@brimadeks
|
Yanımdaki asker iriceydi, başımı kaldırmadan göz göze gelmemiz olağan değildi. At arabası bile dar geliyordu adama. Bu yüzdendir; kenarda sıkışmış, daralmıştım. Ama bunların tek sebebi yanımdaki pisac askeri değil, hemen karşımda hiçbir şey olmamış gibi bana gülümseyen Rose'du. "Rose-" yanımdaki asker kafasını eğerek bana bakıyor. Aramızda küçük bir bakışma geçiyor ve aniden haddimi bilip susuyorum. Askerin bakışları yola dönerken, Rose kendi kendine gülmeye devam ediyor. Gülüşü hafif bir kıkırdamaya döndüğü an asker bu sefer de ona dik dik bakıyor. Rose da haddini bilip susuyor. Belli ki yol boyunca sadece kuşların sesi duyulacak. At arabası ilerlemeye devam ederken, insan mahallesi de gözden kayboluyor. Yollar daha düz ve geniş hale geliyor. Pisac sosyetesi bizi solluyor. Her şeyleri daha güzel. Ancak burada da kalmıyoruz. İlerleyip kalabalık şehir merkezinden uzaklaşıyoruz. Ara ara malikaneler görüyorum. Bu bölge sakin ve huzur verici. Derken önünden geçip gideceğimizi sandığım başka bir malikanede duruyoruz. Pisac askeri inip kapının önünde bekledi. Arkasından inip, bize kapıya kadar eşlik etmesine izin verdik. Kendisi kapıda kalırken Rose ve ben, tür tür çiçeklerle renklendirilmiş bahçeye girdik. Nihayet rahatça konuşabilirdik. "Rose?" arkamızda kalan askerden dolayı fısıldıyordum. Öfkeliydim, evet kan beynime sıçramıştı ama yine de ne diyeceğimi bilemeden kalakalmıştım. Şifacı olduğumu bilmesi beni korkutmuyordu ama bu bilgiyi paylaşmış olabileceği düşüncesi beni dehşete düşürüyordu. Onunla aramı iyi mi tutmalıydım? İyi de kim ki o? Bir insan. Ne azı ne fazlası. "Ne yaptın sen?" kendi sesim beni benden iyi biliyor. Öfkeli değil, üzgünüm. Hayal kırıklığım apaçık ortada. Derin bir kırgınlıkla yüzünü incelerken o, göz göze gelme gereği bile duymadan konuştu: "Vincent malikanemiz, uzun süredir kendisine çalıştığım Bay Victor Pierce'e aittir. Kendisi zamanının en iyi profesörlerinden birisiydi." yan gözle bana bakan Rose, son derece umrumda olmayan değerli bilgilerini dinleyip dinlemediğimi kontrol etti. Sinirlendiğimi fark etse dahi konuşmaya devam etti. "Kendisi oldukça büyük araştırmalara imza atan ülkemizin değerli bir sağlıkçısıdır..." gözlerim Rose'un söylediği her bir kelimeden daha ilginç bir şeye takıldı. Bahçenin geniş kaldırım yolunda, motorlu bir araç duruyordu. Araç, her sabah okuduğum o gazetelerdeki gibiydi. Kırmızı parlak rengi, tekerleri, aynaları... "Vincent?" İster istemez durmuş, ilerlemeyi bırakmıştım. Yönümü taşıta çevirip bir iki adım attım ki durduruldum. "Onun yanına yaklaşamaz ya da dokunamazsın. Yasak, hepimize." Elini omuzlarıma koyup yönümü malikanenin kapısına çeviren Rose'a rağmen bakışlarım hala aracın üstündeydi. "O kadar mı zengin?" Victor denen herifle ilgili anlattığı onca şeye rağmen böyle bir şeyi beklemiyordum. "O kadar zengin." Victor... Victor... Bu Victor o Victor mu? Kafamı koparan hani? Bunak? "Rose?" "Evet?" "Bu Victor Pierce, kafamı koparan Victor mu acaba?" "Evet." Dünyanın en garip ve uzun bakışması şu an burada yaşanıyor. Ben Rose'a, Rose bana bakıyor. Hafifçe gülümsüyor. ... Kafamı seviyorum: Çok güzel saçlarım var, gözlerime hayranım, yamuk burnuma düşkünüm. Orantısız çenemi oturur aynanın karşısında saatlerce izlerim. Kendi kelleme hayranım. Victor Pierce de keşke benimle aynı fikirde olsaydı. Pis ihtiyar. Derken dostum Rose, sessizliği yüksek kahkahasıyla bozmakla kalmıyor bir de kolumdan tutunarak kendine destek sağlıyor: "Ayy.." konuşmak istiyor