@brimadeks
|
Hazırladığı sosu porselen tabağın kenarlarına dikkatlice döktü. Haşmetlisinin zevkine göre pişirdiği bonfileyi, birkaç parçaya ayırarak tabağa dizdi. Etrafına közlediği biberleri ekledi ve kekiği eliyle ezerek tabağa serpti. Tüm bunları yaparken Yuri'nin tek bir saç teli bile bonesinden görünmedi. Kendisinden bir tepki bekledim ama o gülümsemedi ve de kendisiyle gurur duymadı. Memnun bir hali yoktu. Belki menüden hoşlanmamıştı belki de mutfağın kapısında durup onu dikizlememden. Emin değilim. Kafasını kaldırdı ve mutfağın kapısındaki sinir bozucu karartıya döndü(bana): "Sakın mutfağıma gireyim deme." sesi pek yüksek çıkmadı ama yine de tehditkardı. "Tırnaklarımı temizledim ama." dedim iki elimi de öne uzatarak. Temizlediğim falan yoktu, iğrenip bakmayacağını biliyordum sadece. "Önemi yok. Giremezsin." hazırladığı tabağı ahşap bir tepsiye yerleştirdi. Yanına da bir tabak dolusu çilek koydu. "Şahsen et ve çileği birbirine yakıştırmıyorum." dedim o dolaptan bir kadeh indirirken. İri adamın gereksiz yorumuma sinirleneceğini düşündüm ama o beni yanıltarak "Aynı fikirdeyim." dedi. Yuri, kadehe doldurduğu kanın bana ait olduğundan bihaber başka bir gereksiz yorumumu dinliyordu: "Hep kadehten mi içer? Eski geleneklerle arası yok sanırım." bir bana bir de tamamını doldurduğu kadehe baktı. "İğreniyor." Çıplak eliyle kellemi koparırken iğrenmedi ama. Hazırladığı tepsiyi de alıp mutfağın kapısına, tam karşıma geçti. Tepsiyi bana teslim ederken uzaktan fark etmediğim bir ayrıntıya takıldım. Çileklerin tümü çekirdeksizdi. "İlginç." "Tırnaklarını temizlememişsin." dedi bir anda. Ben çileklere dalmışken Yuri'nin iğrenmiş ifadesi de yüzünde belirmişti. Neyseki tepsiyi tertemiz ellerinden hızlıca almıştım. O beni durduramadan arkamı dönüp ilerledim. Sessiz sessiz söylendiğini duyabiliyordum. Victor'un çalışma odası üst katta, evin tarlalara bakan kısmındaydı. Evin en iyi aydınlanan odasını seçmiş. Kafasının keyfine çalıştığı adamlardandı, belli. Kapıyı tıklatıp bekledim. Sesli bir onayın gelmediği birkaç saniyede ihtiyarın yaşlılıktan ölmüş olabileceğini düşündüm ama ne yazıktır ki yanıldım: Gelebilirsin, dedi. Kulpu çevirip kapıyı sırtımla açtım. Victor başını avuçları arasına almış sıkıntılı sıkıntılı önündeki kağıtlara bakıyordu. Yüzüme bakmadan eliyle başında oturduğu masasını işaret etti. İki elimde dikkatle taşıdığım tepsiyi, masasının müsait bulduğum bir noktasına koydum. O kısacık sürede elbette gözlerim, masanın kalanına yayılmış kağıt parçalarında gezindi. Kimisi kırıştırılmış kimisi yırtılmıştı. Her birinde birkaç cümleyi geçemeyen yazılar vardı. Herhangi bir şey söylemedim. Ama içimden bi' afiyet olsun demek gelmişti. Hiçbir etkileşim yaşamamızdan memnun odadan çıkacakken beni durdurdu: "Şiirden anlar mısın Vincent?" İki kelimeyi bir araya getirebiliyorsam tüm soyumu kurutsunlar. "Evet efendim." Evet, efendim dedim. Hemen yalakaya mı bağladım? Hah! Üstüne adama omzumun ucundan baktığımı fark edip duruşumu bile düzelttim. Yalakalar hayatta kalır. Rahatlayıp sırtını koltuğuna yasladı. "O gece oldukça güzel bir bayanla dans ediyordun. Şiirle aranın olmasına şaşmamalı." ve devam etti: "Umarım bana yardım etme nezaketini de gösterirsin Vincent." Bir eli kadehine uzanırken öteki bana oturacağım yeri gösterdi. Karşısındaki deri koltuklardan birine oturdum. Önümde küçük bir sehpa ve üzerinde de temiz, camdan bir küllük vardı. Parkeler tıpkı Joseph'in odasındakiler gibiydi. Kırmızı halısı ise el dokumasıydı. Kitaplıkları karman çorman, fazlalığı yerlerdeydi. Uzunca bir koltuk camların önünde yamuk duruyor, tüm göz zevkimi bozuyordu. Buraya çok fazla kişinin girmesine izin vermediği belliydi. "Ne tür bir şiir yazmak istersiniz?" o kadehten kanımı içerken, göz temasını bozmamaya çalışıyordum. Neredeyse havadaki