bir kişinin canına sebep olmuştu. Dedem ise Ahmet Akhisarlı'ya suçu üstlenmesi için daha sonrasında tutmadıkları sözler verdiler. Ahmet Bey'in ölümüyle de yıllardır süren intikam başlamış oldu.
Kime kızsam, kime üzülsem bilmiyordum. Artık ne olacaktı, nasıl yaşayacaktık bilmiyordum. Bildiğim şey vardığımız sonun başka bir hayata açılmış başlangıç kapısı olmasıydı.
Bir süre ara vermem gerekiyor canlarım. En kısa sürede tekrardan görüşmek üzere. Fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim...
Soranlar için Instagram: brc_prlk
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |