Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: Demeter'in Kızı

@bs.nova

Bölüm şarkısı: Yüzyüzeyken Konuşuruz - Dinle Beni Bi'

 

"Neden yaptın lan bunu?" Kulağımı acıtan sesine yüzümü ekşittikten sonra ona doğru eğilip konuştum. "Peşinden gitsene? İstemiyor muydun?" Yerinden kalkıp bana kaşları çatık bir şekilde baktıktan sonra hızla içeriye girdi. Merdivenlerden inerken çıkarttığı adım sesleri gittikçe uzaklaşırken balkondan aşağıya dönerek baktım. Onu aşağıya itmeden önce yumuşayan dalgalar, onu yüzeye çıkartmıştı bile. Denizin içerisinde attığı kulaçlar onu havada tutarken başını kaldırıp bana baktı. "Ya sen ne-"

 

Devamını dinlemeden içeriye geçtim ve pencere kenarına koyduğum kağıtları alıp geri döndüm. Chan çoktan dışarıya çıkmıştı, koşar adımlarla sahile indi "Aren!"

 

"Gelme! Ben geliyorum oraya." Aren, kıyıya doğru kulaç atmaya başladığında sakin adımlarla merdivenlere doğru ilerledim. Merdivenlerin sonuna gelip demir kapıdan çıktığımda Aren ile Chan'i karşımda buldum. "Sağ ol Deniz. İkinci defa oldu bu! Denizi görmedin mi? Ölebilirdim."

 

"Ama ölmedin." Yanlarından geçip arabaya ilerledim ve öndeki yolcu koltuğuna geçip onlara baktım. Hâlâ bana bakıyorlardı, camı açmak için arabanın kolunu kendi etrafında çevirdim ve camın gıcırdama sesi ile başımı pencereden dışarıya çıkarttım. "Binin! Gidiyoruz!" İlk başta birbirlerine baktılar ardından Aren kolunu onun omzuna attı "Gidelim."

 

"Neden ben..."

 

"Bana değil ona sor." Aren iç çektikten sonra elini ondan çekerek arabaya ilerledi ve sürücü koltuğuna oturdu. "Beni tekrar öldürmeye çalıştığın için teşekkürler." Gülümsedim ve arabaya doğru ilerleyen Chan'i izledim. "Lafı bile olmaz civciv. Bas gaza gidelim." Chan arabaya bindiğinde daha fazla beklemeden arabayı çalıştırdı ve geri geri sürmeye başladı. "Yedek kıyafet getirmediniz mi? Hasta olacak."

 

"Ya sen arkadaşın için endişe mi ettin? Sorun yok turp gibi o turp." Elimi ıslak olan kıyafetlerinin üstünden omzuna iki defa vurdum. "Acıdı Deniz!"

 

"Acımadı." Elimi çekip koltuğa sildikten sonra camdan dışarıya baktım. Deniz az öncesine rağmen oldukça iyi bir ruh halindeydi. Sanırım istediği kişiyi kendisine aldıktan sonra mutlu olmuştu. "Denize baksana." İkisinin de bakışının denize döndüğüne eminim. "Kurbanı hoşuna gitti sanırım."

 

"Ben miyim o? Ayıp ama." Aren bunu söyledikten sonra gülmüştü ancak bunun sinirden olduğunu anlayabiliyordum. Arabanın içine dönüp baktığımda Chan in kemerini tutarak denizi izlediğini gördüm. "Korkma, kanatları erimedi yine uçar." Bana cevap vermemiş, yüzüme dahi bakmamıştı. Önüme dönüp akıp giden yolu izledim.

 

Chan henüz kabul etmemişti tek yaptığım onu şoka uğratıp yanımızda götürmekti. Kurduğum plan böyle işlemeye devam ederse ikinci kişiye kadar yapacağım her şey hazırdı.

 

Eve vardığımızda hava tekrardan bozulmaya başlamıştı, kıyı şehrinde yaşamanın kötü yanlarından biri de buydu işte. Fazla ağacı, bitkisi ve bolca yağmuru vardı.

