Yeni Üyelik
4.
Bölüm

bu aralar kafan bi' uçuk sanki

@brimadeks

Kafamın kopmasından geçen bilmem kaçıncı dakika, saat, hafta ya da yıldı. Zaman ve mekan denen illetin burada bir hükmü de olmadığından tam olarak nerede ne yaptığımı, ne kadar süredir yaptığımı bilmiyordum.

Bir şeyler görüyor ve duyuyor ancak onlara bir türlü anlam yükleyemiyordum. Anlamsız, unutmak üzere olduğum bir kısım rüyalar görüyor da olabilirdim. Ölümün bu kadar kafa açıcı olacağı kimin aklına gelirdi?

Tüylerimi diken diken eden soğuk su, bu hülyalar aleminde hissettiğim ilk şeydi. "Senin yüzünden bu sefer de hipotermiden gidecek biraz sıcak su ekle." iblislerin, meleklerin ya da tanrının ta kendisinin sağlığıma bu denli özen göstermesi; ölü bir birey olmasaydım ağlamama sebep olabilirdi.

"Tamamdır. Şimdi ne olacak? Göklerden bir ışık mı bekleyeceğiz?" Hiçbir üstün yaratığın onun sesini taklit etmek isteyeceğini sanmıyorum. Bildiğin o işte, capcanlı ve irrite edici bu ses Isaac'in sesi.

Hayata geri mi dönüyorum? Ulan peki nereden dönüyorum? Başka bir tanıdık ses "Bilmiyorum. Bekleyeceğiz." diyor ve seslice iç çekiyor. Evelyn ve Isaac yanı başımdalar, belki de düşündüğüm kadar uzakta değilimdir.

Yaşıyorum! Ve muhtemelen bir yerlerde ölü gibi uzanıyorum. Ama yaşıyorum!

Her ne kadar ölümsüz olduğum gerçeğini bilsem de en nihayetinde bir insanoğluydum. Ve insan denen mahluk bir kez kuşku denen o kuyuya düştümü ya o kuyudan öylece çıkıverir ya da o kuyuyu daha da derinleştirmek üzere kazma kürek işe koyulurdu.

Yıllardır kazdığım bu kuyudan bir anda çıkıvermek ve "Vay be! Harbiden ölümsüzüm bakın bana!" demek hoştu ancak aniden, kafamda kazılacak küçük küçük birçok kuyunun oluştuğunu fark etmiştim.

Bir ağrı-sızı kesiyor düşüncelerimi: Boynuma bıçaklar mı saplanıyor emin değilim. Canım yanıyor ama acıdan kıvranıp bağırmak gerçeklikten çok uzakta.

Henüz tam var olamadım, az daha sabredeyim sonra çığlık atarım, diyorum kendi kendime.

Sadece kendi düşüncelerimle boğuştuğum bu arada kimseler konuşmuyordu ama sürekli kuş sesleri duyuyordum. Öyle çok yakınımda değillerdi, cesedimi yiyor olamazlar yani. Böyle uzaktan uzaktan duyuyordum onları. Bir odanın penceresinden muhtemelen.

Göz kapaklarımın üzerine ışıklar düştü ve en nihayetinde gözlerimi açabildim. Işıklar şekillendi ve kendimi bir küvetin içinde kıyafetlerimle buldum. Bacaklarım küvetten taşmış ve ayakkabılarımdan biri de kayıptı. Su dolu küvet akan kanımdan kıpkırmızı olmuş, sular yere taşmıştı. Ve tepemdeki iki kişinin gölgesi bu kanlı suların üzerine düşmüştü.

Korkunç bir ağrıyla sonuçlansa da kafamı geri yatırarak bana bakan arkadaşlarıma baktım: Çocuklarını ilk kez ellerine almış ebeveynler gibi; şaşkınlık, merak, huzur ve tonlarca diğer duygunun dışında kendini naif bir gülümsemeyle belli eden sevgi.

Güneşin altında, hepsi apaçık ortadaydı.

Loading...
0%