gerginliği osurarak gizleyeceğim. Kadehi bir kenara koyarak çekmecesine uzandı. Mührü kırılmış bir zarfı burnuna götürüp kokladı. Onun gözleri hülyalarının etkisiyle kapanırken ben, yüzümü iğrentiyle kırıştırmamak için zor duruyordum. "Mektuplaştığım bir kadın var. Adı Monique. Yakında gelinim olacak." tek oturuşta herifin zayıf noktasını buldum. Sazan. "Çok güzel bir isim. Onunla nasıl tanıştığınızı anlatır mısınız? Şiire birkaç kişisel detay eklemek isterim." ihtiyar bıkkınlıkla iç çekti. Ben de panikleyip ekledim: "Ya da Monique'in nasıl göründüğünü de söyleyebilirsiniz belki gözlerinin, teninin rengini." "Gözlerinin rengini hatırlamıyorum. Saçları gümüş gibiydi. Vücudu kıvrımlı teni de beyazdı. Omuzları çilliydi ama yüzü temiz gibiydi." yargılayan bakışlarımın altında Victor, yine, bıkkınlıkla kafasını geriye attı. "Emin değilim maskesi vardı. Karga tüylerinden." Tarifi açıkça yaşıtı birine uymuyordu. Daha genç bir kadın olmalı. "Gümüş gibi derken saçları beyazlamış-" "Genç bir kadın." yiyorsa yargıla. Victor yaşına göre sabırsız davranıyordu. Belki de konu kadınlar olduğunda sohbet yeteneğini kaybedenlerdendi. Özellikle de kendisine göre daha genç olan kadınlardan. Çekmecesini açıp diğer zarfları da çıkardı. Hızlıca onları önüme koyup oturduğu yerden kalktı. Yemek tepsisini eline aldı ve odadan çıkmadan hemen önce emretti: "Mektupları okuyabilirsin. Monique'in şiiri sabaha hazır olsun yeter." Ellerim mektuplara uzanırken, hiç tanımadığı bir kadınla nasıl bu kadar mektuplaşabildiğini düşünüyordum. Anlaşılan Victor Pierce'in korkuttuğu tek kişi ben değildim. Tabii ben, Tüm gecemi, oturup Victor kızı tavlayabilsin diye şiir yazarak geçirmedim. Tüm gecemi odasının her köşesini didik didik aramakla geçirdim. Karmaşık kitaplığının her köşesine burnumu soktum. Anatomi, anestezi ve cerrahi dalındaki her türlü kitabın dışında tek bir tane bile kurgu bulamadım. Her ne kadar kendimi gözlem yeteneğimle övmeye çalışsam da bir taşı gözlemlemek işime yaramıyordu. Ben de kitaplıktan ümidimi keserek çekmecelerini karıştırdım. Puro, birkaç arma ve broştan başka hiçbir şey yoktu. Yine hayal kırıklığıyla odada gezinmeye başladım. İlla işime yarayacak bir bilgi bulmama gerek yoktu çünkü son derece eminim ki bir tabanca da gayet işime yarayabilirdi. Koltuğun altına bile baktığım acınası birkaç dakikadan sonra kafamı onun masasına, kuru aşk mektuplarının üzerine bıraktım. Oflayıp pufladım ve çokça küfür savurdum. Beni öldüren adam kızı tavlayabilsin diye, ne yazık bana, bir şiir yazdım. Şiir bana ait değildi. Eski sevgilim Cecilia'nın çok süslü sözlerinden ayıklayıp yapıştırdığım bir yığındı. Umursamadan köşeye attığım yığın ikisinin de ulaşamayacağı bir edebi eserdi. Cecilia görseydi ya benimle dalga geçerdi ya da beni öldürürdü. Kendi kendime acımaktan bıktığım sabah saatlerinde odayı terk ettim. Çok zeki olduğumdan köşkün her köşesini görmek istiyordum. Böylece bir yürüyüşe çıktım: Merdivenlerden indim. Merdivenlerden çıktım. Bir odaya girdim sonra odadan çıktım. Mutfakta birkaç tur attım. Hıncımı Yuri'den çıkarmak istermişim gibi mutfağının her köşesine ellerimi değdirdim. Boynum bükük, omuzlarım düşük ve kendime olan inancımı tamamen yitirmiş bir şekilde odama döndüm. Akıllı olamıyordum. Ya da cesur. Halbuki o gece çok akıllıydım ve de çok cesurdum. "Bu sefer yalnızsın." dedim kendi kendime, odanın ortasında dikilip avizeyi izliyordum. "Bir şeyler planlıyorsun, fırsatlar yakalamaya çalışıyorsun." başım da ağrıyordu artık. Kendimi yatağa attım: "Ama hiçbir şey bulamıyorsun." Koskoca Vincent'ın sonu bu mu yani! Ölümsüz, şifacı, yakışıklı, zeki ve çevik sayılabilen Vincent'ın sonu, Benim sonum? Hayır efendim! Vazgeçmiş değilim. Ama şimdilik, söz veriyorum sadece şimdilik; gözlerimi kapayıp güzelce dinlenmek istiyorum. |
0% |