 

Evin kapısını açtığım anda Aren koşarak odasına girdi. Chan ise sakin adımlarla yeni geldiği evin içine girdi ve etrafa bakındı. "Salon karşındaki odada." Sessizce başını salladı ve salona girip koltuklardan birine oturdu. Dün akşamdan beri açık olan pencereyi kapattıktan sonra Aren'in başındaki havlu ile odaya girişini izledim. "Aç mısın? Sabah pizza yapmıştım biraz arttı."

 

"Hey, o benimdi." Ona seslenmeme rağmen sözlerimi umursamadan mutfağa gitti ve tabak sesleriyle cevap vermeyi seçti. Chan'in yanına yavaşça ilerleyip yanına oturdum. Bakışlarını karşımızdaki televizyona dikmişti tek sıkıntı ise televizyonun kapalı olmasıydı. "Chan."

 

"Neden ben? Onca kişi var. Ben artık kimseyi öldüremem Deniz." Başımı salladım, haklıydı en son görevde öylesine kan görmüştü ki artık yaptıklarını sorgulamaya başlamıştı. Gördüğü çocuk cesedi ise iplerini koparan şey olmuştu. O gün akşamında oldukça fazla uyku hapı almıştı. Normalde uyuyamayan birisiydi her zaman çekik gözlerinin altında mor halkaları olurdu ancak o gün bu mor halkalara razı gelmiştim. Aren göz yaşları içerisinde baygın bedenini yanıma getirdiğinde ağzından köpük geliyordu. Belki de ben o günü olanları atlatmıştım ancak onlarda o günün hatıraları her zaman kalmıştı.

 

Aren'le sonrasında kavga ettiler. Psikologlardan aldığı ilaçların hiçbirini içmemişti. Aren'in bana dediğine göre bütün haplar yatağının altında gördüğünde kavga etmeye başlamıştalardı. Birbirlerine söyledikleri sözleri bana dememişti bunu ondan hiçbir zaman istemezdim ancak Chan'in evi terk ederek gidişini ben de görmüştüm.

 

"Seni tekrar aynı cehenneme sokmayacağım. Aslına bakarsan bir taşla iki kuş vurmak istiyordum. Sen evde kalabilirsin bizim için kameraları falan izlersin onu henüz planlamadım." Şaşkın bakışları bana dönerek doğruyu söyleyip söylemediğimi anlamaya çalıştı. "İkinci kuş ne?"

 

Bakışlarımı elindeki yarım pizza tabağıyla odaya giren Aren'e çevirdikten sonra ona geri döndüm. "Sence?" Yerimden kalkıp elimdeki kağıtları oval şekilde sarıp mutfağa doğru ilerledim. "Bence siz bir konuşun."

 

Aren elindeki tabağı Chan'e verdikten sonra bana döndü, "Tamam ama dinleme bizi."

 

"O seni alakadar etmez." Elimi yaşlı amcaların yaptığı gibi kalçamın üstünde birbirine bağlayıp mutfağa doğru ilerledim. "Siz konuşun bakalım."

 

Mutfağa geçip tahta sandalyeye oturdum ve ikisinin konuşmasını dinlemeye başladım. "Yemek yemen lazım, zayıflamışsın."

 

Tabak sesi yükseldikten sonra Chan sakince "Pek fazla yiyemem." dedi. Koltuktan yükselen gıcırdama sesinden sonra Aren tekrar konuştu ama sesinde heyecan vardı. "Yersin, tadı gerçekten güzel bana güven." Aralarında birkaç saniyelik sessizlik oluştu ardından tekrar Aren konuştu. "Deniz'in dediklerini duydum. Ona güvenebilirsin ya da ona güvenmezsen bana güven seni tekrar o cehenneme atmam."