ancak kahkahasına yeniliyor. Bir de utanmadan diğer eliyle omuzumu dövüyor. "Ayy... yüz ifaden inanılmaz!" şakaydı herhalde, aksi takdirde acınası halime gülmek çok ahlaksızca. Yavaştan ben de gülmeye başladım tabii. "Şakaydı değil mi?" kahkahaları absürt bir hızla kesildi: "A yok! Ciddiydim. Yüzün komikti." benim gülümsemem pek de absürt olmayan bir hızda yok olurken o, sırtıma teselli edercesine iki kere vurdu ve ilerlemeye başladı. "Seni diğerleriyle tanıştırayım." cinayete meyilliyim. Biz giriş kapısına doğru yürürken, bahçenin köşesinde beliren bir kadın, çamurlanmış botlarıyla ve elindeki su kabıyla bize doğru yaklaşıyordu. Sarışın kadının tatlı bir siması vardı. Henüz yanımıza ulaşmadan yumuşak bir tonla konuştu: "Hoş geldiniz." önce bana sonra da Rose'a baktı. "Yeni çalışanımız değil mi? Biraz durgun bir tipi var ama..." tekrar bana dönerek cümlesini bitirdi. "Yine de yakışıklı." Bu bana bir kadının ilk iltifat edişi değildi ama yaşadığım onca şeyin ardından ne yalan söyleyeyim hoşuma gitmişti. "Teşekkürler." "Ben Pearl." malikanenin etrafındaki ekili tarlaları gösterdi. "Gördüğün tüm bu arazilerin sorumluluğu bende. Yani köşelerde boş boş takıldığımı görürsen kızma, biçime kadar işim olmaz pek." Az önce aldığım kötü haberlerden olsa gerek pek de konuşasım yoktu. Özellikle de konu benim yakışıklılığım değilse. Neyse ki sessizlik uzamadan Rose, aramıza girdi: "Adı Vincent, sevgili dostumun durgunluğu ayrılıktan olsa gerek." şaşırmamak gerek. Sarayda dedikodular çabuk yayılıyordu, halbuki kimseye de söylememiştim. Kesin Isaac'in işi. Adi herif. Pearl elini omuzuma koydu. Küçük bir gülümseme ve tatlı bir bakış sundu: "Eminim zamanla üstesinden gelirsin. Bir şeye ihtiyacın olursa, bilmek istediğin bir şey her zaman sorabilirsin." ah canım, sen benim derdimi bir bilsen. "Sağ olun, tanıştığımıza memnun oldum." "Ben de öyle, görüşürüz o zaman." "Görüşürüz." kadın git gide uzaklaşırken, Rose'a sormadan edemedim: "Şifacı olduğumu bilmiyor mu?" Bilmiyor, dedi gülümseyerek. "Yalnızca ben, doktor ve tabii ki Bay Victor biliyor." kendi acınası halime gülerken buldum kendimi. "Öyle olsun." dedim, şimdilik öyle olsun. Bir yolunu bulurum illa, şunun şurasında ölümsüzüz. "Vincent," dedi Rose, o zeki gözlerinin beni analiz etmeye çalıştığını anlayabiliyordum. Öfkeli miyim yoksa vaz mı geçtim? Henüz benim dahi kesinleştiremediğim duygularımı eminim ki o da anlayamıyor. Neyse ki anlamıyor. Dev, işlemeli kapıya yaklaşıyoruz. Kapı sonuna kadar açılıyor, saklayacak hiçbir şeyleri yok. Hemen karşımızda mermerden bir heykel, iki din kitabında da çokça adı geçen; adaletin ama kibrin de sembolü Spravedliv. İlk şifacı, tanrıdan gelen bir lütuf. Kanı gençlik, eti şifa imiş. Yalnız pek kendini beğenmiş pek bencil imiş. Anlayışla karşılarım. Elinde tuttuğu terazinin üzerindeki ağırlıklar aynı, ancak biri daha ağır basıyor çünkü Spravendiv, öteki elinin parmağını sol tarafa koyup dengeyi bozuyor. İhmisan'da da bu heykelin bir benzeri vardı. Yalnız o heykelin terazisinde Spravendiv bir hile yapmamıştı. İki eşit ağırlık olmasına rağmen bir taraf daha ağır basmıştı. İhmisanlılar ağır gelenin-fiziksel üstünlüklerinden dolayı- Pisaclar olduğunu savunsa da Pisaclar, Spravendiv'in hep insanlara kıyak geçtiğini varsaydı. Sonuç olarak Spravendiv, iki tarafın da ortak düşmanı oluverdi. Bu ortak düşmanın idamı ile de taraflar barışa çekildi. Sonuç çoğunluğun yararına da olsa, Spravendiv'in kimin tarafını seçtiği belirsiz kaldı. Daha fazla