@brimadeks
|
Elime bir mum aldım ve kapıyı sessizce araladım. Ortalarda kimsenin olmadığına emin olduğumda yavaş adımlarla eski şaşaalı odama ilerledim. Ne banyosu ne de aynası bulunan mevcut odam, boynumdaki dikişleri çıkarmam için müsait bir alan değildi. Odanın anahtarı kapının üstündeydi, hızlıca banyoya geçtim. Mumu lavabonun yanına koyup kazağımı bi kenara attım. Sargıyı birkaç kez değiştirmiştim, tertemizdi. Yalnız şu ipi çekip atmak gözümü fena korkutuyordu. İpin durumu zaten vahimdi, kendime zarar vermeden kolayca kopardım. Kuruyan kan yüzünden sarı ve kahverengi karışımı mide bulandırıcı bir renge dönmüştü. Kestiğim ipin ucundan tutup yavaşça çektim. Sonra durdum, ölmüş birine göre düşündüğümden daha hassastım. Boynumdaki iple kalakaldım. Tekrar deneyeceğim sırada dikkatim dağıldı. Tırnaklarımın arasında kir birikmiş, tırnaklarım kararmıştı. Ellerimi yıkamak için suyu açtım ancak kuvvetle akan suyun sesi panikleyip musluğu anında kapatmama sebep oldu. "Tamam, neyse. Önce şu ipleri halledelim." yansımama döndüm, kararlı bi' hareketle ipin ucunu tuttum- Dum- dum yaklaşan birileri var! Tuttuğum gibi boynumdan çekip attım. Nefes al.. Nefes ver... Nefes al- Kan mı? Ölmesek bari! Dum- dum adımlar uzaklaşıyor. Sıkıca tuttuğum lavaboyu bırakıp betona oturdum. Sessizce bir köşede acımı çekiyorum. Ellerimle boynumu sardım, sıcak kan avuçlarımın arasından sızıyor. Ölecek gibi değilim. Acı geldiği gibi gidiyor. Yok yok hala buralardayım. Zeminden doğruluyorum. Çiçek gibiyim, canlı olanından. Havlulardan birini kaptım. Dum- dum yine o sinir bozucu adım sesleri. Sarayda şarlatan ruhlar mı geziyor? Bu sefer dikkatlice açtığım musluğun altında havluyu ıslattım. Ses çıkarmadan usul usul önce kendimi sonra da yeri temizledim. Dum- dum ne bu gece egzersizi mi? Kazağımı giyip odama dönmek üzere hareketlendim. Kafamı kapıdan çıkarıp bir sağa bir sola döndürdüm. Kimsecikler yoktu, o gezenlerin gerçekten şarlatan ruhlar olduğunu düşünmeye başlamıştım. Odama doğru koştum, ne ruhlarla ne de insanlarla karşılaşmak istemiyordum. İçeri girip kapıyı olabildiğince sessiz bir şekilde kapattım. Omzumda bir el. "Vincent." tüm vücudum önce titredi sonra da soğuyarak dondu. "Vincent?" hareket etme yetimi ancak sesi tanıyabildiğimde tekrar kazanabildim. "Vincent yardımın lazım." Arkamı dönüp Evelyn'e uzun uzun baktım. "Efendim?" "Benimle gel." başka bir şey demeden yanımdan geçip gitti. Hemen arkasına takılıp onu takip ettim. "N'oluyor?" merdivenleri çıkıp koridorda ilerledik. Konuşmak istemediği belliydi, daha fazla soru yöneltmedim. Ölümsüz olmasaydım Evelyn'in bu hallerinden korkar, bağırarak kaçardım. Kendime fazla mı güveniyordum acaba? Sonuçta Evelyn bir pisac ve pisaclar için bir şifacının kanı hazineden farksızdı. İlerlerken yanımdaki kadına birkaç kaçamak bakış atıyordum. Ciddi ifadesi tanıdıktı, beni korkutan onun dirseklerine kadar kana bulanmış elleriydi. Odalardan birinin ışıkları yanıyor, kapının altından süzülüyordu. Bay Joseph'in odası. Evelyn'in peşinden içeri