 

"Ben ne yapacağımı bilmiyorum, Aren." Chan'in sesi kendisini kaybetmiş gibi geliyordu ancak eskisi gibi dipte olmaktan mutlu değildi sanki. "Ben biliyorum, Deniz de biliyor. Sana zarar gelmeyeceğine söz verdiyse öyle yapar." Cümlesi bittiğinde bir süre duraksadı. "En azından senin için sözünü tutabilir."

 

"Benim için derken?" Koltuk gıcırtı sesleri yükseldi, sanırım yeni bir koltuk almam lazımdı. "Bu sabah senin yanına gelirken bana da bir şey için söz vermişti ama kendimi havada uçarken buldum. Tekrardan." Chan'den kıkırdama sesleri yükseldiğinde gülümseyip arkama yaslandım. Arlarında konuyu açmadan çözmüş gibilerdi. Acının aynısını yaşatmak her zaman seçtiğim bir yok değildi, ancak en kesin sonuçlu seçeneğimdi.

 

Yerimden kalkıp bir bardağa su doldurdum ve arkamı tezgâha yaslayıp camdan dışarı tekrardan yağmaya başlayan yağmura baktım. Bu görev kâğıdı bana gelmek için yola çıktığı andan itibaren yağmur yağıyordu batıl inancı olan birisi olsaydım bu görevi reddederdim. Soğuk havadan dolayı soğuyan su boğazımdan aşağıya indiğinde içimi bir ürperti kapladı ve yüzümü ekşitip boş bardağı tezgâha koydum. "Biri beni mı anıyor ne bu?"

 

Bedenimi ileriye doğru iterek kapıya doğru birkaç adım aldım, aklımdan geçenleri şu an ben bile takip edemiyordum. Öylesine gürültülüydü ki belki de birkaç saniye de olsa dinlenmeye ihtiyacım vardı. Salona girdiğimde elimi havada birbirine vurup ikisinin dikkatini kendime çektim. "Evet, sanırım Chan bize katılıyor. Öyle mi?" Bakışlarımı ona çevirdiğimde ağzındaki yemeği yutup başını salladı. "Emir sizdense, evet."

 

"Ta kendisinden canım." Elimi belime koyup tekli koltuğa oturdum ve derin bir nefes verdim. İkisinin bakışları hala benim üzerimdeydi. "Ne?"

 

"Şimdi ne yapacağız?" Aren bunu sormamı beklermiş gibi anında cevap vermişti. Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. "Çok gürültü var."

 

"Ne gürültüsü? Pencereyi kapatmamı ister misin?" Gözlerimi açmadan elimi havada hayır anlamında salladım. "Ondan bahsetmiyorum." Gözlerimi açtım ve önümdeki sehpanın üzerinde duran kumandaya baktım. "Neyse." dedikten sonra kumandayı alarak televizyonu açtım. Birkaç kanal yağmurun başlaması ile çoktan 'Sinyal Yok' yazısını çekmişti, geriye kalanlardan bir tanesini açarak kırmızı bültenle yazılı olan haberi okudum.

 

'Yetkililer yine hiçbir şey yapmıyor!'

 

Ekrana çıkan siyah saçlarını at kuyruğu yapmış kadını dinlemeye başladım. "Bir Beyaz Kelebek vakası daha kayda geçti. Bu sefer bütün ailenin bu ilacı kullandıktan sonra araçları ile dereye düştükleri belirtilmekte. Yetkililer bu konu hakkında araştırma yaparken yakınları aile için cenaze töreni düzenledi."

 

"Cehenneme geri giriyoruz." Bunu diyen kişi Chan'di. Anılarında sakladığı korkusu geri dönmüş gibi ekrana gözlerini kırpmadan bakıyordu. "Her vaka öyle olmaz." Onu uyaran kişi Aren'di. İçini rahatlatmaya çalışıyordu bunda da haklıydı çünkü Chan her an vazgeçecekmiş gibi duruyordu.