şifacının doğumuyla birlikte, birkaç felsefi ismin dışında, kimse de cevabı umursamadı. "Spravendiv." dedi Rose. Tepki vermedim. Heykelin iki yanında yukarıya uzanan merdivenler vardı. Her basamak kenarına çiçek işlemeleri yapılmıştı. Ve koyu yeşil bir halı üzerlerinden iniyordu. Merdivenlerin bitişinde, girişin sağ ve solunda yine dev kapılar bulunuyordu. Biri genişçe bir mutfağa açılırken öteki daha da geniş bir oturma odasına açılıyordu. Tam tepemdeki aynalı avizeye vuran ışık ise kırılıp kitaplıklara yansıyordu. Kitaplar kalın ve pahalıydı. Her taraf küçük büyük süslemelerle donatılmıştı. Minik heykeller, saksılar, kurumuş yapraklarla dolu süslü kutular ve niceleri. Temizlemesi ne zordur şimdi. Rose beni peşi sıra mutfağa götürürken, içerideki adamla göz göze geliyorum. Koca mutfak adama dar geliyor. Cüsseli uzun bir adam, kafasına kumaştan bir bone takmış taş fırının önünde bekliyor. Aşçı olmalı, diyorum kendi kendime. Rose da kafasını sallayarak beni onaylıyor. "Yuri! Efendim bugün bize neler yaptın?" Rose rahat rahat adama yaklaşıp elini, adamın sırtına vuruyor. Yuri pek bir tepki vermiyor ama yüzünde huysuz bir ifade beliriyor. Rose'a cevap vermek yerine direkt bana dönüyor: "Kim bu sıska? Yeni çalışan deme sakın." Rose gülümsemesini korudu. "Beğensen de beğenmesen de yeni çalışanımız o. Adı Vincent. Tam senlik aslında. Sakin, soğukkanlı birisidir." her tanıştığımız insana beni bir hamur gibi yoğurup anlatıyor. Pearl için benim duygusal biri olduğumu, Yuri için benim soğukkanlı biri olduğumu söylüyor. Eğleniyor mu yoksa beni onlara sevdirmek için mi yapıyor? Ne gereksiz yalanlar. "Memnun oldum." diyorum, gülmeden. "Üç güne çıkarsın işten." diyor. İşte şimdi gülüyorum. Ah bir bilsen. Rose aramızdaki konuşmayı eğlenerek dinledi ama bir cevap vermeyeceğimi anladığında koluma girerek bu seferde başka bir odaya götürdü. Yer parke değil, mermerdi. Işıklar tüm odayı gölgelendirmeden aydınlatıyordu. Bir yanda doktorun masası ve sandalyesi, bir yanda muayene koltuğu vardı. Bol çekmeceli dolaplar tavana kadar uzanıyordu. İki serum askılığı odanın köşesinde duruyordu. Burası, dedim içimden kanımı alacakları yer. Victor'un tabağına sos olacağım. Arkamızdan odaya bir kişi daha girdi. Doktor bu olmalı, yaşlı gözlüklü bir ihtiyar. Gergin görünüyordu ama gözlerindeki bir şey bana işini iyi bildiğini söylüyordu. "Adım Samuel." dedi elini uzatarak. Tatlı tipli ihtiyarlara hiç güvenim kalmadığından başımı sallamakla yetindim. "Vincent." Yaşlı adam bozulmadan elini indirdi. Rose gülmemek için kendini tutuyordu. "Memnum oldum." dedik aynı zamanda. Anladığım kadarıyla tanışacağım son bir kişi kalmıştı. Derken- "Vincent bey. Kan transfüzyonunu burada yapacağız." dedi Samuel. Kan transfüzyonu dedi adam. Yine bi gülme geliyor ki sormayın. "Tabii" dedim. Gülmedim. Kolay olmadı. Doktorun ofisinden de Rose ile ayrıldık. Koluma girmiş hızlı adımlarla tüm odaları bana gezdiriyordu. "Seni öldürmeyecekler en azından. Bay Victor sadece gençleşmek istiyor. Ölmekten korkuyor Vincent. Senin asla anlayamayacağın bir korku evet-" "O gece neden ağladın o zaman?" öldüğüm gece, ben Victor'la el sıkışırken neden ağladın?" "Başkası olsun isterdim." Dedi. Kafamı yana eğip Rose'a baktım. "Doğruyu söyle." "Doğruyu söylüyorum." dedi utanmadan. "Başkası olsun isterdim çünkü Victor'un senin yüzünü taşıyacak olması midemi alt üst ediyor." Victor muydu midesini alt üst eden yoksa ben mi? Ah Rose, seni tanımadığım zamanlar seni ne kadar da severdim. |
0% |