girdim. Koku tanıdık ve iğrenç, tanık olduğum sahne dehşet vericiydi: Zavallı Isaac kana bulanmış çarşafları topluyor, lüks yataktan pahalı parkelere damlayan kana iğrentiyle bakıyordu. Odanın köşesinde sessizce yatan karnı yarılmış ceset parçalanmış organlarını kendi kollarında tutuyordu. Çenesi düşmüş ağzı açık halde bakıyor, sanki az sonra azarlayacak beni. "Bu kadar yargılama onu, çok değil birkaç hafta önce ondan çok daha çirkin bir ölüydün." Isaac yastık, çarşaf, döşek, yorgan ne varsa kucaklayıp, yanımdan geçip gidiyor. "Vincent?" cesedin önüne geçip görüşümü engelleyen Evelyn omuzlarımdan tutuyor ve önceden temiz tutmaya çalıştığım kazağımı bir kez daha kana buluyor. "Kumsalın en uç köşesi oldukça ıssız, cesedi ve tüm kanıtları orada yakıp yok edeceğiz. Biz gelene kadar tüm odayı temizlemeni istiyorum... Lütfen." Ondan uzaklaşıp saçlarımı çekmeye başladım. "Berbat bir plan bu." fısıldayarak isyan ettim. "Elinizde bir şifacı var. Neyse ki sizden daha zeki bir şifacı." ceset görmeye tahammülüm olmadığından ışığı kapattım. Evelyn, insanüstü bir hızla karanlığa alışan gözleri ile beni izlerken Bay Joseph'e yaklaştım. "Ölüyü geri diriltemem ama parçalanmış organları iyileştirebilir, pençe izlerini kapatabilir, kırıkları düzeltebilirim ve sabah olmadan dünyanın en güzel cesedini odanın ortasına asabilirim." çıplak ellerim sıcak organlara değdiği an midemi ağzımda hissettim. Düşündüğüm kadar kolay olmayacaktı. "Ama ne yazık ki bu kan kaybına ben bile bir şey yapamam." Evelyn fikrimi beğenmiş olmalı ki bir solukta yanımda bitti. Organları beraber cesedin içine yerleştirdik. Biraz dağınık oldu ama dışını yeterince süsleyebilirsek kimse içine bakma gereği duymayacaktı zaten. Evelyn deri parçalarını sıkıca tutuyor ve ben her bir parçayı özenle birleştiriyordum. "Bir şifacının ölüleri güzelleştirebileceği kimin aklına gelirdi?" Evelyn kendi kendine güldü. Işıklar yandığında ikimiz de kapıya döndük. Isaac sessizce yaklaşıp yerde yatan Bay Joseph'e, ardından da şaşkınlıkla bana baktı. "Adamı dirilttin mi? Evelyn öldürmek için o kadar da uyumasını beklemişti." "Diriltmedim, Bay Joseph'in kendileri hala oldukça ölüler." ayağa kalktım ve ellerimi yıkamak için Joseph'in banyosuna ilerledim. "Süsledim diyelim ona." Döndüğümde Evelyn ve Isaac'in işin geri kalanını hallettiklerini, cesedi odanın tam ortasına astıklarını görecektim. ... Gün doğumuyla beraber hepimiz takımları çekmiş, ip gibi bahçeye dizilmiştik. Joseph'i fark eden ya da umursayan kimsecikler yoktu. Hatta dün tanıştığımız o adam bile onun yokluğunda daha mutlu görünüyordu. Adamın adını hatırlamıyorum, hiç öğrenmedim sanırım. Ama bu adam Lily'nin sonunu getiren asıl kişiydi ve eminim ki Evelyn'in sıradaki hedefi de ondan başkası değildi. Ve işte askerler sırasıyla bize eşlik ediyorlar. İlk Isaac sonra Evelyn ve en nihayetinde de ben ayrılıyorum saraydan. Beni bekleyen at arabasına, yanımdaki pisac askeriyle biniyorum. Hemen karşımdaki kırmızı koltukta tanıdık bir yüz var: Rose. Rose! Boku yedim. |
0% |