 

Chan ayaklarını kendine doğru çekip ellerini onun etrafına sardı ve televizyonda kırmızı manşetle gösterilen haberi izlemeye devam etti. Ağzımdan çıkan bir cümle onun içini rahatlatacakmış gibi hissediyordum ama önüme dönerek haberi izlemeye devam ettim. Belki de konuşmamak benim için daha iyiydi. Bazen konuşmalarım ağır gelebiliyordu insanlara bu duruma alışıktım ancak onlar alışık değildi. "Şimdi ne yapacağız?" Birkaç dakika sonra Aren tekrardan gelecek planımı sormayı seçmişti. "Ne konuda?"

 

"Kâğıtta 4 kişilik grup istedikleri yazılıydı. Diğer kişiyi belirlemişsindir. Kim o?" Ona dönerek kaşlarımı çattım "Kimden önce nasıl ona ulaşacağımı sorman lazımdı."

 

"Nerede olduğunu bilmiyor musun yani?" Başımı olumsuz anlamda salladığımda birkaç saniye durup yüzüme baktı "Eee? Geriye kalan sorular senin için önemli olmamalıydı." Elimdeki kumandayı avuç içime birkaç defa vurduktan sonra arkama yaslanıp başka bir Beyaz Kelebek haberi sunan kadına baktım "Teslim olmam lazım." dedim sakin bir ses tonuyla.

 

"Ha tamam." Aren'in bu sakin çıkan cümlesinden sonra dönüp onlara baktığımda Chan'in şaşkın yüzüyle karşılaştım. Birkaç saniye sonra Aren bana baktı "Ne dedin?"

 

"Teslim olacağım. Ona başka bir şekilde ulaşamam." Chan yavaşça ayaklarını koltuktan aşağıya salarken Aren duruşunu düzeltti. "Bekle bir dakika. Onu mu alacaksın yani?"

 

"Ondan başkası yapamaz." Elimdeki kumandayı fırlatır gibi masaya attım. "Kimden bahsediyor?" Bu soru bana değildi, cevabı verecek olan kişi önce duraksadı ardından boğazını temizleyip ona döndü. "Kızıl hançer." Uzun zamandır duymadığım bu isim kulağıma garip gelmişti. Hoş bu ismi ona ben vermemiş miydim?

 

"Ah, onu duymuştum ama o çete üyesi değil mi?"

 

"Değil o devlete karşı bir grubun başında." Bunun üstüne Chan'in merak dolu bakışları bana döndü "Sen onu nereden tanıyorsun?" Elimi havada sinek kovalar gibi salladım "Uzun hikâye." Tekrardan ayaklarını göğsüne doğru çekti, bu sefer onu strese sokan şey çok açık değildi. Aklından bir dövüş ya da çatışmadan sonra o üyeyi alacağımız ortam oluşmuş olabilirdi. Bedeni korunma alanına çekilirken sakince "Adı ne?" dedi.

 

"Alaz AYAZIT." Bu isim dudaklarımdan bir yabancı edasıyla çıkmışlardı. Kulaklarıma dolan ismi duyduğumda garipsemiştim. Hayatımdan çıkıp gideli o kadar uzun zaman olmuştu ki artık onun ismi alışkanlık yapmıyordu. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum.

 

"Teslim olmak derken neyden bahsediyordun? Asıl onun teslim olması gerekmez mi?" Başımı sallayıp onu onayladıktan sonra "Benim peşimde." Elimle ceplerimi kontrol edip kutu şeklindeki çıkıntıyı aradım. "Neden sen?" Sigarayı çıkartıp dudaklarımın arasına koyduktan sonra masanın üstündeki çakmağa uzandım "O kadarı da bana kalsın dimi Chan?" çakmağı yakıp tutuşturduktan sonra karşımdaki ikiliye baktım.

 

"Erken yatmamız lazım. Yarın erken kalkacağız ama" cümlemi bitirmeden ekrandaki saate baktım "daha yeni güneş batmış." Dudaklarımın arasındaki sigarayı alıp küllüğün kenarına koydum "Ne yapalım istersiniz?"

