Yeni Üyelik
5.
Bölüm

kan yoksa şarap için

@brimadeks

Hareketli bir meyhane melodisi mırıldanarak kırmızı bir papyon, kan torbası olduğumuzu hatırlatmak için iyi bir yöntem doğrusu, takıyordum. Neyse ki yakamın altındaki sargı bezi ve onun da altındaki dikişler iki günün ardından rahatsızlık vermeyi kesmişti. Ceketimi yatağın üstünden alırken gözlüklerimi hatırladım, ancak ne onları takmak istiyordum ne de onların nerede olduğunu hatırlıyordum.

Özellikle bu yağmurlu havalarda çok iş gören ceketimi de giyerek son bir bakış atmak üzere aynaya döndüm. Rengim her zamankinden daha soluk ve saçlarım da hiç olmadığı kadar cansız görünüyordu. Hasta bir adamın gözlerine ve ölü bir adamın da dudaklarına sahiptim.

Şöyle bir bakıldığında; savaş stresiyle boğuşan, patronu idam edilen, kafası koparılan ve sevgilisi tarafından terk edilen bir adamdan çok daha iyi görünüyordum. Derin bir iç çektim, en azından saçlarım dökülmüyordu.

Sabahın köründe cesedimi fark edip, beni kimseler görmeden iki parça halinde odama taşıyan ve kafamı boynuma geri diken dostlarımı görmek umuduyla odamı, ve aynadaki ölü herifi terk ettim. Merdivenlerden inmek üzereyken kendisinden pek de hoşlanmadığım yeni patronum Bay Joseph tarafından durduruldum. "Vincent!"

Merdiven basamaklarında durup gelecek olan emri bekledim. "Evet efendim?"

"Bugün de hantal hantal çalıştığını görürsem seni bir insan kampına yollarım." kafamı kaldırıp bana yukarıdan bakan bu orta yaşlı pisaca "İnsan kampı da nedir?" diye bir soru yönelttim. Daha önce hiç duymadığım bu şeyin anlamı iyi olamazdı. Bay Joseph insanı rahatsız edecek bir gülümseme takındı: "Dalga geçiyorum Vincent. Siz insanlar hep böyle misinizdir?" şakalaştığı için rahatlamam gerekiyordu ancak aksine, adam bende bağırarak kaçma isteği uyandırıyordu.

Zorlama bir gülümseme takındım. "Bazen." anlam veremediğim garip bir sessizliğin ardından devam ettim. "Bazen efendim." kafasını onaylamaz gibi iki yana sallayarak uzaklaştı. Derken durdu, tekrar merdivene doğru ilerledi ve aşağı inmekte olan benim ardımdan seslendi: "Akşam sekizde herkesin büyük salonda toplanmasını istiyorum. Diğerlerine çoktan haber verdim, sen yine de gidip bir hatırlatma yap."

"Tabii efendim. Hemen söylüyorum."

Büyük salondan geçip mutfağın kapılarını açtım. Yakın zamanda sarayda bir etkinlik olmadığından mutfak ahalisi boştaydı. Ancak Bay Joseph kimsenin saraydan ayrılmaması ve buradaki odalarında kalması konusunda kesin emirler yağdırmıştı.

Mutfaktakilere toplantıyı hatırlatarak, mutfağın hemen altındaki, şarap mahzenine indim. Isaac ve Evelyn beni bekliyorlardı. "Akşam bir top-" Isaac sözümü keserek "Siktir et. Bize nasıl öldüğünü anlat sen." dedi.

İki gün boyunca peşimde dolanıp sorular soran Isaac'in aksine Eva sabırla anlatacağım zamanı bekliyordu. Rose ile konuşmak ölümden dönünce yapacağım ilk işlerdendi fakat kendisinin işten ayrıldığı haberini almıştım. İşten ayrılmanın mümkün olduğundan bile bihaberdim.

Isaac'e dönerek, iki gündür ağzımdan çıkan aynı cümleleri tekrar kurdum: "Rose'dan bir haber var mı? İşten ayrılmasına Joseph'in neden izin verdiğini bulabildin mi?" merakını giderememenin öfkesi tek gözünün seğirmesine sebep oluyordu.

"Ulan iğrenç insan evladı kafanı diktim ben senin, kafanı diktim lan!" kısık tutmaya çalıştığı öfkeli sesi kulaklarıma bir müzik gibi geliyordu. "Yorgan iğnesiyle diktim kafanı yorgan iğnesiyle!"

"Ben bir cevabı hak etmiyor muyum? Eva! Ben bir cevabı hak etmiyor muyum? Bu herkesin herkese nezaketen yapacağı bir şey mi?" Evelyn'den destek alamadığı için bu sefer de ona kızıyordu.

Evelyn bakışlarını bana yöneltti ve "Yeterince eğlendiysen anlat artık. İki gündür başımızın etini yedi zaten." dedi. Onun bu aşırı meraksız halleri insanı hayrete düşürüyordu. Ben olsam bırak Isaac gibi davranmayı yeri göğü birbirine katardım. Isaac de yüzüme sinirli sinirli bakarken kumsaldaki geceyi anlatmaya başladım.

Ben yaşadıklarımı anlatırken Eva da Isaac de tek kelime etmeden büyük bir dikkatle beni dinlediler. Ölümden dönmenin duygusal etkilerinden olsa gerek ikisi de gün geçtikçe gözümde güzelleşiyorlardı.

"En azından seni öldüren Rose değilmiş. Sürekli onu sormandan kafayı yemiştim!" Isaac rahatlamış bir halde sırtını duvara yasladı. Eva yeterince rahatlamış görünmüyordu: "Rose'un işten ayrılıp öylece çekip gitmesi olağan değil. Ya başka bir iş bulup oraya gitmiştir ya da bahsettiğin yaşlı pisac onu da senden hemen sonra öldürmüştür."

Isaac'in bakışları da benimkiler gibi hüzünlü bir hal almıştı. Bay Joseph, Rose öldürülmüş olsa bunu saklama gereği duyar mıydı acaba?

"Seni bulduğumuzda etrafında ne Rose'un cesedi ne de başka bir şey vardı. Hayatta olma şansı da var." Isaac ve Rose oldukça eğlenceli bir ikiliydi. Espriler yapar birbirlerine ya da etrafındakilere 'nazikçe' zorbalık ederlerdi. Neyse ki ikisi de pek ciddiye alınacak tipler değildi. Rose'un bir katil ile çalışıyor olması ya da ölü olması Rose ile ne kadar yakın olursam olayım bu olaylar, benim canımı onun canını sıktığı kadar sıkamazdı.

"Hey! Aşağıda kafayı bulmuyorsunuz değil mi garip mahluklar?" derhal mahzenden alabileceğimiz kadar şarabı kutulara koyup işimizi hakkıyla yapar gibi ellerimizde kutularla merdivenlerden mutfağa çıktık.

Ben ve Isaac ancak iki kutuyu zar zor taşıyabiliyorken Evelyn, üç kutuyu üst üste hiç zorlanmadan taşıyordu.

Ahh... onun bir pisac olduğunu her seferinde unutuyordum.

Loading...
0%