 

"Görev hakkında bir şeyler anlatsana." Sigaramı tekrardan parmaklarımın arasına alıp kaşlarımı bir kereliğine havaya kaldırıp cümlem bittiğinde indirdim "Hayır." Aren gülümseyip ayağa kalktı ve kumandayı aldıktan sonra geri oturdu. "Yine sürpriz şeyler yapma da." Açtığı televizyon kanalına baktım "Orası bana kalsın."

 

Ondan sonra birkaç saat televizyon izleyip aradan geçen günleri konuştuk. Chan çok geçmişe gitmememiz için bizi uyardığı için birkaç gün gerisini konuşabilmiştik. Ardından Aren'in pizza zamanı ve yatmaya ilk giden kişi ben olmuştum. Yarın için en fazla enerjiye ihtiyacı olan kişi bendim.

 

Sabah uyanma sebebim Chan'in hazırladığı kahvaltının kokusuydu. Bunu anlamak benim için zor olmamıştı tek yaptığım havada dolanan kokunun pizzaya ait olmadığını anlamaktı. Yatağımdan kalkıp iki kat çektiğim güneşliğe baktım. Odanın içerisini zifiri karanlık yapmıştı eğer yemek kokusu olmasaydı hâlâ akşamda olduğumuzu düşünürdüm. Yerimden kalkıp yatağı topladıktan sonra odadan çıktım ve mutfağa doğru ilerledim. Chan ocak başında yumurta kızartırken Aren masaya oturmuş telefonuna bakıyordu. İçeriye girdiğimi anladığında başını kaldırıp bana baktı "Günaydın, uyuyan prens."

 

"Sabah sabah bu ne enerji?" Mızmızlanıp karşısındaki sandalyeye oturdum. Aren elindeki telefonun tuş kilidine bastıktan sonra parlak ekranı bana çevirdi "Ne sabahı ya öğle olacak birazdan." Öne doğru eğilerek saate baktığımda 11.43 sayıları beni karşıladı. "Beni neden uyandırmadınız?" Arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım. Chan elindeki yumurta tabağı ile masaya geldi ve tam ortaya koyduktan sonra kalan diğer sandalyeye oturdu. Normalde evimde bu sandalyeden yoktu 2 kişiye göre dizayn edilmişti. Nereden geldiğini sorgulamayacaktım.

 

Yemeğe baktıktan sonra aç olmadığımı anlayıp yerimden kalktım, ikisinin de bakışı bana dönmüştü. "Siz yemek yiyin ben içeride uzanacağım biraz daha." Elimi hemen önümde oturan Chan'in omzuna attım. "Ellerine sağlık pizza dışında bir şey gördü bu mutfak."

 

"Beğenmiyorsan sen yap." Aren göz devirip mızmızlık yaparken Chan içten bir gülümseme ile teşekkür etti. "Kendimi biraz daha hazırlamam lazım." Sözümü duyar duymaz Aren ağzındaki lokmayı çiğneyerek bana dönmüştü. "Neye?" Parlak çekik gözleriyle bana baktı, Chan. Aynı onun az önce yaptığı gibi gözlerimi kısarak gülümsedim "Belki bir tokat ya da tekme, çok tahmin edemiyorum." İkisi arkamdan bakarken sessizce odadan çıktım ve salona geçerek üçlü koltuğa kendimi attım. Onlara yalan söylememiştim Alaz bu saate asla binada olmazdı çoktan sokağa onun deyimi ile "İt avına" çıkmıştı. Oraya girdiğimde güzel bir dayak atmadan Alaz'ı çağırmazlardı o kadar iyi kalpli değillerdi hem de yıllardır peşinde koştukları kişi inlerine girmişken. Belki de o dayağı Alaz atardı.

 

"Deniz ne bu sizin geçmişiniz?" Aren'in sesi mutfaktan yükselmişti. Yerimden doğrulmadan içeriye doğru "İşinize bakın da çabuk olun Alaz dönmeden gidelim o binaya." İçeriden hiçbir ses gelmemişti bu da onayladıkları anlamına geliyordu. Elime kumandayı almak yerine telefonu alıp rehberde dolandım. Önüme gelen "Kaç Kaç" isimli kişi numarasının üstünde parmağım oyalandı. Birkaç saniye bekledim ardından üstüne basıp telefonu kulağıma koydum. Bipleme sesinden sonra heyecanlı bir ses telefonu açtı "Alo?" Cevap vermek için birkaç saniye bekledim daha sonra gülümseyip doğruldum "Kızıl hançer?" Duyduğu isimden sonra karşı taraftan ses gelmedi. Her zamanki gibi telefonu ekranı okumadan açmış gibiydi üstünde ismimi gördüğünde geri kulağına koymuştu. Bunu bilmek için yanında olmama gerek yoktu "Sen nasıl bir malsın da beni arayacak cesaretin var?"

 

"Neredesin?"

 

"Cehennemin dibinde." Ardından telefonu suratıma kapattığını beli olan bipleme sesini duydum. Onu yıllardır aramıyordum ama bundan emin olmam lazımdı, hâlâ numaram kayıtlıydı. Telefonu cebime koyduktan sonra kapının önünde beliren iki kişiye baktım. Yerimden doğrulup ayağa kalktım. "Cehennemin dibine gidiyoruz arkadaşlar hazırlanın." İkisi boş bakışlarla bana bakarken arkamı dönerek odama ilerledim.

 

Üstüme oldukça rahat kıyafetler giyinmeye karar vermiştim bu sebeple sadece siyah sweat ve onunla takım olan eşofmanımı gitmeyi seçtim ancak biraz süslenmek hiç de fena olmazdı. Bunun için ise sadece parfüm sıkmam yeterliydi. Odamdan çıkıp kapının önünde duran ayakkabımı giyinip paspasın üstünde onları bekledim. İkisi de kendisini çok belli etmeyen savaşa uygun siyah renkli kıyafetler giymişti. Aren sarı saçlarını geriye tarayıp üstüne siyah boğazlı giymişti, altına ise çok da bedenine yapışık olmayan kot pantolon vardı. Onun aksine Chan üstüne sweatshirt giymiş altına da bol ve salaş bir eşofman geçirmişti. Onları koridorun ucunda gördüğümde elimi salladım "Hadi gidelim." Kapıyı açıp evden çıkan ilk kişi ben oldum. Ayağımın altındaki bot her adım attığında gıcırdıyordu ama sessiz olmak gibi bir amacım olmadığı için çok da gözüme batmıyordu.

 

Arabanın ön sürücü koltuğuna binip elimi Aren'e doğru uzattım "Anahtar." Önce eliyle cebini yokladı ardından metalik ses eşliğinde cebinden anahtarları çıkarttı "Sen neden sürüyorsun? Sevmiyordun hani?" Avucuma değen soğuk metalle koltuktaki yerimi düzeltip anahtarı deliğine taktım. "Planım var. Binin hadi geç kaldık zaten." İkisi de sözümü dinleyip arabaya bindiler, ön koltuğa ilerleyen Aren'e elimi sallayıp arkaya binmesini işaret ettim. Sorgulamadan Chan'in yanına oturdu.

 

Oraya varmam sadece 20 dakikamı alırdı. Gaza basmadan ya da çok yavaş gitmeden ilerlemeyi seçtim. Zamanım çok yoktu ama hız yapacak kadar az da değildi. Tek yapmam gereken o gelene kadar beklemekti. Aslında yanımda kimsenin gelmesine de ihtiyacım yoktu ama arabada birilerinin beni bekliyor olmasını istemiştim.

 

Sonunda Demeter mahallesine girdiğimde artık arabanın hızını daha da azaltmıştım. Burada olduğumu anlamaları gerekiyordu. Arabanın camını indirdikten sonra arkamı dönmeden "Eğilin, sizi görmesinler." dedim. İkisi de alışık olduğu gibi saniyesinde emrimi yerine getirip eğildi. Dikiz aynasından onlara baktığımda Aren'in, Chan'i saklayıp üstüne kendisini kapattığını gördüm. Buranın ne kadar tehlikeli olabileceğini çok iyi biliyordu. Chan ise hiçbir şeyden habersiz emrimi uyguluyordu.

 

Mahallede ilerlerken tanıdık birkaç yüze gülümseyerek elimi salladım. Benim kim olduğumu anladıkları an elleri arka ceplerinde ki telefonlarına gitmişti. Bunlar onların değişmez alışkanlıklarındandı. En sonunda aradığım kişiyi gördüm. Siyah kısa saçlı, pek de uzun olmayan boyu ile Can tam karşımdaki dükkânın önüne arabasını çekmiş açık kapıdan dışarıya doğru oturuyordu. Dün akşamki maç hakkında konuştuğuna dinlemeden yemin edebilirdim. Elini havada sallayıp ağız dolusu küfür ettiğinde arabamı hemen önüne çekip dükkân ile arasına girdim. "Yolu niye kapatıyorsun, kardeşim?" Bana bakamdan elini havada salladı "Ne kapatması orada ya yol. Git işine."

 

"Yaa, öyle deme canım bak kavga çıkar." Kurduğum cümleden sonra yeşil gözleri anında bana döndü. Kocaman açtığı gözlerinden sonra "Deniz!" diye bağırdı. Sesi tüm mahallede yankılanmıştı. "Hadi selametle." Elimi alnıma götürdükten sonra havaya doğru sallayıp selam verdim. Gazın pedalına basmamla tekerleklerden yüksek bir ses çıkmıştı. Önümdeki ara sokak hızla yaklaşıyordu arkama dönmeden direksiyonu sağa doğru kırıp ara yola girdim. "Aren!" İsmini söylemem yeterliydi anında ne demeye çalıştığımı anlamıştı. Yerinden doğrulup arkaya baktı "Geliyor, hem de çok hızlı bir şekilde."

 

"Aren özür dilerim." Ne demek istediğimi anlamamıştı ama bunu açıklayacak zamanım da yoktu sadece arabasına vereceğim hasar için özür dilemek istemiştim. Gaza daha fazla bastığımda arabadan daha güçlü bir ses çıktı. Birkaç ara sokağa daha girdikten sonra tekrardan Aren'e seslendim. "Görünürde kimse yok." dedi heyecan dolu bir sesle.

 

"Güzel." Hızımı hiç azaltmadan dar bir ara sokağa girer girmez arabayı park moduna alıp arabadan fırladım. Sertçe kapanan kapı sesine eşlik olarak Chan'in ismimi bağırışını işittim. Ara sokaktan çıkar çıkmaz ilk işim koşar adımlarla alt sokağa inmek oldu. Can'ın sürdüğü arabanın sesi yükselmeye başlamıştı, ellerimi önümde birbirine bağladıktan sonra bedenimi yan bir şekilde sokak direğine yasladım. Canın arabası önce önümden geçti ve yokuş yukarı çıkan sokakta ani fren yaptı ardından geri geri geldi ve tam önümde durup arabadan dışarıya fırladı. Ellerimden birini tutup arkama doğru büktükten sonra bedenimi direkle arasına sıkıştırdı. "Güçlenmişsin, Canım."

 

"Kes lan sesini. Buraya gelmemen gerektiğini bilmiyor muydun?"

 

"Ah Canım, ben aptalım." İki kelimenin de sonundaki 'm' harflerini uzatarak söylemiştim. Bu canını daha fazla sıkmıştı ki kolumu geriye doğru daha fazla çekip kaslarımda acı yaratmaya çalışmıştı. Birkaç saniye sustu ve ondan yükselen hışırtı seslerini işittim. Gözlerimin önün çektiği şırınga ile içimden küfrettim. Böyle olmasını planlamamıştım. "Sakın, Can."

 

Şırıngayı önümde salladı ve kıkırdadı "Sen korkar mıydın ya Deniz ULUGÖK?" Elimi ondan çekmeye çalıştım. Bir korkum yoktu sadece onun içinde ne olduğunu bilmemek beni sinir etmişti. "Can bak. Fena yaparım seni abartma." Sözüm bitmeden sivri nesneyi boynuma saplamıştı bile. Keskin bir acı hissetmiştim sondarında kendimi kaybetmek ya da beynimde dolanan 'öldür kendini' cümlelerini beklemiştim fakat öyle olmadı. Gözlerime hücum eden karıncalarla bedenimdeki tüm kuvvet gitmeye başlamıştı. Dizlerim bedenimi taşımayı reddettiğinde yere doğru çekilirken gözlerimdeki ağırlık beni karanlığa itti. "Gelin buraya! Binaya götüreceğiz onu, Alaz bunu görmeli." Karanlığa çekilmeden önce duyduğum son şey bu olmuştu.

 

Gerçek dünya için belki de saatler sürmüştü bu karanlık ama benim için birkaç saniyeydi. Başımda hissettiğim acı ile gözlerimi açtığımda kendimi boş bir odanın içinde buldum. Başımın üstündeki ışık daha fazla canımı yaksa da gözlerimi sonuna kadar açarak etrafıma bakındım. Gözbebeklerime ampulün her ışık tanesi iğne olarak batıyordu. Boş bir odanın içerisine patates çuvalı gibi atılıp terkedilmiştim. Bu da onların kendi stilleriydi.

 

Yattığım yerden doğrulup dikleştiğimde sırtımda bir ağrı hissetim. Belli ki Can şerefsizi tekme savurmadan gitmek istememişti. Acıyı azaltmak amacıyla dikleşip geriye doğru gerindim. Ellerimin önde birbirine kelepçelenmişti. Yerde bağdaş kurarak üzerinde küçük penceresi olan demir kapıya bakındım. İçerisi küf kokuyordu ona eşlik eden metalik kan kokusunu geçmemem gerek. Gri zeminin üstünde yer yer kurumuş kan lekeleri vardı temizlememişleri bile. Bu bina hiçbir zaman kendisini geliştirmek istememişti zaten. Gittikçe artan adım seslerine ek olarak iki kişinin konuşması duyuldu. "Yanlış kişi diyorum size."

 

"Hayır, içeri girince göreceksin gerçekten de o."

 

"Bak Can. Beni boşuna oyaladıysan seni buraya gömerim. O burada olamaz dedim." Demir kapının üstünden anahtar sesleri gelmişti. Demirliğin ardından ilk beliren silüet ulaşmaya çalıştığım kişiye aitti. Uzun olarak bıraktığım saçları artık omzuna kadar kısalmıştı. Üzerinde siyah, vücudunu saran bir boy elbise vardı. Altına giydiği topuklu botu adım atması ile kendisini sergilemişti. Kıyafetinin kolu uzundu ve sıcaktan bunalmış gibi kol kısmını dirseklerine kadar çekilmişti. Demir kapıdan adımı attığında bana bakmadan arkasındaki kişiye dönük kaldı "Git."

 

Can hiç beklemeden bana bakıp sırıttı ve odadan çıktı. Şimdi ikimiz kalmıştık o Can'ın uzaklaştığını kendi gözleriyle görene kadar dönmemişti bana. Belki de içinden bir ses ona gerçekten burada olduğumu söylüyordu. "Kusura bakmayın arkada-" gözleri bana döndüğü anda susup kalmıştı. Siyah gözleri birkaç saniyeliğine şaşkınlığını sergilese de kısa süre içerisinde kendisini toparladı hatta bu süre o kadar kısaydı ki bir sonraki göz kırpışında adına yakışır bir şekilde gözlerini alev sardı. Sert bir şekilde attığı adımlarla hiç beklemeden karşıma geçti, havada savurduğu eli sert bir şekilde yüzüme indiğinde odada yankılanan sese eşlik olarak başım istemsiz bir şekilde sağa dönmüştü.

 

Bu iş hiç de kolay olmayacaktı.

 

Loading...
0%